05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL HAKKINDA CUMA ekonomi PARİS’TEN YIL AĞIR HAPİS CEZASI İSTENEN FADIL AKGÜNDÜZ AİLE İÇİ GENEL KURUL DÜZENLEDİ Jetpa’ya ‘jet’ aklama gözetiminde yapıldığı belirtilen genel kurula çağrılanlarla ilgili şu bilgiler verildi: ‘‘Ortaklardan Jetpa International Marketing And Trading GMBH ve Jetpa International Marketing And Trading AG’ye 7 Haziran 2006 tarihinde davet mektubunun gönderildiği, Memet Fadıl Akgündüz, Birsen Akgündüz ve Zekiye Akgündüz’e ise davet mektubunun 13 Haziran 2006 tarihinde elden imza karşılığı teslim edildiği, tebliğ listesinden tespit edilmiştir.’’ Genel kurula çağrılan Almanya’da kurulu şirketlerin Akgündüz hakkında açılan ve halen süren davaların savcılık iddianamelerinde para transferinde adlarının geçmesi; imzaya yetkili isim olarak ise Fadıl Akgündüz’ün gösterilmesi dikkat çekici. Genel kurula katılan isimlerin toplantı için yeterli hisseye sahip olduklarına ise yine Ticaret Sicil Gazetesi’nde şöyle yer verildi: ‘‘Hazirun cetvelinin tetkikinden şirketin toplam 62.000.000,00 YTL’lik sermayesine tekabül eden 620.000 adet hissenin 31.000.000,00 YTL’lik sermayesine tekabül eden 310.000 adet hisseye sahip ortaklar tarafından temsil edildiğinin ve böylece gerek kanun ve gerekse anasözleşmede öngörülen toplantı nisabının mevcut olduğu tespit edilmiştir.’’ VE SIRASIYLA... Akgündüz ailesinden üç ismin katıldığı genel kurulda divan başkanlığına Fadıl Akgündüz, kâtipliğe Birsen Akgündüz, oy toplayıcılığına Zekiye Akgündüz seçildi. Daha sonra genel kurul zabıtlarının imzalanması için divan heyetine yetki verilmesine oybirliğiyle karar verildi. Jetpa’nın 19992005 yıllarına ait 6 yıllık faaliyet raporu ve denetçi raporu okundu. Şirketin 6 yılına ait bilanço ve gelir tablosu okundu ve oybirliğiyle tasdik edildi. 6 yıllık faaliyetlerinden ötürü yönetim kurulu üyeleri ve denetçi oybirliğiyle ibra edildi. Genel kurula katılan Akgündüzler 3 yıl süreyle yönetim kurulu üyeliklerine seçildi. Murakıp olarak ise genel kurulun yapıldığı adreste ikamet eden Ergün Sav 3 yıl süreyle görevlendirildi. Ticaret Sicil Gazetesi’nin 12 Temmuz 2006 tarihli, 6597 sayılı, 683. sayfasında yer alan genel kurul toplantısına aşağıdaki dört isim imza attı: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Komiseri: Ferit Öztürk. Divan Başkanı: Memet Fadıl Akgündüz. Oy Toplayıcı: Zekiye Akgündüz. Kâtip: Birsen Akgündüz. UĞUR HÜKÜM Çocuk Kitabında ‘‘Türk Göçü’’ C 9 B AYKUT KÜÇÜKKAYA ‘‘Nitelikli dolandırıcılık’’ suçlamasıyla hakkında 1235 yıl ağır hapis istenen Fadıl Akgündüz, İstanbul’da yaptığı genel kurulla Jetpa Holding Anonim Şirketi’ni akladı. Kamuoyunun gündemini yıllarca meşgul eden; holding mağdurlarının haklarını halen mahkeme salonlarında aradığı Jetpa Holding AŞ’nin 19992005 yıllarına ait 6 yılı bir gecede aklandı. Olağan genel kurula Fadıl Akgündüz’le birlikte Birsen Akgündüz ve Zekiye Akgündüz katıldı, altı yılın oylamasını ‘‘Akgündüz’’ ailesinin üyeleri yaptı. Siirt’teki seçimlerin iptaliyle milletvekilliği düşen Fadıl Akgündüz, ilk önce 11 Mayıs 2006’da Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nde ‘‘Şirketimizin genel kurul toplantıları yapılamadığından, şirketimiz organsız kalmıştır’’ sözleriyle şirketi için olağanüstü genel kurul daveti yaptı. Akgündüz bu daveti İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nden aldığı 2005/695 sayılı yetkiye dayandırdı. (Ticaret Sicil Gazetesi, 11 Mayıs 2006, Sayı: 6554, Sayfa: 230...) Akgündüz, 13 Haziran 2006 tarihinde yine Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nde şirketinin ‘‘1999, 2000, 2001, 2002, 2003, 2004 ve 2005’’ yıllarına ilişkin olağan genel kurul toplantısının tarihini 3 Temmuz 2006 olarak belirledi. Jetpa Holding AŞ, altı yılı kapsayan genel kurulu 3 Temmuz’da Bağcılar’da saat 17.00’de yaptı. 12 Temmuz 2006 tarihli Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Komiseri Ferit Öztürk Papakçı: İptal için dava açacağız Fadıl Akgündüz’ün genel kurulu gizlice yürüttüğünü iddia eden Alman Tübingen Barosu’na kayıtlı avukat Acun Papakçı, ‘‘Dolandırıcılık suçlaması ile yargılanan Fadıl Akgündüz’e genel kurul yapması izninin verilmesi bir yana, 2000 yılında Almanya’da iflas eden bir şirketin katılımı ile genel kurul toplanmasının mümkün olmadığı ortadadır’’ dedi. Papakçı, Akgündüz’ün aklanma çabalarının engellenmesi amacıyla mağdur olan müvekkilleri adına genel kurulun iptali talebiyle dava açılacağını bildirdi. Şirketi kendisine borçlandırdı Fadıl Akgündüz’ün, ‘‘Almanya’daki bazı Türk vatandaşlarını yüksek kâr payı vaadiyle kandırarak dolandırıcılık yaptığı’’ iddiasına ilişkin yargılanmasına ise halen Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediliyor. Mahkemeye en son ulaşan ‘‘bilirkişi raporu’’ da tutanağa yazıldı. Cumhuriyet’in ulaştığı rapora göre, Jetpa Holding AŞ’nin Akgündüz ile Sacit Duran aileleri tarafından kurulan bir şirket olduğu, şirketin tek imza yetkisinin Fadıl Akgündüz’de bulunduğu belirtildi. Şirketin kuruluşundan 4 gün sonra hiçbir ticari faaliyette bulunulmadan sermayesinin 620 kat arttırılarak 62 trilyon liraya yükseltildiği ifade edilen raporda, ‘‘Arttırılan sermayeye Akgündüz yine tek imza ile yetkili olmuş ve tek başına sahip olduğu Jetpa’ya International Marketing and Trading GmbH firması iştirak ederek ortak olmuştur’’ denildi. Bu şirketten 1998 ve 1999 yıllarında toplam 47 trilyon 493 milyar 127 milyon lira karşılığı dövizin Türkiye’ye geldiği belirtilen raporda, Jetpa Holding AŞ’nin, kurulduktan kısa bir süre sonra ödeme gücü olmamasına rağmen Akgündüz ve Duran’ın ortak oldukları ve Fadıl Akgündüz’ün tek başına yetkilisi olduğu 6 şirkete iştirakte bulunduğu ifade edildi. BİLİRKİŞİ RAPORU Raporda, şunlar kaydedildi: ‘‘Bu iştirak hisseleri Akgündüz ve Duran’dan satın alınarak Jetpa Holding AŞ, bu kişilere 36 trilyon 913 milyar 469 milyon borçlandırılmıştır. İştirak edilen bu şirketlerin piyasa değerlerine ilişkin hiçbir çalışma yapılmamış olup 36 trilyon 913 milyar 469 milyon tutarındaki hisse değeri, Akgündüz tarafından belirlenmiş tutarlardır. Yurtdışındaki Jetpa International Marketing and Trading GmbH firması sessiz ortaklarından topladığı paraları, ortak olduğu Jetpa Holding AŞ’ye sermaye taahhüdünü yerine getirmek için Türkiye’ye aktarmış, Jetpa Holding AŞ de bu paraları hisse alımından dolayı borçlu gözüktüğü Akgündüz ve Duran’a borçlarını ödemek üzere kullanmıştır.’’ 19 Temmuz’da yapılan son duruşmada Akgündüz’ün avukatı Recep Eryılmaz rapora karşı görüşlerini bildirmek için ek süre talep etti. uralarda okullar normal olarak 4 Eylül’de açılıyor. Bu ‘‘normal’’in kocaman bir istisnası var. 15 yıldır mevcut okulların dörtte biri öğrenim yılına 10 ila 14 gün arası erken başlıyor. Bu okulların büyük bir çoğunluğu tedrisatlarını haftada 4 eğitim günü biçiminde uyguluyorlar. Her durumda yaklaşık 13 milyon çocuk gelecek hafta son hazırlıklarını tamamlayıp, önümüzdeki Pazartesi ve Salı günlerinden itibaren 70 bine yakın resmi veya özel öğretim kurumuna ait sınıfları doldurmuş olacak. Öğrenci ve öğretmen sendikaları, veli örgütleri bir yandan, devlet, belediyeler ve diğer eğitimle ilgili kamu kuruluşları öte yandan, aralarında çoğu zaman görüş birliği sağlanmasa da, eğitimin kalitesini arttırmak amacıyla belirli bir iyi niyet ve gayretle sürekli mücadele ediyorlar. Son yıllarda bu çabalara ‘sosyal olgular ve günümüz toplumu’ hassasiyetli, resmi eğitim programına katkısı tartışma götürmez, ilginç ve çocuklar için albenisi bir hayli yüksek yardımcı kitaplar katıldı. Söz konusu eserler ‘‘Pazar Ayinine Nasıl Gidilir?’’ veya ‘‘Sabah Namazı Nasıl Kılınır?’’ kadar popüler (!) veya ‘‘Heidi’’ veya ‘‘Pinokyo’’ gibi çocuklar nasıl dindar (!) edilir gibi kaygılardan hareket etmiyor. ??? Çağdaş, sorumlu ve aydınlık bireyler yetiştirmeyi hedefleyen bu ‘‘albenisi’’ yüksek, ‘‘güzel’’ kitaplardan biri de Carole Saturno’nun yayına hazırladığı ‘‘Enfants d’ici, parents d’ailleurs / Buranın Çocukları, Ötelerin Ebeveynleri’’ başlıklı gerçekten enfes bir kitap. Fransa’nın en prestijli yayınevi Gallimard’ın ‘‘GençlikÇocuk’’ dizisinden basılan 30 x 24.5 cm boyutlu, birbirinden hoş desen ve fotoğraflarla bezendiği kadar pedagojik önemi övgüye değer bilgilerle donanmış eserin, maalesef bizi çok ama çok rahatsız eden bazı sayfalarına yakından bakmakta yarar var. Kitap, kısaltılmış ‘‘Göçün Belleği ve Tarihi’’ altbaşlığından da anlaşılabileceği üzere, önce Fransa’da kırsal alanlardan, daha sonra da çevre ülkeler veya eski sömürge ve diğer ülkelerden kentlere, endüstriyel merkezlere gelen göçmenlerin hikayesini, bu hareketliliğin nedenlerini, günümüzün sıkça kullanılan ‘‘entegrasyon/uyum’’, ‘‘iltica’’, ‘‘küreselleşme’’ gibi kavramları çocukların kavrayacağı bir dil ve üslupla anlatmağa çalışıyor. Öğretici yanı kadar aramızda yaşayan, özellikle ırkçılık, ayrımcılık ve aşırı milliyetçilik dincilik gibi yarının yetişkinlerini etkilemeye, zehirlemeye hazır ideolojik ve politik tuzakları da vurgulamayı hedefleyen çalışma 1850’lerde başlayan iç göçlerle açılıyor. Göç gruplarının Fransa’ya varışlarına göre yapılan kronolojik sıralamanın arasına serpiştirilen ‘‘Tarladan Şehre’’, ‘‘Sanayi Devrimi’’, ‘‘Fabrikadan Savaşa’’, ‘‘Yolculuk’’, ‘‘I. ve II. Dünya Savaşları’’, ‘‘Şantiyeden Krize’’, ‘‘Sömürgeciliğin Sonu’’, ‘‘Aileler ve Mülteciler’’, ‘‘Oturmak’’, ‘‘Hatırlamak’’, ‘‘Günümüzde Göç Küreselleşme’’, ‘‘Uyum’’ gibi bölümler çocukların ‘‘göç’’ olgusunu kavramasını kolaylaştırıyor. 15 hayali göçmen çocuğunun kimliği ve hikayesi etrafında tanıtılan et nik/milli grupların, nitelik/nicelik önemine göre tarihsel sıralamaları şöyle düzenlenmiş: ‘‘Yahudi, Rus, Ermeni, Polonya, İtalyan, İspanyol, Portekiz, Cezayir, Fas ve Tunus, Türk, Yugoslav, Afrikalılar ve Asyalılar’’... ??? 2005 kasım ayında yayınlanan kitabın ‘‘Türk göçü’’ konusunda içerdiği vahim hataları, önyargıları besleyen çarpık bilgileri ilk kez fark eden, bir kez daha Paris Elele derneği kurucu müdürü, Fransa Yüksek Uyum Kurulu ve kurulmakta olan Ulusal Göç Tarihi Müzesi Bilimsel ve Kültürel Komitesi üyesi Gaye Petek oluyor. Yayıncı ve yazarını, kitabı amacının dışına düşüren bu yanlışlar konusunda uyaran Petek’in altını çizdiği belli başlı hatalar şunlar: ‘‘Hayali olarak Almanya’dan göçmek etmek zorunda kaldığını farz ettiğimiz Türk ailesinin hikayesi bu göçün özgün ve tipik özelliklerini yansıtmaktan uzaktır... Hiçbir göç grubu için kullanılmayan küçümseyici tarzda yazılmış ‘İş olan her yerde yaşamaya ve her türlü işi yapmaya hazır göçmen grubu...’, tespiti doğru değildir. Zira Türk göçü de önce Fransa’nın talebi ve belirli büyük şirketlerin çağrı ve toplu kontratlarıyla başlamıştır... Çocuklara temel doğrular diye, son derece kolaycı ve hafif, mevcut önyargıları, yanlış klişeleri besleyici ‘Kürtlere yapılan kanlı baskılar ve bütün Kürtlerin bağımsızlık istediği’ gibi ifadelerle veya ‘Türk göçünü 1915 Ermeni Soykırımı ile’ başlatarak aktardığınız bilgiler acaba hangi ‘Birlikte uyum içinde yaşama’ fikrine hizmet edecektir?... Türkiye’nin cumhuriyetçi kazanımlarına, (diğer göç hikayelerinde yer verilen) sol ve ileri görüşlülerin maruz kaldığı baskı ve güçlüklere, onların Türkiye’den zorunlu göçlerine hiç değinmeden, bu toplumun laiklik konusundaki evrimine bakmadan, diğer Müslüman kökenli göçmen topluluklarda çok daha yaygın ve köklü olan ‘sıkmabaşlı’ ve İslami tarzlı yaşantıya rağmen, tek ‘başörtülü çocuklar’ fotoğrafını Türk göçüne ‘yakıştırmanızın’ nasıl bir açıklaması olabilir?’’ ??? Daha önce yalnızca Fransa’daki istasyon mahalleriyle ilgili bir turistik tanıtım kitabı hazırladığını bilebildiğimiz Carole Saturno, Gaye Petek’e verdiği yazılı cevapla, ‘‘Projesinin bir ilk olduğu, hatalar içerebileceği, bazı konularda yayıncısının isteği (!) doğrultusunda çalıştığı, yeni bir baskıda değiştirmeler olabileceği, ancak Türk göçüne ilişkin altı çizilen noktaların belki görüş ayrılıklarının kitabının bütününe gölge düşüremeyeceği’’ yollu kaçamak ifadelerle meydanın ne denli boş olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Çok iyi biliyoruz ki yukarıdaki bazı noktalar bugünkü ‘‘Türk’’ yetkilileri değil kızdırmak veya tepki göstertmek sevindirebilir dahi... Yazar, ayrıca Fransa’da doğduğu kabul edilen 1012 yaşlarında Nazım isimli bir Türk çocuğunun hayali hikayesinin başlığını da, diğer hiçbir göç öykünün içermediği bir katılıkla atmış: ‘‘Türk değilmişim gibime geliyordu...’’ [email protected] Türkiye anahtar rol üstlenecek Eğitim Servisi Enerji sorununu hidrojenle çözmeyi amaçlayan ‘‘Dünya Hidrojen Enerjisi Zirvesi’’nin, 2008’de İstanbul’da düzenlenmesi için girişimlere başlandı. Zirvede, iklim değişikliği başta olmak üzere çevre, enerji, işsizlik ve kalkınma sorunlarının kalıcı çözümü olarak hidrojen enerji sistemi görüşülecek. ANAHTAR BİR ROL BM Sınai Kalkınma Teşkilatı’na bağlı Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi (ICHET) ve Bahçeşehir Üniversitesi tarafından düzenlenen basın toplantısında, 2. Dünya Zirvesi’nin İstanbul’da yapılması durumunda, Türkiye’nin hidrojen enerjisinde uluslararası alanda anahtar bir rol üstleneceği ve aynı zamanda zirvenin ülkenin tanıtımına çok büyük katkı sağlayacağı vurgulandı. Dünya Hidrojen Enerjisi Konseyi ve Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi’nin Başkanı Prof. T. Nejat Veziroğlu, BM Sınai Kalkınma Teşkilatı Başkanı Kandeh K. Yumkella’a ile yapılan görüşmede, zirvenin New York ya da Viyana yerine İstanbul’da yapılmasını önerdiğini ve Başkan’ın da bu teklifi kabul ettiğini bildirdi. Veziroğlu, bunun üzerine bu ay başında Başbakanlık’a başvuruda bulunulduğunu ve zirve ile ilgili bütçe tasarısının sunulduğunu belirtti. Veziroğlu, ‘‘Türkiye bugünkü enerjisinin yüzde 75’ini petrol, doğalgaz ve kömür olarak ithal etmektedir. Halbuki Türkiye, kendi enerji kaynakları olan su, rüzgâr, jeotermal ve güneş enerjisini kullanarak ihtiyacı olan yakıtı, yani hidrojeni, üretebilir ve fazlasını da Avrupa’ya ihraç edip döviz kazanabilir. Bu şekilde 3040 yıl içinde Türkiye hidrojen üretimiyle enerji ihraç eden bir ülke haline gelecektir ve 30 milyar dolar tasarruf edecektir’’dedi. Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel de, Türkiye’nin kalkınma konsepti olarak Hidrojen Enerjisi’ni gündeme alması gerektiğini vurgulayarak ‘‘Bahçeşehir Üniversitesi olarak Türkiye’de özellikle hidrojen enerjisi alanında araştırma yapacak bilim adamlarını yetiştirmek üzere 20062007 öğretim yılında ‘enerji sistemleri mühendisliği’ bölümünü açıyoruz’’ diye konuştu. D ikili Demokrasi ve Barış Şenlikleri, 1980’li yılların ortalarında 12 Eylül karanlığını aydınlatan deniz feneri gibiydi. Belediye Başkanı Osman Özgüven’in öncülük ettiği ve kimi yıllar Midilli Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen şenlik, yalnız ülkemizin demokrasi savunucularını, hak ve özgürlük tutkunlarını, çevrecilerini ve barışseverlerini değil, başta Yunanistan olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinin de aynı görüşleri paylaşan kişi ve kuruluşlarını bir araya getiriyordu. Bundan 17 yıl önce yapılan şenliğe Yunanistan’ın SynaspismosSol Birlik partisinin Siyasi Sekreteri, Avrupa Barış ve İnsan Hakları Ağı Üyesi iktisatçı Panos Trigazis de katılmıştı. O toplantıda, Panos ile birlikte, Türkiye ve Yunanistan’ın karşılıklı olarak savunma harcamalarını azaltmalarını öneren bir çağrı yapmış ve binlerce imza toplamıştık. Geçen günlerde Panos’tan bir mektup aldım. Anafikri ‘‘daha çok silah daha fazla güvenlik anlamına gelmez’’ olan mektubunda Panos: “Türkiye ve Yunanistan olarak, herhangi bir alanda Avrupa’da bir başarı elde ettiğimizde ortaklaşa seviniyoruz. Ancak, iki ülke olarak, askeri harca ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Panos’tan Mektup nistan’ın silah harcamalarını karşılıklı olarak azaltması önemli bir gereksinimdir. Böyle bir süreç, Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler eliyle çözümünü de kolaylaştıracaktır... Günümüzde güvenlik çok yönlüdür. Ulusal güvenlik insan güvenliğinden ve insan haklarından ayrı düşünülemez... Geçmişte iki ülke arasında barışın sağlanmasında çok emek verenler oldu. bundan sonra da olmalı. Avrupa Birliği üyeliğini umuyoruz ki başarı ile tamamlayacak bir Türkiye ile Yunanistan ve Kıbrıs’ın oluşturacakları ‘barış üçgeni’ yalnız Doğu Akdeniz’de değil, Ortadoğu’da da barışa büyük katkı yapacaktır...” ??? Son yerel seçimlerde Osman Özgüven’in (SHP) yeniden belediye başkanı seçilmesiyle Dikili Demokrasi ve Barış Şenliği, bu kez Emek adının da eklenmesiyle, yeniden başladı. malarımız açısından ilk sıralarda yer almamızdan ve GSMH, toplam ulusal üretimin yüzdesi olarak, Avrupa ortalamasının iki katından fazla olmasından rahatsızlık duymuyoruz” diyor ve ekliyordu: “Türkiye ve Yunanistan yorucu bir silah yarışının kısırdöngüsünün tutsağı olmaya devam ediyor. Sağlık, eğitim, işsizlikle savaşım ve sürdürülebilir gelişme için kullanabilecekleri çok büyük parasal kaynakları kısıyor. Bu durum, yalnız ekonomik ve toplumsal değil, siyasal sonuçlar da doğuruyor. Saydamlıktan uzak lobi işleri ve ilişkiler ağı oluşturuyor; uyuşmazlıkların askeri ya da çatışma yoluyla çözümüne ve demokratik gelişmenin engellenmesine neden oluyor. İki ülkenin dış merkezlere, özellikle de her iki ülkenin silah satıcısı olan ABD’ye bağımlılığını arttırıyor... Bu durumdan uzaklaşmamız, farklı bir yol izlememiz, Türkiye ve Yuna Tarikatsiyaset iç içeliği bilinen Koza Altın Madeni İşletmeciliği’nin vurucu güçleri, şenliğin, SiyanürAltınÇevre açık oturumuna katılanlara acımasızca saldırdılar; onlarca çevre dostunu ve barışseveri yaraladılar. Barış ve çevre savunucularının yasal bir toplantısı zorbalar tarafından basıldı ve çoğu kez olduğu gibi, hak ve özgürlükleri korumakla görevli olan güvenlik güçleri yine yetersiz kaldı. Şenlik kapsamında düzenlenen, CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü’nün başkanlık ettiği bir açıkoturumda, Panos ile birlikte ‘‘Ege’nin İki Yakasında Barış Umutları’’ konusunu tartıştık. Terörün ve ona bağlı savaşların körüklediği ateş ve kan ortamında, barış özleminin, geniş toplumsal katılımlarla çok daha güçlü bir biçimde seslendirilmesi, bunun yalnız 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle değil, sürekli canlı tutulması, gerçekten büyük bir önem taşıyor. Unutulmamalıdır ki, savaş çığırtkanlarının, silah satıcılarının çıkarına hizmet edenlerin ve çevre düşmanlarının yıkıcı tutumları sonucu değiştirmeyecek, ‘‘barışın aydınlığı’’ sonunda mutlaka kazanacaktır. yakupkepenek06@hotmail. com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle