28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL CUMA söyleşi Sıcak parayla büyüme olmaz SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU erli bankacılar ya bankalarını satıp sektörden çıkmak ya da yanlarına yabancı ortak almak istiyorlar. C 11 Y SERMAYE PİYASASI KURULU BAŞKANI HÜKÜMETE AÇTI AĞZINI YUMDU GÖZÜNÜ Cansızlar: SPK’den elinizi çekin T ürkiye 2001 sonucunda bir ekonomik programı uygulamaya koydu. Bu ekonomik program o günün koşullarında gerçekten gerekliydi. hükümeti bulduğu her yerde AKP kadrolaşma çalışmalarını sürdürürken bağımsız üst kurulları da bir türlü rahat bırakmıyor. Gözü özellikle de 350 milyon dolar gibi muazzam bir paranın üzerinde oturan Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK). 20 Kasım’da görev süresi dolacak olan Başkan Doç. Dr. Doğan Cansızlar’a, hükümetin atadığı kurul üyeleri marifetiyle kök söktürülüyor. Yedi başlı bir üst kurul haline getirilen SPK neredeyse kapanın elinde kalacak. Bu nasıl iş? Hafta içinde Cansızlar’la bir araya geliyoruz. SPK’deki son gelişmeleri, ayrıca da pespembe bir tablo içinde gösterilen ekonomideki durumu öğrenmek istiyorum. Cansızlar serinkanlı ve dengeli bir anlatımla olanları bir bir sıralıyor. Bu arada da sıcak paraya dayalı sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin mümkün olamayacağını anlatıyor: Sizinle sekiz ay kadar önce yaptığımız söyleşide şöyle bir soru sormuştum: Basında okuduğum yazılardan öğrendiğim kadarıyla SPK’de ciddi bir rahatsızlık var. Hükümetin SPK’de kadrolaşma faaliyetlerinin yanı sıra SPK Başkanı’nı atlayarak iş görmesi, karar alması gibi gelişmeler olduğu da anlaşılıyor. Bunları yapanların SPK’ye AKP hükümeti tarafından atanan üyeler oldukları belirtiliyor. Bu haberler doğru mu? Siz de ‘Basına yansıyan konular aslında kısmen doğru’ diye yanıt vermiştiniz. Aradan geçen sekiz ay içinde bu durumda bir değişme oldu mu? CANSIZLAR Hayır, herhangi bir değişiklik olmadı. Bu aynen böyle devam ediyor. Basına da bunlar zaman zaman yansıyor. Başbakanlık’tan bunlarla ilgili olarak bir müfettiş gönderilmesini talep etmiştik. Bir de kurul üyelerinin başkanlık makamıyla denetim yetkisinin idari açıdan netliğe kavuşturulmasıyla ilgili bir müfettiş istemiştik. Bunun yanı sıra Danıştay’dan görüş alınmasını da talep etmiştik. Müfettiş raporu düzenlenip geldi. Raporda, kanunda açıkça yazılı olduğu halde bazı konuların çok net bir şekilde ifade edilmediğini gördük. Onun için biz bir yazıyla Başbakanlık’a tekrar başvurduk. İncelemeyi yapan müfettişlerin tespitlerine katılmadığımızı bildirdik. YÖNETİME SÜREKLİ MÜDAHALE Bu tespitlere neden katılmıyorsunuz? Çünkü kanunda ve bizim mevzuatta bazı yetki paylaşımları konusunda açıkça yazılı olduğu halde müfettişler tarafından aksine tespitler yapılmış. Bunlara katılmamız mümkün değil. O bakımdan bu incelemenin tekrar tarafsız bir biçimde yapılması gerekir. İkincisi, SPK 25 yıllık bir kurum. Yani kurumsallaşmasını tamamlamıştır. Üstelik de öbür üst kurullara örnek olacak bir kurum. O bakımdan hem mevcut durum itibarıyla bizden sonra gelecek SPK yönetimine ışık tutması, yeni yönetimle ilgili olarak ileride doğabilecek yetki paylaşımıyla ilgili çalışması konusunda sıkıntı yaratmamak açısından hem de yeni kurulan üst kurullara örnek olması açısından Danıştay’dan mutlaka istişari görüş alınması gereklidir. Peki, Danıştay’dan görüş alındı mı? Biz bu gerekliliği yazılı olarak gönderdik. Ama henüz bir cevap gelmedi. Danıştay’a başvurulmamış. Onu da öğrendik. İdarenin yetki paylaşımı konusu ancak idari yargıda çözülür. Yoksa bir müfettişin yazdığı iki satırlık yazıyla 25 yıllık gelenekleri olan SPK’de yönetim farklılığı yaratılamaz, yönetim anlayışı değiştirilemez. Bu ancak yargı kararıyla olur. O bakımdan biz bu konuda ısrarlıyız. Danıştay’dan istişari görüş alınması gerekir. İyi de siz neden SPK olarak Danıştay’dan istişari görüş vermesini istemiyorsunuz? Bizim öyle bir yetkimiz yok. O nedenle Danıştay’a gidemiyoruz. Ancak Başbakanlık’a yazıyla bildiriyoruz. Başbakanlık’ın kendisi istişari görüş almak zorunda. Danıştay’dan bu konuda görüş alınması zaruret. Çünkü ileride doğabilecek sıkıntılar çok daha vahim sorunlara yol açabilir. Çünkü yetkinin paylaşımı, üyelerin yönetime müdahaleleri had safhaya geldiğinde bu kurul artık çalışamaz hale gelebilir. Bu da öbür üst kurullara kötü örnek olabilir. Burada benim kişisel herhangi bir sorunum söz konusu değil. Çünkü görev sürem 20 Kasım’da sona eriyor. Benim endişem şu andaki sorunların sonraki dönemlere intikal etmesi. Diyelim ki Danıştay’dan istişari görüş almadılar. Ne olur? O zaman SPK’de ve örnek olacak öbür üst kurullarda buna paralel kararlar alınacağı için çok başlılık ortaya çıkar. Yönetimde çok başlılık diye bir şey olmaz. Yönetimde tek bir kişi vardır. Yönetir. Bir odacının ya da şube müdürünün yerini değiştirmek gibi konularda bile sürekli yönetimin işine karışırsanız işler yürümez. SPK üyelerinin sayısı yedi olduğu için zaten şu anda SPK yedi başlı bir kurum görüntüsü taşımıyor mu? Aynen öyle. Bu durum son bir buçuk yılda gündeme geldi. Böylece kurul üyelerinin kompozisyonu tamamıyla değişti. EKONOMİK DÜZELME KANDIRMACASI Bir de SPK yönetimiyle ilgili sürekli ihbarlar ve şikâyetlerin Başbakanlık’a gönderildiği haberleri var Evet. Bazı asılsız, yerli yersiz ihbar ve şikâyetlerle Başbakanlık müfettişleri sürekli kurulumuza gönderiliyor. Hatta çok somut bir örnek de var: Bir şikâyet üzerine yazılan bir raporla müfettişler burada soruşturma açılmasına gerek olmadığı tespitinde bulunmalarına karşın Başbakanlık’ta savcılığa suç duyurusunda bulunulması için onay hazırlandı. Muhtemelen olayın farkında olmayan Başbakan da buna olurunu verdi. Bu gibi olgular kurulda yoğun bir biçimde yaşanıyor. Görünen o ki ekonomide sanal bir pembe tablo yaratılıyor. Hükümet tarafından, ‘Ekonomi çok iyi gidiyor’ beyanı var. Ama tarım üreticileri, işçi, memur kan ağlıyor. Halk sokaklara dökülüyor. Cari açık artıyor. Enflasyon hesapları düşük çıkıyor. Buna karşılık halk, ‘Ben cebimden çıkan paraya bakarım’ diyor. Siz ekonominin gidişini nasıl görüyorsunuz? Ekonomiyi yakından izleyen birisi olarak bu konularda çeşitli değerlendirmelerim oldu. Türkiye 2001 sonucunda bir ekonomik programı uygulamaya koydu. Bu ekonomik program o günün koşullarında gerçekten gerekliydi. O dönemde yurtdışından gelen yabancı sermayeye ihtiyaç vardı. Derken 2003 yılı itibarıyla globallikte bir bolluk ortaya çıktı. Gelişmiş ülkelerde faizler çok düşük ve çok kolay kredi bulma imkânları olduğu için çok kolay borç ve kredi alınarak bu kredilerle spekülatif amaçlı, yüksek risk ve yüksek getiri sağlayacak fonlar oluşturuldu. Böyle düşük maliyet ve kolaylıkla elde edilen fonlarla nasıl para kazanılacağına bakıldı. Aslında gelişmekte olan ülkelerin bunun için çok hazır zemin olduğu, bunların içinde de özellikle Türkiye’nin seçimlerden sonra belli bir siyasal istikrar kazandığı görüldü. Bu arada ekonomik programın devamı konusunda taahhütler verildi. Dolayısıyla yüksek reel faizler halen mevcut. Böylece de yüksek getiri elde etmek için yabancı sermaye Türkiye’ye yoğun bir şekilde gelmeye başladı. Yabancılar bankalara bu kadar büyük ilgi gösteriyorlar da bizimkiler bankaları yabancı sermayeye satmaya neden bu kadar teşneler? Bunun bir nedeni 5020 sayılı kanun. Bankacılık kanununda 5020 sayılı kanunla bir değişiklik yapıldı. Bu kanun yerli banka faizlerini piyasadan silmeye yönelik bir kanundur. Bunun şiddetle ve kısa sürede değiştirilmesi lazımdır. Aksi halde finans piyasalarında yerli banka bulmak zorlaşacak. Bakın, bu kriz döneminin bir kanunudur. Ama o dönem bitti. Şimdi siz hâlâ kriz döneminin 5020 sayılı kanununu uygulamakta ısrar ederseniz yerli bankacı bulamazsınız. Yerli bankacılar ya bankalarını satıp sektörden çıkmak ya da yanlarına yabancı ortak almak istiyorlar. Yabancı ortak alırsak bu kadar rahat bir şekilde malımıza mülkümüze el konulamaz düşüncesindeler. YENİ NİTELİKLER, BİLGİLER... Peki, bunlarda ısrar edildiğine göre Türkiye hâlâ ekonomik normalleşme sürecini yakalayamadı mı? Normalleşme böylece inkâr edilmiş oluyor. Bu söylediklerimin hiçbiri yabancı sermaye düşmanlığı anlamına gelmiyor. Yabancı sermaye yeni teknikler, bilgiler getiriyor. Bunlar çok önemli. Ama kontrollü gitmek lazım, diye düşünüyorum. ABD’de bile birkaç limanı Suudiler almak istemişlerdi de uygun bulunmadığı için satılmaları reddedilmişti... Tabii böyle davranacaklar. Her şeyin bir kontrolü var. Bankaları elinizi kolunuzu sallaya sallaya alamazsınız. Bakın, sermayenin serbest dolaşımı ilkesi çerçevesinde özellikle finans dünyasında yazılı kurallar yoktur. Ama bir strateji belirlenir. O strateji çerçevesinde görünmeyen, tarife dışı engeller getirilebilir. Bütün gelişmiş ülkeler bunu yapıyor. IMF’in bir başekonomisti bir rapor düzenledi. Sıcak parayla büyüme sürdürülebilir değil, diyor. İMKB’nin SPK’yi hedef aldığı bir tasarruf genelgesi olayı vardı. Bildiğim kadarıyla bunda son aşamaya gelindi ve SPK’nin bu konuda bir dahli olmadığı ortaya çıktı. Bu gelişmeyi anlatır mısınız? Basından öğrendiğim kadarıyla İMKB’yle ilgili tasarruf genelgesi konusunda Başbakanlık müfettişlerinin raporları yazıldı, gitti. İMKB’nin tasarruf genelgelerine tabi olması gerektiği sonucuna varılmış. Tasarruf genelgesi SPK’nin yetki alanında bir olay değil. Hep söylüyoruz. Bu Başbakanlık’la ilgili. Başbakanlık’tan bu rapor çıktığına göre SPK’nin burada her hangi bir dahlinin olmadığı anlaşılmış oldu. Lüzumsuz yere SPK’nin üzerine atılan tasarruf genelgesi meselesi de bu şekilde iflas etti. Arz talep dengesi Yani sıcak para mı? Evet. Sıcak para dediğimiz olgu bu. Zaman zaman bu sıcak para rakamı 5060 milyar dolarlara geldi. Yüksek reel faiz verdiğiniz zaman yurtdışından bu anlamda yüksek getiri isteyen sermayeyi yurda çekmek çok basit. Çünkü yüksek getiri veriyorsunuz, yüksek gelir elde ediyorlar. Bu getiriye, yurtdışına götürmesine güvence veriyorsunuz. Türkiye sonuçta küresel finans dünyasının bir parçası. Serbest sermaye hareketleri açısından söylüyorum. Bu durumu Türkiye 1980’li yılların başından itibaren böyle kabul etmiş. Buraya böylesine yoğun bir sermaye girişi oldu. Sermaye girişi yüksek olduğu için yüksek reel faiz ve düşük kur uygulandı. Yani döviz bollaştı. Ekonomide arztalep dengesi var. Bir malın arzı talebe kıyasla fazlalaşırsa onun fiyatı düşer. Dolar ve öbür yabancı paraların Türkiye’ye bol miktarda girmesi bunların kurunu düşürdü. Türk Lirası daha değerlendi. Böylece yüksek reel faiz, düşük kurla ülkeye yüksek miktarlarda para girişi oldu. PROGRAM DEĞİŞMELİ Böyle bir sanal paranın ülkeye girişinin sonuçları neler olur? Bir kere bu sermayenin bir şekilde geldiğini görüyoruz. Bu sermaye doğrudan yatırım için gelebilir. Burada bir işletmeyi, bir bankayı, bir fabrikayı satın alır. Ya da yeni baştan bir fabrika kurar; üretim yapar. Doğrudan sermayenin bu şekilde gelmesi ekonominin geleceği için bir hayli önemli. Ama bu doğrudan sermaye buraya mevcut işletmeleri ve bankaları satın almaya yönelik geliyor. Gelme amacı yeni bir üretim yeri kurmak değil. Yine de bu doğrudan yabancı sermayenin katkısı oluyor ama mevcutları satın almak el değiştirme anlamına geliyor. Bu sıcak para ya borsaya gidiyor, ya devlet iç borçlanma senetlerine yatırım yapılıyor ya da mevduat olarak geliyor. Bugün gelinen noktada son rakam İMKB’de 9.6 milyar dolar, devlet iç borçlanma senetlerinde 7.9 milyar dolar ve mevduat olarak 3.7 milyar dolar, toplam 22 milyar dolarlık sıcak paranın üzerinde oturuyoruz. Ama bu sıcak para istediği ortamı bulamadığı anda da geri kaçamaz mı? Tabii ki geri kaçar. Benim söylemek istediğim şu: Sıcak paraya odaklı bir büyüme sürdürülebilir değildir. Geçici bir rahatlık olur. Nitekim sıcak paranın sorunlar yarattığını geçen mayıs, haziran aylarında yaşanan türbülansta gördük. Bundan en fazla olumsuz etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Dolayısıyla bu spekülatif sermaye de dediğimiz sıcak para dış şoklara karşı kırılganlıkları arttırıyor. O bakımdan sıcak para odaklı bir büyüme, sıcak para odaklı bir ekonomik politika olmaz. Dediğim gibi, bu program ekonomik krizin ilk yıllarında olumlu sonuçlar vermiştir. Çünkü o zaman yurtdışından sermayeye ihtiyacımız vardı. Ama bugün yurtdışından gelen bu sermaye öyle yüksek miktarlara ulaştı ki 52 milyar doları geçti. Yani hazmetme kapasitemizin biraz üzerine çıktı. Bu ekonomiyi sanal bir biçimde hantallaştırıyor. Yani sıcak parayla ilgili rejime mi girmeliyiz? Evet, sıcak parada diyet yapmamız lazım. İyi de sıcak para diyeti yapma eğilimi var mı? Şu anda yok. Herkes hayatından memnun. Faizler ve Hazine bonosu faizleri yine yükseldi. Bir ülkede sıcak para hazmedilemez derecede artarsa sanal bir ortam yaratılıyor ve ekonomi iyice kırılgan hale geliyor. Bir nokta daha var. Ucuz dövizle Türk parasının değeri yükseldiği için ithal malların sayısı artıyor. İthalata yönelik bu artış yurtiçindeki imalat sanayiini yıpratıyor. O zaman da işsizlik sorunu ortaya çıkıyor. O yüzden, 2001 krizi sırasında uygulamaya konulan program görev süresini artık doldurdu. 2003 yılında koşullar uygun olmaya başlamıştı. Keşke o zaman ince ayar yapmaya başlasaydık. Bunu yaparak şu anda çok daha iyi bir duruma gelirdik. Yüksek reel faiz kamunun borçlanma maliyetlerini yükseltiyor. Maliyet yükselince de devlet bunu ÖTV ve KDV’yi arttırarak karşılamaya çalışıyor. Milletin sırtına yük bindirerek mi bu maliyetleri karşılayacaksınız? Dolayısıyla artık bu ekonomik programın sürdürülebilirliği yok. Bunun tez elden yeniden düzenlenmesi ve ince ayarların yapılması gerekir. “FİNANS SEKTÖRÜNDE DEVLETİN STRATEJİSİNİN OLMASI LAZIM” Bu doğrudan yabancı sermaye Türkiye’de özellikle finans sektörüne neden bu kadar yoğun ilgi gösteriyor? Biz öteden beri finans sektörünün değerini ve önemini pek anlamış değiliz. Bu işlerle hep yabancılar ilgilenmiştir. İleride finans sektörü yüzde yüz yabancı sermayenin eline geçerse reel sektör açısından çok büyük sıkıntılara neden olacaktır. Bunu şimdiden söylemek istiyorum. Finans sektöründe devletin stratejisinin olması lazımdır. Hangi ülkeye bakarsanız bakın, elinizi kolunuzu sallaya sallaya, ‘‘Ben banka almaya geldim’’ diyemezsiniz. Bizde ise kim olursa olsun gelsin alsın, bu sektördeki yabancı payı yüzde yüze de çıksa tamam deniyor. Bu söylediklerim sakın yabancı sermaye düşmanlığı olarak alınmasın. Yabancı sermaye tabii ki gelecek. Ama kontrollü ve belli alanlarda bir strateji çerçevesinde gelecek. Yoksa bu işin sonu hüsranla biter. DOÇ. DR. DOĞAN CANSIZLAR 1954, AnkaraŞereflikoçhisar doğumlu. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü mezunu. ABD’nin Boston kentinde Northern University’de ekonomi politikası ve planlama konusunda master, İÜ İktisat Fakültesi’nde maliye konusunda doktora yaptı. Dil eğitimi için iki yıl Almanya’da, finansal kiralama konusunda araştırma için bir yıl İngiltere’de, yüksek lisans eğitimi için iki yıl ABD’de bulundu. Kamu sektöründe çeşitli kademelerde görev yaptı. Kasım 2000’den beri Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı. Bu görevinin süresi 20 Kasım tarihinde doluyor. Finansal kiralama, kamu harcamaları ve bütçe sistemleri konusunda yayımlanmış eserleri var.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle