05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL CUMA KONSER VEREN DEMİR DEMİRKAN müzik AYDIR KONSER VERMİYOR GEÇEN YIL AYDA YORUMLAR C Yalan İmparator luğu Luciano Canfora gibi ‘‘densizler’’ çıkıp da olan biteni olanca saflığı ile ortaya serince saldırılar bayağılaşıyor. Ama halkın zaten umurunda değil. Nazilerin burnu sürtülmüştü, tasfiyeleri kolay oldu. Taleban’ın durumu biraz farklıdır. Çünkü Sovyetlerin yıkılmasında önemli payları olduğu biliniyor. Naziler başarısız, Taleban ve benzeri dolar beslemeleri başarılı oldular. O nedenle düşman olarak tanımlanmaları zorlaştı. Ama, gerekiyordu. ??? O halde, Batı’nın oyun dağarcığının pek zengin olmadığını mı söyleyeceğiz? Bir: Sovyetlere karşı göz yumulan, ısrarla ikinci cephe açılmayan Batı Avrupa ve ABD’nin gizliaçık desteğini arkasına alan Hitler Almanyası ve iktidar sahipleri dağıtıldı. Bunlar, ‘‘cepheden karşıya alındıkları’’ propagandası eşliğinde, yeni dünya düzeninin yeni parçaları haline getirildiler. İki: Desteklenen ve Sovyetleri yıktığına ciddi ciddi inanan cahil Taleban sürüsü, işlevini yerine getirdiği için sahnedeki yeni yerine itildi: Önce desteklendiler, sonra hırpalanarak yeni işlevlerine zorlandılar. Bütün bunlar, şurada burada, zaman zaman yineleniyor. Yeni bir şey değil, o nedenle önemli de değil. Önemli olan, şu: Galiba 90 yıldır süren ve küçük fasılalarla kesintiye uğrayan bir ‘‘dünya iç savaşını’’ yaşıyoruz. Bu iç savaşın, geçen yüzyılda frenleri vardı, şimdi doludizgindir ve 21’inci yüzyılda insanlığı yok edebilecek bir tehdide dönüşmüş bulunuyor. İşte Yeni Coniler (‘‘Neocons’’), bunun görülmesini istemiyor. Peki, eğer bir dünya iç savaşı içindeysek ve bütün kırmızı çizgilerle oynanacağından da eminsek, bu değişikliklerin Batı’nın kapısında duracağını kim iddia edebilir? Örneğin, Fransa, içindeki Arap kökenli insanlarla veya Almanya, diyelim 15 yıl sonra, ikinci dili Türkçe olan 5 milyon Türk asıllıyla çok mu huzurlu bir yaşam sürebilecek? Şimdilik ‘‘dışarıda’’ gibi görünen kaos, örneğin Ortadoğu ve yakında da Türkiye, böyle sürerse, içerideki istikrarı fena sarsar. Batı’daki siyaset sınıfı, en azından suyun başındakiler, hiçbir siyasi ferasete sahip olmadığını her gün yeniden kanıtlıyor: Küresel cehalet yani. Bu, çok kötü. cutsay?gmx.net 7 Albüm yapmaya devam HATİCE TUNCER ‘‘Karşı Festival Barışarock 2006’’da sahne alacak sanatçılardan biri de Demir Demirkan. Bu yıl dördüncüsü yapılan festival programında ilk kez adını görünce Demir Demirkan’dan randevu isteyip rock müzik üzerine bir söyleşi yaptık. Türkiye’nin ilk heavymetal gruplarından Pentagram’ın eski gitarcısı olan, 2003 Eurovision Şarkı Yarışması’nda birincilik kazanan ‘‘Every Way That I Can’’ şarkının bestecisi Demirkan’ın yaşam felsefesi özgür olabilmek üzerine kurulu. Akatlar’daki stüdyosunda sohbet ettianlamsız artık. Albüm çıktığı anda bütün internet sitelerinde yayılıyor. Bu müzisyenlerin üretimlerini engellemiyor, üretime devam ediyor da dışarıya sunmak zorlaşıyor. Üretimleri insanlara ulaştırmak için yeni bir yol bulmak gerekiyor. Bütün gün buna kafa patlatıyoruz artık. Ama bir yol bulunacak ve sonuçta müzik yapmaya devam edilecek, bunun başka bir yolu yok.’’ Demirkan, korsan yayıncılık ve internetten müzik indirmelerin yaygınlaşmasının müzisyenleri sahnede çalmaya zorlayan bir durum olduğunu anlatıyor. Müzisyenler artık ‘‘Hodri meydan, çalabiliPink Floyd, Deep Purple’ları dinliyorduk. 1970’ten beri aynı şarkıları dinleyenler ve bunları yapan topluluklar. Rock gitar tabanlı bir müzik ve ve ben bir gitaristim. Eline gitar alıp ‘pop çalacağım’ olmuyor. Aslında ben 1718 yaşlarındayken rock müzik, heavymetal trend olmuştu. Ben ona da tepkiliydim. Popüler olması belirli formatları gündeme getiriyor. ‘Soundun şöyle, kıyafetin böyle’ denmesi beni irite ediyordu. Olayın popülerleştirilip paketleniyor olmasından rahatsızlık duyuyordum. Hâlâ da rahatsız ediyor.’’ Türkiye’de son yıllarda rock müziğin artan satış grafiğine bağlı olarak, genç rock grupları da art arta albüm çıkarıyor, çeşitli etkinliklerde sahne alıyor. Demirkan, ‘‘rock’ın yükselen değer olmasının’’ paketlenmesini de beraberinde getirdiğini düşünüyor: ‘‘Yeni yeni rockçılar çıktı, iyi oldu ama aynı formatın içinde dönmeye zorlandılar. Pop rock, soft rock gbi aynı tarzda gruplar çıkarıldı. Rock’ın bir başkaldırı olması gerekiyor ama öncelikle kendi formatına başkaldırman gerekiyor. Belirlenmiş kalıplar, düzenler içinde yaşıyoruz. Bir sabah uyanıp ‘Ben bunları yapmayacağım. O an içimden ne istiyorsam onu yapacağım ve istemediğim hiçbir şeyi, robotlaşmış olduğum için yapmayacağım’ demek gerekiyor. Bütün hayatımız için de böyle davranmak gerekiyor. Bence bunu yapmıyorsak yaşamıyoruz demektir.’’ NEDEN POP ŞARKI? Demir Demirkan’ın müzikal çizgisi de kendi ifade ettiği gibi içinden gelenlerle farkı noktalara gitmiş. 1990 yılında heavymetal grubu Pentagram’a katılan ve ‘Trail Blazer’ albümünde gitarist ve şarkı yazarı olarak yer alan Demirkan, 1992’de ABD’nin Los Angeles kentindeki Musician’s Institute’te eğitim gürdü. Kurduğu grupla müziğe devam eden Demirkan, Los Angeles’ta 4 yıl yaşadı. 1996’da Türkiye’ye dönen Demir Demirkan, Şebnem Ferah, Sertab Erener ve birçok sanatçının albümlerinde prodüktörlük, gitaristlik yaptı, şarkılar yazdı. 1997’de yeniden katıldığı Pentagram’ın Anatolia albümünü kaydetti. Yaptığı şarkının birinci olması, rock çevrelerinde ‘‘Neden pop şarkı’’ sorularına engel olmadı. Biz de aynı yönde soru sormaktan geri durmadık: ‘‘Evet, Eurovision’na neden pop şarkı yazdın, diye hep soruyorlar. Çünkü ben yarattım o şarkıyı. Birinci olacağını biliyordum. ‘Every Way That I Can’ şarkısının ne kadar derin müzik olduğunu tartışırsak 3 akor üzerine ritmik sözler yazılmış. Amacı yarışma kazanmak ve Sertab Erener’i Avrupa’ya taşımaktı. Şirin bir şarkı, bu kadar. Bir amaca hizmet etti. Çirkin bir müzik de değil. Tamam bitti, kapandı konu. ‘Ben niye yaptım, ben rockçıydım’ mı diyeceğim?’’ OSMAN ÇUTSAY U ğimiz Demirkan, bugünlerde yoğun bir tempo içinde ve yeni bir albüm için hazırlık yapıyormuş. Geçen yıl 7 ayda 37 konser veren Demirkan, 2 aydır konser vermiyor: ‘‘Üniversiteler kapandığı için konserler de yavaşlıyor. Bu da benim işime geliyor. Aklımda bir albüm projesi var. Bir şarkıyla anlatılacak gibi değil. İçinde tek tek parçaların da olduğu uzun bir müzik yazmak gibi bir düşüncem var. Bir fikrin etrafında toplandığı için bunu tek tek şarkılarda vermek anlamsız oluyor. Albüm yapmak istiyorum ama açıkçası nasıl yapacağımı düşünüyorum. Pink Floyd’unkiler gibi birbirinin içine geçen kimi uzun kimi kısa parçalar olabilir.’’ ALBÜM YAPMAMA KARARI ALMIŞTI AMA... Demir Demirkan, ‘‘artık albüm yapmama’’ kararı vermiş ve duyurmuştu ama projelerini dinleyicilerle paylaşmak istiyor: ‘‘Aslında korsan yayıncılar dolayısıyla artık albüm yapmak bir anlam ifade etmiyor. Zaten son üç parçamı internetten yaydım. Kliplerimi televizyonlara verdim. Benim bir müzik şirketim var ama albüm yapıp piyasaya sürmek çok yorsan çal’’ gibi bir durumla karşı karşıya kalmanın performası da ortaya koyduğunu düşünüyor: ‘‘Bir albüm çıkarıp satıştan para kazanıp bundan bir albüm daha yapan müzisyen yerine sahnedeki adam ağırlık kazanıyor. Konserlerde herkes performans gösteremiyor tabii. Özellikle rock gruplarının 2 saatlik konseri kolay bir şey değil. Artık biraz da yeteneğe giriyor iş. Ama albüm yapmayınca da ‘ne çalacaksın’ diye sorarlar. O nedenle albümün de çıkması gerekiyor ortaya. Yeni üretimlerimizi bir şekilde insanlara ulaştırmamız gerekiyor. Nasıl ulaştırabileceğimizi çözmeye çalışıyorum ben de.’’ AYNI FORMATIN İÇİNDE DÖNMEYE ZORLANDILAR Demir Demirkan’ın rock müziğe yönelmesi, çocuk denilecek yaşlarına kadar gidiyor. Gitar çalan ve üniversitede grubu olan ağabeyinin de bu eğiliminde etkisi olmuş. Kendisi de gitar çalmaya başlayınca rock müzik tercihi kaçınılmaz olmuş: ‘‘Rock müzisyenlerle diğerlerinin farkını da yavaş yavaş görmeye başlamıştım. R ock konserleri: Barışın sesi A rtık konuyu Barışarock’a getiriyoruz. Demir Demirkan, prodüktörlük gibi müziğin arka planında durmayı bırakıp sahne yönüne ağırlık verince Barışarock’a çağırıldığını anlatıyor. Barışarock, bir rock müzik festivali olmakla birlikte yalnızca müzik değil, politik bir eylem kimliğiyle de ortaya çıkıyor: ‘‘Ben politikayı sevmem, apolitik değilimdir ama kimseyle politika tartışmam. Kendime göre fikirlerim vardır. Barışarock fazlaca yüklü. Bana kalan süre de ses kontrolüyle birlikte 45 dakika. Ama orada bulunmak önemli. Ses kontrolü 10 dakikamızı alsa geriye kalan 35 dakikada 4, 5 şarkı çalabiliriz. İlle uzun kalacağım, konser gibi olacak demenin anlamı yok orada. ‘Biz de buradayız, bu serzenişi paylaşıyoruz’ demenin bir yolu olacak bizim de sahne almamız. Ne kadar çoğunluk ses verirse o kadar güçlü oluyor. Rockçıların sesi yüksek çıktığı için rock konserleri eskiden beri barışın sesi olma yolunda ilerliyor. Woodstock’tan beri bir politik duruş söz konusuysa hiçbir zaman savaşı savunan bir rock grubu çıkmadı.’’ “GERÇEK SAVAŞ İÇİMİZDE” Demirkan’ın savaş konusunda farklı yorumları var. İnsanın kendi içindeki savaşları da dünya savaşının bir parçası olarak görüyor: ‘‘Gerçek savaş içimizde. Bu içsel olayı yenmeden dışsal savaşı da hiçbir za zaktaymış gibi görünüyor. Arada 65 yılı aşkın bir süre var. Tabuları reddedip ‘‘görme ısrarı korunarak’’ bakıldığında, bazı şeyleri gerçek yüzüyle saptamak mümkün olabiliyor. İkinci Dünya Savaşı başladığında bile ABD’nin Nazi Almanyası’ndan aşırı rahatsız olduğunu, daha doğrusu ‘‘bu oluşumla barış içinde bir arada yaşamayı kesinlikle reddedeceğini gösteren’’ hiçbir sinyal yoktu. Batı, 1941 haziranında SSCB’yi işgale başlayan Nazi Almanyası’nın, ‘‘asıl bu büyük kızıl tehdidi ortadan kaldırabileceğini, bu arada da zayıflayacağını ve denetlenebilir hale geleceğini’’ düşünüyordu. Dünya hegemonluğundan geri çekilen Britanya İmparatorluğu’nun hesapları, yükselen hegemon ABD’den herhalde çok farklı değildi. Bizim unutulmaz Nâzım’ımızı, üniversitelere dönüştürdüğü hapishanelerinde, ‘‘Bu barbarlar kazanırsa insanlık yüzyıllarca geriye gider’’ diye yataklara düşüren bir katliam ideolojisi, nazizm, şu ya da bu biçimde desteklendi. 65 yıl önce, sevimsiz Hitler’in önüne hiç de öyle büyük engeller çıkarılmadı, ‘‘ikinci cephe’’ yeryüzünün ilk işçi devletinin ortadan kaldırılamayacağı anlaşılıncaya kadar da açılmadı. Bu politika, o acılı ülkeye 27 milyon ölü, 60 milyona yakın sakat armağan etti. Eskiden böyleydi. Peki, ışığı Afganistan’a tuttuğumuzda ne göreceğiz? Farklı bir oyun mu oynandı? ??? Taleban türünden dolar karşılığı baş kesen ‘‘mücahitlere’’ milyarlar akıtan merkezlerin bir hedefi vardı. Afganistan’da, 1930’larda Türkiye’ye bakarak başlatılan ama yarım kalan aydınlanma yolunu, bu kez bir başka dış destekle tamamlamak isteyenlerin önü ve başı kesilmeliydi. Kesildi, sol yönelimli aydınlanma çıkışı, dolar desteğiyle boğuldu. Fakat Sovyet tehdidi de ortadan kalkınca, tam havaya giren şeriatçı güçlere haddini bildirmek ve bu arada demokrasilerdeki kemerleri sıkılan milyonları dizginlemek için yeni bir korku jeneratörü yaratılması gerekiyordu. Nazilere yapıldığı gibi... Nazi Almanyası’nın Sovyetleri yıkamayacağı ortaya çıkınca, bir dünya savaşı içinde düşman olarak sahneye sürüldüğü, açık. Burnu sürtülen nazilerin ‘‘işe yarayan üst düzey kadrolarından’’ nasıl yararlanıldığı hâlâ tefrika ediliyor. Şaşıran yok. Arada Prof. man durduramayacağız. Dünya toplarla, tanklarla, füzelerle savaşıyorsa gün içinde kendimizle ve başka insanlarla savaş halindeyiz. İnsanlık sürecine baktığımda kendi kendini imha eden bir yaratığı görüyorum. Bir arada yaşamayı bilemeyen, birbirlerine sürekli saldıran bir oluşum var. Aynı zamanda yaşamaya çalışıp birbirlerini öldüren bir sistem kurmaya çalışıyorlar. Hasta bir düzen var ve işlemiyor.. Michelangelo, Leonardo da Vinci, Beethoven gibi güzel beyinler çıkıyor, yarattıkları güzelliği görüyoruz ama füzelerle, kimyasal silahlarla çocukları öldürüyoruz. Bunların hepsini biz yapıyoruz. ‘Onlar bize yapıyor’ diyemeyiz. Bunları insanlık olarak biz yapıyoruz. Suç hepimizde.’’ AB’ye karşı ilgisizlik var ANKARA (ANKA) Financial Times gazetesi, Başmüzakereci Ali Babacan’ı Brüksel’i çok az ziyaret ettiği için eleştirerek Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin karşılıklı anlayış eksikliği nedeniyle olumsuz bir yolda olduğu değerlendirmesinde bulundu. Vincent Boland imzalı haberanalizde, İstanbul’da bulunan AB Enformasyon Ofisi’nin bile daha çok ikinci el bir kıyafet dükkânı gibi göründüğü, kapıda duran Birliğin bayrağında olan yıldızlardan birinin de düşmek üzere olduğu belirtildi. Görevi AB konusunda bilgi vermek olan ofisi kimsenin ziyaret etmediği kaydedilen haberde, ofiste de sıkılmış bir güvenlik görevlisi ile kimsenin ilgisini çekmeyen broşürlerin bulunduğu belirtildi. Haberde, adı açıklanmayan, ancak Ankara’da görev yaptığı bildirilen bir Avrupalı diplomatın, ‘‘Türk Hükümeti içinde AB’ye karşı şaşırtıcı derecede bir ilgisizlik var’’ dediği aktarıldı. Pek çok diğer aday ülkenin Brüksel’de diplomatik ve müzakere ekipleri bulunduğu belirtilen haberde, Türkiye’nin Başmüzakerecisi Ali Babacan’ın yetenekli, ancak genç bir bakan olduğu ve göreve gelmesinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Avrupa Komisyonu’nu çok az ziyaret ettiği ifade edildi. London School of Economics’ten (Londra Ekonomi Okulu) TürkiyeAB ilişkilerini yakından inceleyen Kirsty Hughes, gazeteye yaptığı açıklamada, ‘‘Başmüzakereci Ali Babacan nerede? Şüphesiz, bütün bu siyasi konuları koordine etmesi gerekiyor ama aslında Ankara’da ve Brüksel’in kapılarını çalmıyor’’ dedi. Gazete, Başmüzakereci Ali Babacan ile de bir röportaj talep ettiklerini, ancak talebin reddedildiğini belirtti. G el de Nasreddin Hoca’yı rahmetle anımsama.Siz de biliyorsunuzdur ama, bilgi tazelemenin tam zamanıdır. Hoca’mız, hocalıktan sağladığı gelir yetmez olunca ek iş olarak ticarete heveslenmiş. Konu komşudan satın aldığı yumurtaları biriktirip hafta pazarının yolunu tutmuş. Başındaki kavuğu çıkarıp çıkarmadığı bilinmiyor. Ama bunun günümüzle ilgili bir tarafı yok. Çünkü şimdi bizimkiler, önce ticarette palazlanıp sonra kafalarına sanal kavuklarını geçirmeyi ve ‘‘şeyh efendi’’ görüntüsüne bürünmeyi yeğliyorlar. Her neyse.. dönelim fıkraya. Pazarda da işler kesat mı kesat. Alıcılar nazlanıyor. Hoca bakmış ki malı elinde kalacak. Başlamış malını övmeye: Üçü 2 paraya günlük yumurta bunlar! Rastlantı bu ya.. yumurta aldıklarından biri de yakından geçerken duyup meraklanmış. Hoca Efendi sen bunların tanesini 1 paraya almıştın. Bu nasıl ticaret? GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Türkiye’nin Çıkarı Yalnız Lübnan’da mı? lerinden öğreniyoruz. ??? Son günlerde bizimkilerin kafaları Lübnan’a takılmış durumda. Dünya siyasetinde ‘‘liderlik’’ sıfatı kazanma girişimi Lübnan’a indirgenmiş vaziyette. Barış Gücü’ne asker verme konusunda, yedi düvel ayak sürümeyi yeğlerken, bizimkiler büyük bir coşkuyla çalışıyor, bir yandan da kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden (TBMM) geçirebilme sıkıntısını aşmaya çalışıyorlar. Parti yöneticileri ile bakanların gerekçeleri özetle şöyle: ‘‘Barış Gücü’ne katılmanın Türkiye’nin geleceği açısından büyük önemi var.’’ Madem ki Türkiye’nin gele Hoca, bilmiş bilmiş cevap vermiş: Dostlar alışverişte görsün komşu. ??? Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarları, göreve geldiklerinden bu yana dış politikada hızlı bir ilişkiler ağı oluşturmaya çalışıyorlar. Yetkili yetkisiz pek çok kişi, adı ‘‘Arada bir Türkiye’ye uğruyor’’ tanımıyla özdeşleştirilen rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’i de sollayacak bir nitelikte kapı kapı dolaşıyor. Ne yapmaya çalıştıkları da pek bilinmiyor. Çünkü yanlarına, görüşmenin tutanaklarını tutacak Dışişleri görevlilerini de almıyorlar. Bu sayede olup biteni, ancak bizimkilerin yalanlamaları sonrasında açıklama yapan konu komşu yetkili ceğini Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) dümen suyunda gitmede ve yurtdışında görüyorlar.. ABD’yi de Türkiye’nin çıkarlarını engelleyen tutumu nedeniyle etkili biçimde uyarsalar ya... Türkiye’nin çıkarlarını yurtdışında görürken niçin Lübnan’a takılıp kalıyorlar?. Birkaç gün önce yayımlanan haberlerde, ABD’de hazırlanan bir raporun, Kürtlerin Kerkük’e 100 bin dolayında bir sayıyla göçmen yerleştirdikleri bilgisinin bulunduğuna ilişkin bölümler vardı. Gelecek yıl yapılacak halkoylamasının sonucunu etkileme uygulaması konusunda, bizimkilerden sert bir duruş, en azından yavruağzı pembesine dönen kırmızı çizgilerimizi(!) anımsatan bir çıkış izlediniz mi? Aslında ben pek yadırgamadım. Bölücü terör örgütünü bile ABD ve Irak koordinatörlerine havale edip ümmetçiliğe ağırlık vermek, bunun için de Lübnan olanağını kullanmak varken ne yapmaları beklenebilirdi... Buyrukçu sonsuza uğurlandı İstanbul Haber Servisi Usta öykücü, ‘‘Edebiyat Mareşali’’, gazetemiz yazarlarından Muzaffer Buyrukçu (76) sevenleri ve ailesi tarafından son yolculuğuna uğurlandı. Gaziosmanpaşa’daki evinde astım tedavisi sürerken yaşamını yitiren Buyrukçu’nun cenazesi, Teşvikiye Camisi’nde kılınan namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildi. Gazeteci Doğan Hızlan, Buyrukçu’nun halktan biri olduğunu ve edebiyat için çok önemli bir kayıp olduğunu belirterek, ‘‘Halktan biri ve halk için yazmanın ne kadar önemli olduğunu bizlere gösterdi’’ diye konuştu. Yazar Selim İleri ise Muzaffer Buyrukçu’nun yeri doldurulamayacak bir yazar olduğunu ifade ederek, ölümünün günler sonra fark edilmesinin ise Türk edebiyatının bir ayıbı olduğunu dile getirdi. Cenaze törenine, CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzan, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, CHP İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem, yazar Melisa Gürpınar, Ayşe Kulin, Demirtaş Ceyhun şair Orhan Alkaya, Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Enver Ercan’ın da aralarında bulunuğu çok sayıda yazar, sanatçı ve siyasetçi katıldı. oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle