28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 C HAKAN AKARSU gezi SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ EYLÜL CUMA Bağlantılı Bağlantısız ta’da 50’nci yıllarını kutladılar. Kutlama toplantısına 106 ülke katıldı. 1979 yılında Havana’da toplanan Bağlantısızlar kendilerini, amaçlarını şöyle tanımlamışlardı: ‘‘Bağlantısızlar hareketinin amacı üye ülkelerin ulusal bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini, sömürgecilikten, emperyalizmden, ırkçılıktan ve her türlü dış baskı, istila, işgal ve dış müdahaleden korumaktır.’’ Bağlantısızların Havana toplantısına ‘‘sıkı bağlantılı’’ Türkiye de ‘‘konuk’’ olarak katıldı. Toplantıyı ABD ile her türlü işbirliğinin kararlı savunucusu AKP hükümetinin ‘‘azıcık komünist!’’ bakanı Abdüllatif Şener de izledi. Bir NATO üyesi ülkenin okul yıllarındaki ‘‘solculuk’’ anılarıyla ‘‘sempati’’ toplayan bakanı bu toplantıda ne arıyordu bilinmez. Herhalde o dünyanın düşüncelerini birinci elden duymak yararlı olmuştur. ??? Bağlantısızlar artık cephededirler, emperyalistlerin doğrudan hedefi durumundadırlar. Bu nedenle de her şeyi yeniden gözden geçiriyorlar. Amerikan emperyalistleri gözlerini Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, Asya’da onlara dikti. Emperyalistlerin onları yalnızca keskin gözlerle izlemekle yetinmediğini de biliyoruz. Ortadoğu’da işgal ve açık tehdit yöntemleri, Latin Amerika’da ekonomik abluka ve silahlı ‘‘kontra’’ örgütlenmeleri gündemdedir. Zirveye katılan ülkelerden İran, Amerikan füzelerinin hedefidir. Venezüella’nın başı çektiği Latin Amerika ülkeleri ABD’nin diş gıcırdattığı ülkelerdir. Küba yıllardır abluka ile boğuşuyor. ABD’nin stratejistleri, efsane lider Castro’dan sonrası için çirkin ve ahlaksız planlar peşinde olduklarını saklamıyorlar. Kısacası artık karşımızda ‘‘Bağlantısızlar’’ yok, doğrudan hedef alınmış ‘‘hedef ülkeler’’ var. Bağlantısız ülkeler cephesi büyüktür. Cephede renkler, görüşler, yaklaşımlar farklıdır. Tümünü bir araya getiren ve mücadeleci kılan ise ABD’nin yeni tutucularının, neoconların saldırısıdır. Bu zorbalığa, bu saldırıya karşı koyabilmek için birleşmekten başka bir yol da yoktur zaten? guray.oz?cumhuriyet.com.tr Ortaçağa gitmeye ne dersiniz? E ğer tarihe ilgi duyuyorsanız bir süre sonra döneme ait okuduğunuz kitaplar, filmler ve bildik söylemlerden sıkılıp o dönemde insanların gerçekten nasıl yaşadığını merak etmeye başlarsınız. Gezdiğiniz antik kentler gözünüzde canlanmaya başlar, agoralar sessiz yıkıntılar olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünür. Satıcılar, zanaatkârlar, tüccarlar, o gürültü ve keşmekeş gözünüzün önüne gelir. Gittiğiniz kentlerde şatoları, burçları arar, önünde hayallere dalarsınız. Ama sonra silkinip o günleri göremeyeceğinizi anlarsınız. Bir burukluk kaplar içinizi. Zaman makinesi olmadan o günlere dönmek mümkün olmasa da yaşananların bir bölümünü (tabii fazla ciddiye almadan) yeniden yaşayabileceğiniz bir ülke var: Almanya. Başka ülkelerde yaygın olup olmadığını bilmiyorum ama Almanya’nın birçok kentinde her yıl, tarih bilincini aşılamaya yönelik, iç turizmi canlandıran eğlenceli etkinlikler düzenleniyor. Kendinizi birdenbire ortaçağda buluyorsunuz. Ülkede, kentlerin tarihi dokusu çok iyi korunduğu için arzu edilen atmosferi yakalamak kolay oluyor. Bu ortaçağ etkinlikleri genellikle kasabaların ya da kentlerin iki katlı eski tip evlerin bulunduğu Altstad (eski şehir) bölümünde yapılıyor. Etkinliklere daha çok genellikle hafta sonu tatilinde sportif eğlencelere gitmeyen küçük çocuklu çiftler ve yaşlı Almanlar katılıyor. HER ŞEY AYNI... Şimdi gözünüzde canlandırmaya çalışın... Bir yanda tüy kalemle yazı yazan katipler, bir yanda elindeki hayvan kabuğundan enstrümanıyla müzik yapan deli bakışlı genç bir müzisyen, diğer yanda sokağın sonuna ilkel tezgâhını kurmuş çalışan bir marangoz... Köyün birahanesinden gelen şen kahkahalar ateş önünde çalışan demircilerin örs ve çekiç seslerine karışıyor. Onların hemen yakınındaki alanda ise kasabanın koruyucu şövalyeleri yapılan silahları deneyip çalışıyorlar. Çocuklar hayranlıkla büyüklerini taklit etmeye mızraklı şövalyeler çarpışmanın şiddetiyle bazen attan düşüyor, bazen de ellerindeki mızraklar paramparça olup sağa sola izleyenlerin üzerine düşüyor. Almanya’nın birçok kentinde düzenlenen ‘‘Ortaçağ İhtişamı’’ programında mızrak turnuvaları, zanaatkar pazarları, veba salgını canlandırması ve dönem müziklerinin seslendirileceği konserler yer alıyor. Ender görülebilen bir etkinlik de sadece dört yılda bir düzenlenen ‘Landshut düğünü (1475)’. En ince ayrıntılarına kadar hazırlanan düğün birkaç hafta sürüyor ve izleyenlerde hayranlık uyandırıyor. Düğün, Landshut First’ünün halkı selamlamasıyla başlıyor, devasa bir geçit töreniyle sürüyor. Gece ise tiyatro gösterileri ve halka açık yemek davetleri ortaçağ atmosferini tamamlıyor. Binlerce Landshut’lu, tarihi olabildiğince gerçekçi kılmak için aylarca hazırlık yapıyor. ŞÖVALYE TURNUVASI En büyük ortaçağ askeri organizasyonu ise Hessen eyaletindeki Breitenbach’ta bulunan Herzberk şatosunda kuruluyor. Bin yıllık bir tarihe sahip Moyland Şatosu’nda düzenlenen şövalye turnuvası da haklı bir şöhrete sahip. Bu turnuva için Almanya’nın ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinden gelen şövalyeler defne yaprağından yapılan taç için yarışıyor. Almanya’da ortaçağ tutkunu çok insan var. Fan kulüpleri, dönemin kostüm ve silahlarını satan dükkanlar, tartışma grupları internette oldukça fazla yer tutuyor. Gruplar haftasonlarını hep beraber açık alanlarda kurdukları çadırlarda ortaçağ ortamında geçiriyor. Festivale katılmak isteyenler her kent için hazırlanan internet sitelerine girerek etkinlik tarihlerini öğrenebiliyor. ‘‘Bağlantısız Ülkeler’’ geçen hafta ayakta kalmakta direnen sosyalist Küba’nın başkenti Havana’da toplandılar. Toplantıyı izleyen arkadaşımız Gamze Erbil’in haberlerini gazetemizde okudunuz. Bu toplantı bugüne kadar yapılmış zirve toplantılarının en önemlisidir. Çünkü her ne kadar adları ‘‘Bağlantısızlar’’ olsa da artık onlar bağlantısız değildirler. Onları tanımlayabilecek yeni ad, olsa olsa ‘‘hedefteki ülkeler’’ olabilir. Bugün artık iki kutuplu bir dünya yok. Kutuplardan birisi diğeri tarafından yenilgiye uğratılmış ve ideolojik zırhından sıyrılarak, en azından bir süre için ve sosyalizmin kendisine kazandırdığı bazı etik değerlerinden de ‘‘kurtularak’’ sahneden çekilmiştir. O dünyanın ülkeleri şimdi dağınık bir şekilde ne yapacaklarını saptamaya çalışıyorlar. Aralarında ABD’nin kucağına düşmüş olanları az değildir. Bağlantısız Ülkeler Topluluğu’nun iki kutuplu dünyanın ortalarında bir yerde, kendilerini güvende hissettikleri eski dünya gitmiş, yeni ve tehlikeli bir dünya ortaya çıkmıştır. Yine de Bağlantısız ülkelerin emperyalist ‘‘neoconlar’’, yeni muhafazakârlar için kolay lokma oldukları söylenemez. Geçmişte sosyalist dünyanın yarattığı dengenin şemsiyesi altındaki bu ülkeler, bugün kendi başlarının çaresine bakmak durumunda kalsalar da emperyalist heveslerin canını sıkacak kadar güçlenmiş ve cesaret sahibi olmuşlardır. Gerçekten de yabana atılacak bir güç değildirler. ??? Onlar dünyanın yarıdan çoğunu oluştururlar. Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler toplamının üçte ikisinden fazlası bu topluluğun üyesidir. Büyük ve kalabalıktırlar. Saldırılar karşısında güçlerini birleştirmek, stratejik olanaklarını kullanmak için sürekli bir çaba içindedirler. Mücadelelerini hep sürdürdüklerini, hep bir arada kalmayı, zorluklara, entrikalara karşın denediklerini biliyoruz. İlk kez ‘‘İkinci Paylaşım Savaşı’’ sonrasında, o günlerin ‘‘yeni’’ dünyasında Bandung’da bir araya geldiler. Bandung Konferansı Türkiye’nin sırtını döndüğü, kurtuluşunu emperyalist kampta, NATO’da aradığı yıllara rastlar. O konferansa 26 ülke katılmıştı. 2005’te Endonezya’da Cakar çalışırken, anneleri çadırların önünde ateşte yemek pişiriyor. Köydeki zanaatkârların elinden çıkma giysileri ve silahları kuşanıp dolaşan ziyaretçiler ise oyuna katılmanın mutluluğunu yaşıyor. Bu festivalde asıl beklenense profesyonel ortaçağ kulüplerine üye şövalyelerin oyunları. Genellikle kasabanın açık alanındaki çayırlıkta yapılan gösteriler gerçekten nefes kesici. Kötü kara şövalyeler, uzun saçlı güzel prensesler uğruna verilen savaşlar, gerçeğine çok yakın hissi uyandıran vurdulu kırdılı oyunlar... At üzerinde birbirine saldıran uzun Elazığ’daki Hazar Gölü’nde 11. yüzyıla ait bir yerleşim yeri izleri bulundu. Bulunan yerleşim bölgesi pek çok özelliği ile bölgenin tek örneği sayılırken, Evliya Çelebi’nin de Seyahatname’sinde geçiyor. B izim küreselleşmeci, günlük veya haftalık ‘‘kalem erbabı’’ bir kısım aydınyazar ve ekonomi yazarı, sınıfta kaldı! Onları önce hayat sınıfta bırakmıştı; son olarak da IMF’nin ta kendisi! Etekleri altındaki ‘‘aydınlarımızı’’ bir fiske ile uçuruma itti! Onlar, IMF’nin Türkiye’ye dayattığı bütün ekonomi kararlarının arkasına takıldılar; gerekçelerinin başlıklarını anımsarsak: ‘‘Küreselleşmenin gereği’’, ‘‘Üreticiye avantaların kaldırılması’’, ‘‘Dünya ticaretinin zorunluluğu’’, ‘‘Dünyaya yapısal ekonomik uyum’’... Hemen hepsi, ülke ve ekonomiyi küresel yapacağı, bu sayede düze çıkacağımız propagandasıyla, bütün IMF programlarına destek verdi. Hem IMF’nin son raporu, hem başekonomistinin son açıklamaları, bunların çoğunun ezberini bozdu! IMF’nin raporunda YTL değerinin düşük tutularak Türkiye’nin büyümesinin sürdürülebilir olamayacağına işaret edildi. ??? Tabii, daha önce, IMF’nin başekonomisti ve araştırma bölümü direktörü Raghuram Rajan’ın, ‘‘Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yabancı sermaye ile büyüme arasındaki CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Kendi Kafanla Düşün sek ithalatı finanse edecek kaynakların yokluğu ve açığın 30 milyar dolarlara tırmanmasıydı!.. IMF, anlaşılan, artık yeni krizin faturasını üstlenmeyecek! Şimdiden ‘‘ben demiştim!’’e yatıyor! Ekonomimizin ‘‘parlak’’ Amerikan kaynaklı çocuğu Babacan ise ‘‘Hiçbir sorun yok!’’ diyerek, önceki gün gazetelerde tam fotoğraf boy gösterdi! Babacan, IMF’ye (yeni anlayışına) karşı! Kah kah, kih kih! ??? Sorun nedir? Bunu hepimiz biliyoruz. Temel sorun, ülkemizi, ülke ekonomimizi ancak bizim, kendi beyin gücümüz, kol emeğimiz, üretkenliğimiz ile geliştirebileceğimizi; ayakları bu topraklar üzerine basan politikalarla krizlerden kurtarabileceğimizi ve ilişki’’yi araştıran raporu, dünyada büyük ses getirmişti. Bu rapordan sonra üniversitesine geri dönen Rajan’ın araştırma sonucu, IMF’nin bugüne kadarki politikalarının iflas bayrağı gibiydi: Sıcak para olarak (Türkiye’ye) giren yabancı sermayenin ülkenin büyümesine katkısı yok veya çok tartışmalı! IMF bağımlısı bizim çoğu ekonomistyazar ise, finansal paranın ülkelere girip çıkmasının önünde hiçbir engel istemiyordu ve bu sayede ‘‘kalkınıyoruz’’ diye yazıp çiziyordu! Türkiye’ye baktığımızda, bugün bile sıcak paranın ülkeye akmasına, böylece YTL’nin değerinin düşük kalmasına ve büyümenin ithalata dayalı olarak hızla sürmesine rağmen, Türkiye’nin ekonomik sorunları azalmıyor, tam tersine artıyor! Tartışılan ise, bombanın pimini kim ve hangi olayın çekeceği! Bu bekleyen krizin nedeni de, yük sağlıklı büyütebileceğimizi, Türkiye’ye 50 yıldır egemen olan kafaların bir türlü anlamamasıdır! Türkiye’yi yönlendiren ekonomik çevreler hep kolaycı, kötü taklitçi, kötü karga oldu; Türkiye’nin büyük (madeni) zenginliklerinin bulunmadığını ve dış kaynaklarla gelişebileceğini savundular! (Olanları bile yönetemiyoruz!) Bu düşünceyi savundun mu, kafanı da tamamen dışarıya bağlamak, dışarının bütün söylediklerine evet demek zorunda kalırsın. Onların beyinleriyle düşünürsün! Ve sonuçta ‘‘Batıcı’’, ‘‘IMF’ci’’, ‘‘Amerikancı’’, ‘‘Doğucu’’, ‘‘Irancı’’.. ve bilmem neci olursun. Oysa, ülkelerin zenginlikleri madenlerinde, doğa potansiyellerinde değil... ...Beyinlerinde, düşünce ve yaratma yetenekleri ve potansiyellerinde, fikir geliştirme ve bu fikirleri örgütleme yeteneklerinde... Dünya, zenginlikleri olup kafası olmayan dolayısıyla gelişmemiş; ama kafası olup zenginliği olmayan ama son derece gelişmiş ülkelerle dolu! Türkiye’de fikir yok mu? Var!.. obursali@cumhuriyet.com.tr Hazar Gölü’ndeki saklı kent ortaya çıkarıldı SİBEL BAHÇETEPE Bir yıla yakın süren çalışmalar sonucunda sualtı arkeologlarınca Elazığ’daki Hazar Gölü’nde 11. yüzyıla ait bir yerleşim yerinin izleri bulundu. Bulunan yerleşim bölgesi pek çok özelliği ile bölgenin tek örneği sayılırken, Evliya Çelebi’nin de Seyahatname’sinde geçiyor. Kültür Bakanlığı’ndan alınan izinlerle geçen aylarda bilim insanlarınca Hazar Gölü’ne yapılan dalışlarda bir şehir bulundu ve şehrin 11. yüzyıla ait bir manastır olduğu belgelendi. DİP PROFİLİ ÇIKARILACAK ‘‘Hazar Batık Şehir Projesi’’ olarak bilinen ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Rektörlüğü’nce Bilimsel Araştırma Projesi olarak kabul edilerek desteklenen projeyi İTÜ’den sualtı arkeoloğu Dr. Çiğdem Özkan Aygün organize ediyor. Çalışmalara ayrıca İTÜ Avrasya Yer Bilimleri öğretim üyesi Prof. Dr. Okan Tüysüz ve Prof. Dr. Emin Demirbağ da destek veriyor. Hazar Gölü’nden dip profilinin çıkartılması için özel bir işlem uygulanacak. Yine üniversiteye ait 50 bin Avro değerindeki, kumun altında da kalsa sualtındaki kalıntıları tespit etmeye yarayan ‘‘Subbottom’’ profiller ilk kez bu proje için kullanılacak. Çalışmalar, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı’nca da (ÇEKÜL) destekleniyor. Bizans İmparatorluğu’nun güçlü olduğu dönemlere ait batık şehrin kuzeydoğusunda kalan Kilise Adası üzerinde ise 1213. yüzyıla ait keramikler bulundu. Yerleşimin 13. yüzyıla kadar aktif olarak kullanıldığı düşünülürken, aktif bir fay hattının üzerinde bulunmasından dolayı şiddetli bir deprem ile sulara gömüldüğü tahmin ediliyor. Araştırmaları yapılan batık yerleşim, gölün güneybatısında Sivrice kasabasına 3 km uzaklıktakı Kilise Adası ile kara arasında yer alıyor. Burada 19. yüzyıl başlarına kadar Gölcük adıyla 5060 haneli bir köy bulunduğu, suların yükselmesiyle köyün karşı kıyıya taşındığı biliniyor. Günümüzde suların tekrar alçalmasıyla binaların bir kısmının tekrar görünür hale geldiği belirtiliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle