Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AĞUSTOS CUMA müzik YORUMLAR MUHALİF MÜZİKÇİLER HİÇBİR ZAMAN İSYAN ARACI OLMADI C Pul Pul Dökülen Zaman baş edilemezlik duygusu da yayılıyor. Zaten ortamı benzerlerinden farklılaştıran da bu. Köklü bir aydınlanma düşüncesini, bir siyasal kopma olarak yaşayamayan Arap dünyası, bunun eksikliği içinde çırpınıyor. Belki İsrailAmerikan politikalarındaki pervasızlığın, önemli nedeni de budur. Peki, bu, sonsuza dek böyle mi sürecek? Direnç var; gerçi şu sıralarda çaresizlik ve nefretin arkasında, ama o da büyüyor. Sonuçta, İsrail’in aceleci ve bu nedenle daha da kanlı saldırıları, Irak’ta duvara çarpan ABD’nin içinde bulunduğu çıkmazın ürünlerinden biri kabul edilebilir. Irak, gerçekten de kimsenin beklemediği bir direnişe sahne oluyor. Dökülen kanın da hesabı tutulmuyor. Hava dönüyor gibi... Lübnan’daki İsrail katliamları, biraz da bu ‘‘dönen havanın” yarattığı tedirginlik ile bağlantılıdır. İnsan makine değil, hayvan da değil. Zihinsel yetenekleri, onu tüm canlılardan ayırıyor. Tekdüzelik insana yabancı bir şey, o nedenle, normal koşullarda ABDƒ İsrail’in temsil ettiği dev kıyma makineleri karşısında koyunlar gibi ölümü beklemesi gereken, bu çaresiz ama nefret yüklü milyonların içinden isyancılar çıkıyor: Sisteme giren virüsler gibi. Tablo bozuluyor. Büyük Britanya ve sonra da ABD’nin yarattığı bir devlet, İkinci Büyük Savaş’tan beri sürekli kazandığı için, en önemlisi insanlık tarihinin inanılmaz kıyımlarından birini, Yahudi soykırımını arkasına da aldığı için, yığınların beynine yerleşmiş ‘‘Bunlar haklıdır!’’ imajını silmek zor. Ama şimdi öldürdüğü çocuklar ve siviller ile birlikte, Bush adlı bir savaş robotunun desteğiyle, ağır bir meşruiyet krizinin de eşiğinde bulunuyor. İşte bu, sadece ABD ve İsrail’i değil, Avrupa’yı da sarsar. ??? Asıl soru, şudur: Şimdi, bu ‘‘dönen havada’’ her türlü ilişki altüst olacaksa, Avrupa Birliği’nin motoru Almanya’nın Suriye, Irak, İran, Suudi Arabistan ve en önemlisi Türkiye ile ilişkileri de altüst olmayacak mıdır? Akla uygun sayılmış ve meşrulaştırılmış bütün kabullerin pul pul döküldüğü bir zamana girdik. cutsay?gmx.net 7 Savaşa karşı barış şarkıları ALİ DENİZ USLU OSMAN ÇUTSAY M uhalif müzikler hiçbir zaman odaksız bir isyanın aracı olmadı. Taşıdıkları misyonu, politik bir uyanıklık yaratmak için kitlesel uyuşturulmanın karşısına koydular. Müzikte hep bir muhaliflik, hep bir politika oldu, ancak 20. yüzyıl daha fazlasını üstlendi. Modern acılarla canı yananlar muhalif şarkıları daha gür seslerle söylemeye başladı. Müziğin, özellikle de rock müziğin muhalif tavrını belirlediği en güçlü dönem, bir kılarıyla karşı küreselleşmelerini yaratıyorlar, sınırları aşıp dünyanın bütün muhaliflerinin sesi soluğu oluyorlar... Türkiye’ye sıkça gelen İngilizlerin anarşist rock grubu Chumbawamba geçen şubat yine İstanbul’daydı. Röportaj yaptık. Söz dönüp dolanıp söylemleri “daha fazla savaş karşıtı şarkımız olmalı”ya geldi. “Daha fazla savaş karşıtı şarkımız nasıl olur?” sorusuna yanıtları oldukça basitti; “Söyleyerek! Yalnızca söyleyerek, hem de çığlık çığlığa”! Onlar ve konseri izleyenler çığlık çığlığa söylediler Chumbawamba şarkılarını, ama çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğu kesin. Roger Waters da unutulmaz İstanbul konserinde savaş karşıtı söylemini İstanbullu müzikseverlerle beraber Boğaz’dan dünyaya haykırmıştı. Bush ve Amerikan politikalarına ateş püskürmüştü. Waters, sahne almadan önce grunge müziğin babası Neil Young’dan en sıkı muhalif şarkıların dev hoparlörlerden verilmesi de bir mesaj olmalıydı. MÜZİĞİN GÜCÜ... Akılda kalan popüler muhalif şarkılara baktığımızda dertlerini en iyi anlatanların başında Bob Dylan’ın “Masters of War” parçası geliyor. Yine Dylan’dan “A Hard Rain’s A Gonna Fall” ve John Lennon’ın “Imagine” ve “Working Class Hero”su öne çıkıyor. U2’nun “Bullet the Blue Sky”, Bruce Springsteen’in “Youngstown”, Roger Waters’ın “Us and Them”, Bob Marley’in “Get Up Stand Up”, The Clash’in “The Call Up”, Rage Against The Machine’in “Bullet In Your Head” ve ismini anamadığımız binlerce tanıdık melodi de aynı vurguyu yapıyor. Bir de MTV’nin kıskacına düşmeden önceki iyi günlerinde Ozzy Osborne’lü Black Sababath’ın, “War Pigs” şarkısı var tabii. 80’li yıllara damgasını vuran Metallica da “One” parçası ile dönemin en çok ses getiren isimlerinden. Savaşta felç olup, vücuduna hapsolan bir askerin hikâyesini anlatan “One”ın; “mayın görme yetimi aldı / konuşmamı / duymamı / kollarımı / bacaklarımı / ruhumu aldı / beni yaşamımla cehennemde bıraktı” sözleri, Metallica’nın sert riffleri ile hafızalardaki yerini hâlâ koruyor. Bob Dylan ise “Master Of WarSavaşın Babaları” şarkısında savaşı yaratanlara; “siz tetikleri yaparsınız / başkaları çeksin diye/ yaslanır arkanıza seyredersiniz / ölü sayısının artmasını / saklanırsı nız evlerinizde / genç insanların kanları / bedenlerini terk edip / karışırken çamura” diye sesleniyor. The Beatles, özellikle John Lennon müziğin gücünün farkındaydı. Amerika, Elvis Presley ile çılgınca dans ederken Lennon, dikkatleri farklı yerlere çekmek için çabalıyordu. BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN... Hatta Elvis Presley askere gittiğinde “Elvis askere gittiği gün ölmüştür” demişti. Lennon, “Give Peace A ChanceBarışa Şans Ver”, “Working Class HeroÇalışan Sınıfın Kahramanı”, “Power To The PeopleGüç Halkın Olmalı” gibi bildiri niteliğinde sarsıcı parçalara imza attı. Barış ve özgürlük için müzik dışında da öncü oldu. Eşi Yoko ile yaptığı eylemlerle muhalifliğin sınırlarını zorladı. Etiyopya’nın açlık, yoksulluk ve hastalıkla boğuştuğu yıllardı. Müzisyen Bob Geldof önderliğinde “Live Aid” konserleri düzenlendi. Mick Jagger, Madonna ve Tina Turner gibi isimlerin de katıldığı konserlerin geliri Etiyopyalılara iletildi. Geçen yıl gerçekleşen “Live 8”te de Bob Geldof en ön sırada işin kurgusunu yapıyordu. “Live 8”, dünya nüfusunun yüzde 85’ine ulaşması açısından bugüne kadarki en başarılı çıkıştı. Milyonlarca kişinin canlı izlediği konserlere yaklaşık üç milyar kişi de televizyon ekranlarından ortak oldu. “Live 8”te Madonna, R.E.M., Elton John, Paul Mc Cartney, Stevie Wonder, Sting ve yıllar sonra bu konser için bir araya gelen muhalifliğin en güçlü ve etkili grubu sayılabilecek Pink Floyd da katılmıştı. “Live Aid” ile başlayan süreç, “Rock Against RacismIrkçılığa Karşı Rock” gösterileri ile devam etti. “Rock Aganist Racism”, özellikle, Trenchtown isimli gettodan doğup tüm dünyayı reegae ile sallayan Bob Marley’in müziğinin sonucuydu. Afrika’ya dönüş hayaline sığınan yoksul siyahlara umut veren Marley, baskı, sömürü ve ırkçılığa savaş açmıştı. Bu etki İngiltere’de başlayan “Rock Against Racism” hareketine esin kaynağı oldu. Bob Marley, “Redemption Song” şarkısında; “Kurtar kendini zihinsel kölelikten \ hiçbir şey değil, sadece kendimiz özgürleştirebiliriz aklımızı” diyordu... Marley, zamana yenilen değil, zamanı yıpratacak bir söylem kuruyordu... S Aşk, özlem, ihanet ve hüzün. Bunlar, şarkılarda duymaya çok alışık olduğumuz konular, ama bazı şarkılar var ki onların dertleri çok daha farklı, çok daha büyük... Çünkü onlar dünyanın bu haline itiraz ediyor; savaşa, yoksulluğa, eşitsizliğe, adaletsizliğe... Bir şarkıdan çok daha fazlası; onlar, direnişin ve hareketin sözcülüğünü üstleniyorlar... Sessizliği, huzuru, iç çekişi değil, bağıra bağıra söylenmeyi bekliyorlar! bakıma 1965 yılında başlayan Vietnam Savaşı ve sonrası oldu. Yani milliyetçi şarkılar ve savaş karşıtı şarkıların çatıştığı, binlerce insanın Amerikan siyasetine kurban gittiği yıllar. Bu tablo onlarca yıl sonra bu sefer Irak’ta tekrarlanıyor. Bir sonraki on yıl içinse daha karamsar tahminler yürütmek mümkün... Kendisi bu rolü üstlense de muhalefeti sadece rock’a yüklememeli elbette, her tarz ve dilden binlerce şarkı aynı ruhu paylaşıyor, itiraz ediyor, eleştiriyor, karşı çıkıyor, düşlediği dünyayı dillendiriyor... Dünya pazarı küreselleşedursun, onlar da şar Müziğin politikası G runge kalesi Pearl Jam, hümanist çıkışları ile R.E.M, popüler ama karşıt Green Day, MTV’nin asi popçusu, Bush’a ihtarname yollayıp popülerliğinden olmayı göze alan Pink, savaşa karşıt söylemleri kadar Ermeni sorunu yüzünden her koşulda Türkiye’ye ağır eleştiriler yapan System Of A Down (SOAD) da şu sıralar tavırları ile dikkat çeken gruplardan yalnızca birkaçı... Elbette iktidar yanlısı grup ve sanatçılar da var. Geçen haftalarda İstanbul’a gelen Guns’N Roses ve James Brown bu gruba giren iki örnek. Glam rock müziğin yaşayan efsanesi Guns’N Roses, bırakın savaş karşıtlığını, ırkçı ve cinsiyetçi tutumundan ıradan insan, daha doğrusu toplumun ortalama zihinsel yetisi veya toplumsal akıl, realitede kendini bir biçimde kabul ettirene eğilim gösteriyor. Ona yakınlaşıyor, onu kabulleniyor, onu meşru sayıyor. Dolayısıyla, yenilenlerin veya ezilenlerin, dar politik veya geniş toplumsal anlamda pek bir şansı kalmıyor. Bunu kötümser bir ‘‘tarihçi’’ bakışı olarak da görebiliriz. Yenilenler, tarihçinin göreli ilgisizliğini daha bir hak etmiş sayılıyor. İlgi gösterilmemesi, ‘‘somutun zenginliğini yitirmemek ve böylece başarılı bir soyutlama şansından olmak’’ bahaneleriyle yakından bağlantılı. ??? Demek ki mevcut içinde öne çıkana, dizginleri ele alabilene yakınlık göstermek, onu önemsemek bir toplumsal eğilimdir. Bunu evrim sürecinin bir tezahürü olarak görmek de mümkün. Acı olan, toplumsal yaşam içinde siyasal iktidardan uzak kalanların veya iktidarı yitirenlerin, geniş yığınların gözünde rasyonelleşme ve meşrulaşma şansını da yitirmesidir. Acı, çünkü iktidara uzak bu kesimler, bizzat toplumsal zenginliği yaratan emekçi milyonlardan veya onların çıkarlarını koruyanlardan da oluşabilir. Bugüne bakalım: Lübnan’daki kanlı saldırıları, Türkiye’nin de içinde ve hatta merkezinde olduğu bir sürecin parçası olarak görmek gerekiyor. Arap dünyasında, son 50 yılda ardı arkası kesilmeyen hezimetler nedeniyle İsrail ve ABD’nin yenilmezliği, zihinlere yerleşmiş olabilir. Dünya kapitalist sistemi içinde İran’ın 70’lerin sonunda Şah Rıza Pehlevi ile birlikte ABD hegemonyasını da soyunup Avrupa ve Japonya’yı emperyal sistem içinde yeni muhataplar olarak kabul etmesi bile bu izlenimi silemedi. Çünkü hemen ardından sosyalist sistemin yerle bir olması ve yerini ‘‘kapitalist demokrasilere’’ bırakması geldi. Irak, Batı’nın Arap yığınları nezdindeki ‘‘acımasız dev’’ imajını daha bir perçinledi. Tabii, getirdiği yıkımla da nefreti körükledi. Çaresizlik ve nefret, aynı kazanda artık; kaynıyor, kaynatıyor... Nefret büyüyor, İsrail’in saldırısı bu zaten büyük nefreti daha da etkili hale getirdi, ama Batı ile hiç taviz vermedi. Soul müziğin kralı sayılan Brown ise bir yandan ırkçılığa karşı çıkıyor, öte yandan milliyetçi bir söylem kullanıyor. Vietnam Savaşı’na karşı çıkan gruplara ordu konserleriyle yanıt vermesi hâlâ belleklerdeki yerini koruyor... NE SAVAŞLAR BİTİYOR, NE YOKSULLUK AZALIYOR... Türkiye’deki muhalif müzik ise hoşgörüsüzlüklere ve yaşanan talihsizliklere rağmen çok zengin. Özellikle son dönemde daha çok savaş karşıtlığı tutum ve şarkılar öne çıkıyor. Müzisyenler dünyada ve ülkede olan bitenlere kayıtsız değil. Sponsorlu festivallere karşı doğan “BarışaRock” konserler kadar bilgilendirme, tartışma platformlarıyla da muhalif duruşunu diri tutuyor. Yeni kuşak popüler rock grupları da mesajlarını sert söylemler kullanarak vermekten çekinmiyor. Bu anlamda “Mor ve Ötesi” ve “Duman” popülerlikleri ile ulaştıkları kitle açısından çok önemli bir yere sahipler. “Mor ve Ötesi”, AmerikaIrak savaşında, savaş karşıtı kamuoyunu geliştirmek adına öncülük ettiği “Savaşa Hiç Gerek Yok” albümünde; Bülent Ortaçgil, Aylin Aslım, Athena, Vega, Feridun Düzağaç, Koray Candemir ve Nejat Yavaşoğulları ile birlikte çalıştı. Bu albümün geliri Irak’a canlı kalkan olarak gidenlere aktarıldı. Haluk Levent yıllardır nükleer karşıtı harekete her platformda destek oluyor. Zamanın daha anlamlı kıldığı şarkılara sahip Moğollar da her daim barış ve demokrasi mesajlarından vazgeçmiyor. Çernobil faciasının izlerini müzikleri ve söylemleri ile gündemden düşürmeme çabası içinde olan Volkan Konak, müzik dışında da bu konunun takipçisi. Çernobil’in lanetli mirasından payını alan Kazım Koyuncu’nun şarkıları ise bir karşı duruş, bir itiraz olarak korunuyor. Muhalif müziğin Türkiye’deki en etkili gruplarından Grup Yorum ve birkaç kuşağın birden sahiplendiği muhalif sanatçı Cem Karaca. Elbette 12 Eylül sonrasında, şarkı ların bile bir tehlike olarak görüldüğü dönemde, yaşanan acıları aktaran ilk sanatçıyı Ahmet Kaya’yı da unutmamalı. İlk yıllarda konserleri engellenen, albümleri toplatılan Kaya, en çok dinlenilen, ama en çok dışlanan, eleştirilen sanatçı oldu. Sonunda, yine bir politik eleştiri yaptığı sırada şiddete uğradı, sürgün edildi ve sürgünde geçirdiği kalp krizi sonucu öldü... “Haydi Erkekler Savaşa” ile Fikret Kızılok, “Korku” ile Yaşar Kurt. “Şili’ye Özgürlük” ve “Acil Demokrasi”yle Bulutsuzluk Özlemi, “Sokarım Politikana”yla Nazan Öncel... Hepsinin bir itirazları var, hepsi savaşa karşı, hepsi muhalif... Ne savaşlar bitiyor, ne yoksulluk azalıyor... Bugün her zamankinden daha çok muhalif şarkılara ihtiyaç var... Şimdi, Bob Dylan’dan “Master of Wars”ı, John Lennon’dan “Imagine”ı, Mor ve Ötesi’nden “Savaşa Hiç Gerek Yok” ya da Moğollar’dan “Bir Şey Yapmalı” şarkısını dinleyip, savaşa, yoksulluğa ve kapitalizme karşı daha neler yapabileceğinizi düşünün!l Müzik sevgisi engel tanımıyor ÖZNUR OĞRAŞ ‘‘Duymuyor, görmüyor, engelli olabilirim, kalbim var sevgilere, hissim var duygulara, beynim var bilgilere... Ama, sizlere de ihtiyacım var’’ diyor Ceren Karayaka. 15 yaşında Ceren, doğduğundan beri duymuyor ama piyano çalıyor. O bir piyanist adayı. Cankut Değerli 11 yaşında, görmüyor ama piyano çalıyor. Elif Güler zihinsel engelli, duyuyor, görüyor fakat hafızasında hiç bir şey tutamıyor ama o da piyano çalıyor. Ayakta yüzlerce kişi onları alkışladığında, ‘‘Biz de varız, buradayız ve başardık’’ diyorlar. Linda Kaso Bakırköy Belediye Tiyatroları Piyanisti. Altı yıldır görme, duyma ve zihinsel engelli çocuklara gönüllü piyano çalmayı öğretiyor. Arnavut kökenli olan Kaso konservatuvarı Arnavutlukta bitirmiş. Kaso ‘‘Belediyede normal çocukların yanı sıra engellilerle de çalışmalarım var. İlk öğrencim omurilik felçlisi Esra... Başladığım zaman çok tedirgindim engelli kelimesini sadece kelime olarak biliyordum. Onlar ile iç içe olmaktan, çalışmaktan, paylaşmaktan hiç haberim yoktu. Esra bana çok şey öğretti’’ diyor. Ceren Karayaka ile üç yıl önce tanışmış Kaso, müzikte, birlikte çalışacağın kişi engelli de olsa iyi elektrik almak çok önemli diyor. Ceren’i çalıştırmaya başladığı ilk günlerde tedirgin olmuş, ‘‘Çünkü duymuyor, acaba ritmi nasıl alacak diye tedirgin oldum. Çok zor bir şey geri dönmen mümkün değil çünkü ona umut verdim, çok sıkı çalıştım Ceren’le ve kısa zamanda üç parça çıkarttık. Geç saatlere kadar çalışıyorduk. Parçanın duygusal mı yoksa hareketlimi oluduğunu önceden söylüyordum Ceren’e’’ diyor. Dünya Özürlüler Günün’de Sakıp Sabancı Sahnesi’nde sahneye çıkmış Karayaka ama kimse onun işitme engelli olduğuna inanmamış. Kaso, ‘‘Ceren’in işitme engelli olduğuna inanmayacaklarını daha baştan tahmin ettim. Onun en büyük başarısı bu. Bende varım diyor ve kendisini gösteriyor. Ceren şimdi ben olmadan sahneye çıkabilecek duruma geldi. Ceren dudak okuyarak beni takip ediyor. Ders verirken onu normal bir çocuk gibi gördüm ve öyle davrandım. Olması gerekende bu zaten’’ diyor. Kaso’nun diğer bir öğrencisi down sendromlu Elif Güler. Güler’in annesi aslında Kaso’ya piyano dersi için normal olan kızını getirmiş ama Kaso, Elif’i tercih etmiş. ‘‘Zihinsel engelliler ile ilgili araştırmalar yaptım’’ diyor Kaso. Nasıl davranması gerektiğini, tepkilerini ve sevgiyle her şeyi başarabileceklerini öğrenmiş. ‘‘O müthiş. İki ay önce aldım onu. Elif çalabiliyor. Elif’le ilk dersim 20 dakikada başladı. Onu sevdiğimi anlıyor çünkü. Yavaş yavaş ama çok verimli oldu. İkinci ve üçüncü derste çok ilerleme kaydettik. Notaları tuşları tanıyor artık’’ diyor. Kaso, iki yıldır öğrencisi olan görme engelli Cankut Değerli’yi ‘‘Çok yetenekli’’ diye tanımlıyor. ‘‘Cankut ile çalışmalarıma yine görme engelli SelimKerim Altınok kardeşler yardım etti. Tuşları öğrenmesi için eğitim kitabı gerekiyordu ve SelimKerim onun için kabartmalı bir kitap hazırladı. Bir eli kitapta bir eli piyanonun tuşlarında çalmayı öğrenmeye başladı’’ diyor. Üç öğrencisiyle de çalışmanın çok zor olduğunu söyleyen Kaso ‘‘Onları beş dakika mutlu edebiliyorsam benim için daha büyük bir mutluluk var mı. Keşke benim gibi diğer eğitmenlerde gönüllü ders verseler, ya da engelliler için bir müzik okulu kurulsa’’ diye konuşuyor. merika Birleşik Devletleri’ni (ABD) hâlâ daha ‘‘stratejik ortak’’ diye tanımlayanları anlayabilmek, bırakın her geçen günü, her geçen saatte bile zorlaşıyor. Bir zamanlar, ki soğuk savaş yıllarıydı, Türkiye NATO’nun, doğal olarak da ABD’nin ileri karakolu konumundaydı. Sovyetler Birliği dağılıp soğuk savaş dönemi aşıldığında yöneticilerimizin bir bölümü sudan çıkmış balığa dönmüştü. Sırtımızı dayayarak ülkemizi güvence altına aldığımızı sananlar kendilerini ortada kalmış sayarak davranmayı ilke edinmişlerdi. Türkiye tam kendi yağıyla kavrulmaya alışıyorken, basiretsizlik yüzünden yaşanan bunalımlar, Dünya Bankası (DB) ile Uluslararası Para Fonu’na (UPF) sakalın kaptırılması için yetti de arttı bile. Bu iki uluslararası kuruluş ABD’nin denetiminde ve güdümünde olduğu için de kendimizi stratejik ortağın (!) kucağında bulduk. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarları öncesinde ve döneminde, parti yöneticilerine gösterilen itibar, Türkiye’nin geleceğinin ipotek edilme A GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Haydi Lübnan’a Yanlışı! ağzından çıkardı. Adım adım Büyük Ortadoğu Projesi yaşama geçiriliyor. ABD, bir yandan İsrail’i güçlendirerek, diğer yandan bağımsız bir Kürt devleti oluşturarak Ortadoğu’da yeni ve güçlü jandarmalar oluşturmayı hedefliyor. Biraz yukarıdaki Ermenistan’ın büyütülüp güçlendirilmesi de bu projenin kapsamında yer alıyor. Dikkatli gözler, dünyanın en önemli petrol birikimine sahip bölgenin kontrol altına alınmasına yönelik uygulamayı fark edebiliyor. Aynı durum yeniden yapılandırılmak istenilen Ermenistan için de geçerli. Orta Asya’daki petrollerin yakınında ve petrol boru hatlarının hemen yanında oluşu, Ermenistan’ı da Altın Üçgen’in köşelerinden biri sine yol açtı. Ortada dış ilişkiler için gelenekselleştirilmiş ve zorunlu duruma getirilmiş ‘‘görüşme tutanağı’’ yöntemi terk edilince kendince yetkili ama sorumsuz kişiler sayesinde verilmiş olan sözler de bilinmez oldu. Bu nedenle devletin hafızası da yok olmaya başladı. ??? ABD’nin dümen suyundan gitme niyetlerini yaşama geçirme çabasının Türkiye’nin başındaki belanın daha da büyümesine yol açacağı ortadayken bizimkiler hiç de oralı olmuyor. Kısa bir süre önce yeni Ortadoğu planı kamuoyuna yansımıştı. Geçen günlerden birinde de ABD Dışişleri Bakanı ‘‘Yeni bir Ortadoğu’nun zamanı geldi’’ diyerek baklayı yapmaya yetiyor. ??? ABD’nin Türkiye’nin isteklerini açıkça reddetmesi ya da kendi çıkarına göreceği bir zamana ertelemesi, nedense bizimkileri etkilemiyor. ABD, İsrail yanlısı tutumu ortadayken, hatta Güvenlik Konseyi’nin kınama kararını veto ederek zaman kazandırırken bizimkiler gönül rahatlığı ile ‘‘Lübnan’a asker göndermekten’’ söz edebiliyorlar.Irak tezkeresinin reddinden duydukları, verilen sözde duramamış olmanın üzüntüsünü, Lübnan’la gidermeye niyetli bir görüntüleri var.Her gün ülkede vermekte olduğumuz şehitler gönülleri dağlamayı sürdürürken nasıl bir yaklaşımdır, anlamak zor. Üstüne yurtdışından katılacak şehit cenazelerine dayanılması olanaksız. Vatan çocuklarının kanları üzerinden verilecek ödünler Türkiye’yi büsbütün yaşanılması acılar veren bir ülkeye dönüştürecek. Galiba sağduyu ve bağımsızlık ilkesine en fazla gereksinim duyulan günlerdeyiz. oerinc?cumhuriyet.com.tr.