01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 ŞUBAT 2007 CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR Dünyada ulusal çıkarlar öne çıkarken yeni Türk Petrol Yasası Türkiye’yi tam tersi bir yöne soktu Ulusal çıkar saf dışı... Eski Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Prof. Dr. Uluğbay, “Türkiye, petrol kaynaklarına yönelik gereksiniminin karşılanmasını tümüyle uluslararası şirketlerin insafına terk etmiş görünmektedir” dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Uluğbay, 17 Ocak’ta yasalaşan “Türk Petrol Yasası” ile “dünyadaki gelişmelerin aksine, petrol kaynaklarının arama ve işletilmesinde ulusal çıkarların gözetilmediğini” söyledi. Prof. Dr. Uluğbay, Meclis’te hızla ve tartışmaya yeterli zaman ayırmadan görüşülen Türk Petrol Yasası’yla Türkiye’de petrol ve doğalgazda çok köklü değişikliklere gidildiğini belirterek “Türkiye’de mevcut Petrol Yasası’nın yürürlüğe girdiği 1954’ten bugüne petrol dünyasında yer alan gelişmeler, petrol yataklarına sahip ülkelerin müzakere güçlerini yükselten birçok gelişmeye yol açtı. Buna karşın yeni Türk Petrol Yasası’nın ulusal çıkarları koruma açısından 1954 tarihli Petrol Yasası’nın çok gerisine düştü” diye konuştu. Uluğbay dünyada son yarım yüzyılda yaşanan gelişmeleri şöyle özetledi: Venezüella’nın, 1943’te uygulanmaya başlayan petrol rantının ev sahibi ülke ile yarı yarıya paylaşılması uygulaması, 1950’li yıllarda önce Suudi Arabistan’da daha sonra diğer ülkelerde yaşama geçti. 1973 yılında yaşanan petrol krizi ile petrol fiyatlarında astronomik artışlar yer aldı. Rusya’da petrol ve doğal gaz varlıkları devlet denetiminin güçlenmesiyle yeniden kamu elinde toplanmaya başlandı. Birçok devlet, petrol ve doğalgazını aramak ve işletmek üzere kamu şirketleri kurdu ve ulusal petrol ve doğalgaz yataklarını aramaya ve işletmeye başladı. Son on yıl içinde Çin ve Hindistan’ın taleplerindeki hızlı artış ile üretimin tavan yapma noktasına geldiği endişeleri, birçok ülkeyi petrol varlığı olan ve keşfedilmeyi bekleyen ülkelerde arama ve üretim yapma hakkı elde etme yarışına sevk etti. Türk Petrol Yasası’nın amaç maddesine “petrol kaynaklarının milli menfaatlara uygun olarak aranması ve işletilmesi ilkesinin dahil edilmesine gerek görülmediğini” belirterek şunları söyledi: “Yasada, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün petrol sahalarının işletmeye açılması işlemleri sırasında TPAO’ya sahalarla ilgilenip ilgilenmediğini sorma yükümlülüğü de kaldırılmıştır. Ayrıca yeni yasa ülkede çıkarılacak petrol ve doğalgazın bir bölümünün ülke ihtiyacının karşılanmasında kullanılacağına ilişkin bir kural da koymamıştır. Diğer bir deyişle bu iki düzenleme ile Türkiye, petrol kaynaklarına yönelik gereksiniminin karşılanmasını tümüyle uluslararası şirketlerin insafına terk etmiş görünmektedir. Yeni yasa ile arama sahalarının limitinin yükseltilmesi petrol kaynaklarının aranmasında rekabet fırsatlarını azaltacak ve tekel durumları yaratacak görünümdedir.” Demokratik Milliyetçilik, Faşist Milliyetçilik dinci ve ırkçı ideolojilerin Sovyetler’e karşı kullanılması, bu ideolojileri ne yazık ki tehlikeli birer siyasal silah haline getirmiştir; Sovyetler’in çöküşünden sonra bu tehlikeli silah, Balkanlar’ı, Kafkaslar’ı kana boyamıştır. ??? Toplumlar birdenbire değişmiyor, temizlenmiyor, kirlenmiyor. Her şey yavaş yavaş, tedricen oluyor. Her toplum geçmişin kalıntıları, geleceğin filizleri ile birlikte yaşıyor. ??? Günümüzde geleceğin filizleriyle tohumlanmış demokratik milliyetçilik, eşitlikçidir, adaletçidir, laiktir, kendine gösterilmesini istediği saygıyı öteki kimliklere de gösterir, savaşa ve sömürüye karşıdır. Günümüzde geçmişin kanlı mirasıyla lekelenmiş faşist milliyetçilik, kendini öteki kimliklerden üstün görür, ayrılıkçıdır, ümmetçidir, saldırgandır, sömürüden yanadır. ??? Ümmetçi Osmanlı toplumundan ulus devlete dayalı Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği Milliyetçilik yolu, geleceğe dönük Demokratik Milliyetçiliktir. Tehlike, ümmetçi dincilikle faşist milliyetçiliğin ittifak halinde Türkiye’yi bu yoldan saptırmasındadır. Cumhuriyet gazetesine atılan bombalar, Danıştay’a karşı girişilen silahlı saldırı ve Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin’in öldürülmesi ile Hrant Dink cinayeti bu bağlamda görülmelidir. Dilerim son cinayet, demokrasi adına Ümmetçi Dinciliğe ve Faşist Milliyetçiliğe destek veren aymazları uyandırır. C 5 TÜRKİYE ÇIKARINI UNUTTU Uluğbay, tüm bu gelişmelere karşın yeni Sabancı Öğretmenevi’ndeki dairede yaşamını sürdürme istemi, ‘Bakanın şoförü kalıyor’ denilerek geri çevrildi Refet Angın’a Çelik engeli Nihan İNAL Cumhuriyetin ilk kadın öğretmenlerinden Refet Angın’ın Sabancı Öğretmenevi’nde yaşamını sürdürme isteği, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in şoför engeline takıldı. Hüseyin Çelik’in İstanbul ziyareti sırasında Sabancı Öğretmenevi’ndeki bakanlık dairesinde kaldığı, şoförünün ise öğretmen dairesine yerleştirildiğini belirten Angın, “Ben öğretmenevindeki öğretmen dairesinde yaşamak istiyorum. Bu isteğimi İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer’e söyledim. Kendisi de Milli Eğitim Bakanı Çelik’e iletmiş. Ama Çelik İstanbul’a geldiğinde şoförü o dairede kaldığı için bu isteğim gerçekleştirilemiyormuş” dedi. Refet Angın’ın, kalp yetersizliği nedeniyle 17 Aralık’ta yattığı Özel Hizmet Hastanesi’nden bu hafta içinde taburcu olması bekleniyor. Angın, taburcu Refet Angın’ın,kalp yetersizliği nedeniyle 17 Aralık’ta yattığı Özel Hizmet Hastanesi’nden bu hafta içinde taburcu olması bekleniyor. olduğu zaman yapmak istediği ilk şeyin “işinin başına dönmek” olduğunu söyledi. Yaşamını Sabancı Öğretmenevi’nde bulunan evlerden birinde sürdürmek istediğini vurgulayan Angın, “Ben yaşamımı öğretmenevi içindeki bakanlık dairesinin dışındaki evlerden birinde sürdürmek istiyorum” dedi. Eski İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey döneminde öğretmenevinde kalma sözü aldığını, ancak Balıbey’in görevini değiştirmesiyle bu isteğini yeni İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer’e de ilettiğini anımsatan Angın, “Özer de Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e iletmiş. Özer’in bana verdiği bilgi, ‘Bakana söyledim. Olur ama zor’ oldu. Bunun nedeni ise bakan İstanbul’a geldiğinde Sabancı Öğretmenevi’ndeki bakanlık dairesinde kalıyormuş. Şoförünü de öğretmen dairesine yerleştiriyormuş. Ben madem Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden biri olarak kabul ediliyorum, 75 yıllık Cumhuriyetin öğretmeniyim, o dairede ben yaşamayacağım da bakanın şoförü mü yaşayacak” sorusunu yöneltti. tirdi. Cenazede taşınan “Hepimiz Hrant Dink’iz”, “Hepimiz Ermeniyiz” pankartları, “Şehit cenazeleri kalkarken neredeydiniz?” sorusunun sorulmasına yol açtı. ??? Din ve milliyet. İnsanların kimliğinin iki önemli ögesi. Bireylerin seçme şanslarının olmadığı, ama bütün ömürleri boyunca onlarla birlikte yaşayan ögeler. Kimlik ögesi oldukları için politikacıların ağızlarını sulandıran iki ideolojik öge. Tarih boyunca, bırakın bireyleri, devletlerin bile kimliklerini belirlemiş, uğrunda savaşlar yapılmış, milyonlarca kişinin kanı dökülmüş iki öge. ??? İnsanlığın gelişme aşamaları açısından da belirleyici iki öge: Tarım Devrimi, Tek Tanrılı Dinler, Din Devletleri. Birinci Dünya Savaşı’ nın kanlı bilançosu bu döneme noktayı koymuş. Endüstri Devrimi, Milliyetçi İdeolojiler, Ulus Devletler. İkinci Dünya Savaşı da bu dönemi kapatmış. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sosyalist Devletler ve Kapitalist Devletler dönemi, Soğuk Savaş başlamış, Sovyetler’in yıkılmasıyla, artık “İnsan Haklarına Dayalı Demokratik Devlet” ayakta kalan tek ideal model olmuştur. Fakat Kapitalizmin, sömürü, eşitsizlik, adaletsizlik, emperyalizm, savaş gibi bütün hastalıkları günümüzde de devam etmekte ve bu ideal modeli lekelemektedir. Soğuk Savaş döneminde, H rant Dink cinayeti, milliyetçilik tartışmalarını yine gündeme ge ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org İki bin ada sular altında kalacak Dış Haberler Servisi Dünyanın farklı bölgelerinden bilim insanları, Hükümetler Arası İklim Değişimi Uzmanlar Grubu’nun (HİDUG) hazırladığı raporu tamamlamak üzere Paris’te bir araya geldi. Dört gün devam edecek toplantılar sonucunda raporu bitirmiş olmaları beklenen bilim insanlarının, dünyada artan sıcaklık ve su seviyelerinin yükselişi üzerine çok ağır bir uyarı yapması bekleniyor. HİDUG’un dördüncü rapor taslağında küresel sıcaklığın bu yüzyılda 24.5 santigrad derece artmasının kaçınılmaz olduğu belirtiliyor. Hatta bu artışın 6 ya da üzerinde derece olma olasılığı da göz ardı edilmiyor. Raporun son versiyonu cuma günü yayımlanacak ancak Independent gazetesi, ele geçirdiği ilk kopyanın iklim değişikliğinin düşünüldüğünden daha kötü sonuçları olduğu konusunda çok açık bir vurgusu bulunduğunu yazdı. Grubun 2001 tarihli son raporundan bu yana, bu yönde bir eğilimi destekleyen bulguların güçlendiği vurgulanıyor. Paris’teki toplantıyla birlikte öncelikle iklim değişikliğinin yaşandığını, ikinci olarak da bu değişikliğin insan etkinliğine bağlı olarak meydana geldiği konusunda daha önceden var olan kuşkuların ortadan kalktığı kaydediliyor. Daha sıcak bir dünya ve okyanusların atmosferde su buharı yoğunluğuna yol açacak miktarda artan oranda buharlaşması sera etkisini artırıyor. Öte yandan, küresel ısınma sonucu yükselen deniz suları, Endonezya’da 2030’a kadar 2 bin adayı sular altında bırakacak. Kerbela şehitlerinin yası tutuluyor Bundan1327 yıl önce yalnızca İslam tarihinin değil, insanlık tarihinin de en acılı, ancak bir o kadar da anlamlı olayında Hz. Hüseyin ve yandaşları şehit edilmişti. Miyase İLKNUR Hicret’in 61. yılında muharrem ayının onuncu günü (10 Ekim 680) Bağdat’la Kufe arasındaki Kerbela Çölü, zalime boyun eğmek yerine ölümü seçen aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 73 mazlumun kanlarıyla sulandı. Muharrem ayının 10. günü, “mazlumların ve şehitlerin serdarı” olarak tarihe geçen Hz. Hüseyin’in şehadetinin 1327. yıldönümü. Aradan 1003 yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın Kerbela şehitlerinin yası tutuluyor. Sadece İslam tarihinin değil, insanlık tarihinin de en acılı, ancak bir o kadar da anlamlı bu olayında Hz.Hüseyin, tarih boyunca mazlumluğun, haklılığın ve inancın sembolü olurken Hz. Hüseyin’i kendisine biat etmeye, boyun eğmeye zorlayan Yezit de zalimliğin sembolü olarak tarihe geçti. Hz. Hasan’la Muaviye arasındaki anlaşmaya aykırı bir şekilde babasından sonra halifeliğini ilan eden Yezit, elinde bulundurduğu iktidarın gücüne ve servetine güvenerek herkese boyun eğdireceğini düşünmüştü. Hasta yatağındaki babası Muaviye, “Hüseyin sana biat etmemekte direnecektir, o biat etmeden işin zor” diyerek Yezit’e öğüt vermişti.. Ancak Hüseyin de babasından öğütlüydü. Onun babası Hz.Ali de “Haksızlığa boyun eğenler sadece haklarını değil, onurlarını da yitirmiş olurlar” diye öğüt vermişti. Her baba kendi tıynetine ve kişiliğine uygun öğütler vermişti oğullarına. Sonuçta iki oğul da babalarından devraldığı özellikleri sergileyerek mücadeleye girişti. Sonunda Yezit on binlerle ifade edilen ordusunun kılıç gücüne başvurdu. Kufelilerin çağrısına uyarak aile efradı ile Kufe’ye doğru yola çıkan Hüseyin’in önü Kerbela Çölü’nde kesildi. Günlerce kuşatma altında tutulan Hz.Hüseyin’in çadırları ile Fırat Nehri’ arasında konuşlanan Yezit’in ordusu böylece susuzluktan telef olacak çocuklarını düşünerek Hz. Hüseyin’in biat edeceğini sandı. Kerbela’da bir yanda çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan 73 kişi, karşı tarafta 10 bin silahlı Yezit’in ordusu. Hüseyin yeğeni Ali Ekber’in, Hür Şehid’in, yeğeni Sakine için Fırat’a su almaya giden kardeşi Abbas’ın gözlerinin önünde tek tek öldürülmesini izledi. Ama biat etmedi. Yezit ordusu, hasta yatan oğlu Zeynel Abidin hariç, Hz. Hüseyin’in ailesini ve kendisini şehit ettiler. Başını mızraklara takıp Şam sokaklarında dolaştırdılar. Yezid, Hüseyin’e boyun eğdirememiş, sorunu zorbalıkla çözmüştü. O gün Kerbela’da akıttığı kanla kazandığını sandı Yezit. Oysa kaybetmişti. Hz. Hüseyin, biat etmek yerine ölümü seçerken kazanacağını biliyordu. Muharrem ayının onuncu günü, Hz. Hüseyin’in şehadetinin yıldönümü olması nedeniyle AleviBektaşi inancında olanlar ve Şiiler, Kerbela şehitlerini anıyor. Şiiler İstanbul Halkalı Meydanı ile Üsküdar’daki Seyit Ahmet Deresi’nde toplanarak şehitleri anarken Alevi ve Bektaşiler dergâhlarda matem cemi yapacaklar. lkemizde demokrasinin en çok ne olduğunu merak mı ediyorsunuz? Bu fotoğrafa bakın. Her şey orada açık, kayıtlı; fotoğraf ülkemizdeki demokrasiyi tarif ediyor. Tam o “Demokrasi Anı!” Hrant Dink’i vurdurma demokratik hak ve özgürlüğünü kullanmış, arkasından da “Orhan Pamuk ayağını denk alsın” ifade özgürlüğünü icra anı fotoğrafçılar tarafından belgelenmiş. Söylerken mi, söyletilirken mi? Güvenlik güçlerinin güven dolu kolları arasında. Samsun’da Atatürk’ün posteri ve sözü önünde katile çektirilen özel anı fotoğrafı, ne kadar “baba kucağında” bulunduklarının da resmidir. O ve onlar yalnız değiller, hiç olmadılar! Arkalarında koca bir “aile” var. O özel bir “Türk”. Seçilmiş. Böyle “ilahi ve kutsal görev” bekleyen, en alttaki binlerceden biri. “Türk” olduğu için bu mu daha iyi, yoksa ümmetçi oldukları için diğer katiller daha mı kötü?! ??? En alttaki her zaman birlik ve beraberliğin simgesi. Yakalandığında yalnız gibi, ama arkasında sessiz bir örgütlüsilahlı gücün empatisini, duygudaşlığını yaşadığı sürece hissede Ü CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI İşte Demokrasi! ??? Bu ülkenin sahiplerinin her zaman “en alttaki” çoğunluğun olduğu gerçeğinin adıdır, demokrasi. Onlar “cumhur”dur. Ülkemizde demokrasi, “cumhur”u oluşturan iki örgütlü kesimin, “kutsallık” rekabetidir... “Kutsal devlet”, “kutsal ırk”, “kutsal din ve ümmet”, “kutsal ırk ve din”in devleti, ülkeyi ele geçirme rekabetidir. Bu rekabetle, kendisinden başka yurtsevervatansever tanımayan “en büyük milliyetçi” ile, kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan “dinciümmetçi”nin ulusun birikimini kendi ve yandaşları yararına kullanma özgürlüğüdür. Bu kesimlerin merkezi ve yerel bütün iktidarları ele geçirmesidir. cek. En üsttekiler, Hrant Dink, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Çetin Emeç... ise yalnız ve tek başlarına hep ve her zaman. “Empatik durumlara” ancak öldürüldüklerinde mazhar olabilenler. Öyle ki, düşmanı, katili, sevmeyeni bile “gönlünü ve kucağını” açar, tabii ki ölüsüne ancak. Demokrasi nedir ülkemizde? Bir kuruşluk beynin, kendisinin bin katı ağırlığına ulaşmış ülke insanlarını yok etme özgürlüğüdür. Demokrasi ülkemizde, ne adına olursa olsun, en üsttekileri en alt tabakaya eşitleme denemesinin adıdır. Vasatı asla aşmama isteğidir. Demokrasi, düşün adamı, yetkin bilim adamı, muhalif düşünce yaratmamanın adıdır. Ve onların, kendi dışındakilere “lütfen” yaşama özgürlüğü bıraktığı “dar alanın adı”dır, demokrasi! Bu “dar alanın dışına” çıkmama özgürlüğüdür! Demokrasi, aynı zamanda, iktidara “merkez”den gelenlerin “en milliyetçi” ile “dinci ümmetçi” kesimi alabildiğine kullanma sanatının adıdır. ??? Demokrasi, ülkemizde, bilimsizliğin, üretememenin, çapsızlık iktidarlarının, 50 yılda 18 kez kriz yaratmanın ve ekonomiyi uluslararası güçlere teslimin, yaratıcısızlığın, ilkelliğe her nokta ve düzeyde desteğin, kendine güvensizliğin, sürekli dayanacak dışarıda güç aramanın, ülkesini “adam etmek” için dış menfaat odaklarıyla işbirliğinin de adıdır. Demokrasi, ükemizde, alabildiğine yarılmanın ve düşman kamplar yaratmanın ta kendisidir. Ulusal ve değerli ne varsa yok etmenin, ulusal değer yaratamamanın, ulusu gelecek için birleştirme iktidarsızlığının ta kendisidir demokrasi! Demokrasinin ne olduğunu anlamak için bütün bunları belleğinizde tutarken, siz yine de öncelikle yukarıdaki fotoğraftan gözünüzü ayırmayın. obursali?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle