29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AĞUSTOS CUMA dizi BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI ULUSLARARASI GÜÇ UYARISINDA BULUNDU C 11 Göksel: Türkiye işgalci olur ÖZGÜR ULUSOY İsrail saldırılarının harabeye çevirdiği Lübnan’a bir uluslararası güç konuşlandırılmasıyla ilgili tartışmalar sürerken 23 yıl boyunca Lübnan’daki BM misyonu UNIFIL’in sözcülüğünü yürütmüş olan Timur Göksel, hem bölgedeki hem de barış gücündeki deneyimine dayanarak iyi planlanmamış bir güce asker vermenin Türkiye’yi işgalci konumuna düşüreceği uyarısını yaptı. Ortadoğu’da gittikçe derinleşen bir SünniŞii kopuşması tehlikesine dikkat çeken Göksel, Türkiye’nin yüzde yüz Şii olan Güney Lübnan’a asker göndermeden önce bir kez daha düşünmesi gerektiğini vurguluyor. Göksel’le, 2000 yılında İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi sırasında tanışmıştık. Ofisi, Güney Lübnan’a gelen gazetecilerin ilk uğrak yeriydi. Şu anda Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde siyaset bilimlerinde akademisyen olan Göksel’le telefonla söyleşi yaptık. Görüşmemiz yer yer, İsrail’in attığı bombalarla kesildi. Göksel, gelen bomba seslerine karşın sorularımızı yanıtladı. Hizbullah’ın bu adımının şaşırtıcı olduğunu söylüyorsunuz... TİMUR GÖKSEL Şaşırtıcı bir adımdı. Bir gün önce yüksek lisans öğrencilerimi Sur kentine götürmüştüm. Yurtdışından yaz için gelen Şiiler vardı. Öğrencilerime, eylüle kadar rahatız dedim. Ertesi gün Hizbullah eylemini gerçekleştirdi. Olayları Hizbullah’ın adımı tetiklese de İsrail saldırısının önceden planlanmış olduğu yorumları yapılıyor... Ona şüpheniz olmasın, İsrail’in bu saldırısı planlı bir saldırıydı. Aslında Lübnan’dan çekilmeyi hiç istemediler. Lübnan’dan çekilmekle İslam dünyasındaki caydırıcı güç şöhretlerini kaybetmiş oldular. Burada küçük bir grup onlara kafa tuttu. Bu caydırıcı şöhreti kazanmak istiyorlardı. PROJEYE EN ÇOK TÜRKİYE İNANIYOR Tek neden bu değil herhalde?.. Tabii ki değil. Hizbullah’ı yok etmek biraz fazla büyük bir hayal olur, ama Hizbullah’ı mümkün olduğu kadar zayıflatmayı, sınırdan uzaklaştırmayı, askeri yönden zayıflatmayı planladılar. Dışarıdan da tepki gelmeyeceğini, ABD’den destek geleceğini biliyorlardı. Hizbullah’ı tokatlamak, ABD’nin de erişemeyeceği bir amaç. Bence Hizbullah’ın en büyük yanılgısı da bu oldu, İsrail’in bu kadar büyük adıma kalkışacağını bence tahmin etmedi. İhtilaflı olmayan, batı bölgesindeki bir hududu geçerek saldırıp adam öldürüp adam kaçırmak ciddi bir şeydi. Hizbullah niye böyle bir şeye kalkıştı? Gazze öfkesi mi? Suriye ve İran parmağı tezi ne kadar doğru? Gazze öfkesi değil bence. Benim bildiğim, Hizbullah kendi kararlarını kendisi verir. İran’la büyük bağları var, İran’ın etkisi hiç şüphesiz, ama bu günlük harekât planlamasına kadar gitmez. Hele Suriye’nin günlük olaylarda hiçbir etkisi yoktur, olsa olsa ortak çıkarlar var. Hizbullah emir almaz. Eğer bir gün İsrail ya da ABD İran’a saldırırsa Hizbullah caydırıcı güç olur deniyordu. O zaman insanın aklına şu soru geliyor; İran niçin böyle bir gücü şimdi harcasın ki? Bu yoruma tersten bakarsak, İran’a olası bir saldırı öncesinde Hizbullah’ın beli kırılmak istenmiş olamaz mı? Olayı başlatan Hizbullah, o da bir gerçek. Rice, yeni Ortadoğu’dan söz ediyor. Washington’ın büyük Ortadoğu ve harita hesaplarıyla bağlantısı var mı? Ortadoğu’yu tanımamaktan kaynaklanan bir hayali proje bu. Bölgede Filistin sorunu var, Arap rejimleri sorunu, halkın demokrasiden haberdar olması sorunu var. Bana bu projeye en çok inanan ülke Türkiye gibi geldi. Türkiye nedense çok heyecanlandı. Biz de Ortadoğu’yu tanımıyoruz galiba. ABD’nin kurduğu hayallerle olmaz bu iş. Lübnan’dan sedir devrimi falan çıkmaz, olsa olsa iç savaş çıkar. Gerçekçi olmak lazım. Amaç Hizbullah’ı yok etmekse buyursunlar kendi askerlerini göndersinler, yapsınlar. Türk askerinin hayatı bedava sanki. Hiçbir ülkenin asker göndermeye niyeti yok. Hayal ürünü demeçler veriliyor. Bir fikri yok edemezsiniz ki, bugün Hizbullah’ın silahını alsanız, bu bir doktrin, yerine başkası çıkar. TARAFLARIN ONAYI ŞART Uluslararası güç kurulur ve Türkiye buna katılırsa Türkiye’ye bölgedeki bakış ne olur? Bir kere NATO derseniz, NATO demek ABD demek, ABD demek İsrail demek, onlarla buraya gelmek baştan tarafsızlığınızı yitirmiş olmak demektir. Barış gücü deniyor da daha adı bile konmadı. Barışı koruma gücü mü olacak, yoksa barışı zorlama gücü mü? Amaç barışı koruma gücüyse, benim eski bir barışı koruma gücüm var orada, tarafsız bir ünü var, halkın son derece kabul ettiği bir güç, ki bu Lübnan’da hiç kolay değildir. Yok eğer barışı zorlama gücüyse istenen, bütün Lübnan’a yayılacak, Hizbullah’ı silahsızlandırma görevini yürütecek bir güç, onun adı işgal gücüdür, birinci günden itibaren hedef olacaktır. Türkiye iyi hazırlanmış bir güce katılırsa prestiji artar. İyi hazırlanmıştan kastım, aslında her yabancı güç başka bir ülkeye gönderildiğinde geçerli olması gereken kurallar. Komutasının kimde olacağı belli olmalı, görev tanımı net olmalı, öyle nereye çekersek oraya uzayacak esneklikte bir görev tanımı olmaz; ve de en önemlisi, ihtilafa taraf olan tarafların onayının alınması gerekir. Lübnan hükümeti şu anda çok zayıf, ama onların onayı şart. Sonra kimle görüşeceksiniz; bir, İsrail’le görüşeceksiniz. İki, Lübnan’ın güneyindeki en etkin güç olan Hizbullah ile. Eğer bu bölgeye Türk askeri gidecekse o zaman Türk hükümeti bu adamlarla temas kurar, siz bu askerleri istiyor musunuz, istemiyor musunuz diye sorar. Ben bu işin nasıl yanlış yollara saptırıldığını çok gördüm. Öyle, siz merak etmeyin, hele bir gidin, her şey hallolur derlerse, ki Türk askerinden iyisini bulamayacakları için diyebilirler, ona inanmayın. 1978’de aynısını bize yapmışlardı. 20 sene hayatımızı kurtarmaya çalıştık. NATO gücü olarak ağır silahla giderseniz o zaman bambaşka... Kimsenin çok üzerinde durmadığı bir başka sorun daha var ve bence çok önemli. Bugün Ortadoğu’da gittikçe derinleşen, tehlikeli bir hal alan bir SünniŞii kopuşması var. Güney Lübnan’daki hâkim güç yüzde yüz Şii. Türk askeri buraya gelirse ne olacak, çatışma çıkarsa ne olacak? Deneyimle söylüyorum, uluslararası güce güvenmek çok zordur. Irak’a güç deniyordu, ben çok karşı çıkmıştım. İki birliği yan yana koyarsınız komutan belli değil. Siz destek beklersiniz, adam ülkesinden talimat bekler. Hele Batılı ülkelerin askerleri, komutan filan hikâye, adam ülkesinden talimat gelmeden adım bile atmaz. Ya da yanınızdaki birlik halka ters davranışa girer, sizin başınız belaya girer. BM’de de, adam New York’ta masa başında oturup talimat verir. Şu ülke bize şöyle destek sağladı, komutan da buradan olsun, der. Yetenekli mi bakmaz. Size 3 aday gösterir, 2’si İngilizce bilmez, zorunlu olarak 3. adayı seçersiniz. BM de işte böyle çalışır. İşbirlikçi Terör ile Antiemperyalist Başkaldırıyı Karıştıranlar ve AB için terör, OrtaABD doğu’da yeniden yapılanmanın en önemli araçlarından birisi olarak kullanılmaktadır. ABD ve AB, ‘‘PKK’yi terör örgütü olarak tanımlamalarına rağmen’’ onu Türkiye’ye karşı Ortadoğu’nun yeni sömürgeciliğinde en önemli silah olarak görüyorlar. PKK, ABD ve AB’nin terör listesinde ise Türkiye’nin bu örgüte karşı her türlü önlemi alma ve operasyon yapmasına destek vermeleri gerekmez mi? Aksine, Ankara üzerinde baskı yaparak, bu terörün Türkiye ve bölgeyi yıpratmasına destek veriyorlar. Eşref Bitlis, ‘‘onların bu baskısına rağmen terörü ortadan kaldırmak istediği için’’ hedef alındı. Kuzey Irak’taki Kürtçü oluşum ABD, İngiltere ve İsrail tarafından 1990’dan beri planlı bir biçimde hazırlandı. ABD ve AB, ‘‘onlar benim teröristim’’ diyorlar. Silah ve para yardımı yanında her türlü siyasal desteği veriyorlar. Avrupa Parlamentosu’nun 1993 yılından başlayarak aldığı kararlara bakarsak bu siyasi desteği görürüz. Bugün Güneydoğu’daki bazı belediyeler Washington ve Brüksel’in maşaları durumuna gelmişlerdir. Ortadoğu’da terörün en büyük kaynağı ABD ve Avrupa’nın bu bölgedeki sömürgeci ve baskıcı politikalarıdır. Demokrasiyi son 60 yılda sürekli engellediler. Bunun sonucunda bölgede iki çeşit terör ortaya çıkmıştır; ya PKK gibi ABD ve AB’nin destekleyerek ürettiği bir terör örgütü vardır; ya ABD (ve AB) sömürgeciliğine karşı başkaldıran Hizbullah, Hamas, FKÖ gibi Batı’nın terör örgütü adını verdiği örgütler ortaya çıkmıştır. PKK, Talabani ve Barzani; ABD, İngiltere ve İsrail sömürgeciliğinin bölgedeki işbirlikçileri konumundadırlar. Washington ve Brüksel ile işbirliği yapan bizdeki kimi İslamcı siyasilerle aynı konumdadırlar. Her ikisi de Batı’nın bölgedeki yeni sömürgeciliğine hizmet etmektedirler. Bugün İsrail’in Filistin ve Lübnan’a karşı yeniden başlattığı saldırılar terör örgütü olarak tanımladıkları Hizbullah’a ve Hamas’a karşıdır. Antiemperyalist başkaldırı terör değildir. ABD ve Avrupa’nın büyük devletlerinin Ortadoğu’da başlattıkları yeni sömürgeciliğe karşı hareketler, kurtuluş hareketleridir. Mustafa Kemal’in Anadolu’da 1919’da başlattığı Kurtuluş Savaşı da Avrupa tarafından terörist başkaldırı olarak adlandırılmıştır. Batı emperyalizmi bunu hep yaptı; dün de, bugün de. ABD ve AB bugün Cumhuriyet’e ve Lozan’a karşıdır. Kendi teröristlerini bize karşı örgütlüyorlar. Kuzey Irak’ta Talabani ve Barzani ABD ve AB’nin temsilcileri ve işbirlikçileri konumundadırlar. Bu işbirliği Arap ülkeleri, İran ve Türkiye’ye karşı yapılmakta ve yeni sömürgeciliğe destek vermektedir. İsrail bölgede ABD ve İngiltere’nin öncü gücü olarak Hizbullah’a ve Hamas’a karşı saldırılarda bulunurken PKK ile işbirliği yapmakta ve onu bölgedeki bir maşası olarak kullanmaktadır. Bu nedenle bölgedeki terör ve başkaldırı hareketleri siyah ve beyaz gibi iki ayrı çizgide yürüyor; 1. PKK, Talabani, Barzani örneklerinde olduğu gibi yeni sömürgeciliğin kullandığı örgütler vardır. 2. Hizbullah ve Hamas gibi ABD ve Avrupa sömürgeciliğinin bölgedeki faaliyetlerine karşı koyan antiemperyalist örgütler bulunmaktadır. Bu gerçeği kimse inkâr edemez. Bu net gerçeğe rağmen bizde kimi medya çevreleri, ‘‘emperyalizme karşı başkaldıran örgütlerle, sömürgecilerle işbirliği yapan teröristleri’’ özellikle aynı kefeye koyuyorlar. Bunlar Ortadoğu’ya Bush yönetiminin gözlükleri ile bakanlardır. Kısacası işbirlikçilerdir... www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Bombardıman başladı ...... Bomba sesleri geliyor... Ben 10. katta oturuyorum, bütün camlar sallanıyor. Görüşmeyi keselim isterseniz, sığınağa gidin. Sığınak dediğiniz İsrail’de var. Orada da yaşadım. Zırt pırt sığınaklara girer çıkardım. Burada kim sığınak yapmış ki? Burada hep beraber Allah’a güveniyoruz. (.... Sesler kesiliyor.) ABD’nin Suriye ve İran’ı birbirinden kopartmaya çalıştığı da söyleniyor. Bu mümkün mü? Bir hayal olabilir tabii. ABD’nin hayalleri var. ABD’yi kimin yönettiğini anlamadım ki. Think tank’çiler var. Çok iyi para kazanıyorlar herhalde. Çok aklı başında olanlar da var, ama onları kimse dinlemiyor. Lübnan yaralarını sarabilecek mi? Lübnan’ın işi çok zor. Lübnan Refik Hariri’nin aşırı çalışmasıyla ihya oldu. Şimdi bana bugünkü haline gelmesi çok zor gibi geliyor. Normal tempoyla giderse 20 yılı alır. ..... Şimdi çok büyük bir bomba geldi. Dumandan anlaşılıyor. Yeni gelen, sığınak delici Amerikan bomba larından olsa gerek. Keselim isterseniz... Gerek yok, yalnız camları açmak lazım. Camları açmazsanız paramparça olur. .... Peki bu kriz nasıl biter? ABD’nin de katkısıyla 810 gün sonra bu iş bitecek. Kim kazanacak? İki taraf da kazandık diyecek, siz karar vereceksiniz. Son olarak, Türkiye’ye vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Çok iyi düşünmek, yalnızca siyasi çıkarlarla hareket etmemek gerekir. Ülke kendi kararını kendi almalı. AKP’nin en büyük eksikliği burada, aynen kendinden evvelki hükümetlerin yanılgısını onlar da taşıyor. Ortadoğu’da etkin olduğumuzu düşünüyorlar. Böyle değil, Mesela, şimdi THY’nin ve Türkiye’nin turizm için bir kampanyası vardı, ama adam kapıda vize verin diyor, vermiyoruz. Sefarete bir şey demiyorum. Onlar çalışıyor. Ama şimdi Ürdün’le Mısır bizden vize istiyor. Eskiden istemiyorlardı. Biraz dikkatli olmak lazım. Tezkere, bölgede Türkiye’ye bakışın değişmesinde çok etkili oldu, ama şimdi bu uluslararası güç meselesinde çok dikkatli olmak gerek. ‘Muhafazakârlık artıyor’ NEW YORK (AA) ABD’nin saygın gazetelerinden New York Times’ta çıkan bir haberde, ‘‘AB üyesi olma yolundaki Türkiye’nin politik ve kültürel açıdan muhafazakârlaşma yolunda olduğu’’ ileri sürüldü. New York Times’ın haberine göre, Türkiye’nin uzayan AB süreci ve üyeliğin yolunu açmak için ülkede yapılan pek çok ekonomik, hukuki ve kültürel değişiklik, Türklerin AB’ye bakışını son dönemde olumsuz etkiledi. Haberde, İstanbul’da yapılan son bir ankete göre, halkın 2003 yılında yüzde 74’lerde olan AB üyeliğine desteğinin bu yıl yüzde 58’e indiği vurgulandı. Haberde, 1846 kişiyle yapılan anketten çıkan bazı ilginç sonuçlara da yer verildi. Buna göre, ankete katılanların yüzde 60’ı kızlarının Müslüman olmayan erkeklerle evlenmelerini istemezken yüzde 68’i de ‘‘türban yasağının’’ kalkması gerektiğini düşünüyor. Haberde, bir tesettür giyim mağazası sahibinin Türkiye’nin AB’den çok kültürel açıdan daha yakın olduğu ülkelerle ilişkilerini geliştirmesini tercih ettiği belirtilerek bu mağazanın şu an 22 olan dükkân sayısını gelecek üç yıl içinde 78’e çıkarmayı planladığı da vurgulanıyor. New York Times’ta Prof. Dr. Emre Kongar’ın, hükümeti, ‘‘AB üyeliğini kendi siyasi gücünü arttırmak için kullandığı’’ şeklinde eleştirdiği belirtildi. Koç Holding dünya liginde apıdan masaya... ilerlerken... ‘‘K (Mehmet Y. Yılmaz) ayağa kalktı, bana doğru bir iki adım attı. Ben ona.. ilerledim.. Yaklaştığımda, fısıldayarak ‘Beni de kovmuşsunuz, doğru mu?’ dedim... ‘Bakın Zeynep Hanım...’ diye başladı... Sözünü kestim. Bir kez daha ‘Doğru mu, değil mi?’ dedim... ‘Doğru ama...’ O an arkamı döndüm, kapıya yürüdüm. ‘Ama ben toplantıdaydım...’ diye bir şeyler anlatmaya başladığında, odasından çıkmıştım...’’ ‘‘Meslek Yarası’’, sevgili okurlar, bu sahnenin öyküsüdür. Bir genel yayın müdürü selefleri, ünlü karikatüristler, aralarında benim de bulunduğum köşe yazarlarından oluşan geniş bir kadroyu tasfiye ediyor. Bir, iki, üç değil... ‘‘On’’ sayıyla 10 kıdemli gazeteciyi tasfiye kararı almış. Yalnız söz konusu gazetecilerin kişisel kariyerlerini değil; gazetenin kimliği, yayın çizgisi, okur profilini de etkileyen çapta bir karar almış. Ama kimseyi bilgilendirmek zahmetine girmiyor. Kişisel bir görüşme ya da kapıya koyduğu gazetecilere tebligat yapmak endişesi taşımıyor. Niye? Türk basınında bir süredir bu işler çünkü böyle yürütülüyor. Bunlar vakayı adiyeden sayılıyor. Gazetecilerin kaderi patron ya da genel yayın müdürünün iki dudağı arasında. ‘‘Kamu yararını’’ korumak, kollamakla mükellef ga SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU ‘Meslek yarası’ taşıyor: ‘‘Doğru değil. Doğru olamaz. Beni, evimden nasıl kovarlar?’’ Zeynep bunu bu doğallıkla yaparken, genel yayın müdürünün verdiği tepkiye bakınız: ‘‘Bakın Zeynep Hanım.... ama ben....’’ Yılmaz; belli ki beklemediği bir durumla karşı karşıya kalmış. Bu ‘‘yüzleşmeyi’’ hesaba katmamış. Gerekçesi ne olursa olsun; aldığı kararın yükünü taşımakta zorluk çekiyor. Yönetici olarak verdiği tek refleks var: ‘‘Kaçış’’. Gün boyu kaçmış. Oral’ın telefonlarına çıkmamış. Sekreterine ‘‘Meşgul, toplantıda’’ dedirtmiş. Zeynep Oral’ın kapının önündeki genç sekreteri; ‘‘Yavrum ben de çok meşgul bir insanım!’’ diyerek etkisizleştirip içeri dalacağı aklına gelmemiş. Ve kontrpiyede kalmış. Niye? Çünkü derinlerde bir yerlerde, nedenini tam olarak bilmese, tarif ve itiraf etmese de, yaptığı işte bir yanlışlık olduğunu o da biliyor. 30 küsur yıllık bir basın çalışanını bu şekilde kapının önüne koymanın, ‘‘haksız’’, zetecilerin kendi hakları yok. Sendikal hakları olmadığı gibi ‘‘insan hakları’’ da yok. İşin en çarpıcı yanı, herkes de bunu böyle kabullenmiş. Kovulduğunu, ‘‘internet sitelerinden’’, fısıltı gazetesinden öğrenen gazeteci; masasını toplayıp gidiyor. Arkasında ne bir ‘‘meslek dayanışması’’, ne uzun erimli bir ‘‘sivil toplum mücadelesi’’ bulabildiği için, tek başına yapabileceği fazla bir şey yok. ‘‘Meslek Yarası’’nın, Türk basınına en büyük katkısı, bu toplu ‘‘omerta’’yı (suskunluk paktını) bozması her şeyden önce. Zeynep Oral diyor ki: ‘‘Hayır! Bu normal değil. Bu, insan onurunu zedeleyen vahşi bir şiddet örneğidir.’’ Birinci nokta bu. İkinci nokta, ‘‘ilk kez’’, ‘‘durumla yüzleşmekte ısrar eden bir gazetecinin çıkması’’!.. Bunu ancak Zeynep Oral gibi, o gazetede otuz üç yıl geçirmiş, meslek yaşamına orda göz açmış bir yazar yapabilirdi. Zeynep Oral, ‘‘Milliyet’’i ‘‘evi’’ gibi görüyor. Kurumla sonuna dek özdeşleşmiş. Mehmet Y. Yılmaz’ın odasından içeri girerken şu haleti ruhiyeyi ‘‘ayıp’’, ‘‘yakışık almayan’’, ‘‘şiddet içeren bir davranış’’ olduğunu biliyor. Yoksa niye kaçsın? Değil mi ya? ‘‘Dinozor gazeteciler’’, bu yüzden artık tercih edilmiyor sevgili okurlar. Mesleğin ilk basamaklarındaki genç bir gazetecinin; böyle bir şokun ardından: ‘‘Yavrum ben de meşgul bir insanım!’’ diyerek genel yayın müdürünün odasına dalmasına imkân var mı? Onun için diyorum ki ben ‘‘bu sahne’’; ‘‘Meslek Yarası’’nın özüdür. Türkiye’de gazetecilik bir ‘‘tüketim malı’’ ve ‘‘meta’’ya dönüştürüldü: ‘‘Kadın gazeteciler’’, ‘‘genç gazeteciler’’, ‘‘dinozor gazeteciler’’: ‘‘Dinozor olmasın, genç olsun!’’; ‘‘kadın yazar da bulunsun!’’ falan... Gazetecilik standartlarıyla ilgisi olmayan pazarlama taktikleri, etiketleri, kategorileri, efsaneleri bunlar. Hepimiz bu işte yalnız iki kategori olduğunu biliyoruz: ‘‘Kalitelikalitesiz gazetecilik’’, ‘‘iyi gazetecilikkötü gazetecilik’’; ‘‘iyi yazarkötü yazar’’... ‘‘Meslek Yarası’’, yalnız bir gazetecinin işten kovulma öyküsü değildir. Bir ‘‘metamorfozun’’, gazetecilik mesleğinin ‘‘metamorfozunun’’ kabuk değiştirmesinin öyküsüdür aynı zamanda. Zeynep’in kullandığı tanımla ifade etmek gerekirse, gazeteciliğin ‘‘Kunta Kinteleşmesinin’’ öyküsüdür. Ekonomi Servisi Koç Holding, dünya ligine damgasını vuracak ilk 25 şirket arasında bulunuyor. Business Week dergisinin araştırmasına göre Koç Holding, gelişmekte olan ülkelerin şirketler liginde, gelecekte dünya ligine damgasını vuracak ilk 25 şirketin içinde yer aldı. Koç Holding’den yapılan yazılı açıklamada, yeni dünyanın genç ve rekabetçi şirketleri olarak nitelendirilen bu şirketler arasında, ilk 25 içinde yer alan Koç Holding’in, geçtiğimiz ay açıklanan Fortune Global 500 listesine de 31 basamak yükselerek 358. sıradan giren tek Türk şirketi olduğu bildirildi. Açıklamaya göre, Boston Consulting Group tarafından gelecekte dünya piyasalarına damgasını vuracak 100 şirketin tespit edilerek, mercek altına alındığı araştırmada, Brezilya,Çin, Hindistan ve Mısır’dan da şirketler yer alıyor. ‘Türklerin K Irak’ta savaşa hakkı var’ Dış Haberler Servisi Washington merkezli düşünce kuruluşu Ulusal Güvenlik İşleri Musevi Enstitüsü (JINSA), Türkiye’nin Kuzey Irak’taki PKK’ye karşı kendini savunma hakkıyla İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı kendini savunması arasında paralellik kurdu. JINSA raporunda, Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin İsrail’in saldırılarını kınaması da eleştirildi ve Irak’ın, bu konuda Türkiye’den ‘‘bir ders alabileceğine’’ işaret edildi. Irak’ta, PKK’ye karşı harekete geçilmediğine işaret edilen raporda, ‘‘Iraklı Kürt yetkililer, siyasi sürece sokmak istediklerini söyleyerek PKK’ye karşı eyleme geçmedi. Aynı Lübnan’ın Hizbullah için ve Filistin’de El Fetih’in Hamas için yapamadığı gibi’’ denildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle