Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EYLÜL SELDA CUMA müzik YORUMLAR ’TEKİ ‘UNUTURSUN MİHRİBANIM’ ALBÜMÜNÜ ‘TÜRKÜLERİMİZ ’ ADIYLA YENİDEN YAYIMLADI C Neoliberal Tanrının Adamları ganlık ve demokratizm ortak paydasında birleştiren yeni bir alaşım, Bush’un da sözcülerinden olduğu bir dindir önümüzdeki. Yeni ortaçağın yeni dini. Fakat pek sık açık veren bir zihniyet bu. Papa’nın Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusundaki Amerikan elini güçlendirici ve yol açıcı ‘‘alıntısı’’ türünden çıkışlar, bu açıkların daha kolay göze çarpmasına yol açabiliyor. Trajediyi yine de tam anlamıyla açıklayamadık. ??? Açıklayabiliriz: Bir başka din devletinin başındaki görevli, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, Papa’ya saygı duyduklarını açıkladı. Tabii ondan hemen önce Ayetullah Ali Hameney, Haçlı zihniyetine dikkat çekmişti. Geldiğimiz nokta trajiktir. Bir dinci çıkışa, bir başka dinci çıkışla yanıt aramak, bulmak ve birini diğerine karşı korumak. Bunu, insanlığın yüzyıllardır süren eşitlik ve özgürleşme mücadelesini sıfırlayarak yapmak. Emekleriyle geçinen milyarlarca insanın somut çıkarlarını, bilimin geldiği noktayı falan sıfırlayarak, bize çizilen dinsel sınırlar içinde şu veya bu tarafı ‘‘eleştirerek’’ kendimizi aldatmak. Bize biçilen elbise budur. Bu, bir utanç kefenidir. Aydınlanmayı ve en önemlisi, tüm 20’nci yüzyıla damgasını vuran sosyalist aydınlanma pratiğini unutmadık. Dinci sınırları bilimin yardımıyla kamu yönetiminin dışına çıkarabilmek, insan olmanın tek yoludur. Bir yanımızla, bilimden başka dostumuz olmadığını (‘‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’’) söyleyebilen ‘‘kurucu babalar’’ın ürünü bir ülkenin çocuklarıyız. Ayrıca, Avrupa aydınlanması gibi, sosyalist düşünceye kadar açılan dev bir mirasa sahip çıkıyoruz. Entelektüel yetenekleri son derece dar iki üst düzey din ve siyaset görevlisinin çizdiği sanal sınırlarda mı kalacağız? Bunlardan birinin diğerinden daha mı haklı olacağını savunacağız? Müslüman halklara yönelik bir büyük haksızlık, bir saldırı var ortada. Ama bu, son derece dünyevi, açık ve barbarca bir saldırıdır ve biz, Batı’nın, sosyalist aydınlanmayı boğmak için şeriatçıları nasıl kullandığını da iyi biliyoruz. Şöyle veya böyle, dinsel inanç, insanın özel alanında kalmalı ve kamu yönetiminden tümüyle tasfiye edilmelidir. Aydınlanmanın hâlâ bitmeyen çabası, bu hedefle özetlenebilir. Dincilerin elinde oyuncak olmayı reddetmekten başka hiçbir insani tepki, özgürleştirici değildir. 7 Ne acılar bitiyor ne de guzulu ceylanlar HATİCE TUNCER Selda Bağcan’ın, halk türkülerini, ozanların eserlerini elinde gitarıyla söyleyerek müziğe başladığı günlerden bu yana 35 yıl geçti. ‘‘Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle’’, ‘‘Tatlı Dillim Güler Yüzlüm’’le 1971’de duyurduğu sesinin gücü ve etkisi de müzik dünyasındaki ve hayatındaki protest duruşu da hiç değişmedi. Selda Bağcan, çeşitli firmalarda kalan 1971 1985 yıllarındaki plaklarını, kasetlerini borç altına girerek de olsa kendi şirketi Majör Müzik’te topladı. 1970’lerden bu yana okuduğu türküleri CD’ye aktaran Bağcan, ‘‘Türkülerimiz’’ serisinin altıncısını yayımladı. Seriyi 10 albüm olarak planlayan Bağcan, ‘‘Türkülerimiz6’’ya, 1983’te ‘‘Unutursun Mihribanım’’ adıyla yayımlanan kasetindeki türküleri almış: ‘‘O günkü duygularla söylenmiş şahane Anadolu türküleri...’’ Bağcan’ın ‘‘O günkü’’ dediği, 12 Eylül Askeri Rejim günleri. Tam da 26. yılında bir kez daha yaşanmaması için etkinlikler düzenlenen ‘‘kâbus’’ günleri. Bağcan, ‘‘1980 öncesi müzik çalışmalarımla 1980 sonrası çalışmalarım genel olarak farklı değil. Profesyonel bir sanatçı olmanın gerekleri neyse o yerine getirildi’’ diyor ama.. ‘‘getirmeye çalıştı’’ desek daha yerinde olacak. OSMAN ÇUTSAY B Ekmekçi’nin desteği PROTESTİN YÜKSELİŞİ 19851988 protest müziğin yeniden yükseliş dönemidir. Onlarca genç erkek sanatçı albüm yapma fırsatı bulur: ‘‘Ama kadınlar yok denecek kadar azdı. 1988 Temmuzu’nda benimle birlikte 17 sanatçının albümleri toplatıldı. Ben ‘Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek’ demiştim. ‘Çizdirtmeyiz’ dediler. Ahmet Kaya ‘Başkaldırıyorum’ demişti, ‘Kaldırtmayız’ dediler. Bu toplatma işlemi, her dönemin rüzgârlarına uyan Unkapanı Çarşısı’nda protest müzik heveslilerinin sonu oldu. Patronlar toplatılacak kasetlere yatırım yapmıyorlardı. Kendi müzik şirketimi kurmuştum ve ‘Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek’ ilk yayımlanan albümdü. Toplatılınca büyük borç altına girdim. Artık manevi değil maddi olarak da yıpratılıyorduk...’’ TÜRKÜLERİMİZ6 Amacımız ‘‘Türkülerimiz6’’yı anlatmaktı ama Bağcan’la, eylül ayı nedeniyle 26 yıl önceye gittik. Türkülerimiz serisinde CD’ye aktardığı eski kayıtlar işlemden geçirilmesine karşın, Türkülerimiz6’dakiler ‘‘pırıl pırıl’’ olduğu için temizlenme yapılmamış. Bağlamalarda Arif Sağ, Yavuz Top gibi ustaların emeği var. Albümdeki‘‘Hacıali Obası” Sıvas Şarkışla’dan bir derleme. Çorum yöresinden bir uzun hava ‘‘Gayrı Dayanamam’’, Kütahya’dan ‘‘Havada Turna Sesi Var’’, bozlak havasında ‘‘Pirim Hacıbektaş’’ gibi daha çok Ege ve İç Anadolu yöresinden türküler seçilmiş: ‘‘Orta Anadolu’dan ‘Kaç Guzulu Ceylan’ bir avcı ve avlanma türküsü. 12 Eylül’ün 600 binden fazla kişiyi gözaltına alarak bir sürek avına dönüştüğü döneme denk düşen muhteşem bir türkü. İnsanlar yaşadıkça ‘Ne zalım acılar bitiyor ne de guzulu ceylanlar...’ Hâlâ dinleniyorsa bin yıllardır türküler, sürek avlarının sürekli olmasından dolayıdır.’’ BİTMEYEN YARGILANMA Tam da yıldönümüyken o yılları bir de Selda Bağcan’dan dinledik: ‘‘12 Eylül sonrası gördüğüm baskılar Türkiye’de o dönemde hiçbir sanatçının başına gelmedi. Yazılsa bir kitap kalınlığında olabilecek kadar yoğun. İlk önce şubat 1981’de ‘Yurda dön’ diye başlayan baskılar.. Türkiye’de olduğum anlaşılınca, yani oradan ekmek çıkmayınca başka bir bahane bulundu. Mayıs 1981’de ‘Koçero’ kasetinin yurda kaçak giren korsanlarının ele geçmesiyle gözaltına alındım ve 40 gün kaldım.’’ Koçero, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in aynı adlı şiirinden bestelenmişti ve yıllardır piyasada bulunan bir kitapta yayımlanmıştı. AKARSU’YA YASAK Bağcan’ın Koçero kasetiyle ilgili yargılanması yıllar sürdü: ‘‘O da yetmedi, 1984 yılında yine yıllar önce yayımlanan bir plaktaki Muhlis Akarsu’nun ‘Galdi Galdi’’ adlı bestesi nedeniyle gözaltına alındım ve tutuklandım. Yine yargılanma o kadar yıllar sürdü ki.. sonunda yayın tarihi itibarıyla dava zamanaşımına girdi. Yani 19801985 arası hatta daha geriye gidersek 19771985 arası yargılanma süreci. Çünkü 1976’da çıkan bir albümümdeki ‘Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi’ şarkısı yüzünden ilk kez 1977 yılında yargılanmaya başlamıştım. Protest müzik yapanlar ağır faturalar ödemeye başladıkları için halk türkülerine yaslanıldı. Özellikle Alevi toplumun kendilerini ifade tarzı olan deyişler ön plana geçti.’’ Selda Bağcan’a 1980’den 1987’ye kadar konser izni verilmedi, pasaportuna da el konulup çıkışı yasaklandı. D ünyaca ünlü müzisyen Peter Gabriel’in de desteklediği ‘‘World of Music Art and Dance’’ (WOMAD) Festivali’ne 1986 yılında davet edilmesi, yurtdışına çıkışının yolunu açtı: ‘‘1987’de aynı davet, ısrarla tekrarlanınca 1997 yılında kaybettiğimiz Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Ekmekçi’nin çabalarıyla ve yine bugün hayatta olmayan bakan Adnan Kahveci’nin inayetiyle pasaporta kavuşup bu festivale gidebildim. Peter Gabriel ile aynı gösteri merkezinde konser verdim ve şansım o günden itibaren döndü. 3 ay sonra tekrar Londra’ya Türk Eğitim Birliği’nin konseri için bu kez Mustafa Ekmekçi ile birlikte gittik. Daha sonra pek çok festivale katıldım.’’ ‘UĞURLAR OLSUN’ 1990’dan sonra özel televizyonların açılması ‘‘yıllar süren ve tek ekranın uyguladığı yasağın ehemmiyetinin kalmaması’’ Selda’ya diğer sanatçılarla eşit fırsatlar yaratmış. O yıllara kadar kendi deyişiyle hep ‘‘looserkaybeden’’ iken Selda 1990’dan sonra ‘‘Ziller ve İpler’’, ‘‘Beni Unutma’’ gibi çok sevilen şarkılar yarattı. 1993’te Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Uğur Mumcu’nun katledilişinin ardından gazeteci Ali Çınar’ın yazdığı şiirden bestelediği ‘‘Uğurlar Olsun’’, o acı günün yıldönümünde hep bir ağızdan söylenen ağıt oldu. 2002’deki ‘‘Sıvas’ın Yolları’nda’’ türküsü olan Selda, 2004’te ‘‘Denizlerin Dalgasıyım’’la devam etti: ‘‘Protest müzik diye bir şey kalmaması için her türlü yolu denediler. Ve müjde! Artık Türkiye’de o kadar ucube bir müzik tedavüle girdi ki 1980 sonrası kuşakların depolitizasyonu bile vızgelir. Hep aynı ritim, hep benzer sözler... Güya sözlerde kadın egemenliği varmış. Hep erkeklere ‘şöyle yaparız, size böyle yaparız’ diyorlar. Romantizm sıfırlandı. Arada bir iyi şarkılar çıkarsa biraz nefesleniyoruz.’’ ir şeyi hiç dikkate bile almamak gerek aslında. Bavyeralı Papa, Kardinal Joseph Ratzinger oluncaya kadar, on yıllarca, her ilerici ve aydınlanmacı harekete savaş açtığını ilan ederek yaşamıştı. Kariyerini böyle yaptı. Onun için, şimdi gelinen nokta kimseyi şaşırtmamalıdır. Ama birileri için şaşırtıcı olduğu anlaşılıyor. Tartışılması gereken nokta budur. Başka türlü de söylenebilir: Papa 16. Benedikt’in İslam ve şiddet konusundaki son açıklamaları veya alıntılarıyla hatalı davrandığını, hatta belki de istemeden yanlış şeyler falan söylediğini ileri sürmek, küresel gericilik karşısında, daha ilk tokatta pişmanlık gösterip yerleri öpmeye gerekçe aramak demektir. Bu noktada takılmamakta yarar var. Neyin altını çizdiğimiz herhalde açıktır: Bütün bir ömür boyunca biriktirdiği ve bunlar sayesinde Katolik dünyasının en tepesine ulaşan bir insanın görüşleri değildir ‘‘eleştirilmesi’’ gereken. Sorun, bu tür görüşlerle karşılaşan ve ortaya çıkacak herhangi bir ihtilaftan ötürü korkuya kapılan, her nasılsa Türk ve dünya ilericiliğinin arasına karışmayı başarmış mefluç zihinlerdir. Bir sürü Gorbaçov, yani: Ömürleri ortaçağın yeni tanrısı neoliberal demokrasiyi allayıp pullayıp, içinden çıktığı değerleri, ülkeleri satmakla geçen, bir önceki dönemin ‘‘ilerici’’ Tayyipleri falan. İyi. ??? İyi de, ne oluyor? BOP’un hık deyicisi bir din önderiyle karşı karşıya olmak, insanlığın sonsuz macerasında atılmış aydınlanmacı adımlardan korkmamıza mı yol açmalı? Ya da yaşamının temel ilkesi bu sözler olan bir dinisiyasi öndere, bir din devletinin en başındaki Hıristiyan’ı, ‘‘Aman efendim, herhalde öyle demek istemediniz, istemeden yanlış bir şey söylediniz’’ diye sözde sıkıştırmak mı? Trajedi, tam bu noktadadır. Trajedi, insanlığın sıkıştırıldığı köşe, tam buradadır. Yangına körükle gitmeyi, dini ve siyasi görüşlerinin gereği sayan bir Hıristiyan siyaset ve din adamına bu şekilde yaklaşmak, karşıt bir dindara yakışır. Aydınlanmanın çocuklarına, yani insanın sonsuz bir özgürlüğü yaratacak yegane güç olduğunu düşünen ilericilere değil. Trajedi, bu noktadadır, dedik: Bu dinci meydan okumaya, bir başka dinci meydan okumayla karşı çıkmak. Burada neoliberal demokrasinin de bir tür din olduğu yeniden ortaya çıkıyor. Mevcut dinleri, AmerikancıAvrupacı bir saldır cutsay?gmx.net Ruhunun yarısı gitarında HATİCE TUNCER Pop müziğin hızlı tüketim girdabına karşı direnmeye çalışan, farklı ve kalıcı olma iddiasındaki genç isimlerinden Simin Mater, güçlü sesinin yanı sıra söz yazarlığı ve bestecilik yeteneklerine güveniyor. 2002 yılında çıkardığı ‘‘Dost Yalnızlıklar’’ albümünde müzikleri ve sözleri kendisine ait şarkılar seslendiren Mater ‘‘Vur Kaç’’, ‘‘Yakamozlar’’ ve ‘‘Işığımı Takip Et’’ parçalarıyla müzikseverlerin ilgisini çekmeyi başarmıştı. İkinci albümü ‘‘Cennetteyim’’de yine kendi sözleri ve bestelerine yer veren Mater, Akdeniz tınılarından diskoya doğru yönelerek hareketli şarkılar yapmış. 1982 yılında ‘‘Paradise’’ filminde Phoebe Cates’in söylediği şarkıya Türkçe sözler yazan Mater, albüme de bu parçanın adını vermiş. Mater, Teoman, Duman, Athena gibi grupların prodüktörlüğünü yapmış olan NR1 Müzik’in sahiplerinden Murat Akad’ın prodüktörlüğünü üstlenmesini de bir şans olarak değerlendiriyor. Elinde değilse kendisini yarım hissettiği gitarı ise şarkılarına yol açıyor. Simin Mater’le başka türlü olamazmış gibi duygu veren sıcak ve içten sohbetimizin bir bölümünü aktarıyoruz. İlk albümünüz çıkardığınızda ‘‘300 bestem var’’ sözünüz ilgi çekmişti. Besteci yönünüzle başlayalım. 300 bestem vardı ama şu an daha da çoğaldı tabii. Bestecilik yönüm gelişsin diye bir şey yapmıyorum. Zaten özel bir şey yapılacağına da inanmıyorum. İçten gelen farklı bir yetenek, ama müziğe çocukluğumdan beri içimde karşı konulmaz bir aşk vardı. Beste yapmaya da ilk gitarım alındığı 11 yaşında başladım. Yüreğime, ruhuma birçok yaşanmış hikaye, aşk, acı, mutluluk, sevinç, hepsi harmanlanıp katılmış ben öyle doğmuşum gibi bir şey hissediyorum. Bilincim geliştiği zamanlarda da kontrol edememeye, dışavurmaya ve yazmaya başladım. Öyle düşünüyorum, çünkü çok dolu içim. 11 yaşında bir çocuk nasıl beste yapar? Beste yaptıkça gelişiyor, yazdıkça sözler gelişiyor. Hep bir adım ileri gidiyorsunuz. Dost Yalnızlıklar’da 1315 ve 18 yaşına kadar yaptığım bestelerim vardı. Hatta yaşlı bir teyze ‘‘15 yaşında bir çocuk ne yaşar ki böyle şarkı besteler’’ diye sormuştu. Ama içimden gelen çok farklı çok yoğun duygular var. Zaten kendimi kaybediyorum beste yaparken. O an sanki başka bir yaşama geçiyorum ve geri geliyorum. Müzik eğitimi aldınız mı? İlk gitarımı aldığım müzik evindeki hocadan bir süre gitar dersleri aldım ama sıkıldım. Sonra bir akor nota kitabı alıp saatlerce çalıştım. Üniversitede okuduğum yıllarda yarı zamanlı olarak Hacettepe Devlet Konservatuarı Şan Bölümü’nde okudum. Turizm eğitiminden sonra müziğe geçiş nasıl oldu? Müziğe o kadar büyük bir aşkım vardı ki bir şekilde müzik kariyerime de devam edecektim. Henüz lisedeyken İstanbul’a gelmiştik. Ailemizin bir tanıdığı aracılığıyla söz yazarı besteci Şehrazat’la tanıştım. Şehrazat ‘‘Çok farklı ses, senin tarzında bir kız yok, hemen albüm yapalım’’ dedi. 15 yaşındaydım ve annem hemen ‘‘Önce lise, üniversite bitecek’’ diye müdahale etti. Ankara’ya geri geldik. Ben müzikten hiç kopmadan daha da hırsla çalışarak üniversiteden mezun olunca tekrar 2000 yılında tekrar İstanbul’a geldim. NR1 Müzik’in sahiplerinden Ömer Karacan beni dinledi ve albüm yapmak istedi. İlk albümü çıkarmam benim Ankara’da oluşum nedeniyle 2002 yılını buldu. D iyarbakır’daki insanlık dışı saldırıya yönelik tepkiler sürüyor. Hain tuzağın düzenleyicisinin kim ya da kimler olduğu henüz kesinlik kazanmadı. Ama benzer olaylarda tepkilerini dile getirenlere, bu kez yeni çevrelerin de katıldığı gözleniyor. Sağa sola şöyle bir göz atınca, açıklama ve yorumlardan iki ayrı görüşün arkasına sığınılmak istenildiği kanısı uyanıyor. Birincisini, saldırının, ayrılıkçı terör örgütünün siyasallaşmasını sağlayacak bir girişime dönüştürülmesinden yana olanlar oluşturuyor. İkincisini de, iktidarın, dört yıllık sorumluluk sürecinde ayrılıkçı terör örgütüne karşı ciddi bir yaklaşım sergilemeyerek terörün yeniden tırmanmasına olanak sağladığı görüşünü geçersiz kılmaya çabalayanlar meydana getiriyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Yanlışlar Dizisi ülkemizde pek zor olmuyor. Ama terör öyle değil. Sonuçlarını somut olarak görüyorsunuz. Ayrılıkçı terör örgütünün şehit ettiği görevlilerin, askerlerin, subayların, astsubayların, polislerin bayrağa sarılı tabutları camilerde, meydanlarda, yollarda... Yaralananlar, sakat kalanlar her zaman ortalıkta değil ama önemli bir sayı oluşturdukları biliniyor. Ateşin sadece düştüğü yeri yakmadığı tek olgu da terör sonuçları. ??? Amerika Birleşik Devletleri’nin kendine özgü Ortadoğu oylarının inişe geçmiş olmasında, terör konusundaki etkisizliği de kuşkusuz rol oynuyor. Türkiye’nin ekonomi alanında olağanüstü büyüdüğünü, bir dizi sayıları ve oranları alt alta sıralayarak anlatmak, dünyanın en kolay işleri arasında. Hele ‘‘Büyüme henüz halkın cebine yansımadı. İnşallah kısa bir süre sonra o da gerçekleşecek’’ diyerek açıklamayı tamamlarsanız, övünme, hedefine ulaşmış oluyor. Çünkü herkesin ekonomiden ayrıntılarına kadar anlaması olası değil. İstatistik verilerinin zaman zaman resmi yalanlara dönüştüğü de sık sık dile getirilen bir durum değil. Bu nedenle insanları avutmak da yaklaşımını gerçekleştirmek için başvurduğu zaman kazanma oyalaması, bütün çabalara karşın iktidara anlatılamadı. Anlatılsaydı, bir koordinatörümüz olmayacaktı. Devlet yönetiminde moda halinde getirilen resmi unvansız ve yetkisiz ama sözü geçerli danışmanlara bir yenisi daha eklendi. İlgili bakanlık ve kurumlar geri plana itiliverdiler. ABD’nin benimsediği ‘‘PKK koordinatörü’’ tanımını bizimkiler pek beğenmemiş olacaklar ki ‘‘Terörle Mücadele Koordinatörlüğü’’nü oluşturdular. Henüz görev tanımı da ortalarda yok. Adını gerçekleştirdiklerine göre anlaşılıyor ki görevi sadece PKK değil, diğer terör örgütleri ile de mücadeleyi kapsıyor. Ama muhatabının böyle kapsamlı bir görevi yok. Uzun sözün kısası, yanlışlık yalnız atamada değil. oerinc?cumhuriyet.com.tr