04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Örgüt Güneydoğu’da vurkaç eylemleri yapıyor, batıya patlayıcı madde sevk ediyor C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 13 NİSAN 2007 CUMA PKK kaos yaratma peşinde Yenihan İsyanı Cumhurbaşkanını Kim Seçecek? ması, hem de tarafsız kalmayı başarması gerekiyor. Peki, bu özellikleri, yanlış bir seçim sistemi ile oluşmuş parlamentoda seçilecek, gerçekte tek bir kişinin isteğiyle belirlenecek cumhurbaşkanı taşıyabilir mi? Geçen dört yıl demokrasi konusunda bize yeteri kadar fikir vermiş olmalıdır. Siz bakmayın “neoliberal aydınların” AB destekli demokrasi yaygaralarına. Türkiye, bireyin kavuştuğu sahte özgürlüklerle parlatılmış bir diktatörlüğe doğru koşar adım ilerlemektedir. Medyanın sesi, patronlar ve siyaset tarafından kısılmış, sokaklar çapulcu çetelere teslim edilmiştir. Camilerde yeşillenen cemaat demokrasisi ise geleceğin Türkiye’si olmaya adaydır. ??? Seçimi tek başına gerçekleştirmeye, yalnızca kendi oyuyla cumhurbaşkanı tayin etmeye niyetli Başbakan’ın yandaşları, 376 toplantı yeter sayısı koşulunu duyunca, fena halde sinirleniyorlar. Oysa işin gerçeği 376’nın bile demokratik bir seçimi garantilemeyeceğidir. Çünkü bu 376’lık çoğunluk başka partilerin oylarını kendi hesaplarına yazmış partilerin halkın çoğunluğunu temsil etmeyen “çoğunluğudur”. Bu demokratik değilse, tek bir kişiye bağlanmış seçime demokratik, seçilene çoğunluğun temsilcisi, azınlığın koruyucusu diyebilir misiniz? O zaman gittikçe koyulaşan sise, sis içinde kinini bileyen mürteciye, ellerini ovuşturan emperyaliste de diyecek “güzel” bir şey bulursunuz siz. ??? Yoldan çıkmış aydının rotası, küçük sapmaların zaman içinde büyük sapmalara dönüşmesiyle oluşur. O yenilmeye tahammülü olmayan, bu nedenle sürekli kazananın yanına sıçrayan “aydın”dır. Oysa yenilmenin, bir kere daha yenilmenin, daha iyi yenilmenin geleceğe taşıdığı umudu anlamadan hiçbir şey olmaz bu dünyada. İşte bu nedenle kararan ufkun arkasındaki ışığı herkes göremez. İşte bu nedenle insan, açık ve endişesiz girmelidir safına. [email protected] 1 OCAK 2007’DEN BU YANA ELE GEÇİRİLEN PATLAYICILAR Mehmet FARAÇ Tek taraflı ateşkes kararının “anlamsızlaştığı”ndan yakınan PKK, baharın gelişiyle birlikte saldırılarını yoğunlaştırıyor. Akdeniz ve Marmara bölgelerine patlayıcı sevkıyatını sürdüren örgüt yöneticileri, eylemler konusunda birimleri kendi inisiyatifine bırakırken bombalı saldırılarla sansasyon yaratmaya çalışıyor. Örgütte çok başlılık kopmalara, bunalımlar ise toplu intiharlara yol açıyor. Tabandaki çözülme PKK’yi ciddi biçimde endişelendiriyor. 1 Ocak 2007’den bu yana özellikle Silopi üzerinden güvenlik güçlerine teslim olan militan sayısının 60’ı aştığı, “Yaprak” ve “Helin” kod adlı kadın militanların ise çarpıcı bilgiler verdiği belirtiliyor. Teslim olan çok sayıda militanın ifadelerinden yola çıkan güvenlik birimlerinin son üç ay içinde, örgütün Güneydoğu kırsalındaki 30’dan fazla sığınağını ortaya çıkardığı, 50 ton gıda, askeri ve tıbbi araçtan oluşan malzeme, 400 kg. patlayıcı, 250 civarında silah ile 20 binden fazla mermi ele geçirdiği vurgulanıyor. Örgütteki çözülme, PKK’ye kırsalda barınma güçlüğü yaratıyor, lojistik çalışmalar büyük darbe alıyor. “Burusk” kod adlı Galip Enyüce’nin, sorumluluğu altında bulunan 7 militanı bir mağarada kurşuna dizdikten sonra güvenlik güçlerine teslim olması da PKK içindeki “ajan paranoyası”nı yoğunlaştırıyor. İddiaya göre örgüt içinde bunalıma girerek intihar edenlerin sayısı da artıyor. Örgütten kopan bir militan, Kandil Dağı’na yakın bir bölgede faaliyet gösteren 11 PKK’linin toplu olarak intihar ettiğini ileri sürüyor. Kaynaklar, örgütün intihar olaylarını, “psikolojik bunalımdaydılar, dağ ortamına ayak uyduramadılar, ajanlık yapıyorlardı” gibi gerekçelerle örtbas ettiğini iddia ediyor. NİSİYATİF TERÖRİSTLERDE Tek taraflı ateşkes kararına sığınarak 1 Ekim 2006’dan itibaren toparlanmaya çalışan örgüt ise saldırılarla tabanına moral vermeye, kentlerde ve kırsalda eylem gücünü artırmaya çalışıyor. PKK bu yüzden İstanbul, Ankara ve İzmir ile Akdeniz kentlerine ciddi İ oranda patlayıcı sevk ediyor. Militanlar patlayıcıları genellikle büyük kentlerdeki sanayi tesisleri ile büyük iş merkezlerine yönelik eylemlerde kullanmaya çalışıyor. Son 6 ay içinde İstanbul’da büyük iş merkezlerine yönelik 3 saldırının önlendiği bildiriliyor. Taksim’de ele geçirilen A4 patlayıcının ise gözdağı amacı taşıdığı ifade ediliyor. PKK’nin patlayıcı sevkıyatının 21 Mart’taki Nevruz öncesi ve sonrasına denk getirilmesi ise dikkat çekiyor. Örgütün batı kentlerine sevk ettiği A4 ve C4 miktarı 150 kilo, amonyum nitrat ve potasyum nitrat oranı ise 250 kiloyu aşıyor. CHP İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın Başbakanlık’a yönelttiği ve Türkiye’ye son 2 ay içinde Kuzey Irak’tan 750 kilo C 4 ile 5 adet Stringer füzesi sokulduğuna yönelik soru önergesi de yanıt bekliyor. PKK’de çözülmenin yanı sıra örgüt içindeki hâkimiyet kavgası da olumsuzluk yaratıyor. İddialara göre Abdullah Öcalan PKK üzerindeki etkinliğini giderek yitiriyor. Kaynaklar, Öcalan’ın İmralı’da avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamaların da Kandil’deki hâkimiyet kavgası nedeniyle sansürlendiğini öne sürüyor. Bu kavga ve kararsızlık, örgütün eylemlerine de yansıyor. Güvenlik birimlerinin saptadığı ve PKK’nin silahlı kanadı HPG’nin sorumlusu “Dr. Bahoz Erdal” kod adlı Feyman Hüseyin ile örgütün Tunceli sorumlusu “Baver” kod adlı Süleyman Şahin arasındaki telsiz konuşması da PKK’deki çok başlılığı deşifre ediyor. Feyman Hüseyin’in, Şahin’e “Başkanımız zehirlenerek öldürülmek isteniyor. Bu durumda herkes üstüne düşen her şeyi yapmalı. Artık her grup kendi inisiyatifi ile istediği eylemi yapabilir. Eylem yapmak için onay almalarına gerek yok. Askerle karşılaştığınız yerde eyleminizi anında yapın, uzaktan kumandalı bombalı saldırılar artırılsın” dediği ileri sürülüyor. İddiaya göre Şahin de “Gereken cevap verilecek. Apo’nun fedaileri her türlü eylemi yapacak” yanıtını veriyor. AnkaraWashingtonBağdat hattında, “terörle mücadele” yöntemindeki anlaşmazlık çözüm beklerken son üç günde 9 asker ve 1 korucuyu şehit eden PKK, Türkiye’yi Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi kaosa sürüklemeye çalışıyor. Gazetemize ‘hakaretten’ para cezası Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Yıldız, savcının beraat istemine karşın CHP’li Haluk Koç’un TBMM’de Başbakan aleyhine söylediği sözleri haberleştirdiğimiz için para cezasına çarptırıldı Haber Merkezi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şikâyetçi olduğu davada gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız, CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’un 30 Ocak 2006’da TBMM’de düzenlediği basın toplantısında söylediği “Başbakan kıvırtıyor” ve bir gün sonra yinelediği “Başbakan yine kıvırtıyor” açıklamasını yayımladığı gerekçesiyle toplam 23 ay 10 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme heyeti, Yıldız’a verilen hapis cezasını adli para cezasına çevirerek toplam 14 bin YTL para cezasına hükmetti. Cezayı ertelemeyen mahkeme heyeti, Yargıtay yolunu açık bıraktı. Erdoğan avukatı Fatih Şahin aracılığıyla Koç’un açıklamalarına yer veren gazetemizi TCK’nin 125. maddesine (hakaret suçlaması) dayanarak 2 Şubat 2006 tarihinde şikâyet etti. Erdoğan’ın şikâyet talebini dikkate alan Cumhuriyet Savcısı Turgay Evsen 30 Mart 2006 tarihinde hazırladığı iddianameyle gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız ve Yazıişleri Müdürü Mehmet Sucu’nun mahkumiyetini istedi. Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava sonuçlandı. Davada Cumhuriyet Savcısı Mücahit Ercan, gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız’ın beraatını istedi. Savcı Ercan mahkemede, “Sanıklar hakkında her ne kadar şikâyetçiye basın yolu ile hakaret ettikleri gerekçesi ile dava açılmış ise de yapılan yargılama neticesinde hakarete konu olduğu bahsedilen ibarelerin olduğu bir genel başkan yardımcısı sıfatındaki Haluk Koç’un vermiş olduğu demeçlerin haber niteliğinde kabul edilerek kamuoyunu bilgilendirmek amaçlı olarak yapıldığı, kendilerinde hakaret kastı olmadığı kanaatinde olduğumuzdan beraat kararı verilmesi talep ve mütalaa olunur” görüşünü ortaya koydu. Yıldız’ın savunması ve Cumhuriyet Savcısı Ercan’ın beraat talebinin ardından kararını açıklayan Hâkim Metin Aydın, “Sorumlu yazıişlerinin bağlı olduğu sanık İbrahim Yıldız’ın yetkili ve görevli olduğu Cumhuriyet gazetesinde müşteki aleyhine 31 Ocak 2006 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na yakışmayacak bir hitap şekli olan ‘Başbakan kıvırtıyor’ şeklindeki yazı ile sövme suçu sabit olduğundan TCK 125/13e maddesi uyarınca cezalandırılmasına” karar verdi. Hâkim Aydın, 1 Şubat 2006 tarihinde yayımlanan haberle ilgili de ceza verilmesini kararlaştırdı. Sucu’nun ise beraatına karar verildi. artışma sisin, pusun içinde gittikçe halsizleşiyor. Kim seçecek cumhurbaşkanını? Cevap açık, net. Cevabı herkes biliyor: Türkiye Büyük Millet Meclisi. Peki, Meclis’in bileşimine, partilerin temsil yeteneğine ilişkin gerçekler nereye gitti? Gerçek, AKP’nin üçte bir oyla Meclis’te üçte ikilik bir çoğunluğu elde etmiş olması değil midir? Başka partilere, adaylara verilmiş pek çok oy şimdi parlamentoda bulunan iki partinin hesabına yazılmadı mı? Yazıldı. Tuhaf bir seçim sisteminin, yüksek barajın desteğiyle oluşmuş, yenilenmesine bir yıldan daha az zaman kalmış olan bu parlamento tarafından seçilen kişi, çoğunluğu temsil yeteneğine sahip olacak mı? Bu işin bir yüzüdür. ??? Öteki yüzü daha vahimdir. Diyorlar ki, kimin cumhurbaşkanı olacağına AKP Merkez Karar ve Yürütme Kurulu’nda karar verilecek. Kısacası, cumhurbaşkanını AKP MKYK’si seçecek. Böyle bir şey olabilir mi? Diyelim ki oldu. AKP MKYK’sinin seçtiği cumhurbaşkanı ülkeyi temsil edebilir, cumhurun başı olabilir mi? ??? Ama bu kadar da değil. Hepimizin bildiği asıl gerçek, ülkemizin şu dillere destan “partiler demokrasisi”nden güç almış, padişah usulleriyle güçlendirilmiş “AKP demokrasisi”nde, kararları parti üyelerinin değil, partili milletvekillerinin değil, partinin MKYK’sinin değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın, kısaca Başbakan’ın verdiğidir. Öyleyse cumhurbaşkanını da Recep Tayyip Erdoğan, yani başbakan, yani tek bir kişi, tek bir milletvekili seçecektir. Peki, bu seçim nasıl demokratik olacak, halkın eğilimlerini yansıtacak, çoğunluğu temsil edecek ki? ??? Cumhurbaşkanlığı’nın hem çoğunluğu temsil etmesi, hem azınlığın haklarını koru T Yoksulu kara günler bekliyor Elçin POYRAZLAR BRÜKSEL Birleşmiş Milletler (BM) Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, küresel ısınmanın etkilerine yönelik ikinci raporu üzerinde yoğun pazarlıklar sonucu uzlaşıya vardı. Brüksel’de bir araya gelen bilim insanları ve hükümet yetkilileri arasında hafta boyunca yaşanan siyasi pazarlıklar sonucu uzlaşı sağlanan raporda, iklim değişikliğinden en fazla yoksulların etkileneceği görüşü ortaya çıkıyor. ABD, Çin, Rusya ve Suudi Arabistan, raporun bazı bölümlerinde iklim değişikliğine neden olan başlıca ülkeler arasında gösterilmelerinden ötürü rapora itiraz etmişlerdi. İklim Değişikliği Paneli Başkanı Rajendra Pachauri toplantı sonrası basına yaptığı açıklamada, küresel ısınmanın en çok yoksulları olumsuz etkileyeceğine dikkat çekti. “Dünya yoksullarının en yoksulu, hatta zengin ülkelerdeki yoksullar bile en fazla etkilenenler olacak” diyen Pachauri, yoksul halkların küresel ısınmayla mücadele konusunda çok az donanıma sahip olduğunu vurguladı. Pachauri, bu noktada iklim ski zamanlarda en çok kullanılan deyişlerden biri de “Ehemmi mühime tercih etmek” idi. Karşı karşıya kalınan iki önemli konudan daha önemlisinin üzerinde durmak anlamına kullanılırdı. Günümüzde yayımlanan sözlüklere bakarsak bu fark ortadan kalkmış ya da kaldırılmış gibi gözüküyor. Çünkü ehemmiyet, mühim sözcüklerinin karşılığında yalnızca “önem” sözcüğü yer alıyor. Türkiye’nin biri gündemde olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, öteki de kendi salınımına bırakılan Avrupa Birliği gibi başlıca iki sorunu var. Tabii bunlar arasında “ehem” niteliğini taşıyan soruna, Cumhurbaşkanlığı seçimi olduğu için önemli olanına pek değinilmiyor. İşin tuhafı iki konunun da ele alınmasından hoşnut olmayan tek taraf var; siyasal iktidar. Bu nedenle Avrupa Birliği sorununun ortam nedeniyle ötelenmiş olmasından mutluluk duyduğunu söylemek bile olası. Onun mutluluğunu pekiştirmek istediği söylenebilecekler de yok değil. Çünkü destekçileri de Avrupa Birliği ilişkilerinin gir E GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Ehem ve Mühim... ni ayrımcılığı öne çıkaracak araçlar yapay bir biçimde pazarlanıyor. Toplumun “ulusal refleks göstermesini engelleyen” yabancılaştırma politikası izleniyor. Bir psikolojik savaş ortamı var. Toplumsal haklar geriletiliyor. Onun yerine cemaatlerin, tarikatların ve diğer dini kurumların “sosyal alanı dolduracağı” bir yeniden yapılanma söz konusu. Yeni yapılan anlaşmalarla “ulusal bağımsızlık zayıflatılıyor”. Bunlar, AB, ABD ve IMF ile yapılan “tek yanlı düzenlemeler” aracılığı ile uygulanıyor. Türkiye, ulusal iktisat, ulusal siyaset, ulusal eğitim ve savunma politikalarını izleyemez duruma getiriliyor. Çıkarılan yasalarla Türkiye’nin içi diği çıkmazla ilgili tek laf etmemeye özen gösteriyorlar. ??? Oysa Cumhurbaşkanlığı seçiminin yalnızca laiklikle ilgili sakıncaları yok. Türkiye’nin bugününü ve geleceğini ilgilendiren, hepsi de “ehem” grubuna giren değişiklikler var. Birkaçını anımsayıverelim. Cumhuriyetin değerleri ve kazanımları zayıflatılmaya başlandı. Cumhuriyetin, Kemalizmin, halkçı ve laik düşüncelerin yerine “emperyalizmin pazarladığı değerler” yerleştirilmek isteniliyor. Sosyal devlet yıkılıyor. Kamusal alanlar ve kamusal değerler zayıflatılıyor ve ortadan kaldırılıyor. Onun yerine etnik değerler ve di boşaltılıyor. İşte birkaç örnek: 19.10.2005 Bankacılık Yasası 19.12.2005 Maden Yasası 18.4.2006 Tarım Yasası 10.5.2006 Elektrik Piyasası Yasası 19.9.2006 İskân Yasası 31.10.2006 Tohumculuk Yasası 23.11.2006 Arazi Kullanımı Yasası 17.1.2007 Türk Petrol Yasası. ??? Yukarıdaki bölümde sıraladığım saptamaları Erol Hoca’nın (Manisalı) kitabından, kimini özetleyerek aldım. (Hayatım Avrupa dizisi Beşinci Kitap/Avrupa’yla Derin Bağlar/Truva Yayınları/Şubat 2007) Erol Hoca’nın saptamalarının gerçekleri yansıtmadığını söyleyecekler elbette çıkacaktır. Çünkü hepsi de zülfü yâre dokunacak niteliktedir. Herkes Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmişken oyunbozanlık etmemi hoşgörün. Kızacakların çoğunluğunu oluşturanların Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin senaryoyu kayıtsız koşulsuz destekleyenler olduğunu da aklınızdan çıkarmayın. oerinc?cumhuriyet.com.tr değişikliğiyle mücadelenin küresel bir sorumluluk haline geldiğini dile getirdi. Küresel ısınmadan Kuzey Kutbu, Afrika, küçük adalar ve Asya deltalarının en fazla etkileneceğinin bildirildiği basın toplantısında, buzulların, tundra, ormanlık, dağlık kesimlerin ve Akdeniz bölgesinin ekosisteminin tehlike altında olduğuna dikkat çekildi. Milyonlarca insan için küresel ısınmanın yıkıcı etkilerinin vurgulandığı raporda ileri sürülen tahminler şöyle: ? Bazı bölgelerde yaşam koşulları zorlaşacak, çöllerin kapladığı alanlar genişleyecek, kuraklık, açlık ve doğal felaketler artacak. ? Yaşam koşullarının ağırlaşması nedeniyle büyük göç akımları yaşanacak. ? Buzulların erimesi sonucu 2020 yılında su sıkıntısı çeken insan sayısı 1.2 milyarı bulacak. ? Batı Avrupa’da milyonlarca insan sulak alanlarda yoksunluk içinde yaşayacak. ? Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulları 2100’a kadar yüzde 2233 arasında azalırken Antarktika ise tamamen ortadan yok olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle