Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 C dizi EYLÜL CUMA KADINLARIN ÖZGÜRLÜK ALANLARI GENİŞLERKEN AİLEDE ÇALIŞMANIN BÜYÜK BİR BÖLÜMÜ HÂLÂ ONLARIN OMUZLARINDA Kadın erkek eşitliğinin uğrakları K adınların önünde mesleklerin barikatı gerçekten yıkılmıştır. Ama özgürlüğün alanı genişlerken, ailede çalışmanın büyük bir bölümü hâlâ kadınların omuzlarında ve kadınerkek eşitliği de gerçekleşti derken, kadınlar, erkeklerden daha az ücret alıyorlar. Bir görülen de şu: Kadınlar, ülkenin siyasal ve iktisadi yaşamında hayli düşük bir temsil olgusuyla karşı karşıya. Haklı olarak soruluyor: Yürürlükteki yarıresmi ayrımcılık ne zaman sona erecek de kadınlar iktidara ortak olacak? Altları çizilecek doğrular var... HER MESLEKTE AÇILAN KAPILAR... Gerçekten, bir yüzyıldan beri, haklarda eşitlik konusunda, kadınlar için pek büyük ilerlemeler oldu. İnsanlığın eski dönemleri bir yana, Fransız Devrimi ile açılan yolda, her şeye karşın demokrasiye doğru adımlar ortada. Erkeklerle kadınlar arasında medeni ya da siyasal olsunhaklarda eşitsizlik, o yıllarda gün gibi ortadaydı. Devrim’in hemen arkasından Medeni Yasa (1804) ise neredeyse iki yüzyıl boyunca, kadınla erkek arasında özellikle de evlilik yaşamındaki medeni eşitsizliği sürdürdü; bu yasa, Avrupa ülkelerinin çoğunda kabul edildi ya da kopya edildiğinden, söz konusu eşitsizlik oralarda da ayakta tutuldu. 20. yüzyılın, özellikle ikinci yarısında, bu eşitsizlik duvarında kadınlar yararına gedikler açıldı. Kadınlar, hepsini sevinçle karşıladılar. Bir başka konuda, bir kadının, bilgi dünyasından, onun gerektiği eğitimden özellikle yüksekokullarla ve üniversiteden yoksun kılınması olağan görülüyordu. Bunun gibi, eşit bir işte, kadına daha az bir ücret ödenmesine de doğal bakılıyordu. 1920’de, kadın öğretmenler, eşit bir ücrete kavuştuklarında, bunu bir zafer olarak kutladılar. ENGELLER YAVAŞ YAVAŞ YIKILIYOR Kadınların önüne çıkarılan duvarda, yavaş yavaş yıkmanın yanı sıra, yıldırım gibi çıkışlar da görüldü. Feminizmse, çoğu zaman reformcu ve yasacı yolu seçmiştir; kendisi de, demokrasinin güçleri arasında olduğundan, yürüyen demokrasinin barışçı yeteneğinden yararlanmış, tartışmayı da sonuna kadar sürdürmüştür: Engeller yavaş yavaş ve böyle yıkılmıştır. Gerçekten, eğitim, çalışma ve meslek, medeni haklar, örgütlenme, arka arkaya elde edilmiştir. Fransa’da, bugün lise mezunu olan kızların oranı, bitirenlerin yüzde 58’idir; üniversiteki kız ve erkekler arasında oran da buna yakındır. Yirmi beş ile kırk dokuz yaş arasında kadınların, yüzde 73’ü çalışan kadındır (erkeklerde bu oran ise yüzde 82’dir). Medeni Yasa’nın köhne yapısından fazla bir şey kalmamıştır artık. Kadın ile erkeklerin karma oluşu, neredeyse her yanda bir gerçektir; erkeklerin burcu olan ordu da böyledir. Kadınlar, pek önemli bir konuda, gebeliği önleme olanağını elde etmişlerdir; onun yanı sıra, gebeliğe istediği anda son verme hakları da var. Bununla beraber, bir alan, kendilerine kapalıdır, o da politikadır. KADINLARA OY HAKKINDAN... Fransa’da, politika geleneksel olarak erkeklere özgü bir uğraş diye bakılmıştır; ‘‘vatan, büyük adamlara minnettardır’’. Paris’te bir anıtsal yapının, Panteon’un alınlığındaki bu sözler, bir zihniyetin de temsilidir. Fransa, Avrupa’da kadınlara oy hakkı veren son ülkelerden biri (1944) olmuştur. Bugün de, kadınlar, parlamentoda temsilcilerin yüzde 10.9’udur: Avrupa ülkeleri arasında, bu bakımdan kendisinden daha geride tek olan yüzde 6.3 ile Yunanistan’dır. Avrupa Birliği’nde, öteki ülkeler Fransa’nın önünde sıralanıyorlar: İsveç yüzde olarak (42.7), Danimarka (37.4), Finlandiya (36.5), Norveç (36.4), Hollanda (36), Almanya (30.4), İspanya (28.3), Avusturya (26.8), Belçika (23.3), İsviçre (23), Luxembourg (20), Portekiz (18.7), İngiltere (18.4), İrlanda (12), İtalya’dır (11.1). Başka kıtalardan örnek olarak kimi oranlar: Güney Afrika (29.8), Arjantin (26.5), Çin (21.8), Kanada (19.9), Birleşik Amerika (12.9). MECLİSLERDE NE KADAR ERKEK VARSA O KADAR KADIN OLMALIDIR Fransa’da, iktidarı paylaşmak yolunda, beklenmedik bir hareketlenişin altında da, onun sıranın sonlarında kalmış olmasıdır. Bugün de, kullanılan terim, parite, ‘‘tam eşitlik’’ anlamınadır ve ulaşılacak hedefi pek açık gösteriyor. Ne var ki, bu fikir Fransa’da yeni de değil. Orada, oy hakkı için mücadele edenlerden biri, ünlü feminist Hubertine Auclert, kadınlar için 1885 tarihli bir seçim programında şöyle diyordu: ‘‘Meclislerde, ne kadar erkek varsa o kadar da kadın olmalıdır’’. Bu inançlı kalemlerden çıkan cümle o sıralarda pek yankı uyandırmamıştı; nedeni de, kadınların henüz seçimlerde oy haklarını bile elde etmemiş oldukları idi. 20. yüzyılın sonlarını beklemek gerekiyordu: Bir ülkede, siyasal yaşamın açılıp serpilmesi için, kadınlarlaerkeklerin bir dengede olmaları fikri, ancak o dönemde olgunlaşmıştı; parlamentolarda iktidarın her iki cins arasında paylaşılması, bunun için de kadınların, erkeklerle eşit bir oy gücüne varmaları, söz konusu dengenin araçlarından biriydi. Bu düşünce artık kafalarda yerleşmiştir günümüzde. Ç alışanların yükünün büyük bir bölümü hâlâ kadınların omuzlarında ve kadınerkek eşitliği de gerçekleşti derken, kadınlar, erkeklerden daha az ücret alıyorlar. Nankör koşullarda çalışan kadınlar V e tartışmalarda, Avrupalı kurumlar, başta gelen bir rol oynamıştır: Avrupa’nın kurulması için uğraşan kadınların, politikacılar ve hukukçuların altını çizdikleri; politikanın, özellikle Latin ülkelerde gecikmişliği ve karar organlarında kadınların güdük yerleridir. Kadınlar da işte bu nankör koşullarda çalışıyor ve önerilerde bulunuyorlar. Bu duruma karşı çıkılır. Strasbourg’da, Avrupa Konseyi’nin girişimiyle, 6 ve 7 Kasım 1989’da bir ‘‘pariter demokrasisi’’ seminerinde, bir da ve ulusal düzeyde, erkekler kadar kadınlarca oluşturulmalıdır’’. Öneriler yenilik getirmektedir ve somut çözümlere işaret etmektedir. Onların arkasından başka girişimler gelir: Kolloklar, dernekleşme ve bildiriler... Bu sonuncular arasında, özellikle 10 Kasım 1993’te, basında çıkan, ‘‘Bir Pariter Demokrasisi İçin 577’nin Bildirisi’’ önemlidir: 577 rakamı, Millî Meclis’in milletvekillerinin sayısına denktir; 289 kadın ve 288 erkek metni imzalar. Aralarında hatırı sayılır bir aydın kitle‘‘evrensel kaygılarla’’, pariteyi reddeden Elisabeth Badinter’in söyledikleri önemlidir. Fransa’da, eserleri ve düşünceleriye saygın bir yeri olan bu yazar, bir yazısında şöyle diyordu: ‘‘Pariterler, siyasal sistemi değiştirmekten ve Amerika Birleşik Devletleri’nden aktarılan bir cemaatçi demokrasinin kotalarını dayatmaktan başka hiçbir şey önermiyorlar’’ (Le Monde, 12 Haziran 1996). Badinter, konunun anayasaya geçirilmesi vesilesiyle de (1999), bunun tarihsel bir yanlış ve Fransızların siyasal geleneğine de ağır bir saldırı olduğunu söylüyordu; ona göre, ‘‘Fransız kadınları, pek büyük çoğunluğunca, kadın olduklarından çok, yetkilerinden dolayı seçileceklerini isteyeceklerdir’’. Badinter’in söylediklerinde haklı yanlara karşın, bir potansiyel olan kadınları parlamentolara yansıtmada başka bir radikal önlem ne olabilir? Parite ile, kadınlar, kamu hukukuna, bireyler olarak değil, kadınlar olarak giriyorlar. Kamu hukukundan doğa farklılığından dolayı dışlanan kadınlar, bu farklılıktan yola çıkarak siyasal iktidarı kazanıyorlar. Kadınların siyasal temsil kurallarından dışlanmaları da, kadın oldukları için olmuşlardı. Hakların evrenselliği, parite üstüne yasa ile tartışılır duruma geliyor. Bununla beraber, anayasada değişiklik öneren tasarı parlamentoya geldiğinde, siyasal partiler uzlaştılar: Bütün eğilimler, biri ya da öteki dışlanmadan bir potada karıştırıldı; temel eğilimler tartışılmadı ve özellikle örgütlenişlerin yapısının değiştirilmediği gibi, yönetici kadrolara dokunulmadı. Hareket başlamıştı ve geriye dönüş mümkün değildi. Yasa parlamentoya 8 Haziran 1999’da geldiğinde, Millî Meclis’te 26 Ocak 2000’de oylanıp kabul edildi. Yasamacıların pek büyük bir çoğunluğu ilkeyi dile getirmiş oldular. Ancak, hatırlatmalı da: Politika, dengesizliğin büküm sürdüğü tek alan değil. Anlamı nedir bunun? Çalışma dünyasının pek geniş bir alanında, her şey eşit iken, erkeklerle kadınlara ödenen ücretlerde yüzde 12’lik bir farklılık görülüyor. Fransız kadını Elisabeth Sledziewski, var olan demokrasiyi eleştirir ve bir demokrasi ancak ‘‘pariter’’ olmalıdır der. Bu önerinin arkasından Fransa’da feministler nöbete geçerler: Françoise Gaspard, Claude ServanSchreiber ve Anne Le Gali’in ortaklaşa yazıp yayımladıkları kitabın adı ilginçtir: Kadınlar İktidara. Özgürlük, Eşitlik, Parite (Le Seuil, 1992). Büyük yankılar yaratan eserde, yazarlar, paritenin, bir yasada ve şöyle dile getirilmesini söylerler: ‘‘Seçilmiş meclisler, ülke çapın si de bulunan imzacılar, bir yasa kabul ederler ve şöyle denir: ‘‘Yurt bütününde olduğu gibi, millî düzeyde seçilen meclisler, erkekler kadar kadınlardan oluşurlar’’. Bir de, 6 Haziran 1997’de yayımlanan ve Simone Veil’den Yvette Roudy’esağdan ve soldan eski bakanları buluşturan ‘‘Parite İçin Onlar Bildirisi’’ni zikretmeli. Ne var ki, onların arkasından bir yığın kuramsal eleştiriler, siyasal çekinceler, çelişik tartışmalar başlar. Onlar içinde, Fransa’da oy hakkı için mücadele edenlerden biri, ünlü feminist Hubertine Auclert, kadınlar için 1885 tarihli bir seçim programında şöyle diyordu: ‘‘Meclislerde, ne kadar erkek varsa o kadar da kadın olmalıdır’’. Kamçılayıcı bir görev Bir saptama: Erkeklerin bir kadınla yaşamı bölüştüğünde ev çalışmalarına ayırdıkları zaman, 1986 ile 1999 arasında, yüzde 32’den yüzde 35’e yükselmiştir; yani kadınların beş saatine karşılık, erkeklerin iki buçuk saati görülüyor ailede. Bir saptama da şu: Çalışma dünyasının pek geniş bir alanında, her şey eşit iken, erkeklerle kadınlara ödenen ücretlerde yüzde 12’lik bir farklılık görülüyor. Kadınların, erkeklere oranla daha fazla yaşadıkları da biliniyor; ne var ki uzun yaşamın meyveleri de, her şeye karşın acı oluyor. Öte yandan, Batı’nın ayrıcalıklı ülkelerinden çıkıp da, dünyanın başka bölgelerine, özellikle ‘‘gelişmekte’’ yolundaki ülkelere bakıldığında, yaşam kadınlar için daha da kararıyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in araştırmalarına dayanıp çizilen Dünyada Kadınların Atlası, bu bakımdan, bütün alanlarda çarpıcı gerçekleri ortaya koyuyor: Demografik alanda, küçük yaşta kızlarda aşırı ölüm; kültürel alanda, okuryazarlıktan yoksunluk, kadınların üçte ikisini çarpıyor; bedensel bakımdan kadınlar sakatlanıyor ve hastalıklarla kırılıyorlar. Tek başına Afrika’da dev sorunlar, 1975’te Benoîte Groult’un bir eserinde açıkladığı kızların sünneti ve Afrikalıları özellikle mahveden sida... Böylece eşitlik, kadınlar için başlı başına bir sorundur hâlâ. ‘‘Parite’’ye, iktidarı erkeklerle eşitçe paylaşmakta, bugün ütopik görülse de, kamçılayıcı bir görev düşüyor. Özetle, bitmemiş bir tarihin yolundayız; açıktır önü, belki hiç bitmeyecek de... Önemli bir parantez daha açıp konuyu kapayalım! HAFTAYA: SOSYALİZMDEN YENİ LİBERALİZME KADINLAR