Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEMMUZ P E CUMA R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z KULE CANBAZI SUNAY AKIN C GALATAPORT... 15 Enis BATUR Kollokyum içre kollokyum ( ) ‘Galagenova’ adlı gen! E DİP: KaragözHacivat kutuplaşmasını gününe uyarlama sorunu, Ercümend Behzad sonrasında da birkaç kez denenmiştir. 1968 yılında düzenlenen bir yarışmanın ardından kitaplaştırılan ve nicedir sahaf dükkânlarından bile sırra kadem basmış durumda olan “Günümüzün Diline ve Hayatına Uygun 5 Karagöz Oyunu” başlıklı derlemede Aziz Nesin, Mehmet Seyda, Erkut Babakul, Hidayet Gülen ve Erol Aksoy’un denemeleri yer alır. Bu oyunlardan biri, Mehmet Seyda’nın “Karagöz’ün Seçmenliği” adlı metni, altmış yıllık çokpartili siyasal yaşamın hâlâ eskimemiş bir sorununa el atar. Aday adayı, Satıcının Ölmezi, Komiser, Bekçi Memiş gibi yeni tipler önerir Seyda ve ara sıra Karagöz’ün klasik lezzetine yaraşır diyaloglar ördüğü göze çarpar. Özellikle de Karagöz’ün “bunları önce öldüreceğiz, sonra yaşatacağız”, “çorak topraklara hep aşure ekeceğiz”, Hacivat’ın “partimiz sizi kuş sütüyle besleyecek”, “siz çalışacaksınız, bizler otlayacağız!” türü seçim vaatlerini aday adayının “ceğiz!”, “cağız” replikleriyle tamamladığı bölümlerin üzerinde durmaya değer. KARAGÖZ: Ne o ulan, yakında yoksa seçim mi var? HACİVAT: Aman Karagöz’üm sakın ola bir daha “ulan! demeyesin, yoksa ilk seçimden Başbakan olarak çıkıverirsin sandıktan! EDİP: Değerli konuklar, görüyorsunuz bu Karagöz’le Hacivat’la uğraşmaya gelmiyor, sözü bir ucundan tutmaya görsünler! Çok uzaklaşmadan konuma dönüyorum hemen. Az önce andığım derlemede Aziz Nesin’in de bir oyunun yer aldığına değindiydim. Aziz Nesin, belki de o yarışmanın hızıyla, iki Karagöz oyunu daha kaleme almıştır, üç oyundan sonuncusunun adı “Karagöz’ün Antrenörlüğü”dür. Konunun başlığından da anlaşılacağı gibi, hem “günümüzün diline ve hayatına uygun”luğu açısından dörtdörtlük bir seçimdir bu, hem de, günümüz Türkiye’sinin bütün televizyon kanalları futbol tartışma programlarında KaragözHacivat geleneğini farkında olmaksızın uyguladıkları için, Aziz Nesin’in önceleyici bakışının önemini vurgulaması bakımından apayrı bir yeri vardır bu oyunun. Öte yandan, yazarın yapıtı baştan uca bir muhalif çizgi çektiği, toplumun hemen her kesimini yergi merceğiyle taradığı için, Karagöz figürünün ona çekici gelmesi eşyanın mantığından sayılabilir. Ne ki, bu yaklaşımın doğruluğunu tartmak için biraz daha bekleteceğim sizi. KARAGÖZ: Yazdım. EDİP: Karagöz, Türk şiirinde pek az görünmüştür. Ercümend Behzad’ın andığım şiirinin yanında Halit Fahri Ozansoy’un Karagöz, Salâh Birsel’in Hacivat şiirleri anılabilir Salâh Bey Tarihi’nin ilk bölümünü oluşturan “Kahveler Kitabı”nda yer alan “Alsam elini elime aman” başlıklı denemeyi de unutmamak gerekir. Ama asıl ağır top, bana kalırsa, Ece Ayhan’dır. Onun “Ölümün Arkasından Konuşmak” başlıklı şiirinde, Türkiye’de DoğuBatı tartışmasının 1970’li yıllara gelirken aldığı boyuta ilişkin köktenci eleştirilerini KaragözHacivat kutuplaşmasında simgeleştirdiği görülür. O şiirden aktarıyorum: “Evet, açıl Doğu açıl! Doğu açılsın, Doğu açılacak elbette. Ama yeni bir Akdenizli der ki, hem yeni ayana, hem yeni divanilere, Doğu’ya doğru fazla giden, coğrafya yüzünden, Batıya düşer. Tersi de geçerlidir bunun. İster Hacivat’ın, ister Karagöz’ün olsun, ölü bir altyapıya dayandığı için, birbirinin tersi olmaktan öte, bir anlamı, karşıtların çatışması olmayan bu düşünceler, topraklarda, halkın arasında, bir halife, bir oğul bırakmayacaktır, bırakmıyor”. Ece Ayhan’ın Karagöz’ü bir metafor olarak değilse bile, bir “motif” olarak kullanmayı sevdiği dikkat çeker. Kaldı ki, çeşitli şair ve sanat adamlarıyla gerçekleştirdiği bütün söyleşilerde, Karagöz oyunlarının sözakışı düzenine iyikötü ayak uydurduğu fark edilir. KARAGÖZ: Yazdım, yoruldum. EDİP: Bir tek Karagöz mü, sanırım herkes yoruldu. Ne var ki, esas yorumumu sona sakladığım için, uzun bir tirad daha çekmek zorundayım şimdi. Biliyorsunuz, ‘yeniden kullanım’ın öne çıktığı postmodern çağda yüzüyoruz bir süredir. Yaklaşımındaki köktenci özgünlüğün hakkını teslim etmekle birlikte, Ece Ayhan gibi büsbütün karşı çıkmıyorum o tür kullanımlara iyisi, doğrusu varsa önümde, neden olmasın demeye hazırım. Gelgelelim, Türk Edebiyatı’nın çağdaş serüveninde sözgelimi Karagöz’ün yeniden dolaşıma sokulduğu örnekleri yalnızca nicelikçe değil, nitelikçe de oldukça cılız bulduğumu itiraf etmek isterim. G alata’nın adı nereden geliyor? Kabul gören iki görüşten biri İstanbul’un bu güzide semtinin adını ‘galaktos’tan aldığı yönündedir. Galaktos kelimesinin anlamı da ‘süt’tür. Galata, ahırları ve inekleriyle ünlüydü bir zamanlar. III. Ahmet bunu bilseydi eminim ki, Kız Kulesi yerine Galata Kulesi’ni beyaza boyatırdı. Böylelikle Galata Kulesi de ‘‘sütten çıkmış ak kaşık’’ gibi İstanbul siluetindeki yerini alırdı! İskeleye inen merdivenli yola İtalyancada ‘calata’ denilir. Galata’daki bu tür yollardan en ünlüsü elbette Yüksek Kaldırım’dır. Kuleye doğru tırmanan geniş basamaklar günümüzde yok edilmiş olsa da, bu yoldan yukarıya çıkan insanların iki büklüm halleri eski kartpostallarda görülebilir. Bölgenin adını sütten aldığı yönündeki görüşe göre bu ikincisi akla daha yatkındır. UÇAN İNSAN GÖLGESİNİN DÜŞTÜĞÜ SEMT İstanbul Limanı’ndan dolayı 72 milletin ayak izini taşıyan Galata’nın kitap tarihindeki yeri apayrıdır. Ülkemizde, sokakta ilk kitap satışı, şair Halim Şefik Güzelson tarafından bu semtteki Şarap İskelesi Sokağı’nda başlatılmıştır. Sokaktaki bir hanın giriş kapısının yanına, Orhan Veli’nin Beykoz’dan çocukluk arkadaşı olan Halim Şefik’in serdiği kitaplardan hiçbiri korsan değildi, o yıllarda!.. Zürafa Sokağı da Galata’dadır. Cinsel açlığın en korkunç bakışlarıyla bu sokakta gezinen erkekler, genelevlerdeki kadınları paralarının gücüne göre avlamaktadırlar. Ne gariptir ki, Zürafa Sokağı ‘Alageyik Sokağı’ ile kesişmektedir. İstanbul’a gelen Avrupalı yazarlar, kitaplarında Galata Kulesi’nden Uludağ’ı gördüklerini iddia ederler. Saray sofrasına buzların taşındığı Uludağ’ın Galata’dan görülmesi olası değildir. Kule bekçilerinin uydurduğu bir kent efsanesidir, sözü edilen. Ama, Galata’yı farklı kılan da Ceneviz kostümlü kulesidir. Bu kuleden IV. Murat zamanında kendi yaptığı kanatlarıyla uçan Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata’yı değil İstanbul, tüm dünya semtleri arasında öne çıkarır!.. Galata, çatılarına, sokaklarına uçan bir insan gölgesinin ilk kez düştüğü semttir! Hezarfen Ahmet Çelebi padişah tarafından Cezayir’e sürgüne gönderilir. Peki, sonra ne olur? Ne yapar Hezarfen Efendi?.. Bu soruların yanıtları verilemese de, Kule Canbazı’nın hazırladığı yeni şiir kitabında şu dizeler yer almaktadır: (Galata Kulesi’nden Uludağ görülmez ama, Galata’nın anlatıldığı bu yazıda Sunay Akın’ın çıkacak olan şiir kitabından birkaç dize görülebilir!) Sürgüne gönderildiği Cezayir’de sına üst üste iki kelebek Yeni bir düşü vardı, uçarken sevişmek! O ki, sözü Galata ve şiire getirdik, bir şiirinde Galata’nın surları dibinde doğduğunu anlatan Andrea Chanier’e sepet uzatmalıyız!.. 20 Ekim 1762’de Sen Piyer Kilisesi’ne bağlı bir apartmanda gözlerini dünyaya açan Fransız asıllı şair, Fransa İhtilali’nde başını giyotinden kurtaramaz. Çocukluğunun ilk yılları Galata sokaklarında geçen Andrea Chanier, idamdan önce, kopacak olan başını iki avucu arasına alarak şunu söylemiştir: ‘‘Bunun içinde daha çok şey vardı!..’’ Karagöz külliyatını yeniden okumak Bunun gerekçesini, Ece Ayhan’ın “tedavülden çekilmiş paralara bakırcılarda dahi rastlanmıyor” yargısına bitiştirmemek gerekir gene de. Geleneğin, geçmişin tohumlarından verimli sonuç almak bir bakıma iyi okumakla, doğru okumakla, başka türlü okumakla bağlantılıdır. Pierre Chuvin’le Karagöz kollokyumu üzerinde konuşmak üzere buluşalı aylar oldu. Geçen süre içinde Karagöz külliyatını yeniden okudum; bu, doğal bir durum. Aynı süre içinde, çevremdeki farklı okur kuşaklarından arkadaşlarıma sorunca anladım ki, hiçbiri Karagöz metinleri okuduklarını anımsamıyorlar. Gerçekten de, klasik metinleri artık kimsenin okumadığı, çünkü herkesin bildiği doğru demek ki. İki soru çıkıyor şu kavşakta, önüme. Birincisi: Neden okumuyorlar? İkincisi, elbette okuyanları vardır, nasıl okuyorlar? Biribirilerine kenetli bu sorular, hem de sıkısıkıya. Doğru yanıt, iki Türk yazarının metinlerinde bulunuyor bana kalırsa: Orhan Duru’nun ve Orhan Asena’nın birkaç yıl arayla Papirüs ve Tiyatro dergilerinde yayımlanan denemeleri, sorunun özünü aydınlatıyor. Orhan Duru, yüzyıla yakın bir süredir Karagöz metinlerinin nasıl ehlileştirildiğini, budandığını, nezih bir hale getirildiğini olanca açıklığıyla ortaya dökmüştür “Karagöz’de Erotizm” başlıklı denemesinde. Namık Kemal’den başlayan, Nurettin Sevin, Selim Nüzhet Gerçek, Banarlı gibi Cumhuriyet döneminin kültür adamlarına varan “korumacı” bir zihniyetin temsilcileri Karagöz’deki cinsellik ögelerini, “ahlak dışı” buldukları ayrıntıları ayıklamaktan, bundan da önemlisi ağzıbozuk Karagöz’ü rötuşlamaktan yana olmuşlardır. İğdiş edilmiş bir Karagöz neden okunsun? Nasıl bir yeniden yaratım odağı olarak görülsün? Bir dönem banka reklamlarına konuk edilen KaragözHacivat çiftinin kitleselleştirilme biçimine neredeyse ağıt yakar Orhan Asena: “Zavallı Karagöz, dilini kesecekler senin. Öyle uluorta konuştuğun için, edep erkân bilmediğin, söz gümüşse, sükut altındır atasözüne uymadığın için. O bol biberli, bol küfürlü konuşmalarından ötürü… Karagöz, hadım edecekler seni. Hadım edecekler de, uysallaştıracaklar, çağdaşlaştıracaklar, insan karşısına, çoluk çocuk karşısına çıkabilecek bir hâle getirecekler…” Orhan Duru’nun ve Orhan Asena’nın yazılarını Karagöz uzmanları zaten tanıyordur daha önemlisi, uzmanların Karagöz’ün dilini çok iyi tanıyor olmaları şüphesiz. Benim kaygım, dar uzman çevresinin dışında Karagöz metinlerinin gizilgücünün düz okura nasıl ulaştırılacağı yönünde biçim alıyor asıl. Türkiye’de otorite, Halk’ı Halk kültüründen korumak için uğraş veriyor üç çeyrek yüzyıldır. Pertev Nail Boratav’ın Nasreddin Hoca çalışmasının başından geçenleri bilen biliyordur. Karagöz “corpus”unun durumu bana farklı görünmüyor. Bu temel metinlerin okullarda olduğu gibi, nasıl derlenmişlerse öyle okutulmaları gerektiğini söyleyecek olsam –ki elbette söylüyorum, söyleyeceğim. Eğitim dünyasının bekçileri vaveylâ koparacaklardır, “çocuklarımızın ahlakını bozmaya çalışıyorlar” diye; o insanlar besbelli Türk çocuklarının ağzının ne denli bozuk olduğunu bilmeyecek, görmeyecek haldeler adam gibi Karagöz’ü, Hoca’yı okuyacak olurlarsa, hiç değilse en kaba biçimiyle sövüp saymaktan kurtulur, ağzıbozukluğun ince taraflarını öğrenir ve zekâlarını geliştirirler. İşte bütün bunlar olduğunda, olabilirse, şu okkalı Karagöz metinlerini tanıyarak yola çıkacak yeni kuşak Türk edebiyatçıları sıkı “nevi icad”larda bulunabileceklerdir. HACİVAT: Yıktın perdeyi eyledin vîrân! KARAGÖZ: Her ne kadar sürei lisân ettiyse af ola! Haftanın kitabı: Medeniyet Kaybı, Tanıl Bora, Birikim Yay., 292 s. konuverdi Hezarfen’in masaBuzlar Ülkesinin Çığlığı/ Stuart Hill/ Çeviren: Zeliha İyidoğan Babayiğit/ Altın Kitaplar/ 414 s. Thirrin’in beyninde kükreyen StrongintheArm Hanedanı’nın kanıydı. Hypolitan’ın savaşçı ruhu ise yüreğinde heyecanla çınlıyordu. O, Icemark tahtının vârisiydi. On dört yaşındaki Thirrin, babası savaş alanında ölünce minik ülke Icemark’ın kraliçesi olur. Thirrin’in ülkesini düşman istilasından kurtaracak bir yol bulması ve bunu kış sona ermeden yapması gerekmektedir. Bunun için de Vampirlerle, Kurt halkıyla ve Kar Leoparları’yla ittifak kurmak zorunda kalır. ‘Buzlar Ülkesinin Çığlığı’, küçük Thirrin’in görev ve fedakârlık duygularının yanında, korkunç kararsızlıklar içinde bocalayarak bir avuç dostuyla düşmanlarına karşı koyuşunu anlatıyor. Yaşanmış Hikâyeler/ Maksim Gorki/ Çeviren: Ataol Behramoğlu/ PMP Basım Yayın/ 260 s. Yaşanmış Hikâyeler’de Maksim Gorki, gerçekçi edebiyat Andrés Fava’nın Güncesi/ Julia Cortazar/ Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut/ Defne Yayınları/ 102 s. ‘Andrés Fava’nın Güncesi’, yazarlık yaşamının ilk yıllarında, genç Cortázar’ın, roman kişisi Andrés Fava aracılığıyla sorduğu sorularla dolu bir kitap. Yazar kafasında kurduklarını nasıl dile döker, okura nasıl ulaşır? Metin nedir? Nasıl oluşur? Kitabın içine serpiştirilen metinler arası göndermeler, Arjantinli yazarın çıraklık yıllarında neler okuduğunun, hangi metinlerle, hangi düşünsel birikimle yoğrularak kendi hamurunu kardığının ipuçlarını veriyor. Kitabın kurmaca soyağacını izleyince, Cortázar’ın ilk romanı ‘El Examen’le karşılaşıyorsunuz: Günceyi tutan Andrés Fava, kurmaca yaşamını bu romanda sürüyor. Cortázar, Arjantin edebiyatı, dünya edebiyatı, müzik, düşün, sanat, bir kuşağın kültürel geçmişi gibi bilindik bilinmedik bir daldan ötekine sıçrayarak hepimizi ardından sürüklüyor. “Cortázar okumamış insan bir kader kurbanıdır. Eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır... ve belki de azar azar saçları dökülür” diyor Pablo Neruda. Galata’nın tarihinde de daha çok şey var. Bu kültür mirasımız ne yazık ki son dönemde ‘Galataport’ ile anılır oldu. Kusura bakmayın ama, Galata’nın yanına insanın yellenirken çıkardığı sesi koyarak oluşturulmaya çalışan kent projeleri ortalığı kokutmaktan öteye gidemez, gitmemiştir!.. İstanbul’un iki yakası arasında mekik dokuyan vapurların mimarisi konusunda yapılan ankette, günümüzdeki vapur görünümü birinci çıkmıştır. Yani insanlar, gördükleri, bindikleri vapurları seçmişlerdir. Yandan çarklı ve balta burunlu vapurları seçerek, tarihe, kültüre sahip çıkmak çoğunluğun aklına gelmemiştir!.. Galata üzerine oluşturulacak görüşler bu sığ sularda ele alınmamalıdır. Bu konuda atılması gereken doğru adımlardan biri sanatçı Nuri Kaya tarafından atıldı. Sanatçı ‘Galagenova’ adlı projesinde, 2004 yılında Avrupa’nın kültür başkenti olan Cenova’yla, 2010’da bu unvanın çatısı altına kıyısından da olsa girecek olan İstanbul arasında ilişkilerin sorgulandığı kültür ve sanat etkinlikleri öneriyor. ‘Galagenova’, çok sayıda Türk ve İtalyan sanatçı ve de bilim insanını Galata’da bir araya getirmeyi amaçlıyor. Galata’nın belleğine yapılacak bu yolculuğun toplumlararası barışa büyük katkı sağlayacağı aşikârdır. Bilim ve sanatın kanatlarını Galata’ya geren bu proje en kısa zamanda hayata geçirilmelidir. Çünkü, son günlerde kültürler büyük bir çatışmaya itilmekte, televizyon kanallarında bu türden gerginliği ateşleyecek tartışma programları fazlasıyla körük görevi üstlenmektedir. İstanbul trafiği için ‘kavşak’ açmaya gösterilen özen, tıkanmakta olan kültürlerarası diyalog arayışlarına da gösterilmelidir. Nuri Kaya’nın İstanbul ve Cenova arsında kurmaya çalıştığı köprüden korkmamalı, tam aksi korkuluk olunmalıdır. Galagenova, İstanbul’un kültür ‘gen’lerine yapılacak en önemli hizmettir. Quincy Jones’a ödül LONDRA (BBC) Quincy Jones, ‘BBC Caz Ödülleri’nde ‘Yaşamboyu Başarı’ ödülü aldı. 60 yıllık sanat yaşamında 76 kez Grammy Ödülleri’ne aday gösterilen, 26 kez bu ödülün sahibi olan sanatçıya ödülü Londra’daki Mermaid Theatre olarak bilinen Mermaid Gösteri Salonu’nda verildi. Sanatçıya ödülünü Michael Caine sundu. 73 yaşındaki Jones, müziğe trompet çalarak adım attı, Ray Charles, Count Basie, Duke Ellington ve Dizzy Gillespie gibi ustalarla müzik yaptı. Jones, yapımcı olarak da büyük başarılara imza attı. Michael Jackson’ın ‘Off the Wall’ ve ‘Thriller’ adlı albümleri, Donna Summer ve Bono için gerçekleştirdiği tasarılar, bu alanda yaptıklarına birkaç örnek. Anita Wardell, Dennis Rollins, Badbone & Co, Lighthouse Project (Tim Garland), ‘The Lyric’ (Jim Tomlinson), Andrew McCormack, Alan Barnes, ödül verilen diğer sanatçı ve albümler. öğelerinin seçkin bir bileşimini yaratmış. ‘Makar Çudra’, ‘Kocakarı İzergil’, ‘Şahinin Türküsü’… Hikâyelerde, söylence (efsane), masal ve folklor öğeleri, seçkin bir edebiyat düzeyine yükseltilmiş. Yer yer bireysel başkaldırı özellikleri de taşısa, tümüyle bu hikâyeler halkın yaşam ve özgürlük tutkusunun simgesi olmuş. İki Genç Kızın Romanı/ Perihan Mağden/ Merkez Kitaplar/ 256 s. “‘Behiyem’, diye boynuna atlıyor Handan. ‘Nerdeydin? Evde bulamayınca merak ettim seni. Beni bırakıp gitmenden korktum.’ Bırakıyor ‘Handan Kokusu’ tüm deliklerini bassın; bütün çiziklerini, eziklerini, yaralarını, yırtıklarını kapatsın, iyi etsin. Bırakıyor kendini ‘Handan Kokusu’nun şimdiye dek Behiye’yi bir kez bile yanıltmayan iyi ediciliğine. Kavuştu Handanına. Satmadı onu; döndü işte yazlıktan koşa koşa. Sarmaş dolaş salondaki koltukta oturuyorlar şimdi. Olmaları gereken yerde, olmaları gereken halde. Birbirlerinin kollarında Handan ile Behiye.” 2005 yılında Kutluğ Ataman tarafından 2 Genç Kız adıyla sinemaya aktarılan, İngilizce, İtalyanca ve Macarca’ya çevrilen ‘İki Genç Kızın Romanı’; ait olmaya, sevmeye, geçmiş yaraları sarmaya ve yeni yaralarla baş etmeye çalışmanın acıtıcı hikâyesi... Notre Dame’ın Kamburu/ Victor Hugo/ Çeviren: Gizem Acaruşağı/ PMP Basım Yayın/ 588 s. Romantizmin önemli temsilcilerinden Victor Hugo’nun karakterleri s adece iyi veya kötü değildir. Hiç kuşkusuz Hugo karakterleri “gerçekçiliği” pekiştiren bir doku ve toplum eleştirisi için temel değerlerdir. Bu romanın yayımlanmasıyla Notre Dame Katedrali’ni eski ihtişamına kavuşturmak için halk seferber olmuş ve kısa süre içinde bunu gerçekleştirmiştir. Notre Dame’ın Kamburu: Kambur Quasimodo’yla güzel çingene Esmaralda’nın hikâyesi…