01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 ŞUBAT 2007 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM TÜSİAD’ı, PKK’nin siyasallaşmasına hizmet etmekle suçlayan MHP Başkanı’na yanıt sert oldu Siyasetçi düşünerek konuşmalı Ekonomi Servisi Türk Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) yeni başkanını seçtiği İstanbul’daki 37. genel kuruluna, hükümete 301 sitemi, MHP’nin suçlamalarına verilen yanıtlardaki siyasi mesajlar ve üyelerden TÜSİAD’ın seçim yöntemine eleştirisi damgasını vurdu. TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TÜSİAD’ı PKK’nin siyasallaşma stratejisine hizmet etmekle suçlayan sözlerini, “Bir siyaset adamı, sözlerinin nereye gideceğini, hangi dinamikleri etkileyeceğini düşünerek konuşmalıdır. Siyasetçilerimizden daha vakur, akılcı ve demokrasiyi yücelten söylemler bekliyoruz’’ diye yanıtladı. Konuşmasına gazeteci Hrant Dink’in ailesi ve tüm sevenlerine başsağlığı dileyerek başlayan Sabancı, “Bu cinayet, yaratabileceği sonuçlar dikkate alındığında, ilk planda ortaya çıkan görüntü ne olursa olsun, bireysel bir tepkinin eyleme dönüşmesi olarak değerlendirilmemelidir’’ dedi. Bahçeli’nin açıklamasını ‘talihsiz’ diye değerlendiren Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç da, Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından 2007’ye ilişkin karamsarlığın derinleştiğini belirterek “Değişime ve gelişime set çekmeye çalışan bazı siyasi akımlar, yeniliklere direnen statükocu kesimler, 301’inci madde örneğinde olduğu gibi demokratik açılımlar lehine iradesini ortaya koymak yerine mevcut atmosfere kendini teslim edenler bu karamsarlığı besliyorlar” diye konuştu. “Ağavninern Al Gı Zarnen, Hrant Ahparik...” amaçlı kaydedilen bir sohbetin devamında, Türkiye’de çoğunluğu çocuk ve kadın yüz binlerce Ermeni’nin sessizce, Anadolu’nun insancıl gövdesiyle kaynaştığını, ama cemaatin “toplumsal belleği” gibi, “derin devlet” istihbaratının bunu unutmadığını, hatta arşivlediğini anlatmıştı. “Onlar sayısını bile biliyorlar. Kendini TürkTürk tanıyan birçok insan ya askere gittiğinde, ya çeşitli idari sorunlarla karşılaştığı zaman bunu anlıyor veya hissediyor. Ne tanıklıklar var, bir bilseniz? Ancak bu gerçeği teslim etmek ne derin devletin, ne de diyasporanın işine geliyor... ” ??? Yakın dostu, avukatı Fethiye Çetin’in “Anneannem” başlıklı belgesel olarak niteleyebileceğimiz enfes kitabının 2006’da çevrilen Fransızcasının yarattığı etkiler Hrant’ın düşüncelerini doğrulayan bir başka kanıt. Şu anda üçüncü baskısını yapan kitap, başta Fransa Ermenileri olmak üzere, ilgili Fransız kamuoyunu resmen şok etti. Bu olguyu hepimiz Paris ELELE derneğinde geçtiğimiz 24 Kasım’da, Çetin’in onur konuğu olduğu, Amerikan Edebiyatı uzmanı Esther Heboyan’ın bir “gerçek hikayeler” kitabı, “İstanbul Yolcuları” (Türkçesi önümüzdeki günlerde basılacak) ve televizyon gazetecisi Louis Carzou’nun (babası Garnik Zouloumian) romanı “Sekizinci Tepe” kitapları etrafında düzenlenen Ermeni “Büyükannelerin Belleği” başlıklı açık oturumda çarpıcı bir biçimde yaşadık. Kitapların hatırına, “hayatlarında ilk kez bir Türk derneğine adım attıklarını”’ itiraf eden bazı Fransız Ermenileri, “demek bizim de Türk akrabalarımız olabilir”, sözleriyle hayretlerini dile getirdiler. Hrant Dink ve Agos dergisinin (Aras, Belge, Gözlem gibi yayınevlerinin yıllardır süren çabalarını da hatırlatmak boynumuzun borcudur) belli oranda öncülüğünü yaptığı, güçlendirdiği bu süreçte farklı Türklerin varlığı, Çetin’in kitabının Türkiye’de değil düşmanlık görmesi, tam tersine büyük sevgi ve ilgiyle karşılanması, tehdit yerine destek bulması; benzer tanıklıkların gün ışığına çıkması, dil çözülmeleri, tabuların sarsılması, dayanışma ve dostluk çemberlerinin köklüce genişlemesi gibi saptamalar diyaspora saflarında hassasiyetlerin değişmesine, donuk ve mutlak bakışlarda bir tereddüt doğmasına neden oldu. “Anneannem”in Batı Ermenicesiyle yayımlanması çevresinde 20 Ocak’ta Paris’te Ermeni kuruluşlarınca düzenlenen büyük gece tam bir “Hrant Dink’e Saygı”ya dönüştü. Çetin’i “Niye ‘Soykırım’ demiyorsun, niye ‘İnkarı Cezalandırma Yasası’nı reddediyorsun” diye sıkıştıranları, yine 2000 kişilik kalabalıktan yükselen “Yeter artık!” tepkileri susturdu. ??? Sevgili Hrant, mesajın geçmişti, hem oralarda, hem buralarda... Türkiye’de televizyonları karşısında gözyaşı döken milyonlar, “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” ibareleriyle İstanbul’u eşi nadir görülür bir insan seline çevirenler Hrant’ın sesini duymuştu. Demokrasi ve özgürlük neferi en nadide beyaz güvercinimize, sana bile kıydılar. Yolumuz daha çok uzun ve çileli. Ama sen huzur içinde yat, “Boşuna ölmedin Hrant Kardeş” (Barabin çı merar Hrant Ahparik). [email protected] C 9 Yeni Başkan Doğan TV’nin zirvesinde TÜSİAD’ın yeni Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, yönetim kurulunun ilk toplantısında, 2007 gündemini Yüksek İstişare Konseyi’ni 1 Mart 2007 tarihinde olağanüstü toplantıya çağırmayı kararlaştırdığını bildirdi. Yalçındağ, siyasete, partiler üstü bir konumdan yaklaşmanın, siyaset sahnesindeki tüm aktörlere eşit mesafede durmanın TÜSİAD için her zaman temel prensip olduğunu vurgulayarak başından beri çalışmalarında benimsenen esasların, siyasette yapıcı olmak, katılımcı demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve istikrarı kararlılıkla savunmak olduğunu söyledi. Profesyonel iş hayatına 1990 yılında Milpa bünyesinde başlayan Yalçındağ halen Doğan TV ve Radyolarda CEO ve Doğan Holding Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini sürdürüyor. Yalçındağ, Aydın Doğan Vakfı’nın kurucularından olup, yönetim kurulu üyeliği görevini sürdürüyor. ğavninern al gı zarnen, “A Hrant Ahparik” (Güvercinleri de vururlar, Hrant Kardeş...) Senin kurduğun beyaz evleri, senin düşlediğin beyaz dünyayı, senin uçurduğun beyaz güvercinli barış ideallerini kimse üç kurşunla yok edemez. Bizim toplumumuzda bile vururlar. Senin içinden yetiştiğin ve aşkla, derin bir içtenlikle bağrına bastığın ülkende bile vururlar... O kuş beyinli şahinler, o kör akbabalar kara salyalı ideolojileriyle, leş kargası gagalarıyla seni topraklarından, sevdiklerinden alçakça bir şiddetle koparırlar. Hrant Dink’i, Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu ve diğerlerini hayatımızdan, insanlıktan gaddarca çalanlar, çaldırtanlar, bu eşsiz kişiliklerin yerlerinin asla ve asla doldurulamayacağını çok iyi biliyorlar... Uğur Mumcu’nun cesareti ve araştırmacılığında bir ikinci gazeteci yetişmedi bugüne kadar Türkiye’de. Muammer Aksoy’un çeşitli Avrupa arenalarında, kürsülerinde uygar Avrupalı’ya verdiği uygarlık ve uyarı derslerinin gücünde bir ikinci hukukçumuz ve siyaset adamımız çıkamadı henüz o meclis ve üniversitelerden... ??? Hrant’ın gür sesini, bilgelik fışkıran konuşmalarını dinleyen en fanatik Ermeni diyasporası, en oportünist Fransız politikacısı bile söylediklerine dikkat etmek, kendine çeki düzen vermek zorunluluğunu hissediyordu. Hrant, Türkiye’deki her boydan ve soydan “milliyetçi sürüsü”nü rahatsız ettiği kadar, her fırsatta, has Avrupalılığını savunan Fransız’ı, öz Fransız geçinen Ermeni’yi, mutlak doğruyu tekelinde tuttuğuna inanan demokratları kofluklarından, konformist zaaflarından ustalıkla vuruyordu. Bu ikinci grubun Türkiye’deki sürüden, ideolojik soydaşlarından esas farkı, kamuya yansıyan “ihanet/hain” söylemlerinin daha az pespaye, daha usturuplu oluşuydu. Onu katledenler, katline seyirci kalanlar, katlini hazırlayanlar, onu korumaktan aciz kalanlar, yani hepimiz, iyi bilin ki bu, sahte AvrupalıFransızErmeniDemokrat zincirinin ekmeğine yağ sürdük... Hrant, 2004’te Fransız Ermenilerinin Parisli sesi “AYP” radyosunun (Fransa’daki bazı Ermeni dostlarımızın deyişiyle “Ayıp Radyo”) canlı bir programına telefonla İstanbul’dan katılıyor. Klasik konu tabii ki, “soykırım”. Hrant, dili döndüğünce, “gerçeğin” nereden ve hangi zaman diliminde bakıldığından hareketle değişik görünüşleri, ifadeleri olabileceğini, bir takım kavram ve sözcüklerin sarf edilmesinin toparlamak, uyarmaktan ziyade, böldüğü ve dağıttığını anlatıyor. “Bize yardımcı olmak istiyorsanız daha anlayışlı, daha yumuşak, daha sabırlı davranın” gibisinden tavsiyelerde bulunuyor. “Adamların uyuz olduğunun farkındaydım. Laf lafı açtı. Sıra Türkiye’de yaşayan Ermenilerin sayısına geldi. Hadi resmen 60 bin civarında olduğunu varsayalım. ‘Ama bugün Türkiye’de yaşayan Ermeni kökenli nüfus belki bunun 10 misli. Çeşitli çevreler 1915 olaylarında 11,5 milyon kişinin kırıldığını iddia ediyor. Ben buna katılmıyorum’ der demez, mikrofonu kestiler. Söyleyeceklerimi dinleyicileri duysun istemediler. Bunlar bizimkilerden beter fanatik yahu. Nasıl demokratlık bu?” diye yakınmıştı. Hrant, saatler süren kitap BAHÇELİ’DEN YENİ YANIT Kongreden sonra Bahçeli, seçimden hemen önce TÜSİAD Başkanı sıfatıyla kendisini eleştiren Sabancı’ya bir kez daha yanıt vererek “Vakur ve akılcı olmak kadar, dürüst ve namuslu olmak da vazgeçilmez erdemlerdir” dedi. Bahçeli, yazılı açıklamasında, TÜSİAD’ın PKK’nin siyasallaşma stratejisinin amaçlarına hizmet edecek son girişimleri hakkındaki görüşlerinin açıklıkla düzenlenen basın toplantısında ortaya konulduğuna dikkat çekerek anayasanın 3. ve 42. maddelerinin Türkçeden başka dillerin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamayacağı ve öğretilemeyeceğine amir olduğunu belirtti. Bahçeli, “Kürtçenin Türk eğitim sistemine bir şekilde girmesi, PKK’nin siyasi projesinin öncelikli hedefidir” dedi. Arzuhan Doğan Yalçındağ ile Rahmi Koç yan yana oturdu. Koç, Yalçındağ’a babası Aydın Doğan’ı sordu. Ömer Sabancı da Mustafa Koç’u yanına çağırdı. (AA) ‘Emrivakiyi kabullenmek zor’ Doğan Grubu’nun TV ve radyolarında üst yönetici (CEO) görevini sürdüren Yalçındağ’ın başkan seçilmesinden önce genel kurulda konuşan TÜSİAD üyesi Tuğrul Erkin, “Bu yıl daha demokratik bir ülke, daha demokrat bir toplum söylemleri içinde yeni bir yönetim kurulu atandığını televizyon ve gazetelerde gördüm. Bir emrivakiyi kabullenmek zor’’ dedi. Erkin şunları söyledi: “Önümüzdeki zor günlerde, katılımcı, demokratik, etik kurallara uygun bir seçimle göreve gelmemiş bir yönetim hafife alınmaz mı? Üyelerine dayanmak zorunda kalacağı günlerde ne yapar? TÜSİAD’ın akil başkanlarının bütün bunları hesaplamaları lazımdı. Açıkça belirtmek isterim ki bu büyük hatanın sorumlusu, seçilecek yeni yönetim kurulu hiç değildir.’’ Genel kurulda söz alan üyelerden Recep Düzgit de TÜSİAD gibi ülkenin en önemli sivil toplum örgütlerinden birinin yönetim kurulu başkanının kim olacağının genel kuruldan 8 gün önce ülkenin en önemli basın organlarında ilan edilmesinden duyduğu rahatsızlığı paylaşmak istediğini söyledi. TÜSİAD’ın 55 yeniyle üye sayısı 566 oldu. N Ömer Aras ve Agah Uğur da yönetim kurulu üyeliğinden ayrılırken Sabancı Holding Gıda ve Perakendecilik Grup Başkanı Haluk Dinçer, Eczacıbaşı Topluluğu Üst Yöneticisi (CEO) Erdal Karamercan ile Hedef Alliance Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak da yeni yönetim kurulu üyelerini oluşturdu. Oylamaya katılımın düşük olması, “protesto” tartışmalarına neden oldu. Gerek kürsüde gerek O T L A R SEÇİM YÖNTEMİNE ELEŞTİRİ kulislerde, Yalçındağ doğrudan hedef alınmasa da TÜSİAD’ın başkan seçimi yöntemi ilk kez eleştirildi. Güler Sabancı, 2007’nin seçim yılı olacağını, ama zorluk Yalçındağ. görmediğini kaydetti. Koç Holding Şeref başkanı Rahmi Koç, “TÜSİAD yoluna devam edecektir. Erkek de olsa hanım da olsa’’ dedi. Küresel ısınma Davos’u terletti Ergin YILDIZOĞLU Uluslararası şirketlerin liderleri nihayet küresel ısınma tehlikesinin ayırdına varmış görünüyor. Bu yıl Dünya Ekonomik Forumu’nda küresel ısınmayla ilgili olarak 17 toplantı düzenlendi. Birinci gün, eski Dünya Bankası Baş Ekonomisti, Sir Nicholas Stern’in geçen yıl büyük yankı yapan iklim değişikliği raporunu anlattı. İkinci gün, “İklim değişikliği: Eyleme çağrı” başlıklı bir toplantı ilginç tartışmalara sahne oldu. Toplantının oturum başkanlığını yapan, Financial Times’dan Martin Wolf, sözlerine “20 yıldır tartışıyoruz ama karbon gazları üretimi hâlâ artmaya devam ediyor” saptamasıyla başladı. ABD’den Berkeley Ulusal Laboratuvarı’ndan Steve Chu, sorunun gittikçe ağırlaşmakta olduğuna, ABD’nin gelişmekte olan ülkelerden kişi başına iki kat daha fazla enerji kullandığına dikkat çekti. Biyo yakıtların önemine, Dünya Ekonomik Forumu’nda bu yıl iklim değişikliğinin, ekonomik ve toplumsal etkilerinin tartışıldığı 17 toplantı düzenlendi. “Eyleme Çağrı” adlı toplantıda, tehlikenin 20 yıldır gündemde olmasına karşın karbon gazlarının üretimine hâlâ sınır konulamadığı vurgulandı. karbon gazlarının üretimine sınır konması gereğine vurgu yaptı. Hindistan’dan Montek S. Ahluwalia da kirlenmenin tarihsel sorumlusu olan gelişmiş ülkelerin, hâlâ kendilerine düşeni yapmadıklarının, Kyoto hedeflerini bile tutturamadıklarının altını çizdi. Kaliforniya Eyalet Meclisi Başkanı Fabian Nunes, son on yılda ABD’de karbon gazı üretiminin hızla artışına, Kaliforniya’da artışın neredeyse sıfır olduğuna dikkat çektikten sonra, esas olarak gerekli yasal adımların atılmasının, devlet müdahalesinin gereğini vurguladı. Martin Wolf, toplantıyı kapatırken tartışmaları, “Sorunu çözebiliriz, karbon üretimine sınır getirmek zorundayız, teşvik ve büyük teknolojik yatırımlar gerekiyor.. gelişmekte olan ülkeler sürece katılacaklar, eğer gereken mali desteği sağlayabilirsek” sözleriyle özetledi. undan sonra işe devam etmek istiyorsanız kuzey eyaletlerin“B GÖZ deki yetkililerle temasa geçin!” SOMO Genel Müdürü Dr. Fallah Alamri Bunca ekonomik skandal, faili meçhul arasında “SOMO” da nerden çıktı diyorsunuz değil mi? SOMO (State Co.for Oil Marketing), Irak’ın Milli Petrol Şirketi’nin kısaltılmışı. Kuzey eyaletlerinin yetkilileriyle temasa geçmesini istedikleri de, bugüne kadar Irak’a petrol ürünleri ihraç eden Türk firmaları!.. Adresteki kuzey eyaletleri ise Kürt idaresi. Kısacası, bundan böyle petrol ürün ihraç sözleşmeleri Irak merkezi hükümetinin SOMO’su ile değil, kuzey’deki Kürt idaresiyle yapılacak. Yani Türkiye, firmaların çıkarları ile ülkenin güvenlik meselesi arasındaki bıçak sırtında dengeyi bulacak! Haber, Anadolu Ajansı kaynaklı, doğrulayanı da devletin bakanı Kürşad Tüzmen. Doğrulamanın da ötesinde “Türkiye’yi test etmek isteyenler bunun bedelini öder” diyerek tepki verdiğine göre, durum ocak ayı başındakinden de vahim. Oysa AKP, 17 Ocak’ta 5574 sayılı “Türk Petrol Kanunu”nu çıkarınca pek rahatlamış, basına yansıyan demeçlere bakılırsa yasanın sağladığı imtiyazların Türkiye’ye Kuzey Irak avantajı yarattığını bile düşünmeye başlamıştı. Zira, yeni yasaya göre: • Sermaye şirketi veya yabancı devletler mevzuatına göre sermaye şirketi niteliğinde olan tüzelkişilere 30 yıllığına araştırma izni, arama ve işletme ruhsatnameleri verecek; dahası izinler iki kez 10’ar yıllığı UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Türk Petrol Kanunu’nun Adı ‘Türk’! • Petrol işlemi için gerekli yabancı personeli, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün uygun görüşü ve İçişleri Bakanlığı’nın izniyle “yabancıların çalışma izinleri hakkında kanun” hükümlerine bağlı olmaksızın çalıştırabilecek (madde 25)! İçiniz mi daraldı? “Daha fazla devam etme!” mi diyorsunuz? Üzgünüm, devam etmek zorundayım çünkü, GOP pokeri, “Kerkük’e mi – İran’a mı girsek” bahisleri bu masada oynanıyor. Hamasi milliyetçilik nutuklarıyla beslenen tetikçilerle de oyun kazanılmıyor. Unutmayalım, yasa “Kamu Yönetimi Reformu” ile temizlenmiş “Bölgesel Kalkınma Ajansları” düzenlenmiş bir zemin üzerine inşa edildi. Bu zeminin adı yerelliktir. Yasanın 19. maddesiyle de yerelliğin nasıl kullanılacağı açıkça tarif edilmektedir. 19.maddedeki : “…Karalarda elde edilen devlet hissesinin yüzde 50’si işletme ruhsatının bulunduğu ilin özel idaresinin açtıkları hesaba aktarılır” hükmü ile petrol zengini iller yaratılarak bölgesel dengesizlikler bilinçli olarak teşvik edilmektedir. na uzatılabilecek! • İşletmeciler her işletme ruhsatı için devlete hektar başına yılda sadece 1 YTL “devlet hakkı” ödeyecek. Denizlerde bu miktar 4’te 1 oranında tahsil edilecek (madde 18)! • Petrol arayıcısı, ürettiği petrolün karşılığında devlet hissesi ödeyecek. Ödemeyi nakden yapacak ama bu, üretim miktarına, üretimin cinsine, kara ve deniz sahalarının su derinliğine, gravitesine ve üretim metoduna göre kademeli ve indirimli olarak düzenlenecek (madde 18)! • Petrol hakkı sahibi petrol işlemlerinde kullanılacak malzemeyi, ekipmanı, akaryakıtı, karadenizhava nakil araçlarını ithal ederken ya da yurtiçinden sağlarken KDV, vergi ve harç da ödemeyecek (madde 23)! • İhraç ettiği petrolden sağladığı dövizi yurtdışında koruyabilecek. Bu döviz tutarı Türkiye’ye ithal edilmiş sermaye ile bunu aşan net kıymetlerin transferinden indirilecek (madde 24)! • Petrol hakkı sahiplerinin ödeyeceği gelir vergileri kesinti toplamı yüzde 40’ı geçemeyecek (madde 22)! Petrol Yasası yeterince tartışılmadı diye eleştirenleri doğrusu hiç anlamıyorum. Açın Maden Yasası’nı, Yabancı Yatırımları Yasası’nı, Endüstri Bölgeleri Yasası’nı, Tarım Yasası’nı bir bakın. Türk Petrol Yasası’nın son nokta olduğunu göreceksiniz. Kaldı ki yasanın kamuoyu önünde tartışılması Irak’taki işgal hükümetinin Irak için hazırladığı yasayla benzeşen yanların da ortaya dökülmesine neden olurdu ki… • Petrol “üretiminin ve gelirinin paylaşımı”nda ulus adına devletin değil petrol şirketlerinin belirleyici olacağını • Devlet hisselerinin il idarelerine geçmesi federatif yapılanmaya mı gidildiğini düşündürtebilirdi. AKP, Çankaya’ya 4 kala bunu göze alamazdı. Almadı da! Gelin görün ki iç politika dediğiniz, ulusal güvenliğin de komşular politikasının da ikizi. Bugün SOMO’nun Türk firmalarına Kuzey Irak’taki Kürt idaresini adres göstermesi de bunun en canlı örneği! Tabii ki anlayana! Yıllar önceydi. Galiba 80’lerin sonuydu. Değerli bir anayasa hocası olan Prof.Dr. Muammer Aksoy’un, bir panelde, yakın gelecekte petrol şirketlerinin beğenmediğimiz 1980 Anayasası’nı bile değiştirteceklerini söylediğini çok iyi anımsıyorum. Demokrasi rüzgârlarının yeniden estiği o günlerde çoğu kişi hocayı hayalci bulmuştu. Muammer Hoca, 1990’ın 30 Ocak’ında öldürüldü. [email protected] www.turkelminibas.net ‘Bağımlılık korkutucu’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi (DEKTMK) Türkiye enerji sektörünün uzun vadeli bir stratejiye sahip olmadığına işaret ederek Rusya’ya olan bağımlılığının önemli riskler taşıdığını bildirdi. DEKTMK, özelleştirmenin olmazsa olmaz bir şart olmadığını vurgulayarak “kamusal hizmet üretiminin özel tekellere devrinin, ulusal ve sosyal niteliğin zayıflatılmasına paralel olarak demokrasiyi de zayıflattığına” dikkat çekti. DEKTMK tarafından 2730 Kasım 2006 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen “Türkiye 10’uncu Enerji Kongresi’’nin sonuç bildirgesi açıklandı. Bildirgede enerji tüketiminde yerli kaynakların payının süratle artırılması istenerek acil önlemler alınmadığı takdirde, 2009 yılından itibaren ülkede elektrik enerjisi yetersizliği ile karşı karşıya kalınabileceği uyarısında bulunuldu. Bildirgede serbest piyasaya geçişte rekabetin gerçekleşmediği belirtilerek “Arz güvenliğini sağlayacak önlemler de alınamamıştır’’ denildi. Özelleştirmenin “olmazsa olmaz’’ bir şart olmadığı belirtilen bildirgede, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin, bu hizmetlerden yararlanan vatandaşların aleyhine sonuçlar doğurduğu ifade edilerek “kamusal hizmet üretiminin özel tekellere devrinin, ulusal ve sosyal niteliğin zayıflatılmasına paralel olarak demokrasiyi de zayıflattığı, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin, kamunun bu hizmetlerin yürütülmesi ile ilgili sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı” saptaması yapıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle