05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL CUMA SÖZ ÇİZGİNİN haberler TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ C 3 HİKMET ÇETİNKAYA Vizyonu Olan Adam Bir Korkunun Parmakları T ürkiye’nin siyasal literatürüne ‘‘vizyon’’ kavramı, küreselleşmenin etkilerinin ve somut politikalarının ülkemizde de hissedilmesiyle, yani Özal iktidarı ile birlikte girdi. Zaten Turgut Özal’ın misyonu da Türkiye’yi küreselleşmeye eklemlemekti. Turgut Bey bunu, Türkiye’nin çıkarlarına en uygun, ülkemizin mümkün olan en az zararı göreceği şekilde değil de, dışardan dayatıldığı gibi, en vahşi biçimde uyguladı. Özal ile birlikte Türkiye’nin çok büyük bir değişim geçirdiği, geleneksel birçok değer ve uygulamayla bağlarını kopardığı bir gerçektir. Daha Turgut Özal, siyasal sorumluluk mevkiine gelmeden önce bir üst bürokrat olduğu sırada, siyasi sorumluluğu Süleyman Demirel’e ait olan 24 Ocak kararlarıyla başlamıştı bu gelişme. 24 Ocak kararları, 12 Eylül darbesi, Turgut Özal dönemi ve nihayet.. Tayyip Erdoğan iktidarları ve uygulamaları birbirlerinin devamı ve tamamlayıcıları konumundadırlar. Zaten dikkat edilirse, bütün bunların ardında da, aynı dış desteklerin bulunduğu fark edilir. Özal’ın cin fikirli bir politikacı olduğu ne denli tartışma götürmez ise, Türkiye’deki sosyoekonomik sistemin yapısının bozukluğu ve değişmesi zorunluluğu da o denli tartışma götürmezdir. ??? Ama söz konusu değişiklik, acaba Türkiye’de cereyan ettiği şekliyle mi olmalıydı yoksa daha başka, daha olumlu seçenekler var mıydı sorusuna verilecek yanıt, insanların siyasal tercihlerinin ürünü olacaktır. Gelelim Özal’ın o engin vizyonuna: Geniş görüşlü olmak, Mustafa Kemal’in deyimiyle, yola çıkarken yalnızca ufku değil, onun da ötesini görebilme yetisi demek olan, toplumları daha sağlıklı yarınlara taşıyabilecek politikacıların mutlaka sahip olmaları gereken vizyon acaba Özal’da var mıydı? Artık bir söylence haline gelmiş olan Özal’ın vizyonu lafına biraz daha yakından bakalım. PKK terörünün ilk eylemleri başladığı zaman sorumluluk mevkiinde olan Özal, olayın vahametini bile kavrayamamış, bunu eşkıyanın çapulculuk eylemleri olarak nitelemişti. Talabani ve Barzani’ye kırmızı Türk pasaportu verilmesini sağlayan Özal, bu ikilinin gelecekte, Türkiye’ye karşı ne büyük bir tehdit oluşturacağını da algılayamamıştır. Kendi ekonomik uygulamalarının, bu arada banker furyasının sakıncalarını, yapıda açtığı yaraları da görmekten aciz olan Özal’ın Baba Bush’un Irak macerasını da kavrayamadığı, Türkiye’yi bu batağa herkesten önce atmaya çalıştığı da unutulmamalıdır. ??? Büyük dış politika dehası olarak gösterilen, ‘‘vizyon sahibi devlet adamı’’ olarak sunulan Özal’ın Jivkov’a karşı atıp tutan edası ve davranışlarının ardından, bu sonuncunun boş laflara pabuç bırakmaması üzerine, ‘‘Hele seksen milyon olalım da sana gösteririm ben’’ demesi bırakın vizyonu, hangi devlet adamı niteliğiyle bağdaşmaktadır, söyleyebilir misiniz? Aslında Özal’ın vizyonu, yeni düzeni dışardan dayatanların gözlüğüyle dünyaya bakmak ve onu içerde iyi uygulamaktan başka bir şey değildi. Bu yüzdendir ki, ne zaman ‘‘vizyon’’dan söz edildiğini duysam, ‘‘Eyvah yine yeni bir maceraya sürükleniyoruz’’ demekten alamam kendimi. Nitekim, tam Lübnan’a asker göndermemiz söz konusu iken başlarda bu işe pek hevesli görünen Fransa’nın da çark etmesinin ertesinde, ‘‘Aman yeni bir maceraya atılmayalım’’ diyenlere karşı bir kez daha ısıtılıp önümüze kondu ‘‘Özal’ın vizyonu’’... Özal vizyonu; beyler, Türkiye’ye yabancı gözlüklerle bakmak ve Türkiye’yi yabancıların istediği doğrultuya yöneltmek girişiminden başka bir şey değildir. ‘‘Federasyonu tartışmaya alışmalıyız’’ diyen Özal’ın başka bir vizyonu falan yoktur ve Özal dönemi Türkiye’ye son irdelemede kazançtan çok kayıplara patlamıştır. Özal’ın vizyonunun kimseye mi yararı olmamıştır? Tabii ki olmuştur, yabancılara, başta kendi ailesi olmak üzere çevresindekilere... Son söz: Vizyonu olan adamın oğlunun televizyonu olur. K “GÖKLERDEN GELEN BİR SES, SANA NE DİYOR DİNLE..” SELÇUK SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN YIKILMASININ ARDINDAN KURULAN DÜZENİN GETIRDİKLERİNİ ANLATTI ‘Yeni dünya’ mutsuz ediyor İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Gazetemiz İmtiyaz Sahibi ve başyazarımız İlhan Selçuk, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından kurulan yeni dünya düzeninin insanları mutlu etmediğini belirterek ‘‘Yükselen değerlerle insanların daha mutlu olacağı söylendi. Biz, ‘Bunlar palavradır’ dedik. Şimdi yeni dünya düzeninin durumu ortada. İşte Ortadoğu’nun durumu’’ dedi. İlhan Selçuk, Dikili Barış, Emek ve Demokrasi Festivali etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen ‘‘Dünyada ve Türkiye’de Yeni Ufuklar ve Yeni Umutlar’’ başlıklı söyleşiye katıldı. Türkiye’de tarikatların ve cemaatlerin 1991 yılından bu yana çok geliştiğine dikkat çeken Selçuk, bunların siyasi partilerin üstünde bir örgütlenme içinde olduğunu kaydetti. Fethullah Gülen’in Zaman gazetesinin her gün yarım milyonunun ücretsiz dağıtıldığını belirten Selçuk, gazetenin gerçek satışının ise yaklaşık 18 bin olduğuna dikkat çekti. ‘HEDEFLERİ ILIMLI İSLAM’ İlhan Selçuk, Türkiye’de ılımlı İslam devletinin kurulmak istendiğini anımsatarak şunları söyledi: ‘‘Türkiye’de ılımlı İslam devleti kurulsun, dendiği zaman aklını bir yere koyacaksın. Kendi kişiliğimizi bir kenara bırakacağız. Bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi baştan aşağı örtülü. ‘Bunu tartışalım’ dediğim zaman kabul edilmeyecek. Çünkü türban tarikatlar tarafından dayatılmış. Ancak o birey okula giderse, liseye geldiği zaman mantık, sosyoloji, felsefe okuyacak. İnsan okumaya başlarsa o zaman düşünecek ve ‘Varım’ diyecek. Kadın iyi bir eğitim aldığında aklını kullanacak. Kendini erkekle eşit hissedecek. Erkek gibi dolaşmak isteyecek. Kendini özgür hissedecek.’’ ALTIN, PARA, PETROL... Selçuk, Dikili’de yaşanan olayların ve Ortadoğu’daki savaşın ardında altın, para ve petrol gibi aynı nedenlerin yattığını da vurgulayarak ‘‘Ben Dikili’ye gelmeden önce insanlar vuruştu. Ortadoğu’da insanlar vuruşuyor. Bunların arkasında altın, para, petrol var. Ortadoğu’daki vuruşmaların nedenleri arasında gösterilen MüslümanHıristiyan ayrılığı artık demode oldu’’ diye konuştu. ilan renkli aç gündür yaprak kımıldamıyordu. Hava birden değişti. Denizden bir imbat esti. Ağaçların yapraklı dalları sallanmaya başladı. Akşam denizin üzerinden çekildiği saatlerde, içli türküler, uçsuz bucaksız gök üzerinde, ağaçları yaprakları bölen öfkeyle birleşti... Bir suskunluk sardı çevremi... Sesin soluğun kesildiği yerde, yeşil çimenlerin, çiçeklerin buluştuğu mevsimlerde, telaşlı bir bekleyiş, ölüm haberini getirdi... ‘‘Muzaffer Buyrukçu öldü...’’ Alçakgönüllü bir yazar öldü... Nedense ‘‘Bulanık Resimler’’, ‘‘Taşlı Tarla’’, ‘‘Gürültülü Birkaç Saat’’ adlı kitapları geldi aklıma... O küçük insanları, yaşama derinliğinde yeşeren hüzünleri, umutları, kaçışları anlattı yapıtlarında... İlk hastalığında Özel İsviçre Hastanesi Başhekimi Dr. Kazım Taş’ın yakın ilgisini anımsadım... Aynı gün Özdemir İnce aramıştı telefonla: ‘‘Hikmet, nasıl Buyrukçu’nun durumu?’’ Özel ambulansla evinden aldırıp hastaneye getirmişti Dr. Kazım Taş. Durumu hiç de iyi değildi Muzaffer Buyrukçu’nun. Bir hafta yoğun bakımda kalmıştı. Özel İsviçre Hastanesi Başhekimi Dr. Kazım Taş ve öteki doktorların büyük çabasıyla yeniden yaşama dönmüştü Buyrukçu. Hastanenin basın danışmanı tiyatro yazarı Cuma Boynukara daha sonra yine beni arayıp ‘‘Muzaffer Abi turp gibi’’ diyerek her şeyin iyi gittiğini söylemişti... Bir kıyı kasabasında aldım Muzaffer Buyrukçu’nun hazin ölüm haberini... İçimden bir şeyler koptu... Gözlerim karardı... Öylece kaldım... ??? Suskunluğun orta yerindeyim... Maviden yeni doğmuş bir beyazlık, sonbaharın geldiğini haber veriyor sanki... Ormanlardan, kıyılardan, kıran yerlerinden gelmiş seher yeli, havada uçan kuş gibi anlaşılması güç duyguları getirir insan yüreğine... Bir tahta masa, bir hasır iskemle... O sağır ve eski pişmanlık yılları... Ölümler!.. Kareli mavi kaplı defterim tahta masanın üzerinde duruyor... Bir de, Muzaffer Buyrukçu’nun ‘‘Korkunun Parmakları’’ kitabı... Küçük, sıradan insanların yaşamöyküleri... Bir tutam hüzün!.. 30 Ağustos Zafer Bayramı!.. 26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos’ta biten o büyük zafer... Ne ilgisi var ‘‘Kurtuluş’’un Muzaffer Buyrukçu’nun hazin ölümüyle demeyin!.. Buyrukçu, Mustafa Kemal’in ‘‘Aydınlanma Devrimi’’nin, laikliğin, demokrasinin, özgürlüklerin, uygarlığın yılmaz savunucularından birisiydi... 26 Ağustos’ta ‘‘Büyük Taarruz’u’’, ‘‘Kurtuluş’u’’ çok iyi özümseyen bir edebiyatçıydı... Muzaffer Buyrukçu bir yurtseverdi... Bugün Türkiye’nin o güzel koyları, bükleri satılmaya hazırlanıyor... Alaçatı ve Çeşme elden gidiyor... Gazetelerdeki haberler tıpkı ‘‘ölüm üzerine’’ yazılmış gibi: ‘‘Cumhuriyet tarihinin en büyük ihalesi...’’ ÇeşmeAlaçatıPaşalimanı kapsamında 15 milyon 630 bin metrekare alan birinci derece, 8 milyon 70 bin metrekare alan ikinci derece, 11 milyon 220 bin metrekare alan üçüncü derece doğal sit alanı 75 yıllığına Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından kiraya veriliyor... ??? Kimler alacak buraları?.. Göreceksiniz, çoğunluğu Arap şeyhlerine verilecek, tarikat sermayesine peşkeş çekilecek!.. Güzelim koylarda betonlaşma başlayacak.. Buralara yatırımlar yapılacakmış, 13.5 milyar dolar girecekmiş... Boş laflar bunlar!.. Türkiye’de doğal sit alanları imara açılıyor, imar yetkisi belediyelerden alınıyor, haberiniz olsun... Dağlarımız çokuluslu ‘‘altın avcılarına’’ peşkeş çekiliyor, koylarımız ve büklerimiz ‘‘Arap şeyhleri’’ne... Tıpkı bir korkunun parmakları gibi... Evet... Alçakgönülü bir yazar öldü. Ölümü hazindi. Bir tek el uzandı Buyrukçu’ya. Onun için teşekkürler Dr. Kazım Taş, teşekkürler Özel İsviçre Hastanesi... hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle