04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 FRANSIZ BASINININ TÜRKIYE’NİN BRIGITTE BARDOT’U DİYE TANIMLADIĞI OKAY’LA KONUŞTUK: C söyleşi SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ EYLÜL CUMA Âdem’in çilesini çekiyoruz! SERRA SÖNMEZ Her şey Saklambaç dergisinin sinema güzeli yarışmasıyla başladı. 15 yaşındaydı. Şan, şöhret, para derken sinemadaki beşinci yılında sektör çöktü ve Arzu Okay bir daha kurtulamayacağı bir namın içinde buldu kendini: Seks yıldızı. Sonra köprünün altından çok sular aktı, Okay ticarete atıldı, ülke değiştirdi, Fransa’ya yerleşti, ama namı kaldı… Bu yüzden öfkeli… Kendisini savunmuyor, savunulacak bir şey de görmüyor, tokadını iki yüzlü sektöre ve izleyiciye vuruyor: Ben bu rollerde yalnız mıydım? Fransız basınının Türkiye’nin Brigitte Bardot’u diye tanımladığı Okay’la konuştuk: bu filmler. Bizler de para kazanmak için yaptık. Çünkü kimse kimsenin faturasını ödemez. Sanat yaptık, sanat aşkına soyunduk demeyeceğim. Sinemayı daha furya sürerken bıraktınız, neden? Yıpranıyordum. Benim bedenim üzerinden başkaları, benden çok para kazanıyordu. Sonraları en çok neden rahatsızlık duydunuz? Ataerkil düzenden tabii ki... Bu filmlerde tek başıma oynamadım, yetişkin herkesin akıl edebileceği bir durum... Öyleyse neden Arzu Okay seks filmleri yıldızı diye anılıyor da, partnerim Ahmet adlı oyuncunun sıfatı değişmiyor? Üstelik hepimiz para sıkıntısı çektiğimiz için oynadık! Sinema dünyasına seks filmleriyle girmiş ve başka iş yapmadan çıkmış olsam anlarım. Rahatsızlık veren bu adaletsiz yaklaşım, gocunma duygusu değil. Bu dönemin sonuçları sizce nasıl özetlenebilir? Sağsol çalkantıları ardından, seks filmleri furyası çözüm müydü, amacına ulaştı mı, doğru muydu, tartışılır. Ama bir bakıma gençler de cinsellik konusunda bilinç sahibi oldular. Artık aynı baskı yok! Bizler, bu sektörden, hayatımızı sürdürecek kadar para kazandık. Prodüktörler de bizim üzerimizden... En çok zarar gören ise kadın oyuncular oldu. Kimileri evlendi gitti, kimileri hayata gözlerini yumdu, sefalet içinde, doktor parası bulamadan... Herkes benim kadar şanslı değildi! Oysa, o günün erkek yıldızlarına kavuklar verildi, elleri öpüldü, hepsi üstat oldu! Nelerin değişmesini isterdiniz? Ne yazık ki Türkiye’de her şeyin bedeli çok ağır! Farklılığı sıfır hoşgörüyle yok etmek çok acımasız. Salt "seks filmi yıldızı" diye anılmak hiç adil değil. Bundan ötürü benim ve diğer arkadaşlarımın itibarlarının iade edilmesini istiyorum. Bakın, Brigitte Bardot soyundu, ama Fransızların gözünde asla seks filmi yıldızı olmadı. Arzu Okay soyunduğunda seks filmi oyuncusu oldu. Bir atasözü, "Bir insan hakkında karar vermeden önce onun makosenleriyle üç dolunay geçirmek lazım” der... İstiyorum ki toplumumuz bireylere şans tanısın ve artık beyinlerdeki "örtüler" kalksın! Çıplaklığı nasıl tanımlarsınız? Göğüs ile omuz arasında hiçbir fark görmüyorum. Âdem elmayı yemese, örtünmeyecektik... Halbuki dünyaya çıplak geliyor, çıplak gidiyoruz, ama Âdem’in çilesini çekiyoruz. Mühim olan, söylediğim gibi beyinlerdeki örtülerin kalkması. Elbette seks filmlerinizle değil de, diğer filmlerinizde sizi televizyonlarda izleyebiliyoruz… Evet, her gün onlarca filmimiz ekranlarda oynuyor. Bir dernek kurulsa, telif haklarımız buraya gitse ve bu gelir, hastane, okul, oyunculuk kursu gibi bir takım kurumlara aktarılsa… İki ülkedesiniz, dostlarınız da iki ülkeden. Bu sizi zenginleştiriyor mu? Bazen üçbeş ay sesini duymazsın. An gelir telefon çalar, kapı çalar, en ihtiyaç duyduğunda, habersiz hisseder seni. Fransız, Türk ya da Afrikalı... Çok evrensel bir kavram. Yaşı yok, ırkı yok, dini yok. Arzu Okay ne okur, ne dinler? Güncel kitapları takip ediyorum. Ama sıkı bir Nâzım Hikmet hayranıyım. Bir de kendi yazdığım şiirlerim var, onları dostlarımla paylaşıyorum. Müzik deyince Fazıl Say öncelikli, ama her tür müziği dinlerim. Eğlence ve tatil? Akşamları evde ya da dışarıda birkaç kadeh... İş ya da arkadaş ziyareti için bazen Türkiye’ye gidiyorum. Yazın Nice ya da St. Tropez, kışın kayak, ama Normandiya’nın yeri ayrı, yazkış en çok orada dinleniyorum. Gerçekleştirmek istediğiniz hedefiniz kaldı mı? Artık fazla bir idealim kalmadı. Halen yaşadığım Paris en büyük hayalimdi. Sinemada almadığım ödüle ticarette layık görüldüm. Kızımı en iyi şekilde yetiştirdiğime inanıyorum. Maddi açıdan sorunum yok. Şimdi tek düşündüğüm Afrika... Ömrümün kalanını orada geçirmek istiyorum. Zevzek Hayat Anlamsız Ölüm hızlısıyla çıkarılır. Peki nasıl çıkarılır? Önce ruhsatlar alınır, sonra insanlar evlerinden kovulur, ormanlar kesilir, değerli su kaynakları bol bol kullanılır, toprakta kazılan kocaman çukurlarda, büyük siyanürlü çamur gölleri oluşur. 78 yıl sonra iş biter ve geride ölü topraklar kalır. Siyanürlü çamur nehirlere bulaşır. Ölüm toprakta yaşamaya ve sağa sola sızmaya devam eder. 1995’te İngiliz Guyanası’nda böyle oldu. 2000 yılı şubat ayında Romanya’da Baia Mare’de böyle oldu. Zehir Tuna Nehri’ne karıştı. Amerika’da Yellowstone altın ocağını, zamanın ABD Başkanı Clinton, ‘‘Amerikan teknolojisi, ocağın çevreye vereceği zararı önleme garantisi vermediği için’’ kapattı. Altın ocakları hangi yüksek teknolojiyle çalışırsa çalışsın, geride ölüm bırakıyor. Deprem ya da bir başka yıkıcı güç, örneğin bombalar, insanların ve çevrenin ocaklardan yayılacak ölümünü garantiliyor. Peki, bütün bu gerçeklere karşın siyanürle altın çıkarmak için canla başla debelenen, çevrecilerin toplantılarını basan şirketlere ne denebilir? Danıştay, anayasanın ‘‘...Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir’’ diyen 17. maddesine, ‘‘Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir’’ diyen 56. maddesine dayanarak, siyanürle altın çıkarılmasını yasakladı. Bu kararın sağından solundan dolanarak siyanürcü şirketlere yol açan hükümetlere ne diyeceğiz? Onlara ne diyebiliriz ki! Onların insan ve çevre sağlığı ile ilgili herhangi bir kaygısı var mı? Onlar, her türlü karşı çıkışa, örneğin Cumhurbaşkanı’nın itirazlarına aldırmadan, çatışmaların ortasına, belanın merkezine asker yollamak için şu sıralarda canla başla çalışmıyorlar mı? Onlar her şeyi, herkesten daha iyi bilirler! Bilmedikleri insandır. [email protected] ltın! Sarı, pırıl pırıl, halis al‘‘A tın! Yok tanrılar... Şu kadarı yeter çevirmeye karayı aka; eğriyi doğruya, kötüyü iyiye; soysuzu soyluya; kocamışı gence; yüreksizi yiğide..’’ Shakespeare, ‘‘Atinalı Timon’’da altını, ‘‘insanı baştan çıkaranı’’ böyle tarif eder ve bu,‘‘hırsıza unvan, nişan, şan veren sarı köle’’ye şöyle bağırır: ‘‘Çekil karşımdan, kahrolası çamur, ulusları birbirine düşüren, insanlığın orta malı orospu.’’ Altın budur. Sermaye düzenini anlatmak istiyorsanız işe onunla başlamanızda yarar vardır. Çünkü işin özü, ‘‘insanlığın yabancılaşmış yeteneği’’ odur. Onu elde edebilmek için insanın insanlığından, kendi özünden uzaklaşmasından daha doğal ve çirkin başka bir şey düşünülemez. Altın zevzek bir hayat, anlamsız bir ölümdür. Sistemin simgesidir o! ??? Tuhaf bir elementtir altın. Altın madeninden söz ederiz ya, gerçekte o bir maden değildir. Atom numarası 79 olan, kimya derslerinden anımsayacağınız ‘‘periyodik cetvel’’de, ‘‘Au’’ simgesiyle işaretlenen yumuşak, parlak sarı renkte metalik bir elementtir. Kadının süsü, erkeğin öfkesi, devletlerin zenginliğidir. Hemen her yerde ama çok az miktarda bulunur. Bu nedenle de altın endüstrisinde, ‘‘Parts per Million’’ (ppm), yani ‘‘milyonda bir’’ ölçüsü kullanılır. ‘‘Ne işe yarar?’’ diyeceksiniz. Elektrik iletkenliği yüksektir; bu nedenle elektrik ve elektronikte, kızılötesi ışığı yansıtma özelliğiyle de astronotların, kozmonotların elbiselerinde kullanılır. Ama o asıl olarak süslü bir yatırımdır. Hayır, o asıl olarak merkez bankası kasalarının süsüdür. Çıkarılan altınların yarıdan fazlası devletlerin depolarında, devletlerin ‘‘zenginliği’’ olarak yalnızca saklanır. ??? Bu, doğanın her köşesinde bulunan elementi çıkarmak için işçiler, büyük bir tehlike altında ter dökerler. Altının bulunduğu yerlerde, çevrede ölüm kol gezer. Çünkü altın siyanürle, ölümün en rzu Okay denilince akla bebek yüzlü seks yıldızı geliyor, daha çok… Silinmeyen bir nam bu. Okay’ın itirazı kadın oyuncuların dışlanıp, erkek oyunculara itibarlarının iadesi. Üstelik ona göre dönemin seks filmleri iç acıtacak kadar hüzünlü. Herkesin kendisi kadar şanslı olmadığının farkında, kadın oyuncular için itibarlarının iadesini istiyor… A Arzu Okay kim? İstanbul’da, 1955 yılında doğdum. Lise yıllarında, 15 yaşımda, geçim sıkıntısına çareler ararken, Saklambaç Dergisi Sinema Güzeli Yarışması’nda birinci oldum. Bu sayede Yeşilçam ile tanışıp, 70’den fazla filmde oynadım, köy filmleri, kovboy filmleri. 1975’te seks filmleri dönemi başladı, orada da 24 filmde rol aldım. 1979’da da bıraktım. Ticarete atıldım. Paris hayallerimin şehriydi, 86’da gelip yerleştim. Bir yıl sonra kızım Eda’yı doğurdum. Ticarette büyük işler yaptım, ihracat rekortmenliğine kadar yükseldim, birçok ödül aldım. Kendi filmlerinizi, seks filmleri dahil, izlediğinizde nasıl buluyorsunuz? Çok acıklı şeylerdi onlar, seks filmi bile değildi aslında. Hatta dramatikti, iç acıtan, evet, belki kötü filmlerdi, ama hüzünlüydü. Yeni kuşak filmlerin yanında bizim filmler çok "namuslu" kalıyor. İlkler her zaman zordur, fazla eleştirilir. Elimizde müthiş platolar, inanılmaz sermayeler yoktu. O zamanın şartlarını göz ardı ederek filmlerimize ağır eleştiri getirmek Türk sinema tarihine haksızlık olur. Neden sizce Yeşilçam yüzünü seks filmlerine çevirdi, sizin "hayır" deme şansınız var mıydı? O dönemde sinema oyuncuları müthiş bir işsizlik içindeydik. Artık sosyal mesajlı filmler yapılmıyordu, inanılmaz bir baskı vardı. Darbelerden çıkmış bir ülke, gençler ölmüş, kan dökülmüş... Bir afyon lazımdı! Prodüktörler, çareyi düşük maliyetli seks filmlerinde buldular. Çünkü cinsellik bugünden daha büyük bir tabuydu. Flört etmek mi? Hayır, evleneceksin! Tüm bunların patlaması sonucu ortaya çıktı SÜMEROLOG ÇIĞ YARGI KARŞISINDA ‘Tarih’e dava açtılar HİLAL KÖSE Dünyaca ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, ‘‘Vatandaşlık Tepkilerim’’ adlı kitabında türbanı eleştirdiği için ‘‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama’’ suçlarından yargılanıyor. Sümer tabletlerinden çözdüğü bilgiler nedeniyle mahkemelik olan 93 yaşındaki Çığ, dinci istismarın çoğalmasıyla namus cinayetlerinin de arttığına dikkat çekiyor. Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı, İstanbul Üniversitesi’nin fahri doktorluk unvanı verdiği Çığ ile Analiz Yayıncılık’ın Sorumlu Müdürü İsmet Öğütücü’nün TCY’nin 216/2 ve 218. maddeleri gereğince 9 aydan 1.5 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını talep ediyor. Türban geleneğinin Sümerler’deki uygulanışını anlatmasında suç unsuru olduğu ileri sürülen Çığ, hakkında böyle bir dava açılmasına şaşırdığını ifade ediyor. Kitaptaki mektupları daha önce yazdığını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken Recep Tayyip Erdoğan’a gönderdiğini, diğerinin ise 1997 yılında Bilim ve Ütopya dergisinde yayımlandığını belirten Çığ, şikâyetçi için ‘‘Bu insanlara acıyorum. Onları maalesef biz yetiştirdik. Kafalarını hurafelerle doldurduk. Bir kabahatleri yok’’ diyor. Birçok gencin Kuran kurslarında, imam hatip okullarında kontrol edilmediklerini; aydınların, siyasetçilerin, ‘‘Bu çocuklar ne yapıyor’’ demediklerini dile getiriyor. İstanbul’un varoşlarına yerleşen çaresiz ailelere tarikatların el koyduğunu dile getiren Çığ, ‘‘Bunun sorumlusu ise bizim aydınlar. Demokrasi adına tarikatlar bile savunuldu’’ diye konuşuyor. Liselerde, üniversitelerde fakir ve çalışkan kızların parayla tarikatlara bağlandıklarını anlatan Çığ, ailelerin de bu duruma ekonomik rahatlama adına göz yumduklarını söylüyor. Başkalarının zoruyla başlarını bağlayan genç kızların, dar etekler, yüksek topuklu ayakkabılarla süslenerek aslında bir çelişkiyi yaşadıklarını dile getiriyor. Çığ, ‘‘Bu din, iman değil. Bu hiçbir şey. İman insanın üstünde başında değil vicdanındadır. İnsan evvela dürüst olacak” diyor. TÜRBAN DEĞİL BOHÇA Kitabında Sümerler’de 5 bin yıl önceki mabet fahişeliğinin geri gelip gelmediğini sorgulayan Çığ, tanrı görevi olarak mabetlerde seks işçiliği yapan kadınların diğerlerinden ayrılmaları için başlarını örttüklerini anlatıyor. İslamda ise Peygamberin eşleri ve kızlarının fark edilmesi adına ortaya çıktığını dile getiren Çığ, ‘‘Türban değil bohça diyorum. Şimdi moda oldu, rahibeler gibi bant da geçiriyorlar kafalarına. Başı bohçalı, imam nikâhı ile seks yapıyorlar’’ diyor. Günümüzde imam nikâhının, yasalara karşı gelmek, kadın ve çocuk haklarını çiğnemek ve Allah’ı kandırmak anlamına geldiğini söyleyen Çığ, şöyle devam ediyor: ‘‘Sümerler 4 bin yıl önce bir yığın tanrıları varken mahkemede evleniyorlardı. Belgesi olmayan evlilikler kabul edilmiyordu. Allah’ı sokağa indirdiler. Benim inandığım Allah adına iş yapmaya, onun avukatlığını yapmaya hakları var mı?’’ Mete İnselen’le birlikte. T ürkiye’de büyük düşünmenin adı ne sizce? Fazla kafa yormayın, ‘‘vizyoner’’ gazeteci yazarlarımızdan bir kısmı bu adı koymuş durumdalar: Lübnan’a asker göndermek! Bunlardan biri, asker göndermeye karşı çıkanları ‘‘vizyonsuzluk’’la bile suçlayabiliyor! Orada bir dünya sorunu varken, siz küçük hesaplar içinde kalırsanız, global davranmamış ve büyük düşünmemiş olursunuz, diyor... Bir diğer, her zaman yükselen küresel güçlerin eteklerine tutunan, Pentagon’un savaşçı yazarına göre, hatta asker gönderirsek ‘‘süper lig’’e çıkarız, göndermezsek ikinci ligde oynarız... Irak savaşına da girmemizi isteyenler, şimdi içlerinden ‘‘İyi ki Meclis reddetti’’ diyorlardır.. Fakat güncel politik çıkarlar, iktidar ve ABD yanlılığı ve düşünce bağımlılığı, onlara yine ‘‘Haydi savaşa!’’ dedirtiyor! İnsanın biraz yüzü kızarmaz mı? Kızarmaz, çünkü bu konu ülkemiz ‘‘aydın’’ının bağımsız ve özgür düşünce üretkenliğiyle ilgili temel bir sorunu! Eh, Bangladeş de vizyoner davranıp asker göndereceğine göre, artık Müslüman bir kardeşimizi süper ligde at oynatırken göreceğiz ve sevineceğiz demektir! Onlar, bunu bir teselli olarak kabul etmezler?! CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Büyük Düşünmenin Adı matikman çözülecektir! Peki almazlarsa? Almaları için her şeyi yap!’’ Vizyoner bir bakışımız: ‘‘ABD’nin eteklerine yapış! Onunla uygun askeri adımlar at! Yoksa IMF, Dünya Bankası ipleri gerer, kriz yaratır, biz de ayvayı yeriz...’’ Bizim liberal aydınımız bir konuda müthiş üretkendir: Mandacılık reçetelerini tarihsel bohçasından çıkartır, köşesine taşır! Genç Cumhuriyet tarihimizden öğreneceği bir şey yoktur! Ama tarihimizde, Türkiye’yi bir yere getirememiş, sürekli geriletmiş ne kadar olumsuzluk varsa, düşünce olarak sürekli oralardan beslenir! ??? ‘‘Büyük vizyonerler’’, hiçbir ‘‘büyük’’ ülkenin veya kulüp üyeliğinin, ülkemiz temel sorunlarını çözemeyeceğini, 50 yıllık tarihsel geçmişimizde göremiyor! Mesela, bazı bilimsel ve teknolojik önceliklere ağırlık versek, Türkiye ??? Yazının konusu, Lübnan savaşına katılıp katılmamak değil! Bu konuda yeni bir şey söylenecek nokta yok gibi! Artık sadece taraflar var! Bir yanda AKP ve yandaşı basın ve kalemşorları ile ABD yanlıları, öte yanda ise milletin büyük çoğunluğu! Üzerinde durulması gereken, ‘‘büyük düşünmenin adı’’! Liberal aydınlarımızın, ‘‘büyük düşünmek’’ ile, kayıtsız şartsız ABD yanlılığını ve savaşa bir şekilde taraf olmayı özdeşleştirmiş olmaları... Bir de kayıtsız şartsız AB’ciliği! Peki, bunlar ‘‘düşünce üretimi’’ mi? Bunlar, sadece, hem de her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’nin ekonomi, demokrasi, kalkınma gibi temel sorunlarını başkalarına havale etme tutumu! ‘‘Kalkınma, demokrasi, insan hakları mı? Vizyonumuz AB olursa bunlar oto ekonomisi ileridekilere yetişebilir mi? Ekonomik kalkınma, dolayısıyla refah ve demokrasi, acaba ‘‘kaynak’’ sorunu mu, yoksa ‘‘beyin’’ sorunu mu? Çin, Brezilya, Uzakdoğu ülkeleri ekonomilerini nasıl bu derece tepelere tırmandırıyor? Çin’in gelecek onyıllarda ABD’yi bile mezara gömme teorilerinin dayanakları neler? Türkiye kendi güçlerini nasıl harekete geçirebilir? AB, ekonomisini neden tırmandıramıyor? ??? Köşebaşlarını tutan ve düşünce büyüklüklerini ve vizyonerliklerini ancak Lübnan’a asker göndermekle örtüştüren kamuoyu oluşturucuların, AKP ve benzeri iktidarların, mutlak AB’ciler ve sürekli ABD yanlılarının elinde, Türkiye, bağımlı, ekonomik sorunları yüzünden özgür hareket edemeyen küçük ülke olarak kalacaktır! Çağımızda büyüklük ve küçüklük, ne yazık ki, ordunun gücü, nüfus veya pazar büyüklüğü gibi ‘‘ikincilüçüncül’’ kavramlarla ifade edilmiyor! Beyin gücü ve üretkenliği ile, bu alanda özkaynaklarınızı ekonomiye katabilmenizle; yenilikçi, teknoloji ve bilime dayalı bir ekonomik, siyasal ve toplumsal yapı oluşturmanızla.. ilgili, Büyük Ülke kavramı... Ne yazık ki böyle!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle