Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 NİSAN 2007 CUMA kitap V A S I Z P E R T A V S I Z P E R KULE CANBAZI SUNAY AKIN C 15 Her oyuncak bir tarih... Enis BATUR Quignard’la bir (iki) buluşmadan ascal Quignard’la, İstanbul’da geçirdiği dört gün içinde birkaç kez bir araya getirildik: Okur önünde masabaşında yan yana söyleşimizde, iki akşam yemeğinde, bir kahve sohbetinde, nereye kadar karşılıklı açılabilmek eldeyse, denedik. Başka türlü tanışılmıyor. Yapıtını enikonu bildiğim yazarlar arasında sayabilirim Quignard’ı. Günümüz edebiyatının merak susuzu temsilcilerinden biri; okurluğunu yazarlığı kadar öne çıkaran, Klasik Dünya ile Modern Dünya’nın iç içe geçmelerini sağlayacak diyaloglarına bel bağlamış, kesintisiz bir damar üzerinde ilerigeri hareket etmekten geri durmamış bir yazar. İlgi alanlarımız kadar yazı tavırlarımız açısından da yabana atılamayacak ortaklıklarımız olduğunu görmekte gecikmedik. Böyle durumlarda benzerlik’ten söz etmek en uygun yakıştırma sayılmamalı; öteden beri, bir tür hısımlık üzerinde durmayı yeğliyorum ben. Yoksa, ayrılık aranacaksa, bir dolusunu bulmak güç değildir: Diyalog başladığında, belli bir noktaya gelesiye dek, karşılıklı kutupları yoklamak yapıcı tutum oluyor; ilişkiyi geliştirecek vesileler doğarsa, uzlaşmazlıklara da yer açma olanağı ayrıca bulunacaktır, diye düşünüyorum. Quignard’la biraz İstanbul üzerine konuştuk. Heybeliada’dan gamlı döndü. Ayasofya’da, Sultanahmet’te, TaksimTünel hattında dolaştı. Yolculuk meraklılarından değil, yılda iki kez evinden ayrılırmış. İstanbul’dan sonra kafasında Sen Petersburg’u koymuş sıraya. Ayırdığı süre çok kısıtlı böyle kentler için, bana kalırsa. Öncesinde fazla bir hazırlık da yapmadığına göre, gelişkin bir gezgin bakışı kurmadığı söylenebilir zaten, asıl yolculuğu kitaplararası zeminde görüyor. On beş yıldır yazarlıktan kazandıklarıyla yaşayabiliyormuş; "Yanlış anlamayın ama" dedi: "Ferrari kullanıyor değilim!". Uzun süre Gallimard’ın yayın yönetmenliğini yapmıştı, insanlarla ilişkilerin kitaplarla olanlardan katbekat güç olduğu konusunda elbette aynı düşünceleri paylaşıyorduk. Quignard’ın sunuşunu kafamda tartarken iki ayrı nokta seçtim. Birincisi, eski bir takınağım: "Yabancı yazar tam ne demektir?" Bir yazar, okur için, kütüphanesinin eşiğinden bir kitabıyla girmeden önce yabancıdır yalnızca. Yabancı bir dilde yazdığı, yabancı bir ülkenin insanı olduğu için değil. Oysa ders kitapları, kitabevleri, yayınevi katalogları tam tersini söylüyor, biliyorum. Pascal P Quignard’ın yaklaşık elli kitabı yayımlanmış, yaklaşık yirmi kitabını okumuşum, neden yabancı yazar olsun? Hiçbir kitabını almamış, okumamış olduğum bir Türk yazarı benim açımdan yabancı bir yazardır, buna karşılık. İkinci nokta, geniş çevren açıyor, kafa patlattıkça: Bir yazarın yapıtı yazıldığı sırayla okur önüne çıkmaz ille de, sık sık kaymalarla karşılaşılır. Sözgelimi Quignard, Petits Traités dizisini 19771980 arası yazmış, ama 1990’a dek yayıncı bulamamış o sekiz ciltlik (şimdi iki oylumlu ciltte toplanmış) risalelerine. Öteki yakada, okur, bütün kitaplarını okumuş bile olsa bir yazarın, onları genellikle kronolojik sıraya bağlı kalarak eline almaz; her okurun kendi sırasını yarattığını söyleyebiliriz. Bu fark bana hep yakıcı geldi. Bir de, buna değinmedim ama, "ev" konusuna yeni pencereler açıldı zihnimde. Yazarın bir evi, ola ki bir ikinci evi vardır, olur; yazdığı kitaplar basıldıkça binlerce, on binlerce, yüz binlerce eve dağılırlar. Yakıcı bir fark daha. Kitapların genelevleri, randevuevleri var ayrıca: Kütüphaneler, kitabevleri. "Müşteri"ye orada/n ulaşıyorlar. Yazı’nın ise tek evi belli: Jarry’nin deyişiyle, yazarın içinde ancak volta atabildiği, mahkumu olduğu "kafatası kutusu". Yazı masamın arkasında Goethe’nin kafatasının fotoğrafı duruyor, çerçeve içinde. Görenler "vanitas" tutkusu diye bakıyor olabilirler ama, bir o kadar da "yazı’nın evi" o. Bak, Quignard’a bunu söylemeyi unuttum. Goethe nasıl yabancım olsun? Pascal Quignard’la en temel ortaklığımız "par(ampar)çayazı" geleneğine bir biçimde bağlılığımızdan kaynaklanıyor sanıyorum. Fragmanter Yazı hakkında bir kitaba soyunmuştum yirmi yıl önce (bkz: Bu Kalem Melun, 31). Bir noktada çöken onca tasarıdan biri. O sıralarda Quignard’ın küçük oysa can alıcı kitabını, Parçalar Hakkında Bir Teknik Rahatsızlık başlıklı metnini (1986) okumamıştım. Belki, fırsat bu fırsat, bir kitaba değilse bile bir parçaya daha yönelebilirim şimdi. Parçalanırız yazarken. Bütünlük kuruntusu kafamızın dibinde basso continuo süredursun. Bir parçamız, birkaç parçamız bazen Öteki’lerin içinden geçer. Tıpkı burada olduğu gibi. ohn Glenn, yaşamında üç kez gazete manşetlerine çıkar. Bunlardan ilki 1962 yılının 20 Şubat’ında yaptığı uzay yolculuğudur. Dünya’nın yörüngesinde tur atan ilk insan olan Glenn, otomatik sistemin arıza yapmasıyla uzay aracını kendisi kullanmak zorunda kalmıştır. Yörüngeyi üç kez turlayan astronot, sağ salim geri döndüğünde kapsülü kaplayan koruyucu kılıfın gevşediğini, büyük bir faciadan kurtulduğunu öğrenecektir. İkinci Dünya ve Kore Savaşı’nda da pilot olarak görev yapan Glenn’i, 1998 yılında bir kez daha gazete sayfalarında görürüz. Glenn’in, Discovery mekiğiyle yapacağı ikinci tarihi yolculuğunun başlığı şöyledir: “Uzayda İlk Büyükbaba”… 41 ve 77 yaşlarında uzay yolculuğu yapan ve uzaya çıkan en yaşlı astronot unvanını alan John Glenn’i, gazeteye üçüncü kez taşıyan öykü ise 1 Nisan 1923 tarihinde, Kudüs’te başlar!.. O gün, Kamar ailesi, dünyaya gelen üçüncü erkek çocuklarına Pascal adını koyar… Pascal Kamar, gençlik yıllarında iyi bir klarnetçi olarak tanınır; kurmuş olduğu 53 kişilik orkestrayla Ortadoğu’da turneler düzenler. 1948 yılında Amerika’ya göç eden Kamar, oyuncak yapımcılığına karar verir. John Glenn’in dünyanın yörüngesinde gezindiği 1962’de çok ilginç bir fikir gelir, Pascal Kamar’ın aklına: Başkan John Fitzgerald Kennedy’nin oyuncağını yapmak! J cağını düşünen politikacıların sayısı az değildir. Oysa oyuncak, kısa sürede 1 milyon adet sipariş alarak Amerikalıların sevgilisi haline gelir. 22 Kasım 1963’te, Kennedy’nin Dallas’ta uğradığı suikast hem kendisinin hem de oyuncağının sonu olur... Üstü açık bir arabada öldürülen Kennedy’nin katili kısa sürede yakalanır. Lee Harvey Oswald adındaki katilin cinayeti tek başına işlediği söylenir. Ne var ki, Oswald’ın ateş ettiği söylenen silah, Kennedy’nin cansız bedeninden çıkan kurşuna uymamaktadır! Dahası, Oswald tüm suçlamaları reddetmektedir... Gerçek hiçbir zaman öğrenilemeyecektir... Çünkü Oswald, iki gün sonra kameraların karşısında vurularak öldürülecektir! SUİKASTIN ARDINDAN Kamar’ın oyuncağının üretimi suikast sonrasında durdurulur. Öldürülen başkanın eşi Jacklin Kennedy, kocasının en yakın arkadaşından şunu rica eder: “Çocuklara babalarının öldüğünü sen söyler misin?..” Bu zor görev, oyuncak Kennedy’nin elinde tuttuğu gazetede uzay yolculuğu haberini okuduğu astronot John Glenn’den istenmiştir. Kennedy’nin öldürülmesinden yaklaşık yirmi yıl sonra Pascal Kamar, yeni bir oyuncak tasarlar. Çirkin ama son derece sevimli bir uzaylı olan bu oyuncağa Kamar, “Dünya Dışında” kelimelerinin baş harflerini ad olarak koyar. Bu tanımın İngilizcesi “Extra Terrestrial”dır. Oyuncağı şöhrete ise ünlü yönetmen Spielberg taşıyacaktır... E.T.’nin 1982 yılında bir film kahramanı olması Kamar’ın yüzünü fazlasıyla güldürür. O tarihe kadar 20 fabrikada oyuncak üreten Pascal Kamar, bu sayıyı 60’a çıkarır. Öyle ki, JC Penney Mağazası tarafından verilen E.T. siparişi, 4 adet Boeing 747 uçağıyla taşınır. Pembe günler uzun sürmeyecektir... Film şirketleriyle yaşanılan sorunlar nedeniyle Kamar oyuncak fabrikası 1991’de kapıya kilit vurmak zorunda kalır. Kennedy’nin, insanlığın yıldızlarla dans serüvenindeki yeri bu öyküyle sınırlı değildir. Amerika’da roketlerin uzaya gönderildiği üssün adı Cape Canaveral iken, 1963 yılındaki suikastın ardından bu yerin adı “Cape Kennedy” olarak değiştirilir. Dipnot: Pascal Kamar’ın 1962’de yaptığı Kennedy oyuncağını uzun süren bir takip sonucunda İstanbul Oyuncak Müzesi’ne kazandırdık!.. Kamar’ın E.T.’si ise yolda, gelmek üzere... Bu arada, Kamar’ın sevimli uzay oyuncağı Spielberg’in filminde gördüğünüzden biraz farklı. Sanki, Kamar’ın oyuncağı sevimli bir köpeğe benziyor!.. Müze Tel: +90 0216 359 45 50 51 YUNCAK BÜYÜK İLGİ GÖRÜR Kamar’ın 28 cm. boyundaki oyuncağında Kennedy sallanan koltuğunda otururken görülür. Koltuk sallandıkça, oyuncaktan bir şarkı duyulur. Bir müzik kutusu niteliği de taşıyan oyuncaktan yükselen şarkı, 1929’da Amerika’da yaşanılan ekonomik ve sosyal sıkıntı döneminde dillerden düşmemekteydi. Demokrat Parti’nin simgesi haline gelen bu şarkı “Happy times are here again” adını taşımaktadır. Pascal Kamar’ın oyuncağında Kennedy gazete okumaktadır. İşte, bu oyuncak gazetenin ilk sayfası da John Glenn’e ayrılmıştır!.. Oyuncak Kennedy, yakın dostu Glenn’in, başarılı uzay yolculuğunun haberini taşıyan gazeteyi elinde tutarken, gururlu bir gülümseme vardır yüzünde... Ne gariptir ki, Glenn’in dünyanın yörüngesinde dolaşan uzay gemisinin adı da “Dostluk”tur! Kennedy’nin oyuncağı Beyaz Saray yetkilileri tarafından hiç de hoş karşılanmaz. Sırt ağrılarından yakınan Başkan’ın, oyuncakta otururken tasvir edilmesi rahatsızlık uyandırır. Bu görüntünün rakip parti tarafından kullanıla O Pascal Quignard Osmanlı İthalatı/ A. Mesud Küçükkalay/ Kitap Yay./ 216 s. “XVIII. yüzyılın ikinci yarısından başlayan ve XIX. yüzyılın ilk yarısının sonlarına uzanan süreçte Osmanlı dış ticaret yapısı bir dizi etki altında dönüşüm geçirmeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde yavaş yavaş ithalatçı bir kimliğe doğru evrildi. Avrupa’nın mamul malları yavaş ama kararlı bir şekilde Osmanlı pazarlarında görünmeye başladı. Osmanlı halkı Batı’nın yeni ürünleriyle tanıştı. Bu ürünlerin bazıları halkın daha önce bildiği ama Batılı uluslar tarafından geliştirilerek ya da düşük maliyetle üretilerek Osmanlı topraklarına yeniden pazarlanan kahve ve baharat gibi mallardı. Diğer bazı mallar ise Avrupa’daki üretim tekniğinin gelişmesine paralel olarak Osmanlı’da kullanımı artan saat, cam, dürbün gibi yarı teknolojik mallardı. Söz konusu olmaya başlayan şey sinsice beliren, makine ile seri üretim yapan, organize olmuş bir yapı ile el imalatının sağlam ancak maliyetli üretim yapan yapısının rekabetiydi.” Bu çalışma, Osmanlı iktisat tarihinin bugün ve gelecek için taşıdığı önemden hareketle kaleme alınmış ve Osmanlı iktisat tarihinde bazı noktaların aydınlatılabilmesi ve aynı zamanda araştırmacılara yeni bakış açıları sunabilmek amacıyla oluşturulmuş. Medea/ Seneca/ Çeviren: Çiğdem Dürüşken/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 64 s. Seneca (İÖ 4İS 65), çağının en önemli söylev ustalarından biri ve Antik Yunan tiyatrosunun öncü temalarını, kendi damgasını vurarak Shakespeare ve Hölderlin’e ulaştıran bir tragedya şairi. “Medea” ise çevirmeni Prof. Dr. Çiğ dem Dürüşken’in de vurgusuyla “antikçağ aşkının kara çığlığı”, “aşk ve ihanet üzerine bir başyapıt”. Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri/ John M. Hobson/ Çev.: Esra Ermert/ YKY/ 314 s. John Hobson, Batı’nın yükselişine dair yaygın görüşlerin etnomerkezci önyargılarıyla mücadele ediyor bu kitapta. Antik Yunan’dan bu yana Avrupalıların kendi gelişimlerine öncülük ettikleri ve Doğu’nun gelişen dünya tarihi içinde pasif bir izleyici olarak kaldığı ileri sürülür. Hobson, “Oryantal Batı”nın yükselişini mümkün kılan iki süreç olduğunu öne sürüyor. Birincisi, Avrupa’da her bir önemli gelişimsel dönüm noktası 5001800 tarihleri arasında Doğu’nun başı çektiği dünya ekonomisine oryantal küreselleşme ile dahil olan Doğu’ya ait buluşlarla desteklenmiştir. İkincisi, 1453 yılından sonra Avrupa kimliğinin oluşturulması, Avrupalıların pek çok Doğulu kaynağı kendine mal etmesiyle emperyalizme yol açmıştır. Mustafa Kemal’in Yakasındaki Rozet/ Haz.: M. Sabri Koz, Enfel Doğan/ İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı Yayını/ 238 s. Sakarya İzci Oymağı’nın 95. yıldönümü anısına, Sakarya İzci Oymağı’nın Oymakbeylerinden Samih Nafiz Tansu’nun (İstanbul Erkek Lisesi ‘24) günlüğü “Altın Defter”, eski Türkçeden çevrilerek, kapsamlı bibliyografyası ve görsel malzemesiyle İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı tarafından okura sunuluyor. Orta Asya’dan Toroslara Gülnar/ F. Saadet Bilir, Ali F. Bilir/ Etik Yay./760 s. “Birlikte Gülnar’ın bütün köylerini gezdik. Yaşlı, birikimli, söz ustası insanlarla; halk kaynağından gelen alçakgönüllü bilgelerle konuştuk. Derya o kadar zengindi ki!.. Gördüklerimiz, duyduklarımızla büyülendik. Bu çalışmaya neden daha önce başlamadık diye yakındığımız oldu. On yıldan çok sürdü araştırmamız. Yazıya geçirilmesi ise bir buçuk yıl aldı.” Bu kitapta F. Saadet Bilir ve Ali F. Bilir Mersin’in Gülnar yöresiyle ilgili bir araştırma sunuyor. Türkiye’de Sendikal Kriz ve Sendikal Arayışlar/ Derleyen: Fikret Sazak/ Epos Yayınları/ 296 s. Sendikal bir krizin yaşandığı konusunda artık herkes fikir birliği içerisinde. Peki, bu krizin merkezinde “kim” ya da “hangi umurlar” yer almaktadır? Kriz egemenler karşısında geliştirilmeye çalışılan politikanın krizi midir? Kriz sendikacıların krizi midir, yoksa sendikal hareketin krizi midir? Kriz, sermaye sahiplerinin ve tabii egemen bir kütle olarak emperyal devlet politikalarının kaçınılmaz so nucu mudur? Krize verilecek cevap geleneksel sendikal politikalarda temelli değişimleri mi esas almalıdır? Krize verilecek cevap ulusal ölçekte mi olmalı, yoksa enternasyonalist emekçi/proleter dayanışmasının çeşitli biçimlerini mi temel almalıdır? Bu kitap, sendikal krize ve sendikal krize ilişkin sorulara “değişik cephelerden” cevaplar arıyor, fakat aynı zamanda sendikal hareketin/emekçi mücadelelerin tarihine ve mevcut durumuna ilişkin açık tespitlerde bulunuyor. Önemli Not!/ Orhan Kemal/ Everest Yayınları/ 356 s. “Önemli Not!”ta, Orhan Kemal’in hem düzyazıları hem de yarım kalmış iki yapıtı bulunuyor. Everest Yayınları, Orhan Kemal’in daha önce yayımlanmış yapıtlarını da yeniden okuyucuyla buluşturuyor. Yayınevi ilk olarak, yazarın “Gurbet Kuşları” ve “Müfettişler Müfettişi” adlı romanlarının yeniden basımını yaptı. Kurtuluş Savaşı Kadınları/ Zeki Sarıhan/ Remzi Kitabevi/ 382 s. Halide Edip’in deyimiyle “Türk’ün Ateşle İmtihanı”, Nezihe Muhiddin’in deyişiyle “Anadolu Kıyamı” olarak adlandırılan Kurtuluş Savaşı, ezilmiş bir ülkenin emperyalizme karşı başarıyla sonuçlandırılmış başkaldırısıdır. Bu başkaldırının zaferle sonuçlandırılmasında kadınlar büyük görevler üstlendiler. Kimi çevrelerin ifade ettiği gibi, Cumhuriyet devrimlerinin kadınlara sağladığı kazanımlar, bir lütuf değildir. Düşmandan temizlenmiş her karış toprakta onların emeği, kan ve gözyaşı bulunuyor. “Kurtuluş Savaşı Kadınları”, bu gerçeği somut belgelerle gün ışığına çıkarıyor. Genç virtüözün büyük başarısı gururlandırdı Kültür Servisi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı Lisans 1. sınıf öğrencilerinden tenor Fuat Kılıç Aslan, Bulgaristan’ın Sofya kentinde bu yıl dördüncüsü düzenlenen “Uluslararası Genç Virtüozlar Yarışması”nda birinci oldu. Yarışmada Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı Korrepetisyon Öğretim Üyesi piyanist Rayna Popova’nın eşlik ettiği Fuat Kılıç Aslan, şan çalışmalarını Opera Anasanat Dalı Öğretim Üyesi Ece İdil ile sürdürmekte ve bu sanat yılı sonu 28 Mayıs’ta, Opera Anasanat Dalı’nın Konservatuvar Orkestrası eşliğinde Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon’da, Sahne Dersi Öğretim Üyesi Doç. Yekta Kara’nın sahneye koyacağı ve orkestrayı Şef. Arş. Gör. Erdem Çöloğlu’nun yöneteceği, O. Nicolai’nin “Windsor’un Şen Kadınları” operasında başrol oynayacak.