29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler EYLÜL CUMA Yobaz Saldırılar ve Toplum C umhuriyet’in 18.08.2006 günlü sayısında Yobaz Saldırısı başlıklı haberin içeriği şu satırlarla okuyuculara aktarılıyordu: İzmir’in tatil beldesi Karaburun’da tatilcileri bir süredir bakışları ve sözleriyle taciz etmekte olan gericiler, sonunda fiziksel saldırıya geçti. Hürriyet gazetesi muhabirlerinden Gülden Aydın’ın kızı Ceren Aydın, ‘Bikini giyen pislikleri istemiyoruz. Gideceksiniz buralardan’ diyen 4 haşemalı erkek ve 10 tesettür mayolu kadının saldırısına uğradı.’’ Cumhuriyet’teki haberden birkaç gün önce de bir siyasi parti lideri, Türkiye’nin gizliden gizliye şeriat sistemine dönüştürüldüğünü, Başbakan’ın biraz bekleyin, sözlerinin de buna işaret ettiğini ifade etmekteydi. Doğrusunu isterseniz toplumun belli bir süreden beri bir yerlere doğru sürüklendiğini anlamak için bu tür somut belirtilere gerek yoktu. Adı Uğur Mumcu olan bir mahallede bile bir kuaför salonunun camında türbanıyla gülümseyen bir kadının resmi duruyor. Resmin hemen altında da ‘‘Tesettür yerimiz açılmıştır’’ yazısı. Eskiden kapanmak ayrıksı bir durumdu. Şimdiyse başı açık olmak ayrıksı bir durum haline geldi. İçimizden kimilerinin hadi canım sen de, ‘‘o kadar da’’ değil dediğini duyar gibiyim. Keşke ‘‘o kadar’’ olsa. Daha da fzlası. Bazı yerlerde PENCERE Din Hortumcusu Deyişi Tuttu mu? OKTAY AKBAL COŞKUN ONGUN başı açık dışarı çıkmak, yaz aylarında kısa kol giyinmek cesaret istiyor. Bu söylediklerime Kadıköy, Beşiktaş ya da Taksim’e bakarak değerlendirirseniz yanılırsınız. Bu konudaki görüşlerimin doğruluğunu anlamak için biraz iç taraflara, Gaziosmanpaşa’ya, Bağcılar’a, Tuzla’ya ya da Eyüp tarafına gitmenizi önereceğim. Kâğıthane’yi, Fatih’i, Sultanbeyli’yi saymıyorum bile. Bugünlerde Kadıköy ve Taksim gibi yerlerde kimi gençler, ellerinde kalemlerle imza topluyorlar. ‘‘Yılın Faşisti’’ni seçiyoruz veya şu yazar yargılansın diye. Biri de çıkıp bu gençlere demiyor ki, yazarları yargılamakla Cumhuriyet ve Atatürk korunmaz. İmza toplayarak boşa harcadığınız zamanı, Atatürk’ü Sultanbeyli’de oturan bir vatandaşa anlatmakla geçirirseniz daha dişe dokunur bir iş yapmış olursunuz. Bir kadın dahi, türbanın erkekler tarafından kendilerine dayatıldığının ayardına varır da aydınlanmaya aklını ve başını açarsa bu, ülkenin geleceği için bir kazanımdır. Anımsanacağı üzere, yıllar önce bir belediye başkanı, şeriatı bir anda şırıngayla vücuda batırmayacağız. Çikolataya sarıp topluma sunacağız demişti. Şimdi siyasi iktidar ‘‘Bekleyin, sabredin’’ diyor. İki üslup arasındaki benzerlik dikkatinizi çekiyor mu? Kötü haberler bununla sınırlı kalsa iyi. Tektanrılı dinlerin kaynağının Sümerlere dayandığını belirten, bunu bizzat Sümer tabletlerini çözerek kanıtlayan, dünyanın sayılı Sümerologlarından 90 yaşını aşmış güzel bir genç kız olan Muazzez İlmiye Çığ’a Beyoğlu Savcılığı’ndan dava açılmış. Çığ, eserlerinde türbanın ilk kez Sümerlerde genel kadınlar tarafından kullanıldığını belirttiği için yargılanacakmış. Binlerce yıl önce yaşamış ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında saygıyla yâd edilen, bu nedenle adları bir fabrikaya verilen bir uygarlığı, yine o laik cumhuriyetin mahkemelerinde yargılayacağız. Ne acı değil mi?.. Tüm bu yaşananlar karşısında Atatürk’ün aydınlanmacı ilkelerine her zamankinden daha fazla sahip çıkılmalı, çevremizde gelişen olaylara karşı daha dikkatli olmalıyız. Yoksa bugün yaşadıklarımızı bile arar hale gelebiliriz. ‘‘Bikinili pislik’’, istemiyoruz deyip genç kızların göğüslerini sıkanlar, gün gelir insanların boğazını sıkarlar. Çankaya’da Yan Gelip Yatmak! D Y eni cumhurbaşkanımız kim olacak? Bu öyle bir soru ki, yanıtlaması, hem çok kolay, hem de çok zor!.. Önce aday çok! Kendini Çankaya’ya uygun görenlerin sayısı az değil!.. Eskiden de böyle miydi, diye düşünüyorum. Yoktu öyle bir şey, öyle bir heves, kendini böyle yüce bir göreve, bir sorumluluğa yakıştırabilmek!.. Önce Başbakan Tayyip Bey var. Sonra Meclis Başkanı Arınç var... Devlet bakanları var. Ankara Belediye Başkanı bile var! TBMM’deki AKP oylarını toplayabileceğine inanan milletvekillerini de unutmayalım. Her gönülde arslanlar yatmıyor mu? ??? Bakın, Yargıtay Başkanı Osman Bey’i bile Cumhurbaşkanlığı’na aday gösteren çevreler var... Hele son günlerde ‘‘Laikliği yeniden tanımlamak gerek’’ demesi, Çankaya’da kendi anlayışlarına uygun birini görmek isteyenleri ne kadar sevindirdi, yazılar, övgüler!.. Yedi yıl önce Bülent Ecevit uzak görüşü, geniş deneyimi ile, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’e, Çankaya adaylığını önermişti. Kısa zamanda, Sayın Sezer’in Çankaya’ya en çok yakışan cumhurbaşkanlarımızdan biri olduğunu gördük, yaşadık. Bir soruşturma yapılsa, halkımızın büyük çoğunluğunca en çok güvenilen kişinin Sezer olduğu ortaya çıkacaktır. ??? Bilmem Sayın Recep Tayyip Bey, Çankaya’ya çıkmak istiyor mu? Daha ellili yaşlarda genç bir adam!.. Başbakan olarak, daha yapması, gerçekleştirmesi gereken nice işleri var. Ne yapacak Çankaya’da, ‘‘yan gelip yatacak’’ ama hükümet, parti işlerine eskisi gibi karışamayacak!.. AKP’nin içinde de Çankaya özlemi çeken pek çok insan var. Başta Arınç Bey, ardından bakanlar, hatta ünlü milletvekilleri. Parlamento dışından da Çankaya heveslileri az değil!.. İçlerinden biri de söylendiğine göre Yargıtay Başkanı Osman Bey’miş!.. Boşuna söylememiş, ‘‘Laikliği yeniden yorumlamak gerek’’... Bu söz, AKP yanlısı kalemleri bir anda coşturmuş. Osman Bey Çankaya için en uygun bir aday sayılmaya başlanmış... ??? Dillerde konuşulan bir başka aday da eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Paşa... Eşinin başı açık, çağdaş giyimli. Paşa da ‘‘demokrasi âşığı’’. Sakin, dengeli bir kişiliği var. Başbakan’la ‘‘şeker gibi’’ anlaştığını da söylememiş miydi? Kendisine ‘‘hocam’’ diye seslenildiğini de unutmayalım... AKP’nin, Türkiye Cumhuriyeti’ni biçimlendirme çabasını sürdürebilmesi için, Çankaya’da ‘‘demokrasi’’den yana bir insanın bulunması gerekmez mi? Hem yedi yıl sonraki yeni bir Çankaya seçiminde Tayyip Bey’e de sıra gelmiş olmaz mı? ??? Hesap iyi de zamana dayanır mı? Hani ne derler, ‘‘evdeki hesap çarşıya uymaz’’... Bugün gider, yarın gelir. Akla hayale sığmaz, yeni durumlar getirir... evlet Bahçeli, Başbakan Recep Tayyip’e bir yeni ad ya da sıfat veya lakap buldu: ‘‘ Din hortumcusu!..’’ Biliyorum hemen soracaksınız: Yakıştı mı?.. Alengirli bir soru!.. ? Yakıştı mı yakışmadı mı sorusunun tartışmasını yapmak nafiledir; bu gibi durumlarda birisi kalkıp diyebilir ki: MHP’nin Genel Başkanı’na yakışmadı!.. Sayın Bahçeli çok nazik insandır; böyle yakıştırmalar yapmamalı!.. Kimisi de tersini düşünebilir: Yakıştı yakışmadı ne demek? Sayın Bahçeli cuk oturtmuş, hedefi 12’den vurmuş... Bu işin raconu da var, tartışma bir kez açıldı mı, yayılır, duymayanlar da duyar: Ne olmuş?.. Devlet Bahçeli, RTE’ye din hortumcusu demiş... San, sanı, lakap, yakıştırma yayılır gider... ? Bu gibi durumlarda temel sorun nedir? Yakıştırılan lakap, gerçekten yakışıyorsa, iş bitti demektir... Bahçeli ne dedi: Din hortumcusu!.. Tepki ne olmalı?.. Aaa!.. Ne ayıp.. mı?.. Ama, olmuyor... Çünkü RTE de işine geldiği zaman bu üslupla konuşuyordu; bir yurttaşımıza ne demişti: ‘‘ Ananı al da git!..’’ Yurttaş şaşırmıştı... Peki, Recep Tayyip, Devlet Bahçeli’ye ne dedi?.. Ne diyebilir ki?.. Sustu, oturdu... ? ‘Hortum’ hepimizin bildiği bir sözcük, ‘hortumlamak’ çoktandır siyasal argo sözlüğüne yazılmıştı... Günümüz AKP politikasında temel eylem hortumlamak... Hortumlayan hortumlayana... Ama, Devlet Bahçeli’nin başarısı, özgünlüğü, yeniliği şu noktada belirginleşiyor: MHP Genel Başkanı ilk kez iki sözcüğü yan yana kullandı: Hortum!.. Ve din!.. Din gibi bir kutsal alanda hortumculuk hortumculuğun en görülmemişi... Peki, bu yeni deyiş tutacak mı?.. Diyorlar ki: Tuttu bile... Çünkü, ne yazık ki Türkiye’de en çok hortumlanan değer kutsal dinimizdir. OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com Yön ve Amaç G iderek siyasalsosyal yaşam ve de rejim bakımından sorunların oluşturulduğu, sıkıntılı boyutlara ulaştığı, toplumda kutuplaşmaların kışkırtıldığı ortada. Siyasal kurumlar gibi bir kısım medyada da (yazılı ve görsel) aynı tutum gözleniyor. Karşılıklı eleştiriler, suçlamalar/savunmalar, açık seçik ya da demagojik üslupla sürüp gidiyor. Açık veya örtülü bir çatışma yaşanıyor. Sorunların başlıcası; toplumun önemli bir bölümünün benimsediği ve özümsediği laik (seküler) çağdaş düzenin ve buna dayalı siyasal rejimin geleceğine ve yönüne ilişkin kuşkudur. Satır başları ile sadece bazı olaylar, gözlemler ve girişimleri hatırlatarak analiz olasıdır. 1 Laikdemokratik parlamenter cumhuriyetimizde, ulusal/toplumsal yararı ve getirisi bulunmamasına, sadece kişisel ve sübjektif tercih olmasına karşın; tesettürü (örtünme), siyasal/toplumsal bir misyon veya amaçmış gibi ve de saplantı halinde laik kurumlara da dinsel simge gibi sokma tutkusu sürdürülüyor. Aslında sokakta, evde, çarşıdapazarda özetle günlük yaşamda hiçbir kadının ve de erkeğin giyimine kuşamına karışan yok. Kadınlara yönelik olarak; yorumlara açık yönleri bulunduğu birçok din bilimcisinin de belirttikleri dinsel öğütleri, uzun çağlar boyunca oluşmuş toplumsal evrime ve değişimlere karşın inatla öne çıkarma tutuculuk hatta gericiliktir. Zamanla her şey gibi giyim kuşam da değişiyor insan toplumlarında. Ama, değişmemesi gereken insanın iffetidir. Kuran’da; ‘‘Takva (*) elbisesi en hayırlı elbisedir’’ denilmektedir (Araf 26). Dindarlığı, tesettüre, giyim kuşam şekline indirgeme, düşün’ü öğütleyen İslama uyar mı? 2 Diyanet İşleri örgütünün kutsal İslam di PROF. DR. KEMAL ÖNEN nini; hurafelerden, fanatizmden arındıracak, onun özellikle düşünsel ve ahlaksal amaçlarını öne çıkaracak girişim, öğretim ve eğitim amacı önde iken; ‘‘aile içi sorunlara danışmanlık’’ gibi garip, dayanağı yetersiz görevlere yönelmesi hurafeci girişimlere açıktır. Nitekim bu hemen beliriverdi, hatta doktoralı(!) bazı din bilginlerinin(!) incilerini ibretle okuyoruz. Bunlar buzdağının görünen kısmıdır. Bu tür demeçler, vaazlar, fetvalar(!) ‘‘İslamiyeti adeta efsaneler üzerine kurulmuş bir din gibi gösterdiğinden’’ doğrudan doğruya İslamiyete karşı sakıncalı yaklaşımlar değil de nedir? Çok şükür sakıncalarını belirten din bilginlerimiz var. 3 Dinsel ağırlıklı öğretimeğitim düzenini inatla yaygınlaştırma çabalarının gerekli gereksiz ciddi şekilde denetlenmesi olanaksız çok sayıda dinsel kursun açılması girişimleri ve politikalar, bilim çağında tutuculuğa zemin hazırlayan yaklaşımlar değil de nedir? Belli bir gereksinim ve amaca yönelik olarak tesis edilmiş imamhatip eğitim ve öğretimini de bu rotası ve fonksiyonu dışına çıkarmak ona başka hedefler hazırlamak, kuruluş nedenlerine uyar mı? 4 Tüm laik devlet kurumları ve sosyal/bilimsel örgütlerle çatışan veya ters düşen (yargı, üniversiteler, ordu, sivil toplum kuruluşları vb.); çağdaşlığa yönelmiş ve devrimleri benimsemiş kurum ve odaklara ve laikliğe yönelik hıncını saklayamayan düşün biçimi bu çağda tutuculuk ve gericilik değil midir? Her fırsatta laiklik ilkesini tartışma konusu yapan ve içini boşaltacak girişimlere yol verebilecek düşün biçimi, bu kavrama karşı antipati değil de nedir? Dinsel ağırlıklı ve açılımlı öğretime yönelik sempati, destek ve yüceltme(!) çaba ve söylemlerine karşın, laik ve çağdaş eğitim ve öğretimi, üniversiteleri, bazen meslekleri ve örgütlerini açık/kapalı söylemlerle küçümseme, önemsememe içeren bakış açıları bilim ve çağdaşlık karşıtı tutumu düşündürmez mi? Böylece ister istemez ulus olarak yönümüz ve amacımız nedir sorusu gündeme geliyor. Demokratik haklar söylemini kullanarak yerleşik siyasal/sosyal düzene veya çağdaşlığa karşıt gösteri ve girişimler Batı demokrasilerinde dahi bazen sert, ciddi, bazen yumuşakça yöntemlerle kontrol edilip dışlanır veya etkisizleştirilirken çağdaşlaşma evrimi sürmekte bulunan toplumlarda müsamaha beklenemez. İlkellik yerine olgunluğu, ümmet/cemaat/tarikat yerine ulusu, dincilik yerine inanç/düşün ve ahlakı öğütleyen dindarlığı, hurafe yerine bilim ve aklı, geri kalmışlık yerine çağdaşlığı, cehalet yerine aydınlanmayı, sefalet yerine umranı amaçlayan, bu tutucu ve gerici girişimlere; herkesçe akılla, bilgiyle ve tarih bilinciyle karşı çıkmak gerekiyor. Aslında tüm bunları benimsemek ve uygulamak laik demokratik rejimi özümseyen yöneticilerin vazgeçilmez görevi olmak gerekir. Sormak gerekiyor: Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi isteniyor? (*) Takva: Tanrı korkusu, tevhit, iman, hayâ, iffet. Bir Katılımcı Demokrasi Örneği H er şeye karşın bu ülkede güzel şeyler de oluyor. Ağustos sıcağında, Edremit Körfezi’nde, bin pınarlı İda Dağı’nın (Kaz Dağı) eteğinde Zeytinli Belediye Başkanı, bilim insanlarını serin bir salonda toplamış; onlarla Zeytinli’ye baraj yapmanın uygun olup olmayacağını tartışıyor. Yerbilimciler, çevre ve orman yüksek mühendisleri, çevre örgütleri; bir an kendinizi antikçağın eski Yunan demokrasilerinde sanıyorsunuz... Platon’un, Sokrates’in, Aristoteles’in yaşadığı bu topraklarda 20003000 yıl sonra yeniden gerçek bir demokrasi uygulamasına tanık olur gibisiniz. Edremit Körfezi Belediyeler Birliği ve Zeytinli Belediye Başkanı Şadan Aytaç sanki bu çağın insanı değil. Belediye denince akla ihalenin, nemalanmanın ve rantın geldiği bir zamanda böyle kazançlara yüz vermeyen, mutlulu FERHAT ÖZEN ğu bunlarda bulamayan, bilim insanlarıyla birlikte kendini bölgenin doğal güzelliklerini korumaya adamış bir masal kişisiyle karşı karşıyayız sanki. Çalıştaya katılan uzmanların bazıları, İTÜ’den Prof. Dr. Erdoğan Gezer gibi barajı uygarlık olarak nitelerken önemli bir bölümü de Prof. Dr. İlyas Yılmazer gibi barajı katliam olarak görüyor... Bilim insanlarının çoğu, barajın binlerce ağacın kesilmesine, binlerce canlı türünün yok olmasına ve Kaz Dağı’nın doğal güzelliğinin ve ekosistemin bozulmasına yol açaçağı görüşünde birleşiyor. Baraj yapılırsa köyleri sular altında kalacak köy muhtarları da baraja karşı görüşlerini savunuyor... Salonda en dikkat çeken konuşmalardan birini yapan Mar Eğitimci, Araştırmacı mara Üniversitesi Enerji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, istek üzerine özgeçmişini anlatmaya başlayınca, Türkiye’yi çöplüğe dönüştüren yabancı tekellerin ölüm gemilerine karşı mücadele eden bir bilim adamıyla tanışıyor salon. Ve bir alkış kopuyor... Baraj, Nâzım’ın dediği gibi ‘‘toprağın suya hasretine’’ son verecekse güzel. Ferhat’ın Şirin aşkına dağları delip susuzları suya kavuşturması da güzel... (GAP böyle güzel örneklerden biri. Hasankeyf ise bir uygarlığı yok ettiği için kötü örnek.) Edremit Körfezi’nde ise toprak suya doymuş, Kaz Dağları gözyaşı döker gibi bin pınardan buz gibi su veriyor. Su için beni yarmayın, deşmeyin diye ağlıyor sanki... Böyleyken, Kaz Dağları’na baraj yapmanın ‘‘hizmet aşkı’’(!) olduğuna kim inanır? Bunun ‘‘ihale aşkı” olduğunu hemen herkes ‘‘şıp’’ diye anlamaz mı? Bu nedenle Edremit Körfezi Belediyeler Birliği (EKBB) ve Zeytinli Belediye Başkanı Şadan Aytaç’ı kutluyorum. (Kendisiyle Altınkum Çevre Gönüllüleri dönem sözcülüğü yaptığım günlerde birkaç kez görüşmüştük ve çevrecilere büyük destek vermişti.) Sanıyorum Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyor. Katılımcı demokrasi örneği veriyor. İstanbul’da ya da başka büyük kentlerin birinde böyle bir örneğe rastlamak mümkün mü? Avrupa’yı Mezopotamya’ya bağlayan tarihi Haydarpaşa Garı, çokuluslu şirketlerce alışveriş merkezi, kuleler yapılsın diye yerinden edilirken mühendislere, mimarlara, tarihçilere, çevrecilere sormayı akıl ettiler mi örneğin? CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle