03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAFTA C Redaksiyon/Redaktion: Starkenburg Str. 5, 64546 MörfeldenWalldorf. email:[email protected] Tel: 0610598174446 İmtiyaz Sahibi/Inhaber: İlhan Selçuk (Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’yi temsilen, Cumhuriyet Vakfı adına) Genel Yayın Yönetmeni/ Chefredakteur: İbrahim Yıldız Yazı İşleri Müdürü/ Redaktionsleiter: Osman Çutsay Yayın Koordinatörü/ Koordinator: Hayri Arslan Reklam/Anzeigen: Ömer Aktaş Yayın Kurulu/Redaktionsbeirat: İlhan Selçuk (Başkan/ Vorsitzender), Prof. Dr. Emre Kongar (Berater), Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, İbrahim Yıldız, Orhan Bursalı, Mustafa Balbay, Hakan Kara Baskı/Druck: Hürriyet A.Ş Zweigniederlassung Deutschland, An der Brücke 2022 D64546 MörfeldenWalldorf. Dağıtım/ Vertrieb: ASV Vertriebs GmbH (Der Verlag übernimmt keine Haftung für den Inhalt der erscheinenden Anzeigen) DUVAR YIKILMIŞ AMA DOĞU DOĞU DA BATI BATI DA Dümdüz bir kent: Berlin ABDÜLKADİR YÜCELMAN B erlin’e yakışmayacak denli ufak bir havaalanı Tempel’e indik. Otelimiz yıkılan meşhur duvarın doğu tarafında. Otelin adını not edip sokağa düştüm. Amacım bir Sony mağazası bulmak, ses alıcım için mini kaset almaktı. Sokakta beni polen ordusu karşılamaz mı, boğulacak gibi oldum. Berlin’e daha önce de gelmiştim ama hiç de böyle bir polen ordusuyla karşılaşmamıştım. Sonradan öğreniyorum ki bu ordu doğuda varmış sadece. Kendimi atacak bir taksi aradım ama nafile, duraklardan başka yerde taksi bulmak olanaksız. Kırmızı ışıkta bekleyen boş bir taksiye attım kendimi, şoförün yanına oturuverdim, dikiz aynasının yanında Türk bayrağı görünce bir vatandaşın taksisine bindiğimi anladım. Tekirdağlıymış, 26 yıl önce gelmiş, 55 yaşındaymış. Emekli olmak için 65 yaşını bekleyecekmiş, ‘‘Türkiye’de olsam bir gün beklemezdim’’ diyor. Konuşa konuşa giderken yolun sol tarafında aradığım mağazayı gördüm, ama burası Almanya öyle pat diye karşıya geçmek kolay mı? Tekirdağlı ilk uygun bir yerden dönüverdi! 26 yıl da geçse alışkanlıklarımız yasakları unutturuyor. Berlin dümdüz bir kent. Maç günü Berlin’e gelen yabancıların meydanları caddeleri işgal etmeleri dışında araçlar ve yayalar trafiği zorlamıyorlar. Otelin lobisinde öğleden sonrası maçlarını izliyoruz, sonra yine sokaklara düşüyoruz. İlk durağımız Berlin’e hoş geldiniz kapısı Brandenbuırg. Kentin simgesi ve krallığın görkemini ifade eden Brendenburg 1788’de yapılmış. Berlin’e gelip de uğramadan geçilmeyecek bir anıt. Pariser Platz’daki bu anıt kapı Berlin’in 18 kapısından kalan tek kapı. Kapı ve üzerindeki antik dönemi ifade eden dört atlı iki tekerlekli araba 1806’da Napolyon tarafından Paris’e götürülmüş, 1814’de yeniden getirilerek aynı yere konulmuş. Bugün bu kapının tam önünde sonraki Dünsya Futbol Şampiyonası’nın sembolü olarak dev bir futbol topu yer alıyor. Yolumuz üzerinde Parlamento binası var. Hitler döneminden sonra dört mimarın projelendirdiği Reischtag ultramodern bir bina. 65 metre yükseklikteki binanın tepesinde yarım küre şeklinde bir ayrı bölüme döne döne çıkılıyor. Yukarıdan bakılınca 65 metre aşağıdaki toplantı salonunda parlamenterlerin konuşmaları akustik nedenle rahatlıkla dinlenebiliyormuş. Akşam yemeğini Parlamento’nun çatısında yiyoruz. “ÇEK POINT ÇARLI” Alman mutfağı daha ziyade proteini yüksek yemeklerden oluşuyor, bize Arjantin bifteği ikram ediliyor. 1970, 1974 ve 1977 de geldiğim Berlin’in doğusu hala bir değişikliğe uğramamış. Havai tren S’bahn yine doğu kesiminin ulaşımını sağlıyor. Televizyon kulesi yine yerinde. Yeni yapılan binalar ise yine eskisi gibi yatay genişliyor. Batı kesiminde ise gökdelenler adeta yarış ediyor. Berlin’in casusluk filmlerine sahne olmuş onlarca senaryolara sahne olan ‘‘Çek Point Çarli’’ Doğu ile Batı Berlin’in giriş çıkış noktası. Burada nice olaylara tanık olmuştum yıllar önce. Batıdan gelenleri tepeden tırnağa ararlar, hatta Batı Berlin’de çalışıp Doğu’da evlenen Türkleri göz hapsine alırlardı. Casusların takas edildikleri bu yer adeta ana baba günüydü. Turistlere yıkılan duvarın parçalarını satan dükkanlar ile casusların takas edildikleri noktada Rus ve ABD bayraklı iki kızın arasında 1 euro verip fotoğraf çektirenler adeta kuyruk oluşturmuştu. Doğudan Batıya geçmeyi engelleyen duvar 1961’de 1314 Ağustos arası iki günde tamamlanmış; 1989’da yıkılmıştı. Utanç duvarından bugün sadece 70 metrelik bir bölüm örnek olarak bırakılmış. MARKALARIN DOĞDUĞU YER Berlin’in doğusu hala kültür ve üniversiteler kesimi olarak tanınıyor. Berlin’e gelip de Türkiye’den kaçırılarak müze yapılan Pergamon’u yani Bergama’yı görmeden gitmek olmaz. Ancak Pergamon’u gelecek hafta daha geniş olarak anlatacağım. Almanya Mersedes, Adidas gibi önemli markaların doğduğu yer. Berlin, eğlence, alışveriş ve ticaret merkezi. Doğu ne denli sakin ve sessiz ise Batı bir hayli gürültülü. Kürfünstendamm Berlin’in alış veriş bulvarı. Moda merkezleri de bu caddede. Ancak etiketlere yaklaşılır gibi değil. Özellikle tekstil ürünleri ve hemen hemen hemen kız erkek her gencin giydiği kot pantolonlar tam yazmasa bile Mavi Jean olduğu kesin. Ancak fiyatları üçe dörde katlamanız gayet normal. Çok lüks lokantalar var,ama galiba Berlinliler ‘‘fastfood’’dan vazgeçemiyor. Mc Donald’s’lar burayı da işgal etmiş. Bu arada Hitler’in binlerce kitabı yaktırdığı meydandan yazarları adına dikilen bir anıtın önünden geçiyoruz. Berlin’de yaşayan 200 bin Türk, Kruzberg denilen bölgede yaşıyor. Almanların söylediğine göre Türkler operayı sevmez, tiyatroya gitmez, kendi bölgelerinde Tatlıses, Müslüm Baba ya da ona benzer türkücüleri getirip eğlenirler, kendi bölgelerinde Türkiye’deymiş gibi özgürce yaşarlarmış. Ancak son yıllarda çocuklarını başka yerlerde okutmak isteyenlerin sayısı artıyormuş. Almanlara uyum sağlamak kolay mı? Çifte pasaportlu iki vatandaşın açtığı kulüp Artemis’i merak etmeyin, gidenler 70 kadın 300 üryan erkeğin bir havuzdaki raksını seyretmişler, hepsi, o kadar. Orta Asya’nın Kadınları MUSTAFA BALBAY Aklımda yer eden bölge gezilerinin başında Orta Asya geliyor... 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından bağımsızlıklarına kavuşan bu ülkelerin her birinde ötekiyle örtüşençelişen geleneklere, davranışlara, yaşam biçimlerine tanık oldum... Pek çoğunda kendimi Anadolu’nun ortasında hissettim. Çin’in Sincan Uygur özerk bölgesindeki Turfan’dan Kazakistan’ın Yesi’sine, Özbekistan’ın Semerkant’ından Azerbaycan’ın Bakü’süne kadar pek çok kentte yerel motifleri yansıtan insanlarla konuşurken, kendimden de parçalar buldum. Orta Asya’da dikkatimi çekenlerden biri de kadının yeri oldu. Dede Korkut hikayelerinden Doğan Avcıoğlu’nun Türklerin Tarihi’ndeki anlatımlarına kadar pek çok yerde Orta Asya’daki Türklerin kadınlara önem verdiğini, kadınların da ülketopluluk yönetiminde söz sahibi olduğunu okumuştum. Okuyarak öğrenmekle gezerek öğrenmenin bence temel farkı şu: Okuyarak öğrenmek, karada yüzme dersi almak... Gezerek öğrenmek, boyunu aşan denizde kulaçlamak... Seçenek sizin, hangisini yeğlerseniz... Her neyse yerimiz dar; Orta Asya kadınlarına geçelim... Üç yerden örnek vermek isterim... Moğolistan’da Orhun Anıtları’nın hemen ötesindeki çadırlarda Orta Asya’nın beyaz şarabı kımız içerken evin en etkili ve yetkili kişisi bir kadındı. Adı Jurencav. Etrafında gelinler... Önce fotoğraf çektirmek istemediğini söyledi. Israr edince başladı poz vermeye... Kırgızistan’da Issık Göl kıyısındaki Balbay kasabasında, yol girişkenliğinin cesaretiyle tanıştığım bir grup... Kendimi tanıttım. Sonra onlar tek tek tanıttılar; Çınara, Tugay, Hakkıbeg, Şaygül, Buked, Almakan, Zurakan, Gülüy, Altınay, Kunduz, Dinara, Gulbara... Herkes Gülüy’de ayrıca durdu. Lakabı şuymuş: Kasabanın generali! Takılmak için, sert bir şekilde haykırdım: General Gülüüüy! Öyle bir selam verişi vardı ki; kasabanın generalini daha sonra ayrıca anlatmak isterim... Kazakistan’ın Türkistan bölgesinin başkenti Yesi, Çimkent’in kuzeyinde. Çimkent ne güzel isim... Yesi sokaklarında gezinirken çok güzel kadın erkek fotoğrafları çektim... Kadınlar, elleriyle fotoğrafımı çekmeyin diyerek öylesine güzel pozlar veriyorlardı ki! Onlarla konuşurken, fotoğraflarını çekerken, ‘‘Kadını kapatmaya yönelik bağnazlığın buralara uğraması çok zor’’ diye düşündüm... Gezekalın... Yabancı turist profili değişti ALANYA (AA) Antalya’ya, Batı Avrupa ülkelerinden gelen turist sayısının düştüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelen turist sayısının arttığı bildirildi. Antalya Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden alınan verilere göre, Antalya’ya, yılın 6 ayında havayoluyla 160 milletten toplam 2 milyon 558 bin 812 turist geldi. Antalya’ya gelen turist sayısındaki en dikkati çekici düşüş, Almanya ve Hollanda pazarında yaşandı. Geçen yılın ilk 6 ayında Antalya’ya gelen turistlerin yüzde 41’ini oluşturan Almanların oranı, bu yılın aynı döneminde yüzde 37’ye düştü. Bununla birlikte Antalya’ya Hollanda, İsviçre, İtalya, Danimarka, İsveç, Fransa, İngiltere ve Avusturya’dan gelen turist sayısında da azalma saptandı. Antalya’ya gelen turist sayısındaki en büyük artış, Romanya’dan gerçekleşti. Antalya’ya ilk 6 ayda gelen Romanyalı sayısı yüzde 53 artışla 4 bin 729’dan 7 bin 271’e yükseldi. Antalya’ya gelen Ukraynalı sayısı geçen yıla oranla yüzde 44 artarken Rusya, Belarus, Polonya, Litvanya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nden gelen turist sayısında da yükselme görüldü. ALMANYA’DAKİ EKONOMİK SIKINIı Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) Yönetim Kurulu üyesi ve Alanya Turistik İşletmeciler Derneği (ALTİD) Başkanı Müfit Kaptanoğlu, turist profilindeki değişimi değerlendirdi. Almanya’daki ekonomik sıkıntılar nedeniyle Alman pazarından beklediğini bulamayan turizmcilerin panikleyerek fiyat indirdiğini ifade eden Kaptanoğlu, bu nedenle ekonomisi zayıf başka pazarlardan da talep gelmeye başladığını kaydetti. Bu durumun çeşitliliğin artmasına neden olduğunu ifade eden Kaptanoğlu şunları söyledi: ‘‘Çeşitlilik iyi bir şey. Sağlıklı bir büyüme içerisinde yapılırsa, bölge için çok büyük bir şans. Tüm pazarlardaki konsantrasyonumuzu arttırmamız lazım. Ancak, bazı sıkıntıları da iyi anlamak gerekiyor. Özellikle Rus pazarının, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri turistlerinin yoğunlaştığı bölgelerde Almanya, İngiltere, Hollanda, Belçika, İsviçre gibi Batı Avrupa pazarlarının turistleri çok rahat edemiyor. BDT ülkelerinin yoğunlaştığı bölgelerden, Batı Avrupalıların kaçışı başlıyor. Bu tehlikeyi göz ardı etmemek lazım.’’ Alevilerin düşkün ocağı DURSUN ÖZDEN H acı Bektaşi Veli’nin öğrencisi ve Karaca Ahmet Sultan’ın oğlu Hıdır Abdal Sultan 1261’de Karaman’dan düşmüş yola; Fırat’ın kollarından Karasu’nun geçtiği yerlerden geçip Ağın platosunda 1600 rakımlı bir tepede ‘‘düşkün ocağı’’nı kurmuş. Erzincan’ın Kemaliye ilçesine 35 kilometre ötede Ocak köyü, o günden bugüne başı karlı Munzur’a bakar durur; Ocaklılar da semaha durur. Ocak, Kemaliye’nin tek AleviBektaşi köyü. 80 hanenin 80’i de çağdaş insanların ocağı. Ruhi Su’nun ‘‘su kadar aziz’’ sesinden Pir Sultan Abdal türkülerinin eksik olmadığı bir köy. Köyün elektrik direklerinden birinde bir tabela dikkatinizi çekiyor. Apçağa köyünden bir şair Ocak köyü için bir şiir yazmış. Apçağalı şairin adı Ahmet Kutsi Tecer! Dizeleri okuyunca şaşırıyorsunuz: ‘‘Orda bir köy var uzakta/ O köy bizim köyümüzdür/ Gezmesek de, tozmasak da/ O köy bizim köyümüzdür.’’ Köyün sokaklarında gezerken muhtar Ali Gürer, ‘‘İnsan köşe yastığı değil, sosyal bir varlıktır’’ diyor. İşte o zaman anlıyorsunuz ki bu köy bizim köyümüz... İnsan sosyal bir varlık olunca, köyde bile olsa kütüphane kuruyor; müze açıyor; çocuk parkı, otopark yapıyor; anıt ağacını korumaya alıyor; konukları için konukevi işletiyor; aşevi, hamam, fırın, market açıyor. Ocak köyünde kütüphane, müze, çocuk parkı, otopark, konukevi, aşevi, hamam, fırın, market var; üstüne bir de helikopter pisti var. Cemevi var, Bektaşi Tekkesi var, Hıdır Abdal Türbesi var, şehitlik var. Ocak köyünün tekkesi ki, Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet devrimlerini yapar, tekke ve zaviyeleri kapatırken bu tekkenin açık kalmasını istemiş; çağdaşlık yolunda Bektaşi kültürünün katkısına inanmış.Bugün Ocak köyündeki Kültür Merkezi’nin girişinde Atatürk’ün, Hacı Bektaş Veli’nin, Hazreti Ali’nin büstleri karşılıyor bizi. İnsanı köşe yastığı gibi görenleri de görmüş Ocak köyü... Ağzına Atatürk’ün adını, eline İslam’ın kutsal kitabını alarak siyaset hatta orgeneral Kenan Evren gibi darbe yapanlar, devri iktidarlarında, gelip büyük bir cami yaptırmışlar köye. Uzun bir minare dikmişler; şerefenin çevresine hoparlör dizmişler. Ama bugün ne imamı var caminin ne de cemaati. Köydeki kütüphane dolup taşıyor; cami bomboş duruyor. İnsan bir kez sosyal varlık olunca, bir daha asla köşe yastığı olmuyor. Köyün ahşap evleri, oyma işliğiyle ünlü. Kapı tokmakları ise oymalar kadar ünlü. Evler ahşap olunca yangın tehlikesi var demektir. Ama insan sosyal varlık olunca önlemini alacaktır. Yer altı karızlarıyla beslenen tarihi yangın çeşmeleriyle donatmışlar köyü. Karız deyince Kaynak Yayınları’ndan çıkan ‘‘Uygur Karızlarına Yolculuk’’ kitabımı paylaşmak isterim. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuzey batısında, Orta Asya’nın tam ortasındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygur Türkleri, yerin altındaki suyu, yerin altındaki tünellerle taşıyıp kullanıyordu. İlginç bir gelenek daha vardı Asya’nın ortasında; Uygur Türkleri kız çocuklarının adının sonuna ‘‘gül’’ eki takıyor Arzugül, Badegül diyordu. Erkek çocuklarının adının sonuna ise ‘‘can’’ eki takıyor Alican, Tursuncan diyordu. Her hafta yapılan iş ve dost toplantılarına ‘‘cem’’ diyordu. Cem sonrası, sazlı ve sözlü eğlence yapılıyor; ‘‘Ejderha Dansı’’ ve ‘‘Şaman Dansı’’nın ardından ‘‘Semah’’ dönülüyordu. Anadolu Bektaşiliği’nin köklerinin Orta Asya’ya dayandığı gerçeği, bir kez daha kanıtlanmış oluyordu. Kemaliye’nin Ocak köyündeki Sultan Hıdır Abdal etkinliklerinde de aynı kültür sürüyor. Haydi, şimdi dans başlıyor. Anadolu ateşi alevinde semah dönelim... El ele, yan yana, döne döne, dans edelim... Ocak’ta, Hıdır Abdal’ın Düşkün Ocağı’nda yüreğimizin kızgın korunda çeliğe su vermenin tam zamanı... Ocak başında, kutsal şarap ve ney eşliğinde sevgimizi sebil eyleyip, tüm kirliliklerden ve kötülüklerden arınıp, içsel dünyamıza yönelerek, içimizdeki pozitif enerjiyi tüm insanlığa ve evrene savuralım... Barış, özgürlük ve sevgi hep yaşasın diye... Dostlukla... Kumdan ‘Anadolu Efsaneleri’ GÜRSU KUNT ANTALYA Bugüne kadar çocukların kumdan kaleler yaptığı Lara Plajı, şimdi boyutları 10x15 metreyi bulan devasa kum heykellere ev sahipliği yapıyor. İspanya, Brezilya, Kanada, Rusya, Hollanda, Çekoslovakya gibi farklı ülkelerden 22 profesyonel kum heykeltıraşı ile Türkiye’den 30’a yakın heykeltıraşın emekleri ve yorumlarıyla şekillenen kum, ‘‘Anadolu Efsaneleri’’ temasında, 23 farklı konuda beğeniye sunuldu. Türkiye’nin ‘‘ilk kum şehri’’ sıfatını alan Lara Plajı’ndaki 8 bin metrekarelik alanda sergilenen kumdan heykeller için uzunca süredir çalışan heykeltıraşların yarattığı kent, büyük beğeni topladı. Önceki gece düzenlenen törenle açılışı yapılan kumdan heykeller sergisi, eylül ayı sonuna kadar görülebilecek. Işık gösterileri, klasik müzik dinletisi ve havai fişek gösterileriyle açılışı yapılan eserler, ekim ayında yine törenle yıkılacak. Bugüne kadar pek çok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu’nun esin verdiği eserler arasında, Ağrı Dağı’nda karaya oturan Nuh’un gemisinden Midas’a, yasak meyveyi yedikten sonra Şanlıurfa’ya geldiklerine inanılan Havva ile Âdem’e kadar 23 farklı konu ve eser yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle