04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI MESAJLARINDA BİRLİK VE BÜTÜNLÜK CAĞRISI YAPILDI C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ EYLÜL CUMA Bağımızlık destanı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ‘‘Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasını sağlayan en önemli etkenin, dil, din, etnik köken ayrımı olmaksızın tüm yurttaşların, ulus olma bilinciyle bütünleşerek yurda sahip çıkmaları’’ olduğuna dikkat çekerek ‘‘Bunun ayırdına varılarak birliğimizden ve bölünmez bütünlüğümüzden ödün verilmemeli, ayrılık yaratmak isteyenlere karşı duyarlı ve kararlı olunmalıdır’’ dedi. Cumhurbaşkanı Sezer ve siyasiler 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla birer kutlama mesajı yayımladı. Sezer mesajında, birlik ve bütünlük çağrısı yaparken bölünmezlikten ödün verilmemesini istedi. Türk ulusunun, tarih boyunca onuruyla yaşadığını, canı pahasına da olsa ilkelerinden, değerlerinden ve ülkülerinden vazgeçmediğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Sezer, şöyle devam etti: ‘‘Ulusumuzun, kahraman ordumuzla kenetlenerek bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü ve yurdumuzu korumak için verdiği savaşımlar, onun yüceliğinin, haksızlığa ve dayatmalara boyun eğmeyen kişiliğinin ve yurtsever kimliğinin yansımasıdır. Bu savaşımların en önemlisi olarak tarihin altın sayfalarındaki yerini alan ve bağımsız yaşamak isteyen birçok ulusa da yol gösteren Kurtuluş Savaşı, yokluklar içindeki Türk ulusunun, ordusuyla birlikte Yüce Atatürk önderliğinde yazdığı kahramanlık destanıdır.’’ Sezer, 30 Ağustos Zaferi’nin, ‘‘Sevr düşü peşinde koşanların’’ emellerini hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceklerini gösteren bir zafer olduğuna işaret ederek ‘‘Savaş alanında tarih yeniden yazılırken, Türk ulusunun gelişip güçlenmesinin geçmişte olduğu gibi gelecekte de engellenemeyeceğinin en anlamlı mesajı verilmiştir’’ dedi. Büyük Zafer’in 84. yıldönümü dolayısıyla, siyasilerin yayımladığı mesajlar ise özetle şöyle: TBMM Başkanı Bülent Arınç: Bu zafer, toprakları işgal altında olan milletimize kayıtsız şartsız bağımsızlığımızı ve milli hâkimiyeti müjdelemiştir. Başbakan Tayyip Erdoğan: Misakı Milli hedefinin gerçekleştirilmesine zemin hazırlayan bu zaferle bağımsız bir milli devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelleri atılmıştır. Kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, vatanımız üzerinde beslenen karanlık emellerin akim kalmaya mahkum olduğunu, milletimizin birlik ve beraberliğinden, hürriyet ve istiklalinden asla vazgeçmeyeceğini bütün dünyaya ilan etmiştir... YIKINTIDAN MUCİZE YARATILDI CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: 30 Ağustos Zaferi ile taçlanan Ulusal Kurtuluş Savaşımız, toprakları işgal edilmiş, silahları elinden alınmış ve yıllarca süren savaşlar sonucunda tüm kaynakları tükenmiş bir imparatorluğun yıkıntılarından ulusal bir devlet ile ordu yaratma mucizesini gerçekleştirmiştir. DSP Genel Başkanı Zeki Sezer: Bu zafer, ulusumuzun özgürlük ve bağımsızlık yolundaki sarsılmaz inancını, iradesini ve kararlılığını bütün dünyaya gösterdiği en büyük zaferlerimizden biridir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: 30 Ağustos Zaferi’yle dönemin küresel güçlerinin emelleri boşa gitmiş, altı yüzyıl boyunca süregelen Türksüz bir Anadolu yaratma özlemleri yarım kalmıştır. DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar: 30 Ağustos tarihinin anlamı, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk cemiyetlerinin Atatürk’ün önderliğinde birleşerek oluşturduğu bir büyük gücün, Büyük Millet Meclisi’nin zaferi oluşudur. Güneş’ten Uzay’a 2005 yılında bulunmuştu ve Ksena adıyla çağrılacaktı. Prag’daki toplantının bir özelliği de şu oluyordu: Bugüne kadar Güneş’in çevresinde bir vals yaparak dönen gezegenler kavramına yeniden bir tanımlama getiriliyordu. Güneş sistemi ile ilgili işte yeni bir sayfa! Gelecek yüzyıllarda, ona kimbilir neler neler katılacak! ? Eklemeliyiz de: Güneş sistemindeki gezegenlerin sayısı, Yeni Zamanlar’ın başlarında dokuz değildi de. Merkür, Venüs, Mars, ötelerden beri biliniyordu. Geri kalanı, 16 ve 17. yüzyıllardan başlayarak bulundu. İlginç olanı, dünyamızın bir gezegen olduğu da, Modern Çağ’ın bir buluşudur: Dünyamız, bütün ortaçağ boyunca bir merkez idi ve Güneş de, öteki gezegenlerle, daha doğrusu bütün evren Dünya’nın çevresinde dönüyordu. Bu yanlışı ve nice acılar pahasına, 16. ve 17. yüzyıllar düzeltti: Güneş’in çevresinde bir gezegen olarak dönüyorduk. Güneş sistemini tanıdıktan sonra, en geç 19. yüzyıldan başlayarak da, bilim, onun dışına çıkıp Uzay’a çevrildi gözler: Yıldızlar ve gökadaları da vardı; Güneş sistemi de, sayısız o gökadalarından birinde, bellibelirsiz bir yıldızdır. Ve evren gitgide genişlemiştir, genişliyor; astronominin mesafe ve zaman ölçüsü de başkadır. Bu süreç içinde, Tanrı anlayışı da değişmiştir: 17. yüzyılda, Spinoza ‘‘panteizm’’i ortaya atarken, konuya elle tutulur bir boyut eklemişti. 20. yüzyılda, evrenin ortaya çıkışında, ‘‘büyük patlama’’ diye ortaya atılan varsayım, bilim adına bir girişimdir ve düşündürücüdür. Bizde ilahiyat ve ilahiyatçılar, tartışmaların bu sayfasına henüz gelmemiştir; ve Tanrı’yı, belli günlerde, gök katları arasında, herhalde bir Arap küheylanın üstünde! dolaştırıp duruyorlar. Bu konuya, bir başka gün yeniden girmek isteriz. Çünkü, bizdeki ilahiyat ve ilahiyatçılarımızla ilgili daha söyleyeceklerimiz var. Özellikle, son günlerdeki örneklere bakarak... KOMUTANLAR ANITKABİR’DE Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Işık Koşaner, Anıtkabir’i ziyaret etti. Büyükanıt’ın mozoleye çelenk bırakmasının ardından komutanlar saygı duruşunda bulundu. Misakı Milli Kulesi’ne gelen Büyükanıt, Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladı. (AA) Hayallerinde boğulacaklar ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Türkiye’nin ‘‘irtica’’ ve ‘‘bölücülük’’ olmak üzere iki ciddi tehlikeyle karşı karşıya olduğunu vurgulayarak ‘‘Unutulmamalıdır ki; Atatürkçü düşünce sisteminin çağdaş aydınlığından ülkeyi çağdışı bir karanlığa çekmek isteyenler, kardeşi kardeşe kırdırarak ülkeyi bölmeye çalışanlar ve bunları destekleyenler yarattıkları hayal âleminde boğulacaktır. Çünkü, Türk ulusu buna müsaade etmeyecektir’’ dedi. Orgeneral Büyükanıt, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve TSK Günü dolayısıyla mesaj yayımladı. Büyükanıt, mesajında, Başkomutan Atatürk’ün önderliğinde kazanılan şanlı 30 Ağustos Zaferi’nin 84. yıldönümünü gururla kutladıklarını belirtti. Bu eşsiz zaferin, aynı zamanda temeli çağdaş değerlere dayanan yepyeni bir devletin oluşturulması için ulusa bir özgüven kazandırdığına işaret eden Büyükanıt, bunun sayesinde, Atatürk’ün çağdaş bir toplum olmanın temellerini attığını belirtti. Büyükanıt, mesajında şu vurguları yaptı: ‘‘Ancak, büyük önder Atatürk’ün bize emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti, 21. yüzyılın bu döneminde karışık sorunlarla yüklü çok zor bir coğrafyanın ortasında yaşamak zorundadır. Bu durum yakın gelecekte de devam edecektir. Ülkemizin bugün karşı karşıya olduğu iki ciddi tehdit vardır. Bunlardan ilki, bizi içten yıkmayı hedef alan ‘bölücülük’ ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik yapısını ortadan kaldırmayı amaçlayan ‘irtica’dır. Bizleri aydınlık bir geleceğe götürecek çözüm yolları Atatürkçü düşünce sisteminin iç dinamizminde fazlasıyla mevcuttur. Bu düşünce sisteminin temelinde yer alan Atatürk milliyetçiliği ve laiklik, bu zor coğrafyada yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğinin temel iki dayanağıdır...’’ Bu yazımız, göğün derinlikleri ile ilgili bir konuda. Ama niçin böyle bir konuda yazmak? Kaş’ta, Kuşadası’nda ormanlar yanarken, yazımızı yazmak için masamıza geçtiğimizde, gazetelerin haber verdiği gibi, Gökova kıyıları da alev alevdi: Görevliler ve yurttaşlar ellerinde hortumkova söndürmeye çalışıyormuş; öyle, çünkü ne yeterli uçak, ne helikopter ne de itfaiye aracı varmış. Yani felaket var, ama en başta devlet yok! Devlet adına var olan ise masal, palavra, sömürme... Korkunç bir çaresizlik içinde, içimiz yana yana konumuza geçiyoruz. ? Lübnan savaşında ateşkes olup da gelecek adına bir barışın araştırıldığı günlerde, 18 Ağustos’ta, gazetelere geçen bir konu da şu idi: Uluslararası Astronomi Birliği, Prag’da toplanan bilim adamlarına,devrim niteliğinde bir öneride bulunuyor; Güneş sistemindeki dokuz gezegenin sayısını on ikiye çıkarıyordu. O tarihli Le Monde da, birinci sayfasında, gerçekten ilginç bir tablo çiziyor; olanı ve olacak olanı belirtiyor ve Güneş sistemi üstüne yeni bir fikir veriyordu. Tablonun solunda, kıpkızıl bir kütle, Güneş, bütün ürkütücü heybetiyle yer alıyordu. Onun sağında da, zaten bildiğimiz dokuz gezegen, çapları ve Güneş’ten uzaklıkları ile sıralanıyordu: Merkür, Güneş’e nispetle bir nokta gibiydi; Venüs, yeryuvarlağı, yani şu üstünde yaşadığımız Dünyamız ve Mars birer bilye görünüşteydi. Onlardan sonra gelenler, Jüpiter, Satürn bir ayak topu kadar göz dolduruyor; Uranüs ile Neptün bir bilardo topu çapındaydı. Daha uzaktaki Plüton ise irice bir noktaydı. Bildiğimiz bu dokuz gezegene, şimdi eklenenler şunlar oluyordu: Mars ile Jüpiter arasında dönüp dolanan ve asteroidlerle iç içe olan Seres, gezegen olarak bilinse de, şimdi listeye alınıyordu. Plüton’un bir ayı olan gezegene Şaron denilecekti ve Plüton’un ötesinde bir buz yuvarlak Türban oyununa Danıştay engeli ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay, Eğitimİş Sendikası’nın açtığı davada, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) türbanlıların sınavlara girmesinin önünü açmak için Merkezi Sistem Sınav Yönergesi’nin sınava girecek adayların kılıkkıyafetlerinin tarif edildiği maddesini, ‘‘başı açık’’ ibaresi çıkarıldığı için iptal etti. Sendikanın, MEB Merkezi Sistem Sınav Yönergesi’nin 11. maddesinin ‘‘adayların temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmadan bir kıyafetle sınava girmelerini sağlar’’ şeklindeki (i) bendinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemi ile açtığı davada ilk karar verildi. Danıştay Nöbetçi Dairesi, söz konusu hükmün yürütmesini oyçokluğuyla durdurdu. Kararda, dava konusu yönerge ile yürürlükten kaldırılan MEB Merkezi Sistem Sınav Yönergesi’nin Sınav Görevlileri ve Sorumluları başlıklı maddesinin Bina Sınav Komisyonu Kuruluşu ve Görevlileri bölümünün (i) bendinde yer alan ‘‘Tüm sınav görevlilerinin, yürürlükteki mevzuata uygun kılık ve kıyafet ile görevlerine gelmelerini, örgün ilk ve ortaöğretim kurumlarında öğrenim gören adayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle girmelerini sağlamak’’ hükmünden ‘‘başı açık’’ ibaresinin çıkarılmasıyla diğer mevzuat hükümlerine ve kılık kıyafet koşullarına ilişkin düzenlemelerin göz ardı edildiği belirtildi. Er ve erbaşlar ‘Yurttaşlık Sevgisi’ni kitaptan öğrenecek ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Er ve erbaşlar, töre cinayetleri ile kadınerkek eşitliği konusunda ‘‘Yurttaşlık Sevgisi” kitabı ile bilgilendirilecekler. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği, töre cinayetleri ve kadınerkek eşitliğinin sağlanmasıyla erkeklere düşen görevler konularında, TSK’nin askerlere dağıttığı kitap için bir bölüm hazırladı. Toplumsal cinsiyet konusuna yer verilen kitapta, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği oluşturan nedenler ele alınıyor. CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ İstatistikler ve araştırma sonuçları ile kadının Türkiye’deki toplumsal statüsü ortaya konuluyor. Kitapta, ‘‘Erkekler güçlü, kadınlar narindir’’, ‘‘Aslında kadınlar zayıf görünür ama erkeklere istediklerini yaptırırlar’’, ‘‘Erkekler çocuktur’’, ‘‘Kadınlar anlaşılmazdır’’, ‘‘Erkek bilgeliği, aklı, sağduyuyu, bilgiyi ve erdemi temsil eder’’, ‘‘Kadın yumuşaklığı, akıl dışılığı, bilgi ve kural dışılığı, anneliği, duygusallığı temsil eder’’ gibi her zaman, her toplum ve her kültür için geçerli olmayan ancak üzerinde düşünülmeden doğru kabul edilen kalıp yargıların değişimi engellediğine dikkat çekiliyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, verimsizliğe neden olduğu ve kalkınma politikalarının başarılmasını güçleştirdiği ifade edilen bölümde, kadına yatırım yapmayan ülkeler ve bölgelerin, yıllık büyümelerinin yüzde birini kaybettikleri belirtiliyor. Kadınerkek eşitliğinin sağlanmasında erkeklere de önemli görevler düştüğü kaydedilen kitapta, resmi nikâh yapılmasının, kız çocuklara doğar doğmaz nüfus kâğıdı çıkarılmasının, töre ve gelenek gibi gerekçelerle okula gönderilmeyen kızların okula gitmesinin sağlanmasının önemine dikkat çekiliyor. Erkeklerin, kız ve erkek çocuklara eşit davranmasının, kadınlara şiddet uygulamamasının, ailedeki kızları küçük yaşta istemedikleri kişilerle ya da akrabalarla evlenmeye zorlamamasının kadınerkek eşitliğinin sağlanmasında etkili olduğu belirtiliyor. Kadınların, ailede alınacak kararlara katılmalarının, ev dışında da çalışmalarının, toplumsal sorumluluklar almalarının ve siyasi karar alma süreçlerine girmelerinin eşleri tarafından desteklenmesinin de bu anlamdaki önemi vurgulanıyor. Kadına yönelik şiddetin ele alındığı bölümde, kadınların en korunaklı yer olarak düşünülen ‘‘aile içinde’’ yoğun şekilde şiddete uğradıklarına dikkat çekiliyor. Bu döngünün sonlandırılmasının, erkeklerin yapacağı katkılarla kolaylaşacağı vurgulanarak ‘‘Çocuklara şiddet uygulamayın, ailede hemen her konuda karşılıklı görüş alışverişinde bulunun, kadınların eğitim görmesine ve çalışmasına destek olun, şiddetin önlenmesi için kanunlardan yararlanın’’ önerilerine yer veriliyor. Töre/namus cinayetlerinin, ‘‘kadına karşı uygulanan şiddetin en korkunç biçimi’’ ve ‘‘kişilerin temel insan hakkı olan yaşama hakkının elinden alınması ve birer yargısız infaz yöntemi’’ olduğu belirtilen kitapta, Yeni Ceza Kanunu’na göre töre cinayetlerine ceza indirimi uygulanmayacağı anımsatılıyor. Bu türden suçları işleyenlerin ömür boyu hapse mahkum edileceği ve cezalarının bir bölümünü hücrede geçirecekleri kaydediliyor. ‘‘Bir Adalet Feryadı’’ (Aras Yayıncılık) kitabıyla yakın tarihimize farklı bir yolculuk yaptım. Bu topraklarda yaşamış beş İstanbullu kadının feryadıydı bu kitap. İki genç akademisyen, Lerna Ekmekçioğlu ve Melissa Bilal önemli bir tarihi çalışmaya imza atmışlardı. Bu beş kadın hakları savunucusu kadın, 1862 ile 1933 yılları arasında yaşamışlardı. Bilal ve Ekmekçioğlu ise onlar öldükten yıllar sonra doğmuşlar. Zabel Yeseyan’ın yaşamı üzerine yapılmış bir araştırmayı, ünlü ‘‘Ermeni Konferansı’’nda Elif Şafak’tan dinlemiş ve çok etkilenmiştik. Elbis Gesaratsyan 1830 yılında İstanbul’da doğmuş, 1911 yılında Kahire’de yaşama veda etmişti. Ölümünün üzerinden neredeyse 100 yıl geçmiş bu kadından acaba neler kalmıştı? Kitapta ‘‘Eğitimsever Ermeni Kadınlara Mektuplar’’ yer alıyordu. İlk Ermenice kadın dergisi Gitar’ı 18621863 yıllarında yayımlamıştı. Ancak yedi sayı yayımlanabilen bu dergide Gesaratsyan, kadınların toplum hayatına karışmalarını, eğitim görmelerini istiyor, böylece aile içindeki görevlerini de daha iyi yerine getireceklerini savunuyordu. ‘‘Sevgili kız kardeşim’’ başlıklı mektuplarının birinde ‘‘Bizim cinsimize neden zayıflık yakıştırılır’’ sorusuna cevap arıyordu. ‘‘Neden kadının meşru özgürlüğü elinden alınıp, Amerika’daki siyahlar ve beyazlar arasındaki ayrım gibi, erkek ve kadın cinsi SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR arasında büyük bir ayrım süregelmiş, böylece kadın cinsi bütün yeteneklerinden mahrum kalarak eli kolu bağlanmış ve zavallı bir konuma itilmiştir?’’ 1879 yılında İstanbul’da dile getirilen bu sözlerin üzerinden 127 yıl geçmiş. Hâlâ güncelliğini koruyan bu düşüncelerin yeniden gün yüzüne çıkmasının, ülkemizin tarihini anlamak, kadın mücadelesinin geçmişini anlamak bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. ??? İkinci Ermeni kadın feminist Sırpuhi Düsap (18411901) bütün ömrünü İstanbul’da geçirmişti. Düsap varlıklı bir ailenin kızıydı. Kadının kurtuluşu sorununu, Ermeni edebiyatında ilk kez, 1880’den itibaren yayımladığı üç makaleyle gündeme getirdi. 1883’te ilk romanı Mayda yayımlandı. Bu romanla, kadının erkeğe olan ekonomik bağımlılığını irdeledi, bunun psikolojik ve toplumsal etkilerini ortaya çıkarıp çözüm üretmeye çalıştı. Kimi erkek eleştirmenler bu romandan hoşlanmadılar. Ondan biraz da Beş Ermeni Feminist Kadın ha genç olan ve 1943’te Sibirya’da sürgünde yaşamını yitiren Zabel Yeseyan, Düsap’ı ziyaret etmiş ve onun söylediklerini şöyle aktarmıştı: ‘‘Bayan Düsap, edebiyat dünyasına atılmaya aday olduğumu duyduğunda, bu yolda kadınları defne yapraklı taçların değil, dikenlerin beklediği konusunda beni uyardı. Bizim gerçekliğimizde, bir kadının ortaya çıkıp kendisine bir yer edinmek istemesine tahammül edilmediğini, bunu aşabilmek için, vasatın çok üzerine çıkmak gerektiğini söyledi ve ekledi: Bir erkek vasat bir yazar olabilir, ama bir kadın asla!..’’ ??? Zabel Asadur da 1863 yılında İstanbul’da doğmuş ve 1934 yılında İstanbul’da yaşamını yitirmişti. Bir kadın aktivistti. Ermeni kızlarının eğitimi için örgütler kurdu, öğretmenlik yaptı, kitaplar yazdı. Aynı zamanda şair ve öykücüydü. 1899 yılındaki bir yazısında şunları söylüyordu: ‘‘Bir şeyi anlamadan önce yargılamayı alışkanlık edinen toplumlar için yeni kadın, geleceği karanlık, doğru yol dan sapmış, asi, gözden düşmüş, birtakım hayali haklar peşinde koşup şan şöhretle kendine bir yer edinmeye çalışan kişidir; doğanın kendisine bahşettiği haklara ve sorumluluklara layık olmadığından, onları inkâr edip erkek olmak isteyen biri! O, tek kelimeyle bir zevzek, aykırı bir mahluktur; bu yüzden de saygın ailelerden dışlanır...’’ ??? Zabel Yeseyan, 1878’de İstanbul’da doğmuş, 1943’te Sibirya’da meçhul bir yerde kaybolmuştur. Tehcirden kurtulmuş, Stalin’in zulmünden kaçamamıştır. Bir roman gibi geçen hayatı çarpıcı öykülerle doludur. Onun başına gelenlerin nedeni şöyle anlatılır kitapta: ‘‘...Döneminin alışıldık kalıplarının dışındaki bir yaşam biçimini seçmiş olması, ardında müthiş bir edebi miras bırakması ve birçok farklı alandaki toplumsal ve siyasi etkinliğidir.’’ Kitaptaki beşinci kadın Hayganuş Mark (18851966) Ermeni Kadın (Hay Gin) adlı dergiyi 1919’dan 1933 yılına kadar aralıksız yayımladı. Türkiye kadın hareketinin en uzun soluklu dergisini çıkarıp yönetti. ??? ‘‘Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar’’ önemli bir araştırma. Yakın tarihimizi bir başka boyuttan anlamak için dikkate değer bir çalışma... oralcalıislar?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle