02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEMMUZ CUMA dizi BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI PERSEPOLİS VE ŞİRAZ ŞEHİRLERİ TAŞIDIKLARI MEDENİYET İZLERİNİ AKTARIYOR C 11 Antik kentlerin çekiciliği iraz, geçmişin büyük şairlerinin, felsefecilerinin kenti. Kerim Ağa Han’ın işlemeli kuleleri olan kalesi burada. Şiraz’da, aynı zamanda bir evliya gibi gördükleri anlaşılan, 7001.000 yıl öncesinin büyük şairleri Hafız ve Sadi’nin türbelerine gösterdikleri ilgi de unutulur gibi değil. Nevruz bayramında binlerce kişi para vererek giriş yapıyor, mezara el sürüyor, dua okuyor, fotoğraf çekiyordu. Şiraz’da daha çok görülesi yer var, Tebriz gibi onları da burada yazmıyorum. İsfahan, bir turizm bölgesi halinde toplu olduğu için bazılarını adlarıyla andım. Şiraz’dakiler daha dağınık. Ama bu üç güzel kent de büyük ölçüde yürünerek gezilebilir. İsfahan ve Şiraz’ın dış semtlerinde düzenli, çekici tarihsel kent görünümü yoksulluk görüntülerine kendini bırakıyor, esnaf dükkânları ve evleriyle. Taksi diye bindiğimiz bir Peykan sahibi, inerken bizden para almadı. Böyle candan davranışlara İran’da rastlanıyor. Avrupa Yolunda İşlerim Yolunda Ş P ersepolis, İskender’in hışmına uğramasına rağmen halen güzelliğini koruyor. Şiraz ise şairlere, felsefecilere ev sahipliği yapmasıyla ve kalesiyle ünlü. deki Zaloğlu Rüstem, Süleyman ise Hz. Süleyman olmalı. Antik yerlerin, Zerdüşt dininin resmi din olduğu dönemdeki adları hep İslami dönem efsaneleriyle birleştirilip değiştirilerek, halka daha da yaklaşmış. Gene Persepolis taraflarındaki daha küçük kaya kabartmalarının adı ise Nakşı Recep. İran’da bugün antik dönem kazıları yapılıyor mu, bilmiyorum. Persepolis dışında antik kentler gün ışığına çıkarılmış mı, nerede, inceleyeceğim... Ama 1978 sonrası İslam Devrimi İran’ının Batı’yla arası iyi olmadığından, Batılı arkeologların kazı çalışması yaptıklarını sanmam. İran’da turizme yönelik kapsamlı bir çaba görünmüyor. Turizm algılaması zayıf. YAĞMADA ELE GEÇİRİLEN HAZİNE Persepolis, İskender tarafından yağmalanıp yakıldıktan sonra unutulmuş. Yağmada ele geçirilen hazine ve ganimet, Yunanlı tarihçi Plutarch’a göre 10 bin katır ve 5 bin deveyle taşınmış. Persepolis 1930’larda yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış. Efes gibi çok değerli bir antik kent. Filmde izlemekle, kitaplarda resmini görmekle gözün görmesi başka. O görkem, filmlerden ve resimlerden anlaşılamıyor. ‘‘Tarih çarpması’’ mı denir, o anki duyguya? 297x448 metrelik, yani 133 dekarlık bir alana kurulu. Dibinde kurulduğu dağda, duvar kabartmaları var. Persepolis, kentin Yunancadaki adı. Parsa eski Farsçadaki yerli adı. Fars sözcüğü Pars’tan gelme sanırım. Bugün Persepolis’e Tahtı Cemşid (Cemşit’in Tahtı) diyorlar. Onun yakınındaki, 3040 metre yüksekliğindeki kayalara oyulmuş ve yontulmuş kaya mezarları, kabartma resimleri ve yazıtlarına ise Nakşı Rüstem deniyor. Yani Rüstem’in yazıtları, nakışları. Erdebil civarındaki Sasani kentinin adı da Tahtı Süleyman. Cemşit, Süleyman, Rüstem hep efsane kahramanları. Rüstem, ortak kültürümüz İran’da nevruz çok önemli N evruz, nev = yeni ve ruz = gün sözcüklerinden birleşerek oluşmuş. ‘‘Yenigün’’ demek. Orta Asya Türklerinde, İran’da, Kürtlerde Nevruz çok önemli, efsanelere dayanan geçmişi olan bir bayram. Nevruz, İran’ın hem yılbaşı günü (21 Mart) hem de en önemli bayramı. Ramazan ve Kurban Bayramı birer gün tatilken; Nevruz okullara 15 gün, resmi kurumlara ise bu 15 günün ilk dört ve son dört günü olmak üzere sekiz gün tatil. Nevruz’da İranlılar İsfahan, Şiraz, Meşhed gibi turistik ve dinsel önemi büyük merkezlere akıyorlar. Her yer insan kaynıyor. Oteller dolu, fiyatlar ikiye katlanmış; kaldırımlar, parklar, hatta caddelerin geniş orta kaldırımlarındaki çimlik alanlara binlerce çadır kurarak, arabalarıyla başka kentlerden gelenler ailece tatil yapıyorlar, yemeklerini pişiriyor, uyuyorlar. sepolis’e otobüsümüz 45 dakikada ancak vardı, 45 dakikada da çıkabildi. Binlerce araç, on binlerce aile, Persepolis’e giden bu yolda ve antik kent alanında. Belki 100 bin insan vardı Persepolis ve civarında. Bir yandan da gelen ve gidenden oluşan akın sürüyordu. İsfahan’da bu kalabalık içinde birbirimizi kaybettik, cep telefonu şebekesi de çekmediğinden birbirimizi bulmak birkaç saat aldı. (İsfahan dışındaki illerde Turkcell hatlı cep telefonlarımızla hem aramızda hem de Türkiye’yle rahatça görüşebilmiştik oysa.) KÜLTÜRELTARİHİ YERLERE GİTMİYORUZ İran’a geldiğimiz 16 Mart günü Hürriyet’te, Ertuğrul Özkök, Kültür Bakanı’nın sözlerine dayanarak, İzmir halkının yüzde 80’inin 7080 km güneydeki Efes’e gitmemiş olduğunu, İzmir’in Türkiye’nin Avrupa’ya yüzü en çok dönük ve en Batılı kenti olduğunu, yüzde 80 oranının o nedenle şaşırtıcı olduğunu yazıyordu. Ankara’daki Anadolu Uygarlıkları Müzesi, Dünya’nın en önemli müzelerinden biridir, ama iddia ederim, Ankaralıların yüzde 80’i bu müzeyi bilmez, yüzde 95’i de gitmemiştir. Gördüklerimiz karşısında, İran’da bu oranların tersinin doğru olduğunu söylemeliyiz. Buradan ve başka verilerden yola çıkarak, ortalama İranlının da ortalama Türkiyeliden daha kültürlü olduğunu itiraf edebiliriz. İran’da turizm algılaması ve düzenlemesi zayıf demiştim. (Türkiye’de de çok iyi diyemem, 18 milyon turiste ulaşmış olsak bile, yön, semt, müze vb. gösteren tabelalar İstanbul ve Ankara’da birkaç yıl önce asıldı. Birçok ören yerinde oradaki kalıntılarla ilgili açıklamalar, yapılaranıtlarla ilgili maketler ve aslının çizimlerini gösteren tabelalar yoktur. Örnek mi,i şte Zeus Sunağı! Bergama ören yerinde Zeus Sunağı yerinde yok. Rehber, ‘‘Zeus Altarı buradaydı’’ diye gösteriyor. Ama ortada ne bir maket, ne bir çizim tabelası. Sadece Zeus Sunağı’nın, zamanında konulduğu yüksekçe toprak yüzey görünüyor. Bunu eposta ile Bergama Belediyesi’ne ilettim. Belediye Başkanı, ‘‘Haklısınız ama, oranın yönetimi bizde değil, Kültür Bakanlığı’nda’’ diye yanıt verdi. Tamam ama, sen oraya bir maket ve aslının çizimini koydun da engelleyen mi çıktı? Koy tabelanı, maketini, bakanlık kaldırırsa, kopar gürültüyü!. Persepolis civarında bu yetersizliği görüyoruz. Arazi çok uygun olmasına karşın, ana yoldan Persepolis’e ulaşılan iki kilometrelik yol tek gidişgelişli. Civarda yeterli park yeri yok. Oysa arazi, her iki iş için de uygun. Nevruz’da yaşanan tıkanıklığın nedeni buydu. S Ü R E C E K ‘‘Avrupa Yolunda’’ tanımlaması ne anlama geliyor? Bazı kişiler ve çevreler bu tanımlamayı neden sık sık kullanıyorlar? Çok merak ediyorum, bu ifade onlar için neyi açıklar? Olaya çok tarafsız, fazla iyi niyetle ve biraz da ‘‘safça’’ bakmaya çalışalım. 1) Bu insanların bir kısmı ‘‘Avrupa Yolunda’’ derlerken ve bunu bir slogan olarak kullanırken belki de Türkiye’nin gerçekten AB’ye üye olma yolunda Brüksel’le görüşmeler yaptığına inanıyorlar. Peki, bu insanlar şu hususları hiç mi bilmiyorlar? Türkiye ile AB arasında görüşme sürecini belirleyen koşulların dengesiz, tek yanlı, üyelik için hiçbir güvence vermeyen; adeta, AB ile ‘‘üyelik getirmesi imkânsız hale sokulan’’ bir süreç olduğunun farkında değiller mi? Görüşmeler boyunca Türkiye’yi Lozan’dan Sevr’e taşıyacak bir sürecin fiilen başlatıldığını; Kıbrıs’ın bu yüzden gittiğini, Ege’nin gitmekte olduğunu; Kürdistan projesinin bir ayağının Brüksel kıskacı ve boyunduruğu ile gerçekleştirilmeye başlandığını göremiyorlar mı? Kendilerine bir iyilikte bulunayım; Cumhuriyet gazetesinde son 6 ay içinde bu konuda ‘‘Bıçak Sırtı’’ köşesinde yazdığım yazılara bir göz gezdirsinler. Yanıtları bulacaklardır. 2) Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik politikalarını da bilmiyor olabilirler. AB’nin bizi almaya karar verdiğini; bu yüzden bizimle görüştüğünü; bütün kabahatin Türkiye’de olduğunu; bazen bizim başbakanların AB’yi elinin tersiyle ittiğini dahi sanabilirler. 3) TürkiyeAB ilişkilerinin ger çek gidişini biliyorlarsa, Türkiye’nin AB’ye alınmadığının, AB’nin denetimi altına alındığının farkındaysalar ve buna rağmen ‘‘Avrupa Yolunda’’ sloganını kullanıyorlarsa o zaman başka şeyler düşünmemiz gerekir. Acaba ne gibi şeyler düşünmemiz söz konusu olur? Türkiye AB’ye alınmadan, AB’nin sömürgesi durumuna da gelse bu çevreler bundan yarar sağlayan azınlıktaki insanlar olabilirler. Türkiye’deki oligarşik düzenin ‘‘yöneten kısmının’’ içinde bulunan insanlar olmalılar. Batı tekellerinin Türkiye’deki ortakları, taşeronları, üst düzey çalışanları gibi... Daha belirgin olarak ‘‘AB kurumlarından özel çıkar sağlayan çevreler’’ olabilirler. Yardım alan kimi sivil toplum örgütlerinden bireysel getirilere kadar her şey bunun içine girer. Türkiye’deki bölücü eylemlerin AB’den medyatik, siyasal, parasal ve askeri destek alan örgütler ve sempatizanları için ‘‘Avrupa Yolunda’’, vazgeçilmez bir slogandır. Bir de kimi İslamcı siyasileri unutmayalım; AB (ve ABD) ile aralarında bazı ortak noktalar var; Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı bunların başında geliyor. Ordunun bu konulardaki geleneksel duyarlılığı, TSK’yi ortak hedefleri arasına almalarına yol açmıştır. Sevgili okurlar, ‘‘Avrupa yolunda...’’ diyenleri iyi izleyiniz. Çünkü genellikle ‘‘Avrupa yolunda... işlerim yolunda’’ diyemedikleri için sadece iki sözcüğü söylüyorlar, diğerlerini ancak içlerinden, sessizce tekrarlıyorlar... Sessiz ve sivil darbenin ortakları olarak... www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali G ’e yeni üye tartışması HAKAN AKSAY MOSKOVA Kökleri 1975’e dayanan G8 Grubu’nun Rusya’nın evsahipliğinde yapılan ilk zirvesi, gerçekleştirilen görüşmelerle tamamlanırken zirveye, Rusya ve ABD arasındaki görüş ayrılıklarının yanı sıra grubun genişlemesi tartışmaları damgasını vurdu. Oturumlara 8 gelişmiş ülkenin liderlerinin yanı sıra Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Meksika liderleri, ayrıca bir dizi uluslararası örgütün üst düzey yöneticileri de katıldı. G8 ÜYELİĞİNE EN YAKIN ADAY Zirvenin başlamasından kısa süre önce ABD’nin yakın müttefiki İngiltere’nin Başbakanı Tony Blair’in, topluluğa Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Meksika’nın da katılabileceği yolundaki açıklaması bir tartışma yarattı. Kimilerine göre, G8 üyeliğine en yakın aday Brezilya. Rusya, Çin ve Hindistan’ın da G8’e alınması fikrini destekliyor. Bazı yorumcular, G8’in yakın bir gelecekte ‘‘L20’’ye (20 ülkenin liderlerini birleştiren bir topluluğa) dönüşeceğini ve son yıllarda yoğun olarak eleştirilen BM Güvenlik Konseyi’nin yerini alacağını savunuyor. Bu arada G8 zirvesi sırasında yaptığı açıklamayla Moskova açısından ‘‘RusyaÇinHindistan’’ üçgeninin önemine dikkat çeken Federasyon Konseyi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Mihail Margelov, gelecekte bu üçlüye ‘‘Türkiye, Kazakistan ve Pakistan’ın da katılabileceği’’ yorumunu yaptı. KANLI OLAYLARIN GÖLGESİNDE St. Petersburg’da gerçekleştirilen zirvenin Ortadoğu’daki kanlı olayların gölgesinde kaldığı için beklenen etkiyi yapamadığı görüşü hâkim. Başta, ‘‘enerji güvenliği’’ ve ‘‘Ortadoğu sorunu’’ olmak üzere, G8 üyelerinin aldığı kararlarda, bazen uzlaşma adına can alıcı konulara değinilmediği, bazen de yaklaşım farklılıklarının sergilendiği dikkat çekiyor. St. Petersburg zirvesinde, AIDS ve başka hastalıklarla mücadele, enerji, eğitim, çevre koruma, yolsuzluklar, terörle savaş, Afrika, uluslararası ticaret, nükleer silahların yaygınlaşması gibi birçok konuda karar ve açıklamalar yayımlandı. Ancak başta Rusya ile ABD arasındaki anlaşmazlıklar olmak üzere siyasi çelişkiler çözülemedi. Rusya Ekonomi Bakanı German Gref’in de dile getirdiği gibi, zirve arifesinde ABD’nin de onay vermesiyle Dünya Ticaret Örgütü’ne üyeliğinin kesinleşmesini bekleyen Moskova, düş kırıklığına uğradı. Öte yandan Ortadoğu’daki son gelişmelerde Rusya en başta İsrail’i eleştirirken ABD daha çok Filistin yönetimini hedef aldı. Ayrıca G8’in dönem başkanı ve Rusya lideri Vladimir Putin, ‘‘Çeçen teröristlerden Ahmet Zakeyev’i iade etmediği’’ gerekçesiyle İngiltere’yi eleştirdi. MAHŞERİ BİR KALABALIK... Sabah uyanınca doğruca tarihsel, dinsel yerlere: Müzeler, kaleler, türbeler, saraylar, antik yerlerde mahşeri bir kalabalık. Çok şaşırtıcı ama İranlılar için gurur verici bir durum. Türkiye’de görülemeyecek bir manzara. Kara çarşaflarıyla kadınlar saydığım her yerde. Sokakta belki erkekten çok kadın var. Kent dışındaki Persepolis’te bile aynı görüntü. Ana yoldan, iki km kadar içerde olan Per B oğa güreşlerinin, savaşların, büyük, yırtıcı hayvan avlarının yazarı Hemingway’in sevdiğim bir sözü vardır: ‘‘Baskı altında zarafet!’’ İnsanlık serüvenini sınayan en belirleyici kıstaslardan biri, gerçekten de bu olmalı: Yaşamsal sınırların zorlandığı anlarda dahi dağılmadan durabilmek... Boğa güreşleri ile boğa güreşçilerini, ‘‘baskı altında zarafetin’’ en uç noktası olarak gördüğü için sevdiğini söyleyen bir yazardı Hemingway... Dünya kamuoyunu bölen ‘‘Zidane Metarazzi güreşi’’ için Hemingway bile belki artık bu kriteri kullanmazdı. ‘‘Zarafet’’ çünkü demode oldu. Bu kavram unutuldu. Geçmiş yüzyıla, tarihin sayfalarına gömüldü. Popüler kültürün bugün dünyaya dayattığı tek bir değer var: ‘‘Küstahlık’’. Ne kadar küstahsanız, o kadar varsınız! Ne kadar küstahsanız, o kadar kahramansınız! VE ZAMANIN RUHU... Dünya Kupası finalinde, yaşamının o son maçında; ‘‘modern zamanlar kahramanı’’ Zidane’ın attığı ‘‘şiddet yüklü kafa vuruşunu’’ bu iki farklı kriterle değerlendirdiğinizde; birbiriyle taban tabana zıt hükümlere varmak durumundasınız. Hemingway değerleriyle olaya yaklaştığınızda, Zidane son güreşinden yara, bere içinde çıkmış ve Materazzi gibi esamisi okunmayan, beş para etmez SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU bir boğaya yenik düşmüştür. Materazzi kim, Zidane kim? Ülkesi İtalya’da dahi dikkate alınmayan, hesaba katılmayan, sıradan bir futbolcu Materazzi... Finalde oynaması, hayatın cilvesi bir rastlantıdan ibaret. Başka bir oyuncunun Nesta’nın tesadüf eseri yerini alan ikinci sınıf bir aktör olmasının ötesinde, kariyerini de üstelik ‘‘provokasyon’’ üzerine kurmuş bir futbolcu kendisi... Futbolu bilen, tanıyan Zidane’ın bunların ayırdında olmaması mümkün mü? Materazzi, ‘‘Zizou’nun kadınlarına hakaret etmiş de... şuymuş, buymuş...’’ Tam bir ‘‘cürmü kadar yer yakar’’ durumu! Gelin görün ki, Cezayir asıllı futbolcuyu günümüz dünyasının yalnız futbolu değil, ‘‘BBG’’ programlarıyla reyting rekorları kıran medyanın yücelttiği ‘‘kısasa kısas küstahlık’’ skalası üzerinden yargılayacak olursak; Zidane haklıdır! Çünkü haddini bilmeyen Materazzi’ye hak ettiği cevabı, hiç vakit geçirmeden, derhal vermiştir.. Finali izlemek için ekranlara yapışan 2 milyar izleyicinin gözleri önünde attığı kafayla Zida Zidane Materazzi Güreşi ne, burnuna konan küçük bir sineği kovalar gibi Materazzi’yi silkelemiştir. Bu bir spor yarışmasında kazanılacak kupadan artık çok daha önemlidir! ‘‘Zamanın ruhu’’ bize bunu söylüyor. Mutlak doğrular ve yanlışların geçerliliğini yitirdiği bir dönemde yaşıyoruz. Chirac gibi görmüş geçirmiş bir lider, öyle olmasa Zidane’ı kucaklar mı? ‘‘Bir futbol virtüözü olmanın ötesinde siz, karizma sahibi sahici bir yürek adamısınız!’’ der mi? Soyunma odasında değil de; milyonlar önünde, ‘‘adaleti ele almanın adı karizma’’ olur mu? Yalnız Chirac değil, başkanlık yarışına iddiayla yürüyen Fransa’nın ‘‘ilk kadın adayı’’ Segolene Royale de nitekim, Zidane’ı öve öve bitiremiyor. ‘68’lilerin simgesi Cohn Bendit ise, Zizou’yu ‘‘Yunan trajedilerinin kahramanlarına’’ benzetiyor... Zidane’ın kafa darbesinin temize çekilmesini, hatırı sayılır bir İslamcı azınlığa sahip olan Fransa’nın ‘‘reel politik’’ hamlesi olarak görenler var. Bu geçerli bir siyasi analiz olabilir. ‘‘Banliyö isyan larıyla’’ cebelleşen Fransa ‘‘çokkültürlülüğü savunmak’’ adına Zidane’a sahip çıkmak isteyebilir. Ancak moral değerler, böylesine çarpıcı bir değişim geçirmemiş olsa, bu siyasi fırsat böylesine fütursuzca kullanılabilir mi? Soru bu. FIFA; yalnız sahada ‘‘fiziki şiddet kullanan’’ futbolcu için değil de, şiddete yol açan, sebebiyet veren, şiddeti tahrik eden futbolcu için de ‘‘tarihinde ilk kez’’ inceleme başlatır mı? Farklı bir rüzgârın estiğini, bir şeylerin değiştiğini yalnız Fransız kamuoyundaki değerlendirmelerde değil; uluslararası basında çıkan yazılarda da görüyoruz. Futbol sosyolojisi üzerine yorumlarıyla da tanınan Eduardo Galeano örneğin. ‘‘Zinedine Zidane sen çok yaşa!’’ başlığıyla bir yazı kaleme alıyor. ‘‘Wall Street Journal’’ ‘‘Tanrıyı kızdırmak için o hayvan Materazzi ne söylemiş olabilir?’’ sorusunu soruyor... Yüreğinin derinliklerindeki sempati skalasında Zidane bana, Materazzi’den çok daha tanıdık ve yakın gelse de; popüler kahramanlarının böylesine yüceltildiği, popülizmin böylesine yükseldiği, temel değerlerin (şiddet, ırkçılık, külhanbeylik, kabadayılık) böylesine birbirine karıştığı ve içinden çıkılmaz bir hal aldığı dünya beni korkutuyor... Hemingway’lerin, ‘‘El Cordebes’’leri baş tacı ettiği; çözümlenmesi kolay, o basit dünyayı özlüyorum. Ne yalan söyleyim... St. Petersburg’da yapılan G8 zirvesi sona erdi. Birçok konuda karar ve açıklama yayımlandı. Ancak topluluk üyeleri arasındaki bir dizi anlaşmazlık giderilemedi. Bush boş bulundu Dış Haberler Servisi ABD Başkanı George Bush, önündeki açık unutulan mikrofondan, Ortadoğu’daki krizin anahtarının ‘‘Hizbullah ve Suriye’nin işi b.. etmelerine son verilmesi’’ olduğunu söyleyerek gaflarına bir yenisini daha ekledi. Bush, St. Petersburg’daki G8 zirvesinde liderlere verilen öğle yemeği sırasında İngiltere Başbakanı Tony Blair’e ‘‘Onların yapması gereken Suriye ve Hizbullah’ın b.. yemesini engellemek’’ dedi. ‘‘Onların’’ kim olduğuna açıklık getirmeyen Bush, bu sırada televizyon kamerası tarafından da filme çekiliyordu, ancak sözlerinin mikrofonlardan da duyulduğundan habersizdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle