23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR ÖZAKMAN OSMANLI’YA ÖZLEM DUYANLAR OLDUĞUNU SÖYLEDİ: Milli Mücadele bilinmiyor Anıtkabir Müzesi’nde Kurtuluş Savaşı’nı anlatan tablolar. Demokrasi Uzlaşmaz! C 5 20. yüzyılın başında emperyalizme karşı ulus olmanın bilinciyle topyekun bir mücadeleye girişen Türk halkı, kazandığı zaferle geleceğini garanti altına alacak adımların ilkini atmış oluyordu. ESRA YAZDIÇ ANKARA ‘‘Şu Çılgın Türkler’’ kitabının yazarı Turgut Özakman, Milli Mücadele’nin gençlere yeterince anlatılmadığına işaret ederek son dönem liderlerini eleştirdi. Özakman, liderlerin ‘‘Milli Mücadele hakkında ciddi ve yeterli bilgiye sahip olmadıklarını ve derin bir bilgisizlik kursundan geçmiş gibi davrandıklarına’’ dikkat çekerek ‘‘Ordunun Atatürk çizgisinin dışında bir güç olacağını zannedenler avuçlarını yalar. Bu, milli bir ordu. Bu bir imparatorluk ya da parti ordusu değil’’ dedi. Yazar Turgut Özakman, Milli Mücadele ve son dönemde yaşanan gelişmelere ilişkin Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Kitabınızda, Milli Mücadele gençlere yeterince anlatılmıyor demiştiniz, ama günümüz liderlerine baktığımızda bu sorunun gençlerle sınırlı kalmadığı anlaşılıyor... TURGUT ÖZAKMAN Son dönemdeki liderler de Milli Mücadele’nin kendilerine iyi anlatılmadığı kuşaklardan. Bu nedenle onların da Milli Mücadele ile ilgili ciddi ve ayrıntılı bir bilgisi olmadığı hatta derin ve özel bir bilgisizlik kursundan geçmiş oldukları, söylediklerinden ve yaptıklarından anlaşılıyor. Birtakım siyasilerin açıklamalarını okuduğum zaman şaşkınlık içerisinde kalıyorum, zannediyorum ki bunlar benim dönemimde ilkokul öğrencisi olsaydı, sınıfta kalırlardı. Ne yazık ki bu oran da gün geçtikçe artıyor. TÜRK MUCİZESI: BAĞIMSIZLIK, MİLLİLİK VE ÇAğĞDAŞLIK Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının oluşturduğu laiklik ve cumhuriyetçilik felsefesi ile kuruldu. Bugün yaşananları göz önüne alırsak bu felsefeden uzaklaşılmaya başlandığını söyleyebilir miyiz? ÖZAKMAN Türkiye 1950’den bu yana Atatürk çizgisinin adım adım dışına kaymaya başladı. 1970’ten sonraki kuşakların ve liderlerin Milli Mücadele’yi özüyle kavrayamadığını, açıklamalarından anlamak çok da zor olmuyor. İki yıldır Anadolu’yu geziyor, gençlerle öğretmenlerle konuşuyorum, ülkeye dair yaklaşımlarda hava değişimleri se ziyorum. Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu, emperyalizmin nasıl yenildiğini, bu zaferin arkasındaki büyük liderleri de çok iyi anlatmak ve tanımak gerekiyor. Çünkü bugünü iyi anlatmazsanız yarını gençlerin kestirmeleri mümkün olmaz. Atatürk tek başına bu ülkeyi bir yere taşımış dersek doğruyu anlatmış olmayız. Atatürk milletin, aydınların içindeki, zihnindeki, yüreğindeki duygu ve düşünceleri çok iyi temsil etti. Emperyalizmin pençesinden kurtulmak için Milli Mücadele’nin ışığı altında, o mücadeleden alınan derslerin ışığından yararlanarak bir kurtuluş reçetesi düzenlendi. Türk mucizesi dediğimiz şey kısaca; bağımsızlık, millilik ve çağdaşlık kelimeleriyle anlatılabilir. ‘ESKİYE ÖZLEMLE İLERLENMEZ’ Zaman zaman orduya yönelik eleştiriler yapılıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz? ÖZAKMAN Ordunun Atatürk çizgisinin dışında bir güç olacağını zannedenler avuçlarını yalarlar. Orduyu kendi iktidarları, kendi felsefeleri için kullanmak isteyenler çok büyük yanılgıya düşer. Bu, milli bir ordudur. Bu bir imparatorluk ya da parti ordusu değil, halkın, Cumhuriyetin ordusudur. Bir kere Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini bilenler, aradaki derin farkı da çok rahat görebilirler. Biz tarihin özüne karşı bir yakınlık duymadığımız ve öğrenme çabası göstermediğimiz için yanlış değerlendirmeler yaparak yanlış politik yollar izliyoruz. Tarihin ırmağını tersine akıtmaya kimsenin gücü yetmez. Siz tarihle inatlaşmaya kalkarsanız başınızı duvara çarparsınız. Eskiye duyulan özlem ile ileriye gitmenin mümkün olduğu görülmemiştir... UZLAŞMAKTESLİM OLMAK... Aramızda Osmanlı’ya özlem çekenler var. Onlar genel olarak siyasi düşünceleri doğrultusunda Osmanlı’nin zihin yapısını yenide harekete geçirmeye çalışıyor olabilirler, Ancak Osmanlı’dan Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nin ya da Büyük Taarruz gibi önemli başarı ve zaferlerin göz önüne alınmaması şaşırtıcı. Düşünün Atatürk’ün 15 yıllık liderlik döneminin sonunda, Avrupa Lozan’ı imzalamak zorunda kaldı. Bunun içinde Türkiye’yi hiçbir zaman affetmedi. Sırf bu nedenden dolayı 1933 yılına kadar Türkiye’ye ekonomik destekte bulunmadı. Kredi söz konusu olduğunda faiz değil, imtiyaz tartışması yaptı. Yani üstü kapalı yeniden kapitülasyon istemeye getirdi. Hep kendi yağımızla kavrulmayı seçtik Milli Mücadele Dönemi’nde. Oysa Türkiye son 50 yıldır ‘‘borçla kalkınılabilir türküsü’’nü dinleye dinleye yoluna devam ediyor. Dünyada borçla, imtiyazla kalkınmış hangi ülkeyi gösterebilisiniz ki? Uzlaşmak ve teslim olmak arasındaki ayrıma eskiden olduğu gibi net yaklaşılmıyor. imdi yukardaki ‘‘Demokrasi Uzlaşmaz!’’ başlığını gören bazı okurların irkildiğini, ‘‘Demokrasi bir uzlaşma rejimi değil midir, ne demek ‘Demokrasi uzlaşmaz’’’ diye düşündüğünü sanıyorum. Cumhuriyet Gazetesi’ne saldıranların, onun savunduğu demokratik ve laik, sosyal hukuk devleti ilkelerine karşı çıkanların ellerini ovuşturduğunu, ‘‘Tamam işte baklayı ağızlarından çıkardılar, bunlar demokrat değil, uzlaşmacılığa karşılar’’ diye sevindiklerini görür gibi oluyorum. Oysa ne irkilenler haklı ne de sevinenler. Çünkü demokrasinin bizzat kendisi bir uzlaşma rejimidir; bundan ödün verdiğiniz yani sırf uzlaşmacı görüneyim diye totaliter anlayışlarla ‘‘uzlaşmaya’’ gittiğiniz zaman, uzlaşmacılıktan uzaklaşmış olursunuz: Tarih boyunca insanlık bu hatayı çok ağır ödemiştir; Hitler’i veya sandık yoluyla kendini ömür boyu lider seçtirenleri anımsayalım. ??? Türkiye’de özellikle 1980 askeri darbesinden sonra müthiş bir kavram karmaşası yaratıldı. 12 Eylül 1980 darbecilerinin, her türlü baskıcı uygulamayı (ve hatta Atatürk’ün mirasını bile yozlaştırmalarını) ‘‘Atatürkçülük’’ adına yaptıklarını öne sürmeleri, geniş halk kitlelerinin zihinlerinde Atatürk ve Atatürkçülük hakkında kuşkular doğurdu. Buna ilave olarak, demokrasinin baş düşmanı olan dinci ve milliyetçibölücü eylemlerin, bunların taraftarlarınca yine temel hak ve özgürlükler yani demokrasi adına savunulması, akılları büsbütün karıştırdı. 1) Önce Atatürkçülüğün, Aydınlanma ve bilim yolu olduğu, bu yolun Türkiye’nin bugünkü demokratik ve laik, sosyal hukuk devleti kimliğine ışık tuttuğu unutuldu. 2) Sonra daha da vahim olarak, demokratik hak ve özgürlüklerin, bu hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak için kullanılamayacağı ilkesi göz ardı edildi. Ş ??? Türban (başörtüsü değil) takmanın kamusal alanda da egemen olmasının hak olarak savunulması, şeriatçı uygulamaların demokrasi adına desteklenmesi, etnik milliyetçibölücü eylemlerin temel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilmesi hep bu iki temel yanlışın üzerine kurgulandı. Şimdi üçüncü bir temel yanlış, bazı köşe yazarları tarafından, güya bir önerme biçiminde, topluma dayatılıyor: ‘‘Demokratik ve laik Cumhuriyetçiler ile dinci Şeriatçılar uzlaşsınlar’’ deniliyor. Kısaca ‘‘Cumhuriyetçiler ile Şeriatçılar uzlaşsınlar’’ biçiminde ifade edilen bu yanlış önerme, doğrudan doğruya demokrasinin altını oymaya yönelik. Çünkü demokrasi zaten temel hak ve özgürlükler çerçevesinde bir uzlaşmayı temsil eder: Herkes birbirinin temel hak ve özgürlüğüne saygı duyacak, kimse kimsenin temel hak ve özgürlüğüne saldırmayacak, uzlaşma bu temel üzerinde ‘‘demokratik kurallar’’ çerçevesinde sağlanacaktır. Demokratik kuralların en başta geleni de inançların kamu alanı dışında tutulması, bu demokratik kuralların uygulayıcısı olan devletin, her türlü inanca eşit uzaklıkta davranmasıdır. Uzlaşma ancak bu temel üzerinde sağlanır ki, bunun adı da laikliktir. İşte şimdi topluma dayatılmak istenen yanlış önerme, bu uzlaşmadan, yine güya uzlaşma adı altında ödün verilmesidir. Unutulmaktadır ki, ‘‘uzlaşma ilkesinden’’, ‘‘uzlaşma yoluyla’’ ödün verildiğinde ‘‘uzlaşma ilkesi’’ diye bir şey kalmayacak, dengeler totaliter inanç yanlılarının lehine bozulacak, demokrasi, diktatörlüklerin en acımasızı olan çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşecektir. İşte bu nedenle Demokrasi, temel hak ve özgürlükler sisteminden ve bu sisteme dayalı olan uzlaşma ilkesinden ödün veremez, hiçbir totaliter anlayış ile uzlaşamaz! Dini siyasete alet etmek ihanettir Hâlâ laiklik ilkesini aşındırmaya yönelik uygulamalar olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? ÖZAKMAN Laiklik aslında dine karşı çok büyük bir saygıdır. Dine hak ettiği yeri vermek demektir. Güncel politikanın seviyesinden yukarı çıkarmak demektir. Onu çıkarlar uğruna kullanmamak demektir. Biz yalnız Milli Mücadele’yi değil, laikliği de halkımıza gerektiği gibi anlatmayı bilemedik. Laiklik hâlâ dine karşı bir hareket gibi algılanıyor. Biz bu kelimenin anlamını bilmek ve doğru anlamak zorundayız. Diğer türlü gidilen yol bizi Afganistan’a benzetir. Osmanlı da dindardı, ama akıllarını din ile bozmuş değildi. Müslümanlık hiçbir zaman uçlara dayanmaz. Sağlıklı bir akıl bunun ayrımına varır. Siz bu güzel dini siyasete, iktidara, ticarete, menfaata, dış politikaya doğru çeker, ona karıştırır, onun için kullanırsanız dine de ihanet etmiş olursunuz. Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike nedir? ÖZAKMAN Türkiye şu anda tüm tehlikeleri bir arada yaşıyor. Ama Türkiye’yi yönetenler onun büyüklüğünün ve kudretinin farkında değiller. Bütün bu tehlikeler çoktan örülerek gelip başımıza çorap niyetine geçirilirdi, ama henüz fragmanları oynuyorlar. Batı’nın içimizde pek çok ajanı var. Kafalardaki projeler ve Türkiye üzerine oynanan oyunlar o kadar açık ki. Avrupa Birliği sözcülerinin söylediklerini alt alta dizdiğinizde ortaya Sevr’den daha ileri bir hazırlık ve hedef çıkıyor. Türk milletinin sessizliğinden onlara cesaret geliyor. Ama Türk’ün gürültüsündense sessizliğinden korksunlar. Araştırmacıyazar Özakman. ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org Tesettür otelleri tedirginliği HİCRAN ÖZDAMAR LATİF SANSÜR İZMİR/KUŞADASI Karaburun ve Seferihisar’da yaşanan gerici saldırılarla gündeme gelen ‘‘tesettür otelleri’’ turizmcileri de tedirgin ediyor. Yasalarda, koyları kapatma gibi özel düzenlemelerin olmadığına dikkat çeken turizmciler, yetkilileri göreve çağırıyor. Karaburun’da bikiniyle denize giren Ceren Aydın’ın bir grup saldırgan tarafından taciz edilmesi ve alanı terk etmesi konusunda uyarılmasının ardından, Seferihisar’ın Akarca bölgesinde yer alan Zümrüt Tatil Sitesi yakınlarında denize giren İhsan Bengier adlı yurttaş da, koyu kapatan site sakinleri tarafından taşlanmıştı. Bodrum Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği 2. Başkanı Zeki Köylü, tesettür otellerinin yaygınlaşmasının tedirginliğini yaşadıklarını belirterek ‘‘Avrupa ülkelerine baktığımızda dinin reform hareketleri sonucu siyasete karışmadığını görüyoruz. Ancak Türkiye’de siyasal İslam var. Kendi yaşam biçimimize saldırı yaşanıyor. Bir süre sonra ‘Senin açık giyinmeye hakkın yok’ müdahaleleri yaşanabilir’’ dedi. Tehlikenin sanılandan büyük olduğunu belirten Köylü, ‘‘Kendi yaşam şekillerini yansıtmaya çalışıyorlar. Herkesin istediği şekilde yaşam hakkı var, ancak bu tür yapıların ardından ileride bizim gibi laik demokratik işletmelerin sonu gelecektir. Turist gelmeyecektir. Kazanda suyu yavaş yavaş kaynayan kurbağalar gibiyiz. Tehlikenin farkına varmıyoruz’’ diye konuştu. Ege Turistik İşletmeciler ve Konaklamalar Derneği Başkanı Haluk Nişlioğlu da, kiralama yöntemiyle bu tür otellerin yaygınlaştığını belirterek turizmin olumsuz etkilendiğini söyledi. Bu tür gelişmelerin Türk turizmine balta vuracağını kaydeden Nişlioğlu, ‘‘Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu konuda önlem alması gerekir. Kimse kimseye karışamaz. Ancak otelleri kendileri kiralıyor ve istedikleri biçime sokuyorlar. Yasalarda havuzların kapatılması yönünde nitelikler bulunmuyor’’ dedi. Çeşme Otelciler Birliği Başkanı Veysi Öncel de, otel sahiplerinin para kazanabilmesi için kiralama yön S eksen dört yıl önce bugün, Türkiye tarihinin en kritik saatleri yaşanıyordu. Büyük Taarruz için tüm hazırlıklar tamamlanmış, emirler verilmiş, nefesler tutulmuştu. ‘‘Ateş’’ emri için geriye sayım başlamıştı. O emir de 26 Ağustos sabaha karşı verilecekti. Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı, bugünkü Türkiye’nin temelidir. Tarihte bu kadar özverili, bu kadar akıllıca kazanılmış bir zafer daha var mıdır, bilmiyorum. Bu zafer, sadece düşmanın denize dökülmesi olayı değildir. Bu zaferle Türk milletini Anadolu’dan atma, o da olmazsa Sakarya’nın doğusuna hapsetme planları suya düşürüldü. Emperyalist güçlerin tüm şeytanlıkları bu zaferle önlendi. Öyle ki, muzaffer Türk orduları işgalci Yunan güçlerini önüne katıp Ege’ye doğru kovalarken bile İngilizi, Fransızı devreye girip ateşkes sağlamaya çalıştılar. Hiç GENİŞ AÇI HİKMET BİLA Büyük Taarruz yoktular.’’ Orada olamazlardı, çünkü Türk orduları, Başkomutan’ın emrini yerine getirmişler ve İzmir rıhtımına varmışlardı. ‘‘Uyanıklar’’ sadece Yunan ordularını Anadolu’ya salan, son ana kadar da Ege’nin bir kısmını olsun elde tutmaya çalışan güçler değildi. Ankara’da da bazı uyanıklar Mustafa Kemal’e talimat vermeye çalıştılar. Hem de telgrafla: ‘‘Askeri görevleriniz bitmiştir, Ankara’ya dönünüz, bundan sonraki diplomatik girişimleri hükümetimiz yapacaktır.’’ Uyanıklar, dedik ya... Akılları sıra muzaffer Başkomutan’ı olmazsa Ege’nin bir bölümünü, o da olmazsa İzmir ve çevresini Yunanlıların elinde tutma gayretine giriştiler. Ama karşılarındaki adam farklı bir adamdı. Mustafa Kemal, müttefiklerin görüşme taleplerine hemen cevap verdi: ‘‘Neden olmasın, 9 Eylül günü Nif’te (Kemalpaşa’da) bekliyorum.’’ Orası hâlâ Yunan işgali altındaydı ve Mustafa Kemal kurtaracağından emin olduğu Kemalpaşa’da İngiliz ve Fransızlara randevu veriyordu. Şeytani hesaplarla dalga geçen şu sözleri daha sonra söyleyecekti: ‘‘Efendiler, ben söz verdiğim tarihte oradaydım, ama onlar devre dışı bırakacaklar, müttefiklerle barış yapacaklar ve yeni Türkiye’yi de ‘ekmeğini yedikleri için minnet borcu’ duydukları Halife’nin ve hilafetin çıkarları doğrultusunda kuracaklardı. Çok zekiler ya... Aldıkları cevap, İngiliz ve Fransız konsoloslarının aldıkları cevaptan daha az çarpıcı değildi: ‘‘Ne askeri görevlerim bitmiştir ne de diplomatik girişimlerden vazgeçerim. Siz buraya gelin.’’ Bu tavrın sonu Mudanya’dır, Marmara, İstanbul ve Trakya’nın kurtarılmasıdır; giderek Lozan’dır ve Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ama bunların çoğu bilinmez. Daha doğrusu Türkiye’de çoğu insan bunları bilmez. Çünkü okullarda okutulmaz. Kurtuluş Savaşı’nda ve Büyük Taarruz’da özellikle bugün bilinmesi gereken o kadar ayrıntı var ki... hikmet.bila@ntv.com.tr temine gittiğini söyledi. Bu tür otellere talebin fazla olduğuna dikkat çeken Öncel, ‘‘Bu otellerde yüzde yüzlük bir doluluk yaşanıyor. Otel sahibi de para kazanmak için otelini kiralıyor. Çeşme’de bu tür otellerin yaygınlaşmasının ana nedeni para kazandırmasıdır. Bu oteller kent merkezinde bulunmuyor. Merkezde bulunmadığı için de rahatsız edici durumlar yaşanmıyor. Ancak Türkiye’de turizmde çeşitliliğe izin verilmelidir’’ dedi. Türk turizminin önemli merkezlerinden Kuşadası’nda da tesettür turizmi yayılıyor. Soğucak köyünde iki tesis kapılarını tesettürlü konuklara açarken, havuzlarının etrafını da on metrelik tenteyle kapattı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle