Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEMMUZ CUMA ekonomi PARİS’TEN DİSK BAŞKANI TÜRKİYE’NİN OECD ÜLKELERİ ARASINDA EN YOKSULU OLDUĞUNA DİKKAT ÇEKTİ Emeğe saldırı başlatıldı İstanbul Haber Servisi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Türkiye’nin eski Doğu Bloku ülkeleriyle birlikte asgari ücretin en düşük, kişi başına satın alma gücü bakımından da OECD ülkeleri arasında en yoksulu olduğunu vurguladı. Çelebi, ‘‘IMF uzmanlarının açıklamalarının kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye yönelik olduğunu’’ belirterek ‘‘IMF’nin ülkemizin üzerindeki kara bulutlarını dağıtmanın tek yolu, sunduğu ölüm reçetelerinin yırtılıp atılmasıdır’’ dedi. Süleyman Çelebi, yaptığı yazılı açıklamada, IMF yetkililerinin ‘‘kıdem tazminatları, asgari ücretin düşürülmesi ve bölgesel ücret uygulanması konularında yeni saldırılar başlattığını’’ ifade etti. ‘‘17 bin dolar aylık maaşı olan IMF Başkan Yardımcısı Anne Krueger’in ‘Asgari ücret ve kıdem tazminatı yüksek’ açıklamaları, ülkemizin gerçeğini bilen her aklı selim yurttaşı, ‘Bunlar bizimle alay mı ediyor?’ diye düşündürecek cinstendir’’ diyen Çelebi, yerli ve yabancı sermayenin işçi sınıfına yönelik yoksullaştırma saldırılarının hiç yeni olmadığını belirtti. İŞSİZLİK VE YOKSULLUK Çelebi, açıklamasında ‘‘Ülkemizi hükümetlerin eliyle cenderesine almak isteyen IMF, işçi düşmanlığı karakterini yansıtmaktan hiç kaçınmıyor ve 20 milyon yoksulla, çalışanlarla adeta alay ediyor. IMF’ye göre Türkiye’de işsizlik sorunu, yüksek kıdem tazminatları yüzünden çözülemiyor, işverenler ödedikleri yüksek kıdem tazminatı nedeniyle çıkardığı işçinin yerine yeni eleman alamıyor. Bu nedenle işten çıkarmaların kolaylaştırılmasını isteyen IMF, asgari ücreti de çok yüksek buluyor ve kıdem tazminatının azaltılmasını öneriyor’’ ifadelerine yer verdi. İşsizlik ve yoksulluğun, öteden beri ülkenin sorunlarını çözmenin bir aracı gibi gösterilmek istendiğini vurgulayan Çelebi, ülkenin çözmesi gereken temel sorunun esas olarak işsizlik ve yoksulluk olduğuna dikkat çekti. IMF’nin, ‘‘hükümetlere dayattığı yeni liberal reçetelerle Türkiye’yi uçurumun kenarına kadar getirdiğini’’ kaydeden Çelebi, özetle şu ifadelere yer verdi: ‘‘IMF uzmanlarının açıklamaları kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye yöneliktir. Satın alma gücü paritesi refah kriteri alınarak, Türkiye kamuoyu yanlış bilgilendirilmeye çalışılmaktadır. IMF’in iddialarının tersine, OECD’nin Temel Ekonomik Göstergeler çalışmasına göre Türkiye, kişi başına alım gücü bakımından en yoksul ülke konumunda. Asgari ücret düzeylerine baktığımızda Türkiye, eski Doğu Bloku ülkeleriyle birlikte asgari ücretin en düşük olduğu ülkelerden biridir. Bize verilen asgari ücret ile minimum düzeyde yaşayabilmemiz için gerekli olan ücret arasında uçurumlar var. Ama IMF patronlarına göre mevcut asgari ücret gereğinden fazla. Bütün bu sorunlardan kurtulmanın, IMF’nin ülkemizin üzerindeki kara bulutlarını dağıtmanın tek ve yegane yolu, ülkemize sunduğu ölüm reçetelerinin yırtılıp atılması ve ilişkilerin derhal kesilmesidir!’’ UĞUR HÜKÜM Simone de Beavoir Asma Geçiti C 9 ütün insanlar güzeldir, ye‘‘B ter ki yürekleri kımıldasın; bütün kentler güzeldir, yeter ki bağrından su aksın’’... Müze kent imajlı Paris, müzeleşen bir kent olmaya karşı insanı ön plana çıkartarak direniyor. Nerede gönüller yakan çingene dilber İstanbul’un işvelicilveli uslanmaz, bozuk para gibi harcanmasına rağmen yaşlanmaz, tüm çelmelere, darbelere karşın tükenmez olağanüstü doğal cazibesi ve güzelliği? Sıradan Paris, ortasından geçen cılız bir ırmağın, yavan bir toprak parçasının üstüne yüzyıllar boyu inşa ettiği yapay güzelliğini insan için, kamu için devamlı yarattığı yeni hoşluk ve hizmetlerle yaşatmaya çalışıyor. Artık yüreklerin kımıldaması, ‘‘estetik cerrahiler’’, ‘‘parfümler’’, ‘‘makyajlar’’ ve hatta vücudunun dört bir yanından sular fışkırması da güzellikleri sürdürmeye yetmiyor. İnsanı katan, insana odaklanan aydınlık bir bilinç, uzun soluklu planlama yani olanakları yaratma, sonra da doğru kullanma gerekiyor. Bu yaklaşımın son yerinde örneği Seine nehri üzerine kurulan yeni bir yaya köprüsü, Fransızların övünerek taktığı adla ‘‘Simone de Beauvoir Asma Geçiti’’... ??? Kentin her karışını ticari meta veya siyasi sömürü kaynağı görenlerle, insan yaşamını yüce değerlerin en yükseğine oturtan anlayışların kıyasıya kapıştığı bir evrende ayrıcalıklı bir konuma sahip bir kesim Fransız ve Fransalı, buralarda sessiz ve derinden mücadelelerine devam ediyorlar. Hem de iktidarda kim olursa olsun... Paris’in özellikle son 10 yılda yeniden canlandırılan, nehrin sol ve sağ yakasındaki iki mahallesi Tolbiac ve Bercy’yi bağlayan geçide, ‘‘İkinci Cinsiyet’’in ünlü yazarı, 20’nci yüzyıla damgasını vurmuş filozof, eylem insanı JeanPaul Sartre’ın hayat arkadaşı Simone de Beauvoir’ın adının verilmesi ikinci gruptakileri daha da bir sevindirdi. Zira Beauvoir, kavgası verilen‘‘yüce değerlerin’’ başına, erkek egemen zihniyetlerle savaş ilkesini de yerleştiren öncülerdendi. İnce ve zarif silueti içiçe geçmiş iki yay veya hazla kavuşmuş iki Giacommeti heykeli gövdesini andıran, aşırılığa kaçmayan sivri topuklarla iki kıyıya iliştirilmiş bu enfes mimari Avusturyalı Dietmar Feichtinger’a (d. 1961) ait. Köprü 304 metre boyu, 12 m eni, 3800 m¨’si meşe kaplamalı, 1600 ton çelik yapısına karşın, orta direği olmadığından, su yüzeyinden 6 metre yüksekte bir salıncak hatta bir kelebek edasıyla Seine nehri üzerinde salınmaya başladı... ??? Sağ etiketli bir belediye başkanı Jean Tiberi döneminde (19952001) 1999’da kararlaştırılan projenin hayata geçirilmesi 7 yıl sürdü ve 21 milyon avroya mal oldu. Şimdiki sosyalist başkan Betrand Delanoe’nin Paris’in 37’nci genel, 4’üncü yaya köprüsünü geçtiğimiz 13 Temmuz’da, en önemli Ulusal Bayram, 14 Temmuz’un arifesinde hizmete açması ‘‘insan odaklı’’ hassasiyetin başka bir ifadesiydi. 1789’da düşen Bastille’in dışında daha alınması gereken nice kaleler, boşaltılması gereken nice mahpushaneler, yenilmesi gereken nice zihniyetler mevcut. Bu köprüyle helaya bile arabasız gidemeyenlerden, ancak otomo S üleyman Çelebi, ‘‘IMF’nin ülkemizin üzerindeki kara bulutlarını dağıtmanın tek yolu, sunduğu ölüm reçetelerinin yırtılıp atılmasıdır’’ dedi. Çelebi, Türkiye’nin eski Doğu Bloku ülkeleriyle birlikte asgari ücretin en düşük, kişi başına satın alma gücü bakımından da OECD ülkeleri arasında en yoksulu olduğunu vurguladı. İTALYA’DAKI FABRİKASINI DÜZCE’YE TAŞIMA KARARI ALAN ŞİRKET MİLYON AVRO’LUK YATIRIM YAPACAK Ferroli Türkiye’de üretecek FATMA KOŞAR Ferroli, İtalya’nın Verona bölgesinde kurulu kombi ve radyatör fabrikasını Düzce’ye taşıyor. Toplam 30 milyon Avro’luk yatırım yapacak olan İtalyan Ferroli, bu yatırım kararında Romanya yerine Türkiye’yi tercih etti. Ferroli Türkiye Yönetim Kurulu üyesi ve Genel Müdür Çetin Çakmakçı, buradaki üretimin yüzde 75’inin ihraç edileceğini bildirdi. Ankara’dan ilgili kurumlardan fabrikanın tesisi için onay beklediklerini ifade eden Çakmakçı, basınla sohbet toplantısında, 50 bin metrekarelik alanda kurulacak fabrikada kombi ve radyatör üreteceklerini söyledi. Ortalama 250 çalışan istihdam edeceklerini belirten Genel Müdür Çakmakçı, Türkiye’nin tercih edilmesinde nüfus ve pazarın hâlâ bakir olarak değerlendirilmesi yanı sıra Ferroli Türkiye’nin ciro başarısının da etkili olduğunu dile getirdi. Bu yönde çok çaba gösterdiğini aktaran Çakmakçı, Düzce’de yapılması planlanan üretim üssü ile ilgili şu bilgileri verdi: ‘‘Türkiye’de halihazırda 19 yerleşim biriminde doğalgaz kullanılmaktadır. 18.YILIN MÜJDESİ 2006 yılı içinde gaz verilmesi planlanan yerleşim birimi sayısı ise 28’dir. Türkiye pazarındaki bu hızlı büyüme ile birlikte, Ferroli Grubu Türkiye’de yatırım kararı aldı. Ferroli Türkiye olarak, Türkiye’deki 18. yılımızda böyle bir yatırım müjdesi vermekten mutluluk duyuyoruz.’’ Ferroli Türkiye, 2005 yılında 37 milyon Avro ciro elde ederek yüzde 95 oranında artış kaydetmişti. 2005 yılı rakamları, 2005 bütçesinin yüzde 48 oranında üstünde gerçekleşen Ferroli Türkiye, 2004 cirosunu ise yüzde 188 arttırmıştı. Ferroli Grubu, şu anda İtalya’daki fabrikalarının yanı sıra Fransa, İspanya, Almanya ve Çin’de de toplam üretim sahası 500 bin m2’yi aşan üretim tesislerine sahip. MENAJERİ FRANSIZ ARKADAŞI VE TÜRK ORTAĞIYLA KURDUĞU ŞİRKETTE EN BÜYÜK PAYA SAHİP Anelka tekstil patronu ANKARA (ANKA) Türkiye yabancı yatırımları çekebilmek için her dönem çeşitli teşvik ve kolaylıklar sağlarken bu avantajlardan Fenerbahçe’nin yıldız futbolcusu Nicolas Sebastien Anelka da yararlanarak Türkiye’de bir tekstil şirketi kurdu. Şirket Türkiye ve Fransa’da üreteceği Anelka markalı ürünleri satıyor. Anelka’nın, menajeri Kongo uyruklu Pingisi Mubobo, modacı arkadaşı Fransız Harry Narcisse Arcole ve Fransa’dan tanıştığı Türk arkadaşı Kaya Adalan’la birlikte Türkiye’de DNH Tekstil İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. adlı bir tekstil şirketi kurduğu ortaya çıktı. Anelka’nın 100 bin YTL sermayeyle kurduğu şirket Hazine Müsteşarlığı’nın 31 Mart 2006 tarihli yabancı sermayeli yatırımlar listesinde de yer aldı. Anelka’nın yabancı uyruklu arkadaşları Emniyet ikamet tezkeresi ile şirkete kurucu oldular, ancak Türkiye’de çalışma izni almaları gerekiyor. Anelka’nın yüzde 35 ile en büyük pay sahibi olduğu şirketin Türkiye’de ve Fransa’da ürettiği Anelka markalı ürünlerini Fenerium mağazalarında satışa sunduğu belirtiliyor. Anelka’nın Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a Türkiye’de özellikle Fenerbahçe’nin futbol ekonomisindeki yerini belirterek kendi adına tekstil ürünlerini kendisinin üretip Fenerium mağazalarına vermek istediği, Yıldırım’ın da buna izin verdiği ifade ediliyor. Fenerium mağazalarında Anelka ürünleri için özel bir reyon bulunuyor. PSV YENİLGİSİ... Anelka’nın şirketinin kuruluşu da ilginç bir tarihe rastladı. Fenerbahçe’nin Hollanda’da PSV Eindhoven’a 20 yenildiği 6 Aralık 2005’teki maçta sakatlanan Anelka 65. dakikada yerini Mehmet Yozgatlı’ya bıraktı. Anelka o hafta içinde antrenmanlara da çıkmadı ve şirketinin kuruluş çalışmalarını yürüttü. Anelka, 11 Aralık’ta Kayseri Erciyes deplasmanında da sakatlığı nedeniyle forma giymedi. Ertesi gün, 12 Aralık 2005 Pazartesi günü DNH Tekstil İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti’nin kuruluş başvurusu yapıldı. Anelka’nın şirketinin kuruluşu bir hafta sonra Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlanarak tescil edilmiş oldu. Ticaret Sicil Gazetesi’nin 19 Aralık 2005 tarihli sayısında tescil edilen DNH Tekstil İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti’nin yüzde 35’le çoğunluk hissesi Nicolas Anelka’ya ait bulunuyor. Şirkette, Pingisi Mubobo ile Harry Narcisse Arcole’ün yüzde 30’ar, Kaya Adalan’ın da yüzde 5 oranında payı bulunuyor. Sermayesi de 100 bin YTL olarak belirlendi. bille hayatını kazanabilenlere uzanan geniş bir yelpazenin nadiren haklı, çoğu zaman yersiz ve hiddetli tepkilerine rağmen oldukça radikal bir hızla Paris’i motorlu taşıtlardan arındırmaya çalışan Delanoe ve yandaşları küçük bir mevzi daha kazandılar. Simone de Beauvoir’un zarif asma köprüsü sadece ‘‘Yumuşak Seyrüsefer’’e izin veriyordu. Yani köprü yalnızca iç içe geçmiş iki yayın dış şeridinde çifte bisiklet, roller gibi motorsuz çifte tekerlere geçmek olanağı değil, çifte bacaklara da oturmak, sergi açmak, hatta ve hatta piknik hakkını bile tanıyordu. Aynen diğer 3 yaya köprüsünde olduğu gibi. Kent yaşamları kadını erkeği, genci ihtiyarıyla yayaya, bireye giderek daralan kolektif yaşama mekanı sunduğu takdirde onun içine kapanması ve bencilleşmesini kolaylaştıracak bir süreci destekliyor demektir. Bireyin temel araçlarının otomobil ve patlayıcı silahlar olduğu Amerikan toplumu bu tarzın tipik bir örneği sayılabilir. Kral III. Henri’nin 1578’de ilk taşını koyduğu, VI. Henri’nin 1604’te hizmete açtığı bugünkü Paris’in en tanınmış ve en eski köprüsü, ‘‘Pont Neuf’’ (Yeni Köprü) kurulduğunda yayaların günün birinde ‘‘dört teker’’in kurbanı olabileceğini kimsecikler düşünememiş olabilir. Ama Paris’in Seine nehrinin böldüğü doğu yakasını (12. ve 13. arrondissment’ları yani idari birimleri) oluşturan Bercy ve Tolbiac’ın bundan yaklaşık bir çeyrek yüzyıl önce harikulade bir kent planlaması örneği olarak yeniden canlandırılmasına karar verildiği zaman düşünülen model ‘‘tipik (!) Fransız İmparatorluğu kenti yaratmak’’ değildi. Fatih, Zeyrek gibi İstanbul semtlerini Hollywood dekoru gibi ‘‘Osmanlı Kenti’’ne dönüştürmek isteyen sığ ve yoksul kafalara aktarılması gereken bir derstir bu proje. Nehrin sağ yakası Bercy’ye, içinde Sinematek merkezi, sergi ve konser salonları (Paris’in en büyük konser ve gösteri mekanı) ve modern bir parka sahip, yerleşim ve yaşama alanlarını yozlaştırmayan, kabalaştırmayan ticaret kompleksleri kuruldu. Maliye ve Ekonomi Bakanlığı bile bu yapıya ustalıkla eklemlendi. Sol yaka Tolbiac’a ise kullanımı halen çok tartışmalı da olsa muhteşem teknolojik donanımlı bir Ulusal Kütüphane (François Mitterrand Kütüphanesi) ve Paris Üniversitesi’nin yeni bir bölümü, yeni yerleşim birimleri, ticaret ve kültürün usturupluca içiçe geçtiği bir merkez yerleştirildi. Ve bu iki evren arasında ‘‘Simon de Beauvoir Asma Geçiti’’ ile organik bir ‘‘köprü’’ kuruldu. Üstünde de, iki tarafında da, karşılıklı ve yan yana da yaşanabilir bir köprü... ??? Tam bir yıl önce 19 Temmuz’da çok ama çok erken yitirdiğimiz eşsiz İstanbullu, büyük kültür adamı, sevgili insan Stefanos Yerasimos’un dediği gibi, ‘‘Geçmişi aşmak ve anmak nostajiyle başarılmaz. Taklit ve tekrar hayal gücünün baş düşmanıdır. ‘Dünü’ iyi tanımak, eleştirel araştırmak ve hoşgörüyle kabullenmekten geçiyorsa, ‘yarın’ı kurmak karşılaştırmak, öngörmek ve yaratıcılığı geliştirmekten geçer.’’ ugur.hukum?gmail.com ‘‘...Bugünkü koşullarda Türk üreticisi, spekülasyon veya alacakları vasıtasıyla piyasaya istediği gibi hükmeden ve fiyatların üretici aleyhine dalgalanmasına neden olan aracılar dolayısıyla, yetiştirdiği mahsullerin gerçek değerine sahip olamamaktadır. Üreticinin ürününün gerçek değerini alabilmesi için, geçerli uluslararası fiyatların elde edilmesini kolaylaştıracak bir örgütlenmeye gerek bulunmaktadır. ...Tarım satış kooperatifleri, yerli ve yabancı ihracat firmaları ve şirketlerinin; Türk üreticisinin bütün senelik zorlu emeğinin maddi ifadesi olan mahsullerini en uygun fiyatlarla satabilmek için meşru ve ahenkli bir rekabetle yarışmaları istenmektedir. Bunun için ‘‘Türk üreticisinin, yetiştirdiği mahsulleri gerçek değerinden daha düşkün bir fiyatla ve zamanından önce satmasına, çeşitli nedenler dolayısıyla alivre satışları üretici ve ülke aleyhine suiistimal edilmesine engel olmaya çalışmak’’ amacıyla yasal düzenleme yapılmaktadır. ??? Bazı bölümleri günümüz Türkçesine uyarlanarak aynen verilen bu alıntı, 7 YTL fiyat verildikten sonra 3 YTL’nin altına inen fındık fiyatları nedeniyle mağdur olan, fındıkları elinde kalan üreticinin yakınmalarına karşılık Başbakan’ın söylediği sözler değil. Bu cümleler, 1935 yılında kabul edilerek, 50 yıl boyunca değişmeden yürürlükte kalan, 2834 sa NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Fındıkta Devletin Sorumluluğu Gerçekten öyle mi? Fındık üreticisinin bu duruma düşürülmesinin nedeni Fiskobirlik yönetimi mi? Böyle olduğunu varsaysak bile hükümetin bu olayda hiç sorumluluğu yok mu? ??? Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizlerde, kriz nedeni kamu açıkları, günah keçileri ise KİT’ler ve tarımsal destekleme uygulamaları oldu. Bu yüzden, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmaları sonucunda, 15 günde 15 yasa sloganı ile gerçekleştirilen yapısal değişikliklerin ilk kurbanı tarım kesimiydi . Tütün, Şeker, Tarım Satış Kooperatif Birlikleri yasaları gibi birtakım yasal ve yönetsel düzenlemelerle, ülkemizde tarımsal üretimin çökertilmesinin yolu açıldı. Tarımsal ürünlerde piyasayı düzenleyen, destekleyen ve finansman sağlayan KİT’ler hızla tasfiye edilerek tarımsal kamu yönetimi dağıtıldı. Bu süreç doğal olarak, zaten yaşama savaşı veren tarımın ve tarımcının sonunu hazır yılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun’un TBMM’ye sunulması sırasında, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün yaptığı konuşmadan. (TBMM Zabıtları, s. sayısı: 229, İ: 42, C:1) 1935 yılında Türk üreticisinin karşılaştığı koşullar ile bugünkü koşullar arasında fark var mı? Son yıllarda fındık fiyatının dünya piyasalarında 3 dolardan 10 dolar seviyelerine çıkmasına karşın, bu fiyat üreticiye yansıtılmıyor, yaratılan tartışmalarla fiyatlar sürekli düşürülüyor. Fındık üreticisi tüm yıl çalışıyor, emeğinin karşılığını almak bir yana zarar ediyor, aracı ve ihracatçılar kazanıyor. Bu soruna kayıtsız kalmayan İnönü Hükümeti, 1935 yılında bütünleşik bir tarımsal sistem oluşturuyor. 2006 yılında ise tüm bir yıllık zorlu emeğinin karşılığını alamadığı yetmiyormuş gibi, derdini Başbakan’a anlatarak çözüm isteyen çiftçi azarlanıyor, sorumluluğun Fiskobirlik yönetiminde aranması söyleniyor. ladı. Yapısal değişiklikler Erdoğan Hükümeti tarafından da benimsendi ve virgülüne bile dokunulmadan uygulaması sürdürüldü. Hatta Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri’nin yeniden yapılandırılarak, ekonomik etkinlik ve verimlilik ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerini sürdürebilmesini sağlamak üzere oluşturulan Yeniden Yapılandırma Kurulu, dört yıllık görev süresinin son iki yılını bu hükümet döneminde tamamladı. Hükümet, yeniden yapılanmanın sorumluluğunu, üyelerini atadığı bu kuruldan ötürü üstlenmiş oldu. Bu durumda, ortada bir sorun var ve bu sorun Fiskobirlik yönetiminden kaynaklanıyorsa bile, sorumluluk, yeniden yapılandırmayı beceremeyen siyasi otoritenin olmuyor mu? Hükümetin, Fiskobirlik yönetiminin elini kolunu bağlayarak, kredilerini keserek, üreticinin kaderini piyasaya terk etmeye ve sermaye sahiplerinin spekülatif davranışlarına mahkum etmeye hakkı var mı? Fındık üreticisi dünya fiyatlarından ve maliyet ilişkilerinden kopuk bir fiyat peşinde değil. Sadece hakkını arıyor. Bir başbakan; ‘‘Fırat kıyısında kaybolan kuzudan da ben sorumluyum’’ diyerek, devlet sorumluluğunun boyutlarını belirlemişti. Fındık üreticisinin sahipsiz bırakılması bu sorumlulukla bağdaşıyor mu? temizel?cumhuriyet.com.tr GÜNDE BİN İMZA TOPLANDI ADD’den ‘Tehlike büyüyor’ uyarısı İstanbul Haber Servisi ‘‘Tehlike Büyüyor Farkında mısınız?’’ adlı kampanyayla tepkisini ortaya koyan Türk halkı, AKP’nin ulusal birlik ve bütünlüğümüze aykırı uygulamalarına 8 günde 10 bin imza ile ‘‘hayır’’ dedi. ADD Kadıköy Şubesi’nin düzenlediği kampanyada hedef 100 bin imza. Kampanyada, Cumhurbaşkanlığı makamına geçecek kişinin yeni Meclis tarafından seçilmesi, ülkenin anayasal kurumlarıyla sorunu olmayan birinin olması isteğine de yer verildi. ADD Kadıköy Şubesi’nden yapılan açıklamada, kampanyayla ulusal eğitim politikasına aykırı uygulamalar, AB ve ABD ile ilişkiler, gözü kapalı özelleştirmeler, ekonomik sorunlar ve demokratik yapıya yönelik saldırıların protesto edildiği belirtilerek ‘‘Türk halkı, Mustafa Kemal Atatürk döneminde temelleri atılan ve Devrim Yasaları ile şekillenen Cumhuriyet’in kurumlarına sahip çıkacağı iradesini, imza kampanyasına verdiği destek ile bir kere daha ortaya koydu’’ denildi.