04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 13 NİSAN 2007 CUMA AKP Hükümetine Ders... lkemizde son haftalarda ulusal çıkarlarımız konusunda duyarlı ve yurtsever toplum kesimlerinin üzerinde ciddiyetle tartıştıkları bir konu var. AKP hükümetinin yasalaştırmaya çalıştığı 5574 sayılı Türk Petrol Kanunu. Bilindiği üzere bir süre önce AKP’li milletvekillerinin oylarıyla yasalaşan bu kanun tasarısı 6 Şubat 2007 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2, 4, 19 ve geçici 1. maddelerinin bir kez daha görüşülmesi için, anayasanın değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na geri gönderildi. Cumhurbaşkanı’nın geri gönderme gerekçesinde kanıtlarıyla belirtildiği gibi bu yasa ile ulusal çıkarlarımız ayaklar altına alınıyor. Sayın Cumhurbaşkanı iade gerekçesinde; Yasanın amacının belirlendiği 1. maddesinde, bu yasayla yürürlükten kaldırılan 7 Mart 1954 tarihli 6326 sayılı Yasa’nın 2. maddesinde belirtildiği gibi, “amacın gerçekleştirilmesinde ulusal çıkarlara uygun olma ölçütüne”, petrol hakkının elde edilmesi için yapılan başvurunun değerlendirildiği 3. maddesinde yine 6326 sayılı Yasa’nın 4. maddesinde dile getirildiği gibi, “istemin ulusal çıkarlara uygun olması gerektiğine”, diğer maddelerinde de 6326 sayılı Yasa’nın 12. ve 13. maddelerinde olduğu gibi “ulusal çıkarların nasıl korunacağına ilişkin kurallara” yer verilmediğini saptamıştır. Bunların yanı sıra 6326 sayılı Pet PENCERE 14 Nisan Mitinginin Anlamı... Nisan’da Ankara’da yapılacak olan miting ne anlam taşıyor?.. 14 Başta Recep Tayyip olmak üzere iktidarın bu eylem karşısındaki tutumu 14 Nisan’ın ne anlam taşıdığının göstergesidir... Amerikan cenahının da yanıtını çok merak ettiği soru şu: Halk kıpırdayacak mı?.. ? Halk ne zaman kıpırdar?.. Geçmişten bir örnek: 21 Mayıs 1919 günü Albay Bekir Sami ile Yüzbaşı Selahattin Yurtoğlu işgal edilen vatan topraklarını kurtarmak üzere Bandırma’ya çıkarlar, İzmir’e doğru yollanırlar; Ege’de şu gerçekle karşılaşırlar: “Yunan bayrağı Yunan zulmüne karşı tek çaredir” sloganı toplumda yaygınlaştırılmıştır; her eve Yunan bayrağı asılacak!.. Albay Bekir Sami’nin bütün çabalarına karşın halk toparlanamaz; sonuç yenilgi ve hüsrandır. ? Mustafa Kemal ise vatanı kurtarmaya batıdan değil doğudan başlamak stratejisini benimser; 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkar; sonra Erzurum ve Sıvas kongrelerini toplar... Neden?.. Doğudaki Anadolu halkı tedirgin bir bekleyiş içindedir, çünkü ‘Tehcir’le gidenlerin işgalle geri dönüp intikam alması olasılığı var... Ayrıca 1917 Bolşevik ihtilali Anadolu kurtuluş savaşının sırtını Rusya’ya dayaması için bir tarihsel fırsat yaratmıştır... Ve Anadolu halkı kıpırdar, örgütlenme doğudan başlar. ? Amerikan emperyalizmi yeryüzünde çok güçlü bir olgu!.. Dünya haritasını ABD kendine göre çiziyor ya da çizemiyor... Sovyetler yıkıldı, harita değişti... Yugoslavya yıkıldı, harita değişti.. Ya Ortadoğu ne olacak?.. Kürt lider Mesud Barzani’nin Diyarbakır’a yönelik konuşması, bir aşiret reisinin saçmalaması mı?.. Yoksa arkasında Amerika’nın bulunduğu büyük bir tasarımın Güneydoğu halkına yönelik yoklaması mı?.. ? AKP iktidarının başındakiler ne yaptıklarını biliyorlar mı?.. Yoksa iktidar hırsı gözlerini tümüyle körletmiş mi?.. Türkiye’de dincilik ve bölücülük ülkeyi paylaşmak isteyen emperyalizmin ustalıklı planıyla gelişiyor... Her iki akım da askere karşı.. Her ikisi de orduya düşman.. Her ikisinin de arkasında yabancı desteği (en başta ABD) var... Peki, bu bir rastlantı mı?.. ? Türkiye’de askerle iktidar arasındaki çelişki, sürtüşme, çatışma artık elle tutulurcasına somutlaşmış bir gerçek... RTE’nin cumhurbaşkanlığı inadı rastlantı değil; ama, eylem bu hedefe oturduğu zaman kimse sanmasın ki ülkede her şey durulacak, istikrar sağlanacak, halk arasında bütünleşmeye doğru gidiş devreye girecek... Şehitler.. Şehitler.. Şehitler.. de Türkiye’de halkı birbirine düşmanlaştıracak çatıştırmanın bilinçli uygulaması... Türkiye’yi parçalanmaya doğru götüren planlama adım adım yürüyor... ? Peki, halk ne yapıyor?.. Zengin hayatın tadını çıkarmaya çalışıyor, yoksul yaşam kavgasıyla becelleşiyor; büyük çoğunluk olan bitenlerden habersiz... Uyanış ne zaman?.. Halk ne zaman kıpırdayacak?.. 14 Nisan mitingi bir gösterge!.. RTE bir yana, her şeyi çok iyi izleyen Amerikan uzmanları gözlerini 14 Nisan’da başkentin Tandoğan Meydanı’na dikmişlerdir... Umudumuz halkın kıpırdaması!.. Emperyalizmin tuzağına girmiş Türkiye Cumhuriyeti, ancak halkın uyanıp devreye girmesiyle kurtulabilir. Cumhuriyet’i Okuyun... azetemiz Cumhuriyet’in haberleri gündem yaratma dışında siyasete de yön veriyor. Reklam kampanyamızla başlayan “Cumhuriyet’i yakından izleme...” alışkanlığı yerleşmeye başladı. “Tehlikenin farkında mısınız?” başlığı altında yayımladığımız reklamlar, Cumhuriyet’in toplumdaki gücünü bir kez daha ortaya koydu. “Tehlikenin farkında mısınız?” sloganı birçok sivil toplum örgütü tarafından kullanılmaya başlandı. Anadolu’da yayımlanan çok sayıda gazete ve yerel televizyon bu reklamlarımızı kullanarak kamuoyuna mesajı en etkili biçimde vermek için yoğun bir çaba içine girdi. Toplumun duyarlı kesimleri “Tehlikenin farkında mısınız?” derken bu mesajdan rahatsız olanlar vardı şüphesiz. Önce RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) devreye girdi. Arka arkaya yapılan iki yönetim kurulu toplantısında gündeme gelen reklam kampanyamız için karar alınamadı. Ancak, televizyon yöneticilerine el altından baskı yapıldı. Sansür girişimi geri tepti TBMM’de gündem maddesi olan reklam kampanyamız için CHP milletvekilleri soru önergesi vererek RTÜK’ün sansür ve baskı girişiminin hangi gerekçeler çerçevesinde yapıldığını sordu. Şimdi Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı Reklam Kurulu “Tehlikenin farkında mısınız?” reklamımızı inceliyor. Bilindiği gibi reklam TV’lerle birlikte internet ortamında da dolaşmaya başladı. Binlerce bilgisayar kullanıcısı reklamlarımızı elektronik posta yoluyla göndererek kampanyaya gönüllü olarak da destek verdi. Özel haberler Cumhuriyet’in “Para havuzu” haberleriyle Başbakan Erdoğan’ın, terörist başı Abdullah Öcalan’dan “Sayın Öcalan...” diye söz ettiği haber bir tek Cumhuriyet’te yer aldı. Yine Başbakanlık’ın gazetelere not vermesi kamuoyuna Cumhuriyet’in manşetiyle yansıdı. Bu haberler geniş yankı bulurken, siyasetçiler, köşe yazarları, gazeteler, televizyon ve radyolar Cumhuriyet’i kaynak göstererek tartışma ortamı yarattılar. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan da 83 yıldır sürdürdüğü çizgisinden sapmaması ve daha önemlisi bağımsız olmasıdır. Yüz yedi bin sattık 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümü için hazırladığımız belgesel film büyük ilgi gördü. 120 bin basarak dağıttığımız gazetemiz geçen çarşamba günü 107 bin sattı. Okurlarımıza bir kez daha teşekkür ederiz. İyi haftalar... Ü Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY CHP Ankara Milletvekili rol Yasası’nın değişik 13. maddesinde, üretilen ham petrol ve doğalgazın belirli yüzdelerinin yurtdışına satılabileceği, geri kalanının ise “memleket ihtiyacı” için ayrılacağı belirtilmiş iken yeni tasarıda bu konuda hiçbir düzenleme yapılmamıştır. Yani “memleket ihtiyacı” AKP hükümetinin tasarısında dile bile getirilmemiştir. Bu tasarı yasalaştığı takdirde ülkemizde petrol ya da doğalgaz çıkarma hakkını elde eden bir şirket ürettiğinin tümünü yurtdışına satabilecek ve bir litresini bile ülkemizde tutmayabilecektir. Öte yandan önceki yasada firmalar, üretip depoladıkları petrolün yüzde 12.5’ini devlet payı olarak ödemekle yükümlü kılınmışlardı. Oysa yeni yasada bu pay üretim tutarına bağlı olarak yüzde 2 ile yüzde 12 arasında belirlenmiş ve hatta kimi durumlarda yüzde 1’e kadar düşürülmüştür. Bunu anlamak olanaklı değildir. Yasanın olumsuzluklarından birisi ise “Devletin petrol ve doğalgaz arama ve işletme hakkından vazgeçerek bunu yerli ya da yabancı gerçek ya da tüzelkişiler eliyle yapma amacında olmasıdır”. Kısacası AKP hükümetinin yasalaştırmaya çalıştığı “Türk Petrol Kanunu” petrol ve doğalgazın stratejik önemini göz ardı ederek ulusal güvenliğimizi ve doğal kaynaklarımız üzerindeki ulusal çıkarlarımızı çok büyük şekilde tehlikeye düşürmektedir. Öte yandan son günlerde birçok basın organında yer alan haberlere göre, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de Mısır ve Lübnan’la anlaşarak petrol ve doğalgaz aramak için uluslararası ihaleye çıkacağını açıkladı ve kısa bir süre sonra da uluslararası ihale gerçekleştirildi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 2003 yılında da Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin egemenlik haklarını hiçe sayan bir şekilde Kıbrıs açıklarında petrol arama çalışmaları yapmış ve o sıralarda Türk hükümetinin sert tepkisi sonrasında çalışmalarını durdurmak zorunda kalmıştı. Anlaşılacağı üzere petrol ve doğalgaz kaynaklarının kullanımı ve değerlendirilmesi konusunda iki farklı yaklaşımla karşı karşıyayız. Birincisi; AKP hükümetinin yasalaştırmaya çalıştığı Türk Petrol Kanunu çerçevesinde Türkiye’nin sınırları içerisinde bulunan petrol ve doğalgaz yataklarını hiçbir kısıtlamaya gerek duymadan, ulusal güvenliği ve çıkarları hiç dikkate almadan, ülke menfaatlarını düşünmeden yabancı şirketlere sunmaya çalışan bir yaklaşım. Bu yaklaşım bir önceki yasada ülke çıkarlarını koruyan ve ulusal güvenliğimizi güvence altına alan maddeleri ortadan kaldırarak, stratejik değeri ölçülemez olan doğal kaynaklarımızı piyasa koşulları çerçevesinde pazarlayan ulusallıktan uzak gayri milli bir yaklaşımdır. İkincisi ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yaklaşımıdır. Buna göre, stratejik öneminin bilincine varılmış doğal kaynaklar üzerinde sadece ülke sınırları içerisinde değil uluslararası sularda bile ulusal güvenliği ve ulusal çıkarları koruyan, kollayan, ülke menfaatlarını önceleyen bir çerçevede var olduğu düşünülen hakları koruyarak daha da fazlasını iddia etmeye çalışmak söz konusudur. Bu yaklaşım ise Doğu Akdeniz’in uluslararası sularında Türkiye ile neredeyse çatışmayı göze alarak petrol ve doğalgaz araştırması yapmaya çalışan ulusal çıkarları önceleyen tam bir milli yaklaşımdır. Sanırım Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin petrol ve doğalgaz konusunda yaptığı son girişim Türkiye adına büyük bir hizmet haline geldi. Rumlar hiç düşünmeden ülkemize büyük bir iyilikte bulundular. AKP hükümetinin girişiminin ne denli yanlış, sakıncalı ve ulusallıktan uzak olduğunu kendi ulusalcı yaklaşımlarıyla kıyaslamalı bir şekilde gözler önüne serdiler. Bir musibetin bin nasihatten iyi olduğu sözü bu olaydaki kadar gerçekçi yaşanamazdı. Akdeniz’in uluslararası sularında Rum Yönetimi’nin yarattığı sıkıntı Türkiye’de ulusal çıkarlar konusunda gözü kapalılara önemli bir ders niteliğindedir. AKP hükümetinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nden ulusal çıkarlar ve ülke menfaatları konusunda öğreneceği çok şey var. G KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Aziz Nesin ve insan yetiştirme sanatı ziz Nesin’i ilgilendiren konuların başında “insan yetiştirme sanatı” geliyordu. Geleceğimizi nasıl tasarlıyoruz, çocuklarımıza nasıl bir yatırım yapıyoruz, yarınlara nasıl bir kuşak kazandırıyoruz? Nesin, hem bir taşlama ustasının sivri bakışıyla insan yetiştirme sanatında nasıl tökezlediğimizi dile getiriyor, hem de Çatalca’da çocuklar için kurduğu Vakıfla yapıcı bir çözüm modeli sunuyordu. Bu modelle kendi eğitim anlayışının temel ilkelerini de üreticilik, eleştirel ve sorgulayıcı bakışın geliştirilmesi, aşağılık kompleksinden kurtulma ve kendine değer vermeyi öğrenme, özgün olabilme, düşgücünü geliştirme olarak belirliyordu, bu ilkelerin gerçekleştirilebilmesini de, cezasız bir eğitim anlayışına bağlıyordu. Aziz Nesin’in ölümünden sonra da vakfın yaşamını sürdürebilmesi, atılan tohumların sağlamlığını gösteriyor. Bu açıdan hiç bir çamur atma kampanyası, ne kadar yaralayıcı ve kırıcı olursa olsun, vakfa zarar veremez. Nesin’e göre otoriter sistemin çarkları arasında ezilen bir toplum, insan yetiştirme sanatında da doğal olarak sınıfta kalacaktı. Bu nedenle yapıtlarında şiddet kültürüyle yoğrulmuş olan otoriter kimliğe karşı çıkıyordu. Bireyi birey yapan düşünme, sorgulama ve eleştirme yetisi. Bunun toplumumuzda eksik A Zehra İPŞİROĞLU olmasını otoriter İslam geleneğinden ataerkil yapılanmaya, yetersiz bir eğitim ve öğretim sisteminden sosyal sorunlara değin çeşitli nedenlere bağlıyor Nesin. Deneme yazılarında aydınlanmacı düşünceyi savunarak her tür bağnazlığa karşı çıkarken, mizah öykülerinde de düşünme özürlü bir toplumu kıyasıya eleştiriyor. Altmışlı yıllarda yazdığı mektup romanı “Şimdiki Çocuklar Harika”da aksayan eğitim sistemimizi eleştiriyordu. Ailelerin çocuklarıyla ilişkilerindeki ikiyüzlülüklerinden feodal yapılanmaya, ezberci okul sisteminden “Vatan, Millet Sakarya” edebiyatına değin yetişkinçocuk ilişkisindeki aksamaları çocukların bakışından anlatıyordu bu kitapta. Kitabının başında sözü edilen araştırmada farklı katmanlardan gelen çocuklara “Siz baba olsanız, babanız da çocuğunuz olsa, ne ceza verirdiniz?”diye soruluyor. Özellikle alt katmandan gelen çocukların babalarına verdikleri cezalar onların şiddet kültürünün içinde nasıl yoğrulduklarını gözler önüne serdiğinden çok düşündürücü. Örneğin: “Onu topal ata bindirirdim. Üstüne çadır örterdim. Çadırın tepesine de bir bıçak asardım. At topalladıkça bıçak kafasına dokun sun, akıllansın.” Yaklaşık otuz yıl sonra aynı soruşturmayı üniversite bünyesinde bir okulda yaptığımızda, “kulaklarından duvara asmadan eşek sudan gelinceye kadar dövmeye, aç bırakmadan falakaya yatırmaya” değin öngörülen cezalar şiddet kültüründe hiçbir azalma olmadığını açıkça gösteriyordu. “Şimdiki Çocuklar Harika” ilk yayımlandığında, öylesine şimşekleri üzerine çekmişti ki, katıldığı roman yarışmasında öğretmenleri küçük düşürdüğü gerekçesiyle sakıncalı bulunarak elenmişti. Şaşırtıcı olan, kitabı eleyen jüri üyelerinin sayısız ürün vermiş tanınmış yazarlardan oluşmasıydı. Bu da otoriter bakışı aydınlarımızın bile ne kadar içselleştirdiğinin tipik bir göstergesi. Öyle olunca da ister istemez otosansür devreye giriyor. Sorunları görüyoruz, biliyoruz ama görmemeyi ve söylememeyi tercih ediyoruz. Aziz Nesin, “Korkudan Korkmak” adlı kitabında bunu otoriter bir toplumun bireyler üzerine korku üreten baskısıyla açıklıyor. Böylece bireysel kimliğin yerini kolektif kimlik alıyor. Aziz Nesin’in de tüm yaşamı boyunca bu kolektif kimliğe, hep baş kalarına göre hareket etme, birey olamama olgusuna karşı çıkıyor. Mizahı da bu davranışa karşı vurucu gücüyle etkileyici bir panzehir oluşturuyor. Nesin’in altmışlı yıllarda yazdığı “Şimdiki Çocuklar Harika”dan bu yana ne değişti, ne değişmedi? Bu soru beni geçen yıl yayınlanan “Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika” adlı “mail romanı” yazmaya yönlendirdi. Aradan geçen neredeyse yarım yüzyıllık süre içinde bazı şeyler sürekliğini koruyor, çocuğa pek söz hakkı tanımayan baskıcı okul sistemi ya da ataerkil aile yapılanması ya da kız erkek ayrımcılığı gibi. Teknolojik alanda çok şey değişti ama beyinler değişmedi. Tersine otoriter sistem giderek çığırından çıktı. Bugün şiddet kültürünün içinde yaşıyoruz. Çocuklarımız da bundan paylarını alıyor. Nesin Vakfı’nı karalama olayı bunun en son örneği. Ama şu da var ki, “Şimdiki Çocuklar Hâlâ Harika”nın çocukları, gözlemleyici ve sorgulayıcı gizilgüçleriyle Aziz Nesin’in çocukları. Bu da karanlık bir dönemde tek umut, tek ışık belki de. Tıpkı Nesin Vakfı’nda yetişen onca çocuğun saçtığı ışık gibi. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle