Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 Sözde çağdaşlaşma adına sürdürülen rant amaçlı imar uygulamalarına çağdaş kentlerde rastlanmıyor C inceleme 13 NİSAN 2007 CUMA İstanbul’un ‘İmar’ı dünyada yok Oktay EKİNCİ İstanbul’da giderek yaygınlaşan “ayrıcalıklı imar hakları”na dayalı yapılaşmalara “dünya kenti” olmak adına izin verilirken diğer ülkelerdeki yapılaşma kuralları tam tersi önceliklere sahip... Örneğin “yüksek yapılaşma arsaları”na dönüştürülerek pazarlanan Karayolları arazisi ve İETT garajındaki gibi “bina yüksekliğini ve yeraltı kullanımını serbest” bırakan kurallar Avrupa kentlerinde yok. Özellikle yine İstanbul’daki gibi metro istasyonlarından doğrudan giriş yapılan alışveriş merkezleri de dünya şehirciliğinde rastlanmayan bir uygulama... Bu nedenle, Türkiye’deki örnekler için söylenen “çağdaş kentler yaratma” savları geçerli olmadığı gibi, asıl çağdaşlığın kente saygılı projelerle sağlanabileceği de dünya şehirciliğinin temel ilkesi... İşte Avrupa’daki imar uygulamalarından bazı örnekler: HALKOYLAMASI Kentsel dokuda değişim yaratan her yapının “çevresel değerleri zedelemeden” gerçekleşmesini hedefleyen “Kentsel Değerler Yasası” 1967’den beri yürürlükte... Yasa, bu hedefi gözetmeyen belediyelerin “imar bakanı” tarafından önce uyarılmasını, sonuç alınamazsa imar yetkilerinin elinden alınmasını bile öngörüyor. Uygulama kuralları arasında ise yine kentsel çevrede etkili olacak yapılara ait mimari projelerin, halkın inceleyebileceği yerlerde 21 gün sergilenerek anket düzenlenmesi, inşaat izninde de toplumsal eğilime göre hareket edilmesi var. Dahası, ancak bu koşullarla yapılabilmiş binalarda renk değişimi için de benzer izin süreçleri gerekiyor... İngiltere’de bu kurallar öylesine önemli ki örneğin Dudley Wood bölgesindeki Methodist Kilisesi, 2004 yılının Mart ayında bahçesine “izinsiz” olarak tahtadan bir haç diktiği için ceza ödemek zorunda kalmıştı. Çünkü semt sakinleri gösterişli haçı beğenmemişler ve “reklam”a kaçan aşırılıkta bulmuşlardı... İstanbul’da ise yapıların halka sorulması şöyle dursun, mimar Belediye Başkanı Kadir Topbaş Mimarlar Odası’nın “uygunsuz” yapıları durdurmak için açtığı davalardan bile şikâyetçi! ARİS’TE ÖNCE ALTYAPI Dönemin kültür bakanı, ünlü yazar André Malraux tarafından hazırlandığı için “Malraux Yasası” adıyla 1962’den beri yürürlükte olan düzenlemeye göre yapılaşmadaki öncelikli koşul kentin “kimlik ve peyzaj değerlerinin sürdürülmesi”... Bu kural, özellikle tarihsel kentlerdeki çağdaş uygulamaların “farklı” ama “geçmişi ezmeyen” şekilde gerçekleşmesini sağlarken 2001 yılında yürürlüğe giren yeni yapı yasasında da “kent dokusuna yabancılaşmayan modernlik” temel alınıyor. Nitekim, Fransız Mimarlık Yasası’nın amaç maddesinde de mimarlığın “bulunulan çevreye uyumlu katılım sanatı” olduğu vurgulanarak aynı uyumun “kamu yararı”na değiniliyor... Özellikle “gökdelen” türü yapılar için Paris’in “La Defense” bölgesinde gerçekleştirilen uygulamada da Türkiye’de süregelen “arsa sahibinin isteğine bağlı imar hakkı” yönteminin tam tersi bir anlayış egemen. Kent merkezinin dışında ve sadece bu tür yapılar için “planlanarak” ayrılan bölgede “önceden” gerçekleştirilen metro ve diğer altyapı donanımlarının maliyetlerini gökdelen arsalarına talip olanlar karşılıyorlar. İstanbul’da ise gökdelenler plansız inşa edilirken yeni altyapı giderlerine katkı şöyle dursun, mevcut ve zaten yetersiz altyapının üzerine konuyorlar... ERLİN’DE ‘ÖZGÜRLÜK’ YOK! Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin ardından bütünleşme sürecini “başkent” kimliğiyle yaşayan Berlin’de, imar ve yapılaşmayla ilgili mevzuat da yeniden düzenlendi. Bu yeni kimliğin özellikle kent dokusu ve mimariyle güçlendirilmesine verilen önem nedeniyle de birçok proje “yarışma”larla elde ediliyor. Hemen tüm yeni inşaat alanlarında, imar ölçütlerinde ve peyzajla ilgili kurallarda öylesine kısıtlamalar var ki mimarlık dünyasında “tasarım özgürlüğüne müdahale” tartışmalarına bile neden olabiliyor. Bu durum, örneğin Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği binası için açılan Mimari Proje Yarışması’nı da etkiledi. Jürinin 22 Şubat 2007 tarihinde Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı mektupta, “emsal hesabına otoparkların girip girmediği” sorusunun bile yanıtlanamadığı belirtiliyor. Çünkü Berlin Belediyesi bu gibi “inşaat alanını çoğaltabilecek” imar kurallarından kaçınıyor... Özellikle Postdam ve Leipzig gibi ana meydanlarda, mimari projelerdeki saçak ölçülerine, cephe malzemesine, renklere de kurallar getirilerek... İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise İETT garajı gibi örneklerde “sınırsız yeraltı kullanımı” getiriyor; “yükselme özgürlüğü” tanıyor! OMA’DA KENT KONSEYİ Hemen tüm kentlerinde tarihsel dokunun özenle korunduğu İtalya’da, buna yönelik ulusal yasaların yanı sıra Roma için de özel bir düzenleme var. Yaklaşık 50 yıldır başkentin imarı ve önemli yapıların mimarileri üzerinde karar yetkisini kullanan “Roma Kent Konseyi”, belediye başkanlarının bile etkin olamadıkları şekilde “özerk”... Nitekim, 1960’lardan bu yana Roma’nın hemen tüm semtlerinde, bulunulan çevredeki tarihi binaların oluşturduğu dokudan daha yüksek yeni yapı gerçekleşmezken genel peyzajda yine tarihi siluetle yarışacak bir uygulamaya da izin verilmiş değil... Üyelerinin çoğunluğunu mimarlık, şehircilik ve kent tarihinde birikimleriyle tanınan uzmanların oluşturduğu konsey, Roma’nın imar planındaki tüm değişikliklere de müdahale etmek ve gerekirse iptalini istemek yetkisine sahip... Buna karşın İstanbul’da ise imar kararlarını veren Büyükşehir Belediyesi, kendi kurduğu metropoliten planlama bürosundaki uzmanları bile dinlemiyor; kendi mimar ve şehircilerinin yanlış bulduğunu uygulamaktan çekinmiyor... SPANYA’DA KENTSEL YENİLEME Avrupa’nın ünlü başkentlerinde imar düzenleri işte böylesine “kimliğe saygılı” kurallarla sürerken İspanya’da da özellikle yıpranmış, bakımsız kalmış bölgelerde “kentsel yenileme” projeleri devrede... Örneğin Barselona’nın merkezindeki 200 hektarlık bir alanda “Barselona 22” adıyla yürütülen projede, bölgedeki mimari kaliteyi yükseltmenin yanı sıra kültürel işlevlerle donatılması da hedefleniyor. Madrid’de Şehir Konseyi tarafından yürütülen “Kent Merkezi Canlandırma Planı”, yerleşim koşullarının sağlıklılaştırılmasını ve kenti dengeli geliştirebilecek arsa dokusunun elde edilmesini amaçlıyor. Aynı kapsamda sadece yeni konut üretimiyle yetinilmiyor; var olan konutlar da çağdaş yaşam konforuyla donatılarak değerlendiriliyor. Sözün kısası, Türkiye’yi AB üyesi yapmayı en önemli siyasal hedefleri olarak gösterenlerin İstanbul’da ve diğer kentlerimizde izledikleri imar politikaları, Avrupa uygulamalarına hiç benzemiyor... Oradaki yerel yönetim ve şehircilik hizmetinin temelinde “kentsel değerleri” korumak, zenginleştirmek varken bizde sadece “emlak rantı değerleri”ni gözetmek ve çoğaltmak var... İşin “esrarengiz” yanı ise AB’nin bütün bunları “üyelik müzakereleri” gündemine almaması... Hemen her şeyimize karışanların, şehircilikteki bu “ilgisiz”likleri, İstanbul’da ve Türkiye’deki imar başıboşluğuyla sağlanan ayrıcalıklı ve haksız rantlardan kendilerinin de “nema”lanmak istediğini akla getirmiyor mu? PARİS LONDRA’DA Paris gökdelen düşmanı Uğur HÜKÜM PARİS Gökdelen kültürünün hiç benimsenmediği Fransa’da, son yıllarda konut sorununun sık sık gündeme gelmesi, Paris’e gerçek karakteristiğini veren orta gelir dilimindeki sınıfların satış ve kira fiyatlarının aşırılığı nedeniyle şehir merkezlerini terk etmek zorunda kalmaları konuyu tekrar tekrar başlıklara taşıyor. “Korumacı” imajına rağmen dünyanın 3. en fazla yabancı sermaye çeken ülkesi olan Fransa’da, ne yabancı ne de ulusal yatırımları çekme arzusu, kentlerin mimari dokularını değiştirmeye yetiyor. Ulusal irade dar ve kısa vadeli hesapların üstünde kalıyor. İnşaat yönetmeliklerinin ancak olağanüstü koşullarda izin verdiği orta boyutlardaki gökdelenlerin nispeten en yoğunlaştığı bölge ise yine Paris’in yakın banliyölerinden “Paris’in Manhattan’ı” denilen La Defense semti. Esas itibarıyla İş ve Ticaret merkezlerinin yer aldığı La Defense’da yükseklikleri 150 ile 190 metre arası değişen 7 kule var. Aynı mahallede gerçekleşmesi tasarlanan projeler arasında boyu 300 metreyi aşacak 2 yeni bina öngörülüyor. Fransa genelinde Lyon, Nantes ve R LONDRA BARSELONA Lille gibi büyük kentlerdeyse yüksekliği 120 ile 165 metre arası değişen toplam üç gökdelen mevcut. Sosyal konut, nüfus yoğunluğu gibi can alıcı konulara rağmen kent sakinleri, belediye yöneticileri ve siyasi merciler dahil tüm Fransız kamuoyu, çözümleri hiçbir zaman dikey yapılarda aramadı. Gökdelen fikrine en düşmanca bakanların başında Parisliler gelmesine karşın Fransa’nın en yüksek, gökdelen tanımına en yakın binası da Paris’te kurulu. Özel izinli yöreler dışında genellikle 56 katı geçmeyen, çoğunluğu 19. yüzyıl hatta daha öncesine ait Paris inşaatlarının arasından 58 katı, 210 metre boyuyla göğe yükselen Montparnasse Kulesi birçok Parisli için bir utanç abidesi. “Paris’in Boynuzu” olarak tabir edilen, son iki katına geçilemeyen ve sadece 56. katı doğrudan geniş kamuya, turizme açık kule 1969 72 tarihleri arasında Roger Saubot yönetiminde 4 mimarın işbirliğiyle inşa edildi. 1973’te hizmete açılan ve girişçıkışı titizlikle korunan yapı işyeri, büro olarak kullanılıyor. 1889’da kurulmuş, tepesindeki TV antenlerinin ucu dahil 325 metreyi bulan Eyfel kulesinin tek rakibi kabul edilen Montparnasse Kulesi aynı ilgi ve sempatiyi görmekten çok uzaktır. Kimseye ayrıcalık yapılmıyor Mustafa Kemal ERDEMOL İNGİLTERE İmar izinlerini belediyelerin verdiği İngiltere’de hükümetlerim yabancı sermayeyi teşvik edici kararları olsa bile belediyeler bunları uygulamayabiliyorlar. Bu nedenle hükümet ve yerel yönetim çatışmaları sık yaşanıyor. Bir yabancı şirket, İngiltere’de kayıtlı ise “yabancı” tanımına girmiyor. Dolayısıyla mevcut yasalara uyma konusunda yerli şirketlerden farkı yok. Buna karşılık belediyeler, “ayrıcalıklı imar izni” yapmıyor. İngiltere’de kaydı olmayan bu nedenle “yabancı” tanımına giren bir şirket, bir belediyeden yer istediğinde ondan istenen ve yerine getirilmemesi durumunda başvurusunun geri çevrilmesine yol açan koşullar şunlar: 1) Bina ya da herhangi bir konut yapılacak yerin su seviye hesabı, 2) Yerin tarihi değerinin olup olmadığının belirlenmesi için arkeolojik kazı gerekliliği, 3) Metro (varsa), otobüs yolu, yaya geçidi vb. gibi toplu taşımayla ilgili alanlarda sorunlar yaratıp yaratmayacağının araştırılması, 4) Çevre koşullarına uygunluğu, 5) Bölgenin, mahallenin, semtin güneş görmesini engelleyip engellemeyeceği hesaplarının yapılması. İngiltere’nin önde gelen takımlarından Tottenham Hotspur’un Enfield Belediyesi’ne 40 bin kişilik stadyum yapma isteğiyle yaptığı başvuru, yeşil alanı ortadan kaldıracağı gerekçesiyle reddedildi. Yine Enfield’de, yapılması planlanan çok katlı bir otel için imar izni, otelin mimari projesinde, odalarından birinin penceresinin çevre evlerin bahçesine açılacağı gerekçesiyle kabul edilmedi. İngiltere’de, yasal engel olmamakla beraber, yüksek yapı geleneği yok. Toprak çok ucuz olduğu için üst üste ev ya da bina yapma ihtiyacı duyulmuyor. Bu nedenle çok az gökdelen var İngiltere’de. P İ ROMA Atina’da katı kurallar var FRANKFURT’TA KAMUSAL DENETİM ZİNCİRİ Osman ÇUTSAY FRANKFURT Uzun yıllar Frankfurt’ta yaşayan ve çalışan mimar Hasan Çakır, isteyenin sermaye gücüyle istediği yere istediği binayı dikmesinin mümkün olmadığına dikkat çekti. Frankfurt’un bir “gökdelenlerin konuşlandırma” tasarımı ile “kamusal mekân” tasarımı olduğunu belirten Hasan Çakır, planlama dairesinden belediye meclisine kadar oldukça geniş bir denetim mekanizmasının kentin genel dokusunun altüst edilmesine karşı koruyucu ve geliştirici bir görevi yerine getirdiğini belirtti. Çakır, şunları söyledi: “Örneğin Avrupa Merkez Bankası’na da ev sahipliği eden Frankfurt, son 10 yılda kent merkezi için yeni bir program hazırlıyor. Kamusal alanın yeniden düzenlenmesini hedefleyen bu program üzerinden, bozulduğu düşünülen kentsel mimarinin dokusu elden geçiriliyor. Sonuçta, kentsel ve kamusal alan onarılarak yaşanılır hale getiriliyor. Kamusal alanın tahrip edilmesine karşı bir tepki olan bu tutum, kamusal alanı şenlendirmeyi ve çağdaş yaşama uygun bir biçimde onarımı hedefliyor. Burada elbette gökdelen konuşlandırma ve kamusal mekân tasarımları çerçevesinde bina yapılabilir. Ancak kamunun belirlediği sınırlamalar çerçevesinde kalınır. Sermaye gücünü sınırlayan ve politikacıların istediğini yapmasını engellen bir kamusal denetim zinciri var ki, bu zincir kent halkının temsilcisi olan yerel yöneticilerin her zaman dikkat ettiği bir olanaktır.” Murat İLEM ATİNA Yunanistan’ın iki büyük kenti Atina ve Selanik’te İstanbul ve Ankara’daki gibi gökdelenler dizisi kesinlikle bulunmuyor. Atina’nın tek yüksek binası otel olarak hizmet veriyor. İkinci büyük bina ise Pire semtinde yapıldı ancak bu binanın yapımında mimari hata olduğu için onlarca yıldır boş tutuluyor. Yunanistan’da yabancı yatırımcıya ayrıcalıklı imar planı uygulanmıyor. Aksine birtakım bürokratik işlemlerin daha da katılaştırıldığı biliniyor. Örneğin İngiliz yatırımcı “Minoan” grubu Girit Adası’nın güneyinde bulunan “Kova Sidero” bölgesinde yapmak istediği turistik tesisin izni konusunda 12 yıl bekletildi. Söz konusu şirket 1.2 milyar Avro tutarında yapacağı yatırımla ilgili anlaşmayı ancak geçen ay imzalayabildi. Şirket yaklaşık 3 bin beş yüz kişiye iş olanacağı da sağlayacak olan tesisin ön hazırlıkları için 12 yıldan bu yana yaklaşık 40 milyon Avro harcadığını da açıkladı. Ayrıca tesisin yapılacağı yerin sahibi durumunda olan “Panagia Akrotiriani” vakfının isteği doğrultusunda yerel halka okumak için burs ve finansman da sağlanacak. Yunanistan’daki hükümetler yabancı yatırımcıya izin verseler de, bazı durumlarda bölge halkı ile demokratik toplum kuruluşlarının baskısı ile geri adım atmak durumunda kalabiliyor. Genelde kent yerel yöneticilerinin dokunun korunması için her türlü çabayı gösterdikleri de bir gerçek. Yöneticiler bu konuda katı kurallar uyguladıkları gibi, hükümetten gelecek (özellikle izin konusunda) uyarılara da karşı çıkabiliyorlar. Yunanistan’da yabancı yatırımcılar için olumsuz noktalar şu şekilde sıralanabilir: İzin konusunda (bıktırıcı) yoğun bürokratik işlemler uygulanıyor, Yolsuzluklar oldukça fazla, ancak basına çok çabuk sızabiliyor, Hukuki sistemin karmaşıklığı ve istikrarsızlığı da yatırımcının dikkate aldığı konular, Toprak sahibi olabileceklere uygulanan sınırlamalar söz konusu. B