Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 AÇI C olaylar ve görüşler 25 OCAK 2008 CUMA MÜMTAZ SOYSAL Kürt Sorunu Üniter Yapı İçinde Çözülmelidir “T ürk ve Kürt etnik yapıya dayanan devlet anlayışının, yeni anayasaya da yansıması” isteniyor. Böylece anayasal bir dayanakla tıpkı Sovyetler’de ve Yugoslavya’da da görüldüğü gibi, zamanı geldiğinde ayrılmanın yasal dayanağının şimdiden oluşturulması amaçlanıyor. Federal Almanya Sol Parti Meclis grubundan küçük bir heyetle aralık ayı başında Belgrad ve Kosova’ya bir değerlendirme gezisi yaptık. Amacımız Kosova’nın bağımsızlık istemlerine ilişkin son durumu yerinde değerlendirmek ve parlamento grubumuza bu konuda bilgi vermekti. Uzun yıllardır ilgiyle izlediğim Yugoslavya modeli ve onun giderek çöküşünün son halkası olan Kosova olayını, Belgrad ve Kosova’da yetkili kişilerden dinleme olanağı buldum. Sırbistan hükümeti ve parlamentosu yetkilileri, Slovenya, Hırvatistan, BosnaHersek ve Makedonya`nın, Yugoslavya Anayasası’na dayanarak ayrıldıklarını açıkladılar. “Yugoslavya Federal Devleti”nin federe yapısında bu ayrılma hakkının bulunduğunu, oysa bunun Kosova için söz konusu olmadığını vurguladılar. Kosova’da en çarpıcı açıklamaları İbrahim Rugova döneminde Kosova Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan Edita Tahiri yaptı. Kosova`nın, Hırvatistan ve Slovenya gibi eski Yugoslavya’nın federatif bir üyesi olduğunu ve daha farklı bir konumuna karşın yasal olarak bu federatif yapıdan ayrılma hakkı bulunduğunu önemle vurguladı. Tahiri bu görüşünü tarihi ve etik bir dizi argümanla da destekledi. PENCERE İktidar Partisi Zanlı... uvvetler ayrılığı’ demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ kurallarındandır... Demokraside kaç kuvvet var?.. Rakamla 3... Yasama.. Yürütme.. Yargı.. ? Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya AKP’ye yönelik bir açıklama yaptı... AKP bu yüzden tepkili... Yalnız AKP mi tepkili?.. DTP de tepkili... Neden?.. Çünkü bu iki partimiz iki kırmızı çizgimizi çiğniyor mu, çiğnemiyor mu soruları yargıyı fena halde ilgilendirmeye başladı... İki kırmızı çizgi nedir?.. Dincilik.. Ve bölücülük.. DTP’nin üstünde bölücülük, AKP’nin üstünde dincilik gölgesi gün geçtikçe koyulaşıyor... Yargı bu gerçeği görmezlikten gelebilir mi?.. Gelemez... ? Yargı gücünde devlet görevlisi bir savcı ille de görevini yapmak zorundadır... Nedir görevi?.. Hırsıza, yolsuzluk yapana, rüşvet alana, adam yaralayana ya da öldürene savcı dava açar... Savcı, Cüneyt Koryürek’e çarpıp yazarımızı öldüren otomobil sürücüsüne hele dava açmasın.. Görür gününü... Savcı, kırmızı çizgiyi çiğneyip bölücülük ya da dincilik yapan siyasal partiye dava açmasın.. Görür gününü... Savcı yürürlükteki yasalara göre davranmakla yükümlüdür... Bir savcı, suç işlediği varsayılan kişinin ya da kurumun zengin mi yoksul mu, güçlü mü güçsüz mü, şişman mı zayıf mı, muhalefette mi iktidarda mı olduğuna bakarak karar veremez... Başsavcı, dava açması gerekiyorsa, dava açacaktır... ? Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın açıklaması ve uyarısı üzerine küplere binen Başbakan RTE yasamanın ve yürütmenin üstünlüğünden söz açtı, mangalda kül bırakmadı... Başsavcının Meclis’le, hükümetle işi gücü yok... Başsavcı ne yasamayı ele alıyor.. Ne de yürütmeyi... Deyiş yerindeyse sanık ya da zanlı, bir partidir... DTP, CHP, MHP gibi bir parti... AKP’nin iktidarda olması, hükümetini kurması, yürütme organını oluşturması hukuka ve yasalara göre hiçbir şey değiştirmez... ? Cumhurbaşkanımız dosyalı zanlı.. Başbakanımız dosyalı zanlı.. Bir de iktidar partimiz zanlı oldu mu, gel keyfim gel... O zaman türbanlık ve kurbanlık Türkiye’nin yeme de yanında yat... Prof. Dr. Hakkı KESKİN Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili Hukuk ve İzan VRUPA KONSEYİ’nin, yani Türkiye’nin üye olmadığı Avrupa Birliği’nin değil de yarım yüzyılı aşkın süredir üyesi olduğu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Hukuk İşleri Alt Komisyonu İnsan Hakları Mahkemesi’nde Rıza Türmen’den boşalan yargıçlık koltuğuna AKP iktidarının yeni önerdiği üç aday arasından ikinci sıradaki Profesör Işın Karakaş’ın seçilmesini önermiş. Haber ilginçtir. Çünkü, alt komisyon genellikle söz konusu devletçe önerilen listenin en başında bulunan adayı tercih eder ve o seçilir. Bu defe o kişi, Brüksel Üniversitesi’nden Profesör Ruşen Ergeç’ti. Yani oradayken Belçika’nın çeşitli mercilerine zaman zaman danışmanlık eden ve Annan Planı görüşmeleri sırasında Denktaş’a değil de, karşısındaki AKP iktidarınca görevlendirilmiş bazı teknik heyet mensuplarına danışmanlık etsin yine Ankara’ca getirilen kişi. Profesör Işın ise, Türkiye’nin en saygın yükseköğretim kurumlarından olan Galatasaray Üniversitesi’nde Devletler Hukuku Anabilim dalı Başkanı. Strasbourg meclisindeki hukukçuların böyle bir tercih yapmış olmaları, içlerindeki hakça davranış duyguları lehine kaydedilmesi gereken bir tutum sayılmalıdır. Ama tercih aynı zamanda Ankara’ya egemen olan zihniyete karşı verilmiş anlamlı bir işaret değil midir? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki görevi sona eren Türmen, Cumhuriyet’ten İlhan Taşcı’ya verdiği demeçte “Yasa değişikliğiyle AİHM kararı üstüne çıkılamaz” demişti. Değerli hukukçu aynı demecinde “Mahkeme türban yasağını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yönünden irdeledi ve yasağı sözleşmeye uygun buldu” diye de eklemişti. Ama arkasından “Türkiye yasağı kaldırabilir” dediği ve hele “Türbanın serbest bırakılmasından sonra bir başka dava açılabilir mi” sorusuna verdiği yanıtta “AİHM mağduriyet davalarına bakıyor, ‘popülist bir şekilde ben yasağı kaldıran yasayı beğenmiyorum’ diye dava açamaz” diye konuştuğu ve mağdurluğun iyi ispatlanması gerektiğini söylemeyi ihmal etmediği için “türbancı” cepheden kimileri pek umutlanmış olabilir. “Anayasaya bu yasağı kaldıran bir şeyler koyduk mu sorun çözümlenmiş olur” diye düşünenler çok olacaktır. Vurgulamak gerekir ki, bu boş bir umuttur. Daha doğrusu, “laiklik” anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez” ilkelerinden biri sayıldığı sürece, Başbakan’ın “Türban siyasal simge de olsa yasaklanamaz” lafından sonra türban yasağını Avrupa Sözleşmesi’nin temel ilkelerinden olan “kamu düzeni” açısından savunmak işten değildir. Aksini savunmanın, Türkiye Cumhuriyeti’nin, devlet olarak kendini inkâr etmesini istemekten başka bir anlamı olamaz. Çünkü, baş örtüp örtememe çekişmesi yüzünden kamu düzenini tehlikeye atan bir devlet, “devlet” sayılmaz ve yalnız AİHM değil, cihanın doğru dürüst hiçbir hukukçusu buna yeşil ışık yakacak kadar izansız olamaz. A Türkiye’nin hiç kuşkusuz bir Kürt sorunu vardır. Üniter devlet yapısından asla ödün vermeksizin, Kürt halkının kültürel kimliği tanınmalıdır. Resmi devlet ve okul dili Türkçenin yanı sıra Kürtçenin anadil dersi olarak okullarda öğrenilmesinin kanımca hiçbir sakıncası yoktur. Kuşkusuz sınıflarda Kürtçeyi anadil dersi olarak öğrenmek isteyen yeterli sayıda öğrencinin olması ve bu dersleri verecek eğitilmiş elemanların yetiştirilmesi gerekmektedir. let yapısı, Türkiye’yi nasıl bir felakete taşıyabileceğinin çok çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de Türkiye’nin seçtiği “Üniter Devlet” sistemiyle, eski Sovyetler Birliği ve Yugoslavya Federal Devletinde gördüğümüz “Federal Devlet” anlayışlarını, tüm sonuçlarıyla karşılaştırmak gerektiği kanısındayım. Türkiye ile bu ülkeler arasında kuruluş aşamasındaki çok önemli farklılıklara karşın, varılan sonuç tartışma götürmez açıklıkla önümüzdedir. Kuruluşunda etnik öğelere dayanan federatif yapıdaki “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” ve “Yugoslavya Federal Devleti”, yapılarının kaçınılmaz gereği olarak parçalanmak zorunda kalmışlardır. Dağılmadaki en belirgin neden, etnik kökene dayalı Federal Devlet anlayışı olmuştur. TNİK OLMAYAN FEDERALİZM Türkiye`nin ve birçok diğer ülkenin seçtikleri Üniter Devlet sistemleri ise konumlarını korumaktadırlar. Bilindiği gibi “Almanya Federal Devleti”nin zaten tarihten gelen geleneğini sürdürerek seçtiği Federal Devlet yapısı, bu sistemin en belirgin örneklerinden biridir. Almanya’nın sözü geçen ülkelerden çok önemli farkı, buradaki federatif yapıda etnik öğelerin olmayışıdır. Yani zaten Alman olan Bavyera, ya da Hessen, ya da diğer eyaletler kalkarak ayrılma isteminde bulunmayacaklardır. Avrupa Birliği’nin başşehrinin bulunduğu Belçika’da ise yine etnik yapı ağırlık kazandığından, üç bölgeli devlet dağılma aşamasına gelmiştir. Flamanlar adım adım Walonlar’dan ayrılarak kendi etnik yapılarına dayanan devleti kurmaya çalışmaktadırlar. Bu sürtüşmeler nedeniyle Avrupa Birliği’nin merkezi sayılan Belçika’da hükümet altı ay süren tartışmalardan sonra şimdilik kurulabilmiştir. Flamanlar Belçika’da “konfederasyon devlet” biçimi isteyerek, bir anlamda dolaylı yoldan tamamen bağımsızlaşmayı amaçlamaktadırlar. Türkiye’de PKK, günümüz koşullarında terör yoluyla ayrı bir Kürt devletinin kurulma şansının olmadığını görmüştür. Öcalan başta olmak üzere PKK son dönemde özetle, “Biz ayrı devlet istemiyoruz, Türk ve Kürt federasyonundan oluşan bir devlet yapılanmasını istiyoruz” diyorlar. “Türk ve Kürt etnik yapıya dayanan devlet anlayışının, yeni anayasaya da yansımasını” istiyorlar. Böylece anayasal bir dayanakla tıpkı Sovyetler’de ve Yugoslavya’da da görüldüğü gibi, zamanı geldiğinde ayrılmanın yasal dayanağının şimdiden oluşturulması isteniyor. PKK yanlısı olmadığı halde, Kürt ve Türk kesimlerden, sonuçlarını bilerek veya bilmeyerek, bu görüşe destek geliyor. Bu öneriyle varılmak istenen hedef çok açıktır. Koşulları oluştuğunda ve zamanı geldiğinde, devletin ana unsurları olarak Türk ve Kürt etnisitesine dayandırılarak ve anayasaya da atıfta bulunularak, federatif yapıdaki devletten ayrılma projeleri şimdiden gündeme taşınıyor. Amacın bu olduğu çok açık ve nettir. ‘K devlet yapısı, etnik öğeleri geri plana itmiştir. Öte yandan Kürt halkı Türkiye`nin her tarafında yerleşerek ve milyonlarca ortak evliliklerle Türk halkı ve diğer etnisiteler kaynaşmış, iç içe geçmiştir. Günümüzde Kürt kökenli vatandaşlarımızın yarıdan fazlası batı ve Ege bölgesinde yaşamaktadır. Bu nedenle Kürt halkını, uzun vadeli hedeflerle de olsa ayırma projeleri, başarısızlığa mahkumdur. 24 yıldır süren PKK terörüne karşın, Türk ve Kürt komşuların, provoke edilen bazı istisnalar dışında, karşı karşıya gelmemesi bundandır. Bu, Türkiye için övünülecek bir gerçektir. ÖZÜM UNİTER YAPI İÇİNDE Türkiye`nin hiç kuşkusuz bir Kürt sorunu vardır. Üniter devlet yapısından asla ödün vermeksizin, Kürt halkının kültürel kimliği tanınmalıdır. Resmi devlet ve okul dili Türkçenin yanı sıra Kürtçenin anadili dersi olarak okullarda öğrenilmesinin kanımca hiçbir sakıncası yoktur. Kuşkusuz sınıflarda Kürtçeyi anadili dersi olarak öğrenmek isteyen yeterli sayıda öğrencinin olması ve bu dersleri verecek eğitilmiş elemanların yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri kurulabilir. Ayrıca Kürtçe radyo ve televizyon yayınlarının yapılması, yazılı basının olması da kültürel kimliğin gereğidir. Öte yandan doğubatı arasındaki bölgeler arası kalkınmışlık farkının daha kararlı programlarla ivedi olarak azaltılması ve işsizlik sorununa özellikle doğu ve güneydoğuda çözüm bulunması, PKK terörüne karşı en kalıcı önlemlerdir. Ç E AÇINILMAZ PARÇALANMA Gerçekten de eski Yugoslavya Federe Devleti’nden ayrılarak veya savaşarak bağımsızlığına kavuşan beş ülke, Federal Devlet anayasasında var olan haklarına dayanarak ayrı devlet kurmayı başardılar. Belgrad ve Kosova’da edindiğim izlenim, benim için son derece önemliydi. Çünkü Kürt sorununa çözümde Türkiye için gündeme taşınmak istenen etnik temelli Federal Dev K PKK’NIN ŞANSI YOK Ne var ki Türkiye’deki durum Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’dakinden çok farklıdır. Vatandaşları arasında hiçbir etnik ayrım gözetmeyen ve uygulamayan Türkiye’deki üniter HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com Atatürk, Mülk ü İslam ve Çağdaşlık ‘Çağdışı’lık “Diyarı küfrü gezdim, beldeler kâşâneler gördüm Dolaştım mülkü İslâmı bütün, vîrâneler gördüm” Ziya Paşa (l8258O) Ata’nın ölümünün ardından bir yıl daha geçtiğini, geçen kasımda derin ve düşündürücü bir elemle algıladık. Aramızdan ayrılanların bizde bıraktıkları anılar, istemesek de yıllar geçtikçe erozyona uğrar, kaybettiklerimiz en yakınlarımız olsa bile... Geride kalanları rahatlatan tek teselli, ölenlere rahmet dilemekten ibaret ... Bu bakımdan Atatürk’ün ölümü bir istisna olabilir mi? Öfkeli ‘Osmanlıcı’lara sorarsanız diyecekleri şu: “Hâşâ huzurdan hâşâ! O ne demekmiş ?!” Oysa, görgülü bilgeler o düzeyin çok üstündedir; çünkü Atatürk’e, onun bir ulus devlet yaratmış olmasına içtenlikle hayrandırlar. Neden unutulmaması gerektiğinin de tam bilincindedirler. Cumhuriyetin kurulduğu günler, efsanevî kurtuluş savaşımızın belleklerde tazeliğini koruduğu günlerdi. İngiliz sömürgesi Kıbrıs’ta bile, Cuma namazı hutbelerinin ardından okunan “Cumhuriyetimizi ve Mustafa Kemal’imizi muammer (ömürlü) eyle Yârabbi!” duâsı çocuk kulaklarımdan hiç silinmedi ... Atatürk Cumhuriyeti camilerinde, hâliyle bugün de öyledir, demek mümkün mü? Hiç sanmıyorum. Mustafa Kemal’i devlet adamı olarak özleyenler, biraz da ülkemizde kaç onyıldır kronikleşen devlet adamı fıkaralığının ıstırabını duyanlardır. Dinleyeni irkilten bir gırtlak sesiyle bağıran politikacıyla devlet adamı arasındaki büyük farkı bilenlerin O’nu özlememesi mümkün mü? Politikacıyı devlet adamı doruğuna yücelten ana niteliklerden ‘görgü’ ise bugün bir ‘anka kuşu’dur. Ata’yı özlerken bu görgüyü de özlüyoruz; kimlikle yoğrulan, onurlu türden... Atatürk, düşünme yeteneği ve gücüyle, fanatik düşüncelerden uzak kalmasını çok iyi bilen; zamanının dünya ve Nevzat YALÇIN Türkiye gerçeklerini değerlendirerek ve bunlardan esinlenerek yeni bir Türk sentezi çıkaran büyük bir devlet adamıydı. Kimilerine fanatik gelen söz ve düşüncelerinin arkasında bile onun bu özelliğini görürsünüz. Bağımsızlık savaşının ardından, arkadaşları ile modern Türk devletini kurarken, Mustafa Kemal, hurafeci ve perişan İslâm dünyasının teşkil ettiği ibret levhası ile arayı gittikçe açan uygar dünya arasında tercihini çoktan yapmıştı: Türk milletini “medeni milletler seviyesine” çıkaracaktı. Türkiye Cumhuriyeti bu kararla, bu güçle kuruldu. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öncülüğüyle açılan dönem, kuruluş felsefesiyle âdeta nurlu bir dönemdi. Ülke bir doğum sevinci yaşıyordu. Devlet, devlet olmanın sorumluluğu ve ciddiyetiyle kararlıydı. Dinamik bir millet haline gelmenin yolu çizilmişti. Yirminci yüzyılın başında milli karakterini ve kültürünü o perişan levha içinde yitiren ve silik bir Tanzimat mirasçısı olmaktan öteye geçemeyen ve uygar dünyaya bir çıkış yolu bulamayan Osmanlı toplumu ancak o sayede ulusal bir kimlikle elbette yerini alacaktı. Atatürk ve arkadaşları bunu gerçekleştirirken Türk halkının uyum yeteneğine inanıyorlardı. Önce, ülke ekonomisine yeni ve sağlam bir düzen verilmesi yolunda adımlar atıldı. Başta Ziraat Bankası olmak üzere İş Bankası, Sümerbank Yerli Mallar Pazarı kuruldu. İhtiyaçlar ülke içinde giderilecek; herşey ülke içinde imâl edilecekti. O günleri ben de anımsıyorum. Halkın heyecanı görülecek şeydi. “Demir ağlarla öreceğiz anayurdu dört baştan” marşı, ülkeyi yeniden inşa kararlılığının simgesi haline gelmişti. Eğitimin modern bir yapıya kavuşturulması gerekiyordu. Anadolu yüzyıllardır akıl almaz bir eğitimsizliğe mahkum edilmişti. Ülkeyi geçmiş zamanların karanlığından kurtarmak için yetmiş kadar Köy Enstitüsü açıldı. Ne yazık ki, vâdedilen o büyük aydınlığın sevinci uzun sürmedi. Açılan enstitülerin hepsi birden kapatıldı. Onların yerine daha iyileri mi açılacaktı? Arapça Kuran kursları, sayısız imamhatip liseleri açıldı. Ya pıtrak gibi çoğalan ‘Gizli Mabet’ ler? Sırası gelmişken şunu da ilâve edeyim: Türkiye’de çok sayıda cami inşa etme faaliyeti o yıllarda hız kazanıyordu. Bugün ülkede yüz bin cami olduğunu biliyor muydunuz? Geçenlerde bir gazetemizde, son yıllarda yapılan camilerin, altı yüz yıllık Osmanlı döneminde , bütün imparatorlukta inşa edilen camilerden kat kat fazla olduğunu okuduğumuzu da söyleyelim. Buna göre, Cumhuriyetle modern bir devlet olma kararı nerede kaldı? Atatürk Cumhuriyeti’nin kaç yıldır tuttuğu ya da tutturulduğu yol çok tartışmalı hâle geldi. Vatandaş nereye götürüldüğünün bilincinde değil; belki bir kâbusla karşı karşıya bırakıldığını bile henüz farkedemedi. Atatürk devrimleri üzerine ortaokuldan başlayarak sürdürülen siyasi oyunlar; örneğin ‘Mîsâkı Millî’ve ‘Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin önemi üzerinde hiç durulmaması bugünkü tehlikeli durumun ortaya çıkmasına neden oldu. Açıkçası, Türkiye’nin yeni bir platformda yeni bir hüviyet kazanmasını isteyenler; kaç yıldır o yolda programlı ve bilinçli biçimde ısrarla çalışanlar, neden ve nasıl bu kadar uzun mesafeler aldılar? Türkiyemiz nereye gidiyor; nerelere götürülmek isteniyor? Yeter artık diyen yok mu? ??? 26 Ekim 2OO7 tarihli Cumhuriyet HAFTA’da ilginç bir resim vardı: Dört İslâm ülkesinin (Ürdün, Azerbaycan, Mısır ve Suriye) ‘First Lady’lerinin modern ve şık giysiler içinde çekilmiş resimleri. Resimler hoştu. Dört ‘Lady’nin dördü de Cumhuriyet’imizin tâ kuruluşundan beri Atatürk’ün Türk kadınına lâyık gördüğü ve onu içinde görmek istediği zevkli ve zarif kıyafetlerdi. Atatürk Türkiyesi İslâm ülkesi değil miydi? Cumhurbaşkanımızın First Lady’si diğerlerinin sol başındaydı. O resmi özenle saklıyorum. Hayrünnisa Gül Hanım, resimdeki giysileri içinde, belirgin bir tebessümle diğer ‘Lady’lerle objektife poz vermişti. Ama giyim olarak kendine seçtiği şey, türbandan başka birşey değildi. Yani, ‘modern giysi’ olmaktan,Cumhuriyet’le birlikte başlayan çağdaş Türk kadını görüntüsü ve izlenimini vermekten uzaktı. O halde neden öyle giyinmişti? Bunun yanıtı acaba zorlanmış olmak mıydı? Sözün kısası, Türk kadınının türban yoluyla itilmek istendiği yol, Tanzimat kadınının saplandığı balçıklı yol değil mi? Bunda ısrar etmek politik bir oyundur ve Cumhuriyet devrimine ihanettir.Bereket versin, Türk erkeği kendi kıyafetinde böyle saçmalıklara iltifat etmez Yoksa kalıplı kalıpsız fesli başlar çoktan sökün eder; 7O milyonluk ülke bir gelincik tarlasına dönerdi. Eşlerini ve Türk kadınını âdeta zorla türbanlamak isteyen sayın Gül ve Erdoğan’ı, kendi şık kıyafetlerinden zerrece ödün vermedikleri ve uygar kıyafetlerinde ısrar ettikleri için tebrik etmek gerekmez mi? Yoksa ülkeyi, topuklarına kadar bembeyaz maşlah giymiş Cumhurbaşkanı ve Başbakanla bir Türk Arabistan’ına çevirmek işten bile değildir. O zaman bizim toprağımızdan da petrol fışkırır; Amerikan dostlarımız, daha doğrusu stratejik ortağımız Mister Buş’la dünya liderleri oluruz. Öyle bir Türkiye’nin sırtı yere gelir mi? CUMHURİYET 02 CMYK