01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 ŞUBAT 2007 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Güvercin olmak Erdoğan AYDIN Ne yazık ki sevgili Hrant’ı kaybettik. Tarih bilgisi, bunun ilk gazeteci ölümü olmadığını, bu toprakların muhalifleri cezalandırma geleneğinden en çok nasiplenen mesleğin de gazetecilik olduğunu gösteriyor. ‘Basın Şehitleri Günü’ olan bir başka ülke daha var mı dünyada, bilemiyorum. Batıya göre çok yeni olan basın tarihimiz, daha başlangıcından itibaren sansür, yasak ve öldürmelerle şekillenecekti. Abdülhamit döneminde gemi azıya alan yasaklama, sansür ve sürgünlerden artık kurtulduğunu sandığı 1908 devriminden sonra basının başına gelenler ise daha da garipti. Basın 24 Temmuz 1908’de ilân edilen 2. Meşrutiyet’i öyle büyük bir umut ve sevinçle karşılayacaktı ki, bu tarihi ‘Basın Bayramı’ ilan edecekti. Ancak sansürden kurtuluş bayramı ilân edilerek başlayan bu balayı dönemi, daha bir yılını bile dolduramadan sona erecekti. 6 Nisan 1909 gecesi öldürülen gazeteci Hasan Fehmi, özgürlük umutlarıyla başlayan dönemin sona erdiğinin de ilk kara habercisi olacaktı. Basın özgürlüğünden yoksun tarihimizin göstermelik ‘Basın Bayramı’na karşılık, her yıl sayıları artan ölüleriyle hakiki olan bir ‘Basın Şehitleri Günü’müz olacaktı. Susturmanın veya kan kusturmanın gelenekselleştiği bir coğrafyada yaşamanın bedelini ödüyor aydınlarımız. ILDIZ’DAN ÇALINAN İSTİBDAT DOLABI! Öldürülen ilk gazetecimiz Hasan Fehmi, kendisini öldürenler gibi istibdat döneminde Abdülhamit rejimine karşı mücadeleden gelmişti. Pek çok Jön Türk gibi bir müddet Paris ve Mısır’da yaşayan Hasan Fehmi, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra büyük umutlarla vatanına dönecekti. Abdülhamit’e karşı mücadele içinde hedeflenen özgürlüklerin kurumlaştırılması ve yaşanması için gazeteciliğe başlayacak ve Mevlanzade Rıfat’ın çıkardığı Serbesti gazetesinin başyazarlığını üstlenecekti. (Bu yazıda kullandığım bilgileri, gazeteci arkadaşım Ali Er’in, gazeteci cinayetlerine ilişkin baskıya hazırlanan kitabından aldım.) Hızla kendi zıttına dönüşen bu süreçte, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni sözünde durmamakla, eski rejimi yinelemekle ve diktatörlük uygulamakla suçluyordu. Yazılarında düşünce ve basın özgürlüğünün sağlanmasını, gerçek bir kanun devletinin kurulmasını savunuyordu. Sorunları dillendirmekteki ustalığıyla kısa zamanda muhalefetin en etkili kalemi haline gelen Hasan Fehmi’nin yazıları, aydınlar arasında büyük yankı uyandırırken Serbesti’nin okur sayısı da sürekli artırıyordu. Ancak özgürlükler adına verilen sözlerin ihlâli de giderek sistemleşiyor, Hasan Fehmi de, duruşunun bedeli olarak tehdit mektuplarıyla sindirilmeye çalışılıyordu. Bu tehditlere prim vermeme kararlılığını, dahası basın özgürlüğü için ‘Matbuat Mitingi’ hazırlıklarının bedelini canıyla ödeyecekti. 6 Nisan gece yarısı, arkadaşı Kaymakam Ertuğrul Şakir Bey’le birlikte Galata Köprüsü üzerinde Eminönü’ne doğru yürürlerken, hemen arkasından sıkılan 3 kurşunla öldürülecekti. Galata Köprüsü’nün her iki tarafında da karakol olmasına karşın katil, sırra kadem basacaktı. Buna karşın ‘imdat’ diye bağırarak köprünün Eminönü girişindeki polise doğru koşan Şakir Bey, önce katil ‘şüphesiyle’ karakola alınacaktı. O sırada henüz ölmemiş olan Hasan Fehmi ise, hastane yerine Şakir Bey’le birlikte Harbiye Nezareti’ne götürülmek üzere bindirildiği arabada son nefesini verecekti. Hasan Fehmi’nin öldürülmesi büyük tepkiyle karşılanacak, sayıları hızla aran protestocular, önce vezir Hüseyin Hilmi Paşa’dan sonra da Meclisi Mebusan Reisi’nden sözcüleri Burhan Felek aracılığıyla katili ve adalet isteyecekti. Serbesti gazetesi ise, ertesi gün; “Serbest matbuatın ilk kurbanı, ömrünü sürgünlerde geçirmiş olan evladı hürriyetten Hasan Fehmi Bey’in ruhuna fatiha” yazısından ibaret çıkacaktı. Görkemli cenaze töreninin ardından, “Meclisi Mebusan ve Kabine’ye” başlıklı başyazıda ise; “Daha önce, milletin kurtuluş sebebi olan cemiyet, bugün harap ve perişan olmasına neden oluyor...” denilecekti. Mizan gazetesi ise, çok daha sert bir üslupla şunlar yazılacaktı: “..Kahraman ordular, askerler, Allah’ın gayretiyle hürriyeti getirdiler. Hürriyeti meçhul bir çete, fırsatı ganimet bilerek Yıldız’dan istibdat dolabını çaldı. Babıali’nin böyle bir çeteye yataklık ettiği tahakkuk ederse, böyle bir Babıâli’yi biz üzerimize hakim değil, ayağımıza toz olarak bile kabul edemeyiz. Artık kafidir, fazlasına milletin tahammülü kalmamıştır..” EŞ PARASIZIM, AMA VİCDANIM RAHAT Ancak toplumun demokratik birikiminin yetersizliği nedeniyle ittihatçıların hak ve özgürlüklere karşı geliştirdiği kıskaç politikasını geriletmek mümkün olamayacaktı. Nitekim Hasan Fehmi’nin katlinden 10 ay sonra Sadayı Millet gazetesinin 26 yaşındaki başyazarı Ahmet Samim de sokak ortasında öldürülecekti. İlginçtir, Ahmet Samim, ölüm tehditleri aldığında değil, bu tehditler kesildiği günlerde öldürüleceğine inanmaya başlayacaktı. Ancak buna karşın çizgisinden taviz vermedi; ama kendince önlem almaya ve kendini ölüme hazırlamaya başladı. Bu günlerde yakın arkadaşı Kıbrıslı Şevket’e yazdığı mektupta öldürüleceğini bildiğini, ama korkmadığını, ölüme hazır olduğunu yazacaktı: “Kardeşim Şevket, (...) Sana gayet ‘confidentiel’ ve namusunuza tevdi edilmek üzere bir müjde vereyim, fakat bunun hariçte işaası etrafımızda dolaşan tehlikeyi daha yakınlaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. İttihat ve Terakki Cemiyeti idamıma hükmetmiş. İdam olunacağım. Bunu yarı resmi bir suretle tebliğ eylediler. Haberiniz olsun. Yalnız arkadaşlardan bir şey reca ediyorum. Bana Hasan Fehmi’ye yaptıkları gibi mükellef bir cenaze alayı tertip etmesinler. Demirci köyünde bir bayır tepesinde küçük ve garip bir köy kabristanı vardır. İstiyorum ki, beni oraya defnetsinler. O mezarlığı kenarında gençliğimin en tatlı birkaç saati şiir ve hülyasını geçirdim, fikrimin o küçük mezarlıkta olduğu kadar hiçbir yerde o kadar derin bir sükun ve istiğraka daldığını bilemem... Mezarlığın bulunduğu tepeden bütün kırlar, tarlalar, etrafın uzakta birer küçük ve yeşil demete benzeyen koruları, ormanları... Ve nihayet ta ilerde Karadeniz’in kah rakid ve kebud, kah beyaz ve mütehevvir sathı bipayanı görülür. Cenazemin orada kalmasını reca ediyorum... Emin olun ki, kalbimde hiçbir korku duymuyorum. Bana dindarane bir tevekkül geldi. Ölmeye razı, hazırım. Yalnız ne zaman olacağını bilmiyorum. Yakında inşallah görüşür ve bunu tafsilatıyla anlatırım. Gözlerini öperim... Ahmet Samim” Ölümünden iki gün önce Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın kendisini makamına çağırıp mutasarrıflık önermesi ise garipti. Ahmet Samim, durduk yerde bu mutasarrıflık işinin nerden çıktığını sorduğunda, Dahiliye Nazırı: “Sizi sevenler, takdir edenler, sizi düşünenler yalnız muhalifler mi? Bizim aramızda da sizi beğenenler, sevenler vardır. Geçen gün adı lazım değil eski dostlarınızdan biri bana öyle çıkıştı ki, ‘Samim’in arkadaşlarından kimi vali, kimi mebus, kimi hatta nazır oldu. O ise hala matbaa köşelerinde...” diyecekti. Ahmet Samim ise; “Ben halimden memnunum. Gerçi beş parasızım, ama derin bir vicdan rahatlığı içinde yaşıyorum. Bu saadet bana yeter” diyecekti. Dahiliye Nazırı: “Peki, şu halde dostuma böyle söyleyeyim” dedi. Sonra uzun süre Ahmet Samim’in elini tutarak, “Bu konuşma aramızda kalacak” dedi. “Bugünden başlayarak dost olacağız. Ne zaman isterseniz, her ne için olursa olsun bu dairenin kapısı size açıktır” diyerek Samim’i uğurladı. (Hüküm Gecesi) Benzer bir tehdit anısı Refik Halid tarafından da anlatılacaktır (ki bu tip anlatılar, Hrant’ın anlatımlarını daha da düşündürücü hale getiriyor): Öyle, sadece altında imza yerine tabanca, mavzer kurşunu resimleri konmuş mektuplarla mı? Hayır! Resmen bir makama çağrılarak, şu suretle: ‘Bazı ateşli hatipler var, aleyhinize galeyan halindeler. Bunları men edememekten korkuyoruz. Emsalini de gördünüz. Dostane tavsiye ederiz ki: Hükümeti ve cemiyeti mukaddeseyi tenkidden vazgeçiniz. Gençliğinize yazık! Kuvvetli kaleminizi lehde kullanmalısınız!’” C Katil 301 13 B Güvercin kırımı arklı olana karşı ideolojik koşullandırma, tehdit, keyfi yargılamalar, linç, öldürme, yasaklama, resmi odalarda rüşvet veya tehdit... 100 yıl öncesine dair anlattıklarım ne çok benziyor bu günlere. Hak ihlalleri yanıyla tarih ne denli güncel kalabiliyor sevgili ülkemizde. Susturmak veya kan kusturmak geleneğinde bir şey değişmemiş olduğunu görmek ne acı. 10 Ocak yazısında “İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey bakanlar?..” diye haykırdığında, belli ki henüz ölümü beklemiyordu sevgili Hrant. “Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliğinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz!” diye yazıyordu. Oysa bu topraklarda güvercinler de vurulur sevgili Hrant; adı Hasan Fehmi, adı Ahmet Samim, adı Sabahattin Ali, adı Uğur Mumcu, adı Musa Anter, adı Hrant Dink, güvercinler hep vurulur bu topraklarda... F Y azeteci Hrant Dink cinayeti AB içinde Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesinin değişmesi konusunu yeniden canlandırdı. Türkiye dosyasını siyasi anlamda rafa kaldıran AB, “Türklüğün aşağılanmasını” cezalandıran yasa maddesi konusunda bir süredir konuşmuyordu. 19 Ocak İstanbul’da gerçekleştirilen Dink suikastı AB’nin 301 antenlerini harekete geçirdi. Dink cinayetinde katil 301 miydi? ??? Her ne kadar Türk polisi bunun siyasi bir cinayet olmadığını savunsa da Avrupa’daki genel kanı bu cinayetin siyasi bir içeriği olduğu yönünde. Avrupalılara göre Dink cinayetiyle Türkiye aydınların hala kendi görüşleri yüzünden öldürüldüğü yada baskıyla susturulduğu az gelişmiş bir ülke olduğunu gözler önüne serdi. Hatta bazıları mafyanın devletle el ele çalıştığı Rusya örneğini veriyor. Özellikle de Kremlin yönetimini Çeçenistan politikası yüzünden eleştiren ve silahlı saldırı sonucu ölen Anna Politkovskaya geliyor akıllara. ??? Hrant Dink suikastının ardından gelen tepkilerin çoğunda Türkiye’yi 301. madde nedeniyle suçlayan bir ton sezdim. Bugüne kadar onlarca gazeteci, yazar, bilim adamı, araştırmacıyı mahkemelere sürükleyen 301 ilk kurbanını almıştı. AB sanki “uyarılarımızı dinlemediniz işte böyle sonuçlandı” diyordu. Ermeni diasporası ise bu işin arkasını bırakmayacakları mesajını veriyordu. Türk haklı ise sağduyulu yaklaştı. Sokaklara çıktı, cinayeti protesto etti. Belki de bu İstanbul’un bir savaş alanına dönüşmesini engelledi. ??? Taziyelerden ve siyasi açıklamaların ardından AB hemen 301’in değişmesi talebini yineledi. Artık sırtında bir ölüyle yürüyemezdi bu yeni yasa. Genişleme Komiseri Olli Rehn sessizliği G ni bozdu ve 301. maddenin acilen değişmesi gerektiğini açıkladı. Batı basını Dink cinayetinin 301’in değişmesi ve Türklerle Ermeniler arasında ilişkilerin başlaması için bir fırsat olduğunu salık verdiler. Batı, gerçek katilin 301 olduğuna hükmetmişti. Ya ıslah edilmeli yada yok edilmel! ??? AB Hrant Dink cinayetini unutmayacak. Eğer bugün avazı çıktığı kadar bağırmıyorsa kendi dertlerine odaklanmış ve Türkiye konusunu gündemde tutmak istemiyor olmasındandır. Dink cinayeti Türkiye’yi AB içinde görmek istemeyenlerin elini fazlasıyla güçlendirdi. Bundan sonra Türkiye karşıtları “Azınlıkların güvencede olmadığı kendi aydınlarını susturan, milliyetçi bir ülke mi AB’ye girecek?” diyecekler. Avrupa genelinde ise Ermeni diasporası Türkiye karşıtı propagandasını daha sağlam bir gerekçeyle yürütecek. Bu çevrelerde Hrant Dink cinayeti Ermenilerin “hala soykırıma” uğradığının bir kanıtı olarak görülecek. ??? AB’nin yanı sıra Türkiye’de de bazı çevreler 301. maddenin özellikle şimdi değişmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu maddeyle bazı aydınların hedef haline geldiği ve ölüm tehditleri aldıkları bir gerçek. Ancak maddenin değişmesi ya da ortadan kaldırılması insanların öldürülmesine engel olacak ve tam bir düşünce özgürlüğünü sağlayacak mı? Unutulmamalı Sivas’ta canlı canlı yakılan aydınlar, Uğur Mumcu yada Ahmet Tamer Kışlalı 301 yüzünden öldürülmedi. 301 gittikten sonra yerine gelen 401 ya da 501. maddeyle böylesi cinayetler engellenecek mi? Yasa maddelerinden önce bu ülkenin bazı kodlarının değişmesi gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti’ne kendi kodlarını sokmaya çalışan bir hükümetle bu ne kadar mümkün orası hiç belli değil. elcpoy?yahoo.fr Hobbit, farklı bir insan türü Çeviri Servisi ABD’li bilim adamları, Endonezya’nın Flores Adası’nda bulunan ve ‘“Yüzüklerin Efendisi’’ filmindeki “Hobbit’’ karakterinden esinlenerek adlandırılan iskelet kalıntılarının modern insanın değil farklı bir insan türünün örneği olduğu iddiasını güçlendiren bir araştırma yaptı. BBC’nin internetteki sayfasında yayımlanan habere göre Florida Üniversitesi’nde görevli Dean Falk ve ekibinin araştırma sonucu, 2003’te, Liang Bua kazı alanında bulunan kalıntıların modern insandan farklı olan “homo floresiensis’’e ait olduğunu ortaya koydu. Bu insan türünün boyu kısa 1 metre ve beyni küçük. ‘MİKROSEFALİ’ HASTASI Geçmişte, kalıntıların, pigmeleri andıran, beyin ve kafatasının gelişmesini engelleyen “mikrosefali” hastası modern insanlara ait olduğu iddia edilmiş ancak geçen yıl Avustralyalı bilim adamları bu iddiayı reddederek Hobbit’in bilim dünyasının şimdiye kadar tanımadığı bir tür olduğunu savunmuştu. Falk ve arkadaşları üç boyutlu görüntüler kullanarak yaptıkları çalışmada Hobbit’i, bir cüce, 10 normal insan ve dokuz mikrosefali hastasıyla karşılaştırdı. “Ulusal Bilim Akademisi Gelişmeleri” adlı yayın organında sonuçlarını açıklayan ABD’li ekip Hobbit’in beyninin küçük olduğunu, ancak fonksiyonlarında bir gelişmemişlik olmadığını vurgulayarak Avustralyalı meslektaşlarının savını destekledi. Uzun lafın kısası, günümüzden 12 bin yıl öncesine kadar Flores Adası’nda yaşayan, volkanik bir patlama sonucu yok olan kısa boylu, 400 santimetreküp büyüklüğünde beyni olan Hobbit modern insanın atası değil. Muhalefetin adı hainlik Haziran 1910 Perşembe akşamı, arkadaşı Fazıl Ahmet Aykaç’la birlikte Sadayı Millet matbaasından çıkıp Eminönü’ne doğru yürümekte olan Ahmet Samim, karanlığın içinden gelen silah sesi ile kendi etrafında dönerek yere yığılacaktı... Yakup Kadri Karaosmanoğlu, üyeleri arasında Ahmet Haşim ve Refik Halid Karay’ın bulunduğu Fecri Âti edebiyat topluğunun seçkin kalemlerinden Ahmet Samim’in öldürülme nedenini şöyle açıklar: “Çünkü o sıralarda gerek ‘Divanı Harbi Örfi’nin gizli işkence usulleri kullandığına dair belgeleri ortaya atan, gerek SomaBandırma demiryolu imtiyazı işinin içyüzünü açığa vuran tek gazeteci o idi.” “...Bizde garip bir haleti ruhiye var (diye yazmıştı Ahmet Samim, 10 Şubat 1910’daki yazısında). Matbuat Osmanlılığın fezailinden, şevketinden, şan ve kudretinden bahsettikçe vazifesini ika etmiş oluyor; bunun haricinde çıkıp da şu ve şu kusurlardan, filan ve falan şeydeki zaaf ve acizden bahsetti mi, o zaman fena bir hattı hareket takip etmiş oluyor; garazkar oluyor. Hatta bazı garip düşünenler görülüyor ki, garazkarlığı da kâfi görmeyerek sizi ‘ihanetle’, ‘hain bir maksada hizmetle’ ithama kadar varıyorlar. Gazeteler hükümetin zaafını da gösterir, satvetini, şevketini de...” Basın ve düşünce özgürlüğüne dair de şunları yazmış Ahmet Samim: “Bir memleket ki hürriyet vardır, orada efradı milletten her biri, herhangi bir fırkaya mensup olursa olsun, kanaati içtimaiye ve siyasiyesi her ne olursa olsun, şahsen hiçbir taarruz ve tecavüze uğramayacağından, 9 hükümetten kanuni ve meşru bir talebi bulunursa tamamen bitaraf ve bigaraz bir muamele, hasılı daima adalet göreceğinden katiyen emin olmalıdır.” ( Sadayı Millet, 29 Ocak 1910) Hasan Fehmi’nin cenaze töreninin yinelenmesini istemeyen polis ve jandarma, Hilal Matbaası’nın kapısını kırıp cenazeyi kaçıracak ve Sultan Mahmut türbesine gömecekti. Arkadaşları, cinayeti ve Ahmet Samim’in mektubunu kamuoyuna duyurmak isteyecek, ancak bunu bastıracak yayın organı bulmakta zorlanacaklardı. Refik Halid Karay: “...Şu var ki bildiri basmak bizi idama kadar götürebilirdi. Fakat, yayınımızı gazete ile yapabilirsek, müebbet kürek cezasıyla kurtulabilirdik. Peki öyle bir gazete nerede? En az bizler kadar deli birini bulmamız, bu delinin de bir gazetesi olması gerekiyordu. Bulduk: Türkiye’nin ilk sosyalisti Hilmi. Gazetesinin adı: İştirak!” diye yazacaktı. Ahmet Samim katlinin arka planını duyuran İştirak’ın özel sayısı, toplatma kararı uygulanana kadar rekor sayıda satılacaktı. Tabii bir bedeli vardı bu işin. Nitekim İştirakçı Hilmi ve Kıbrıslı Şevket, tutuklanıp Bekirağa bölüğüne konulacak, İştirak da kapatılacaktı. Sonradan devreye Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa girerek onları kurtaracaktı. “Tekrarı halinde asarım” tehdidiyle serbest bırakılan İştirakçı Hilmi, 12 yıl sonra, 16 Kasım 1922’de, Bozdoğan kemerinde bir sivil polisin kurşunuyla can verecekti. Liang Bua kazı alanında 2003’te bulunan kalıntıların ‘homo floresiensis’e ait olduğu ortaya çıktı. Bu insan türünün boyu 1 metre ve de beyni küçük. Erime hızı üçe katlandı Çeviri Servisi Dünya Buzulları İzleme Servisi, buzulların 1980’lere oranla üç kat daha hızla eridiğini açıkladı. Farklı bölgelerden alınan 30 buzul örneği üzerinde yapılan incelemeler sonucunda bu saptamayı yapan kurum, bunun nedeni olarak küresel ısınmayı gösterdi. İncelemelerin sonucu 2005’te buzulların ortalama 6070 santimetre inceldiğine işaret ediyor. Bu, 1990’lardaki erimenin 1.6, 1980’lerdeki erimenin ise üç katıyla eşdeğerde. Kurumda görevli uzmanlar, bu kaygı verici saptamanın küresel ısınmayı tartışmak üzere Paris’te bir araya gelen Hükümetler Arası İklim Değişimi Uzmanlar Grubu’nun değerlendirmelerinin de hesaba katılmasını istedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle