23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 MEKTUPLARIYLA EVLATLARINA ŞEVKAT GÖSTEREN LİDER: İSMET İNÖNÜ C anı LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL TEMMUZ CUMA Hayatımın en kıymetli fidanı ‘‘Evlatlarımın içinde benim siyaset hayatımın çilesini en çok çekmiş olan Ömer’dir.’’ İsmet İnönü, ‘‘efendilerin efendisi’’, oğlu Ömer için 1950’lerde böyle diyordu. Kızı Özden Toker’in deyişiyle ‘‘öbür çocuklarının başlarına açılacak dertlerden henüz haberi yoktu.’’ İnönü Vakfı, “Baba İnönü’den Ömer İnönü’ye Mektuplar’’ı kitaplaştırdı. Türkiye’nin içeride ve dışarıda çok önemli olaylar yaşadığı, İnönü’nün önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, 18 Haziran 1931’den 2 Nisan 1948’e kadar oğlu Ömer’e yazdığı 290 mektuptan seçmeler yeralıyor kitapta. Bir devlet adamının ve babanın ülkesine ve ailesine verdiği önemi anlatan sevgi dolu mektuplarından birisinde İsmet İnönü oğluna ‘‘Vatan daima kendine hizmet aşkı, karakter sahibi, bilgili, sıhhatli evlatlara muhtaçtır. Bu esaslı hazırlık zamanı şimdiki yaşlarınızda’’ diye sesleniyor. Çocuklarının dersleriyle çok yakından ve büyük bir titizlikle ilgilenen İnönü’nün onların çok yönlü bir insan olmaları için nasıl uğraştığını ortaya koyuyor mektuplar. Aile sporu olan ata binmenin yanısıra tenis, kayak, yüzme hatta pilotluk için çocuklarını büyük bir şevkle teşvik ediyor. Edebiyat ve resme duyduğu ilgiyi Ömer’e tavsiyelerinde dile getiriyor: ‘‘.. Fransız edebiyatında 17. asrı bitirmişsiniz. Kimleri ve hangi eserleri okudunuz? Malumat veriniz. Şimdi 18. asır. Bir deyişe göre Fransız edebiyatının nur devri sayılan 18. asır seni çok ilgilendirecektir.’’ ‘‘.. Güzel kitaplarım var. edebiyat, fen, siyaset. Evvela fenniiçtimai birinden başlayacağım. almanca ‘Chemie erobert die welt Kimya Dünyayı Zaptediyor’ isimli. İngilizce cilt cilt Bernard Shaw’lar da bekliyor.. Goethe’nin bütün eserlerini de toptan edinmeye çalışıyorum.. Burada açılan resim sergisini beraber görmüş, beğenmiştik değil mi? Bugün annen de gitti.’’ Çocuklarına sürekli olarak politikadan uzak durmalarını, verdikleri demeçlerde ‘‘Her konuşmanızda politika üzerine çalışmadığınızı söylemeniz üzerine bir cümle koymanız kafidir’’ diyerek uyaran İsmet İnönü’nün en büyük korkularından birisini de Ömer ve Erdal İnönü’nün Amerika’lı biriyle evlenmeleri oluşturmuş. Amerika’da okuduğu yılarda Ömer’e yazdığı mektuplarda bu korkusunu üstü kapalı da olsa dile getiriyor. Öyle ki Ömer babasına yazdığı bir mektupta, ‘‘Erdal ‘Bir Amerikalı ile evlenme tehlikesi korkusunun’ bizim evde arada sırada estiğinden bahsetti. Söylentiler hiç canınızı sıkmasın babacığım, aklınıza bile getirmeyin. Erdal’ın da sözünü aldım. Türkiye’ye yalnız döneceğiz’’ diyor. Oğluna ‘‘Ey benim hayatımın en kıymetli fidanı, ailemin temeli Ömerciğim..’’ diyen İsmet İnönü’nün mektupları dönemin yaşam şartlarını da anımsatıyor: 30 Nisan 1942 ‘‘.. Yarın 1 Mayıs. Bahar bayramı. Sen nasıl geçireceksin? Yahut nasıl geçirdin? Keşke bol ışıklı ve çiçekli kırlarda geçirse idin. Bol süt içeydin. Ben sabahleyin ata binip gezeceğim.’’ 19 Kasım 1942 (Harp yılları, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yakıt tasarrufu) ‘‘.. Biz de evde serince oturuyoruz. Ben bu mektubu kütüphanede, kalın dışarı paltosu ile yazıyorum. Ata binerken de annen ile beraber kalın giyiniyoruz. Bu suretle, yani kalın giyinip, serin oturmakla sıhhatimizi daha iyi koruyoruz.’’ 23 Şubat 1943 ‘‘Sabahleyin annen ile beraber belediyeye gidip, ikinci seçmen olarak rey verdik. (7. milletvekili genel seçimleri). Sonra kendisinden öğrendim ki annen bana Yabancının ‘‘Kafası’’ maya çalıştığı Avrupalı soğukkanlılığının beklenmesiydi. Beklenti gerçekleşmemiştir. Çünkü Zidane’ın, kaçınmaya çalıştığı kimliğinin heyecanlı tarafı dışa vurmuştur. Son derece aşağılık da olsa nihayetinde sarf edenin düzeyini gösteren bir küfre, feodal bir tepki göstermiştir Zidane. Saklayamam, feodal de olsa tepkinin kendisine değil, biçimine karşıyım sadece. Hiçbir ırkçı saldırının tepkisiz kalmaması gerekir diye düşünenlerdenim. Başka uluslara üstünlük taslayan herhangi bir milliyete ait ırkçının elbette ki canına kastetme dışında her türlü tepkiyi görmesi gerekir. İyi insan, kötü insan gibi, eğer çok gerekliyse, başkalarına ilişkin değerlendirmelerimizi nispeten kolaylaştırabilecek bir kategorilendirme yerine ‘‘üstün olan ya da olmayan millet’’ ayrımına gitmenin insanlığa nelere mal olduğunu bilmekle yükümlüyüz. ‘‘Adem çapa sallarken kim soyluydu?’’ diyen insansever teoloğun bu basit gözlemi yüzyıllardır ırk ayrımı yapanlara anımsatılır. Dini, kültürel, folklorik anlamda ilk insan kabul edilen Adem’in soylu olmayışına vurgu yapmak, k?r üzerine inşa edilmiş yeni insanlık değerleri (!) karşısında bir anlam ifade etmiyor. Kapitalizmin ‘‘soylular’’ yaratan bir sistem olduğu zamandan beri bir şey ifade etmiyor. ??? Irkçılığa karşı yeni mücadele yöntemlerinin, yeni söylemlerin geliştirilmesi kaçınılmazdır. Irkçılık tribünde yapılıyorsa tribünde, orta sahada yapılıyorsa orada karşılığını bulmalıdır. Zidane, uyum çabalarının, bir Batılı gözünde Avrupalı kabul edilmeye yetmediğini, Paris ayaklanmalarında o gençlerin sorunlarına kayıtsız kalmasına karşın, anlayamadı. Anlaması için, tüm anneler gibi değerli olan annesine, bağlı olduğu Arap ulusunun bugünkü imajı olan ‘‘terörist’’ sözcüğü de eklenerek küfür edilmesi gerekti. O zaman anlayabildi. Benim haz etmediğim ama desteklediğim Zidane’in Materazzi’nin göğsüne attığı o kafa, bugüne kadarki uyum çabalarına da atılan bir kafadır. Densiz futbolcunun göğsü ise, kendinden olmayana küçümser gözlerle bakan Avrupa’nın vicdanı sayılmalıdır. Hakarete uğramış bir ‘‘kafa’’nın, rahatsız ettiği bir ‘‘vicdan’’. kemalerdemol?yahoo.co.uk Z Ailesine düşkünlüğüyle tanınan İsmet İnönü’nün oğlu Ömer’e yazdığı mektuplar bir kitapta toplandı. da rey vermiş. Teşekkür ettim. ama daha evvel Özden ile Erdal’ı da kandırarak annene propaganda yaptırmıştım, iyi oldu.’’ 23 Ocak 1945 ‘‘Sana zor bir meslek seçtik. Ama iyi meslek seçtiğimize inancım kesindir. Benim halimi görüyorsun. Fenni öğrenmeleri ömürümün sonuna kadar takip edeceğim. Memleketin atisini yüksek fenni ve teknik gelişmelerde buluyorum. Oğlumun bu alanda esaslı ve ileri yetişmekle memlekete çok hizmet edeceğine güveniyorum.’’ 10 Aralık 1945 ‘‘Bu haftaki politika hadiselerinin beni ne kadar meşgul ve rahatsız ettiğini tahmin edersin. (Tan matbaasının yakılma olayı) Memleketin siyasi hayatının gelişimi, salim, temiz ve gerekli istikametlerde ilerlemesi için çok emek veriyoruz. İnşallah iyi neticeler alırız. Sen şimdilik politika akımlarına eğlenceli şeyler gibi seyirci, biraz da kayıtsız kal. Hem mesleğin, hem hususi durumunun itibarı ile doğrusu budur.’’ Sana Bir Hadise Vereyim 19 Kasım 1946 ‘‘Bilirsin ben atı otuz altı derdin devası sayarım. Ama mümkünse ata külotla, çizme veya gert ile binmenin çalımı başkadır.’’ 17 Aralık 1946 ‘‘Bugün iki saat kadar Bay Celal Bayar’la görüştüm. Her zamanki gibi nazik ve kibar. Bugünlerde iç politikamız tekrar alevlidir. Konuşmamız sinirleri biraz yatıştırırsa iyi olacaktır. Büyük mücadele komünistlerin çok faaliyette olmaları üzerinedir. Günahları boyunlarına, açıktan açığa yabancı devlet hizmetindeler. Mücadele sert oluyor. İstanbul’da sıkıyönetim bugün altı gazete veya dergi, bir iki camouffle (kamufle) siyasi parti kapadı. Camouffle partilerin kanununu men ettiği communiste (komünist) partileri. Bakalım yeni mücadele durumu ne olacak? Demokratlar, communiste aleyhtarlığında, halkçılarla beraber.’’ 19 Şubat 1947 ‘‘Dün akşam Bernard Shaw hakkında, Foreign Affairs’da bir etüd okudum. Çok ilgilendim. Bernard Shaw’un cemiyetin aksak tarafları ile uğraşı bir sosyolog gibi göründü. Yine öyle, fakat siyasi cereyanlar ve politika ile ilgili olduğunu düşünmemiştim. Halbuki adam sosyalist, teşebbüs ve doktrin sahibi, işçi partisinin en eski ve en faal üyelerindenmiş. Eserlerini bundan sonra bir güzel okurum.’’ 23 Mayıs 1947 ‘‘Sana bir havadis vereyim. Şimdiye kadar yani dörtbeş senedir bana yazdığın mektupları, muhtelif köşelerden topluyorum. Hepsini bir dosyaya koyduruyorum. Bütün ömrümce okuyacağım toplu bir eser olacak. Düşündükçe seviniyorum.’’ idane, başkaları ne der bilinmez ama, kendisini pek de ‘‘yabancı’’ sayanlardan değil. Israrla eklemlenmeye çalıştığı Fransız kültürüne uyum çabasıyla birlikte düşünüldüğünde daha bir doğrudur bu dediğim. Yaşadığı ülkede doğmamış olmak, kişiyi yabancı yapmıyor. Yabancılık, egemen kültürün kodlarına uyum sağlayan, kendisini ‘‘öteki’’ yapacak unsurlardan olabildiğince kaçanları da tanımlamaz. Daha doğrusu, bu tutumda olanlar kendilerini ‘‘yabancı’’ olarak görmezler. Zidane bunlardan biridir. Elbette kendi seçimidir ama bir durum tesbiti yapmak için söylenmelidir ki, üç çocuğuna Fransız adları vermesinden, Paris’i sarsan ‘‘yabancı’’ ayaklanmasında, kültürel aidiyet ortaklığı taşıdığı gençlere, o gençlerin sadece mücadele yöntemlerine değil, sorunlarına da uzak bir tavır sergilemesinden ötürü, Zidane bir ‘‘yabancı’’ değildir. Bu sıfat ona ırkçılar ya da yabancı düşmanlarınca yakıştırılan bir sıfattır artık. ??? Yabancı olmaktan kaynaklanan sorunlara uzak tutumunun da etkisiyle belki, Zidane pek de haz ettiğim bir zat sayılmaz. Galatasaray’ın Juventus’la yaptığı olaylı maç öncesi, İstanbul’da can güvenliği olmadığını söyleyerek kışkırtıcı bir rol oynadığı da akılda tutulmalı. Leeds’li taraftar cinayetinin utancıyla temkinli konuşmayı elden bırakmayarak belirtmeliyim ki, kendisinin ısrarla reddettiği ‘‘yabancı’’ olma konumu, Türkiye’de kılına bile zarar verilmeyecek oluşunun garantisiydi. Fransa’da dezavantajı olan bu ‘‘Müslüman/yabancı’’ konum, Türkiye gibi bir ülkede avantajıdır çünkü. Ancak ne kadar kaçınmaya çalışırsa çalışsın, ‘‘öteki’’ler tarafından sürekli anımsatılan bir statü olan yabancılığının, en olmaması gereken yerde, spor sahalarında karşısına çıkması sadece bir futbol ırkçılığı değil, bir Avrupa gerçekliğidir. İtalyan, Fransız ya da İngiliz ırkçısının, kendi aralarındaki farklılıkları bir yana, ortak hedefleri Hıristiyan beyaz olmayan herkestir. Bu duygularla dolu olduğu belli olan İtalyan futbolcu Marco Materazzi’nin ‘‘terörist o... çocuğu’’ diyerek Zidane’a küfür etmesi, Batılının bilinçaltını yansıtır. Bir Fransız, bir İngiliz, bir Alman da bu küfrü sarf edebilir rahatlıkla. Zidane’ın trajedisini benim gözümde arttıran, ondan o çok ol Göbeklitepe posta puluyla tanıtılacak ARİF FARAÇ ANLIURFA Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü son günlerde dünya medyasında büyük ilgi uyandıran Göbeklitepe ile ilgili posta tanıtım pulu bastırarak Göbeklitepe’yi dünyaya tanıtıyor.Şanlıurfa’nın kültür ve turizm açısından tanıtımına yönelik olarak basılan 100 bin Göbeklitepe posta pulunun üzerinde İngilizce ve Türkçe olarak ‘‘Göbeklitepe, 11.500 Yıllık Dünyanın En Eski Tapınağı’’ sözleri yer alıyor. Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşça’nın destekleriyle yayımlanan posta pulu, Şanlıurfa Posta İşletmeleri Başkanlığı ile yapılan bir sözleşme çerçevesinde önümüzdeki haftadan başlayarak Şanlıurfa il genelindeki posta işletmelerinde il içi, yurtiçi ve yurtdışı gönderime verilecek. Şanlıurfa’nın tanıtımına ve özellikle Göbeklitepe’nin Turizm açısından değerlendirilmesine destek olmak amacıyla yapılan bu çalışma Urfa’da bir ilk olma özelliği taşıyor. 6.3 Ş S ait Faik’in ‘‘Son Kuşlar’’ındaki Ada, bana hep Burgaz gibi gelir. Ve bu öykü yıllardan beri yüreğimi yakar. ‘‘Son Kuşlar’’ sonbaharın Ada’ya gelişini betimleyerek başlar. Ama Ada’nın öteki yakasında yazdan kalma birtakım güzelliklere hâlâ rastlanmaktadır. Kışı haber veren poyraz, karayel, sert rüzgârlar oraya sanki ulaşamamaktadır. ‘‘(...) öteki yakada’’ diyor Sait Faik, ‘‘yaz, daha pılısını pırtısını toplamamış, bir kenara, oldukça mahzun bir göçmen gibi oturmuştur.’’ Herkes kışa hazırlanırken, anlatıcı, ‘‘tembelliğiyle’’, ‘‘hep kaçanı kovalayan huyuyla’’ öteki yakada gezinir. Öteki yakadaki kahvede oturur. Orada, kır kahvesinde bir şeyler yazar. Bir şeyler yazınca da, anlatıcı, belki de Sait Faik’le özdeşleşir. Onu çağrıştırır, onu andırır... Gökyüzünden boyuna uçaklar geçer. Uzaktan uzağa karga sesleri. ??? Anlatıcı yazı yakalamanın peşine düşmüştür. Yaz, bazan bir çamın gölgesinde durgun ve güneşsizdir. Sonra bir çalılıkta, çimenlikten yeni YAZI ODASI SELİM İLERİ Unutamadığım Bir Ada Öyküsü Zahire tüccarıydı.’’ ??? Hemen 1950 öncesi İstanbul’u yakalarız. O günkü Galata belirir. O dönemlerin ticaret hayatında başrole çıkmış kişiler, dış görünümde, sessiz sedasız yaşamışlar, göze batmaktan uzak durmuşlardır. Konstantin Efendi de onlardan sadece biridir. ‘‘Kalın, tüylü bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara benekli bir burnu, deriyi yırtmış da fırlamış gibi saçları, kısa kısa bir yürümesi, kalın kalın bir gülmesi...’’ Önce kuşları tanırız: İsketeler. Konstantin Efendi’nin göz diktiği isketeler: ‘‘O esmerle sarışın arası isketelerin bir damlacık etlerinden yapacağı pilavın hazzıyla pırıl pırıl yanan krom dişleriyle nasıl koparırdı kuşun imiğini, bir başlamışçasına görkemli... Kır kahvesine yazılacak olana başlangıç gibi şu tümceler akar durur artık: ‘‘Vaktiyle bu Ada’ya bu zamanlarda kuşlar uğrardı. Cıvıl cıvıl öterlerdi. Küme küme bir ağaçtan ötekine konarlardı.’’ Şimdi kuşlar gelmemektedir. Kuşları, ‘insanların’ açgözlülüğü kaçırmıştır. Sezgileriyle, içgüdüleriyle semt, toprak değiştirmiş kuşlar. ‘Çocuklar’ kuş katilleridir. Çocukları kuş katilliğine yönelten büyüklerdir. Aralarında Konstantin Efendi. Konstantin Efendi bize şöyle tanıtılır: ‘‘Hele bir tanesi vardı, bir tanesi. Çocukları bu işe seferber eden oydu. Ökseleri cumartesi gecesinden hazırlayan da... Konstantin isminde bir herifti. Galata’da bir yazıhanesi vardı. görseydiniz...’’ İsketeleri vahşice öldüren adam kimdir?: ‘‘Hani sessiz, zenginliğini belli etmez, mütevazı adamdı da... Konu komşuyu da severdi hani. Hiçbir şeye, hiçbir dedikoduya karışmazdı. Sabahleyin işine kısa kısa adımlarla koşarken, akşam filesini doldurmuş vapurdan çıkarken görseniz; iriliğine, sallapatiliğine, Karamanlı ağzı konuşuşuna, basit ama hesaplı fikirlerine, iki kadeh atmışsa yine basit, sevimli şakalarına karşı, hakkında kötü bir hüküm de veremezdiniz. Kendi halinde, işi yolunda, hesaplı yaşayan bin bir tanesinden bir tanesiydi.’’ Başkalarının öyle gördüğü, öyle alımladığı Konstantin Efendi, anlatıcı için, git git kötülüğün simgesi olmaktadır. Fakat yalnızca anlatıcı görmektedir. Ada’da her şey dingin, hep dingin sürecekmişçesine, Adalılar da kayıtsız... Eylül sonlarına doğru Ada’da gökyüzü ‘‘şairane’’ bir görünüm edinmişken üstelik... Öneriler: CD/Puccini’den seçmeler, Angela Gheorghiu’nun yorumundan, EMI Classics. x 9 cm. boyutlarında (sigara paketi boyutları) basılan pullar, yıl boyunca il genelindeki tüm posta gönderilerinde kullanılacak. Göbeklitepe kazıları bilimsel başkanı Doç. Dr. Klaus Schmidt de ‘Göbeklitepe’ kazılarıyla ilgili 11 yıllık süreci anlattığı kitabının Türkçe baskısını yıl sonunda piyasaya çıkarmayı düşündüğünü belirtti. Schmidt, Almanya’da 6 ay önce ‘Beck’ yayınevince basılan kitabın ilgi görmesi üzerine, geçen günlerde ikinci baskısının yapıldığını söyledi. Kitapta, Şanlıurfa’nın Örencik köyü yakınlarındaki Göbeklitepe’nin bulunuş öyküsünün yanı sıra, arkeolojik kazılar sonucu gün yüzüne çıkarılan tarihi yapıtlarla ilgili bilgi de verildiğini aktaran Schmidt, Almanya’da yayımlanan Die Zeit ve Die Welt gazetelerinin Şanlıurfa’nın dünya kültür tarihindeki rolüne değindiğini bildirdi. Türk ve Alman yayınevleri arasında görüşmelerin sürdüğünü aktaran Schmidt, konuyla ilgilenenlere doğru bilgileri ve araştırma sonuçlarını ulaştırmayı amaçladıklarını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: ‘‘Göbeklitepe kazılarıyla ilgili 11 yıllık sürecin anlatıldığı kitabın Türkçe baskısı yıl sonunda piyasaya çıkacak. Bunun için gerekli çalışmaları yapıyoruz. Kitabın İngilizce çevirisi için de görüşmelerimiz sürüyor. Bu sayede arkeoloji meraklıları, Göbeklitepe’yle ilgili bilgileri ilk ağızdan daha doğru bir biçimde öğrenme olanağı bulacak.’’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle