28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEMMUZ CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR TÜMGENERAL TAŞKESEN’İN İSTİFASINA NEDEN OLAN OLAYLARIN FAİLLERİ ORTAYA ÇIKARILAMIYOR Skandal sahipsiz kaldı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hakkındaki iddialar nedeniyle emekliliğini isteyen Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Reha Taşkesen’in, telefonlarını kimin dinlediği bilinmezliğini koruyor. Genelkurmay, daha önce ‘‘teknik dinleme yetkisi ve böyle bir imkân ve kabiliyeti olmadığını’’ açıklamıştı. Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan da dinlemeyle kurumunun bir ‘‘ilgisi ve bilgisi olmadığını’’ söyledi. Emekli Tümgeneral Reha Taşkesen’in KHO Komutanlığı görevinden ayrılmasıyla başlayan tartışmalar sürüyor. Reha Taşkesen’e atfen basına yansıyan haberlerde, yoğun olarak telefonlarının dinlendiği ortaya çıktı. Taşkesen, emeklilik istemine gerekçe olarak Kara Kuvvetleri Komutanı Kurmay Başkanı Orgeneral Ergin Saygın’ın ihbar mektupları ve özel telefon görüşmelerini kendisine sorması olarak gösterdi. Taşkesen basında yer alan açıklamalarında bu konuda şunları dile getirdi: ‘‘Bu yılın başlarında, telefonlarımın dinlendiğini çok güvenilir bir kaynaktan öğrendim. Samsun’dan aldığım telefon hemen dinlemeye alınmış. Göreve başladıktan hemen sonra beni izleme ve dinleme kararı alınmış. Kimin dinlediğini veya dinlettiğini bilmiyorum. Birinin dinlenmesi için mahkeme kararı gerekir. Olup olmadığını da bilmiyorum ama olmadığını sanıyorum. Ülkemizde telefon dinlemeyi Genelkurmay, MİT, Jandarma ve Emniyet yapabilir. Dinlemeyi Genelkurmay mı yaptı veya istedi, yoksa başkaları mı dinleyip Genelkurmay’a iletti? Bunları da bilmiyorum. Samsun’dan başkasının adına bir cep telefonu almıştım. O numarayı da en kısa zamanda öğrenip dinlemeye almışlar. Bu işin arkasında bir yabancı devlet desteği olup olmadığını da doğrusu merak ediyorum... ...Bunlar benim çok özel konuşmalarımdı. Özel hayatıma girilmişti. Saygun Paşa onları bana okuttu. Oraya çağrıldığım zaman zaten bazı tatsız gelişmeler olacağını hissediyordum. Askerlikten istifamı orada verdim. Benim yadırgadığım konu şudur: TSK bu olayı sadece bir bayan ilişkisiyle sınırlayıp basit bir düzeye indirerek gündeme getirdi. Hukuk dışı dinleme olayına TSK dahil hiç kimse dikkat etmedi. Genelkurmay bildirisinde ‘Özel hayatın dokunulmazlığı var’ deniyor ama benim özel hayatıma yasadışı yollarla girildi, özel hayatımın dokunulmazlğı yok edildi. Ben bu yaşananları kişisel bir olay olarak görmüyorum. Yapılan dinlemeler hukuka uygun mudur? Bu soruyu soruyorum.’’ GENELKURMAY’DAN AÇıKLAMA Olayın basına yansımasının ardından açıklama yapan Genelkurmay Başkanlığı, ihbarların iletilmesi sonucu Taşkesen’in istifa kararı aldığını bildirmişti. Konunun özel yaşamı ilgilendirdiği ve ‘‘özel yaşamın masuniyeti’’ne dikkat çekilen açıklamada, ‘‘Genelkurmay Başkanlığı teknik dinleme yapmaya yetkili olmadığı gibi, böyle bir imkân ve kabiliyete de sahip değildir. Bu konudaki bilgisizce suçlamalar iddia sahiplerine ağır sorumluluk yüklemektedir’’ denilmişti. ÇALIŞKAN: İLGİMİZ YOK Taşkesen’in telefonlarının dinlenmesi ile ilgili Emniyet’ten de bir açıklama geldi. Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, soru üzerine telefon dinlenmesiyle ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü’nün herhangi bir ilgisi ve bilgisinin olmadığını söyledi. Çalışkan, ‘‘Dinleme konusu hukuk sistemimizde düzenlenmiştir. Telefonlar sadece hâkim kararıyla dinlenir. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bu konuda ilgisi ve bilgisi yoktur’’ dedi. MİT: HİÇBİR ÇALIŞMA YOK Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü’nün açıklamalarının ardından MİT Müsteşarlığı da, emekli Tümgeneral Reha Taşkesen’in telefonlarının dinlendiği iddiası konusunda, ‘‘Teşkilatın, adıgeçen hakkında hiçbir çalışmasının bulunmadığını’’ bildirdi. MİT’in konuya ilişkin yazılı açıklaması şöyle: ‘‘Emekli Tümgeneral Sayın Reha Taşkesen’in telefonlarının dinlendiği yolunda medyada yer alan yoğun haberler bağlamında Teşkilatımızın, adıgeçen hakkında hiçbir çalışmasının bulunmadığını açıklama ihtiyacına gerek görülmüştür. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.’’ Küreselleşme Cemaatçilik ve Bireysellik C 5 C Dinlemede yasal durum ürkiye’de yasal olarak üç kuT rum telefon dinleyebiliyor. Casusluk faaliyetleri nedeniyle MİT, telefon dinleme yetkisine sahip. Bu konu MİT yasasında özel olarak düzenleniyor. Bunun dışında Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı telefon dinleme yetkisini gerektiği durumlarda kullanabiliyor. Emniyet ve jandarmanın, telefon dinleme, izleme, elektronik sinyal kaydetme ihtiyacı doğduğunda yargıdan bu yönde karar almaları gerekiyor. Bu kurumların telefonları tek elden, Telekomünikasyon Kurumu bünyesinde kurulan merkezden yürütülüyor. Telefon dinleme işleminde gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda ise Emniyet Genel Müdürü veya İstihbarat Daire Başkanı, Jandarma Genel Komutanı işlem için yazılı talimat verebiliyor. Bu talimatı daha sonra 24 saat içinde görevli hâkimin onayına sunma zorunluluğu bulunuyor. DANIŞTAY SALDIRISI İDDİANAMESİYLE AKP’NİN TÜRBANI GÖRMEZDEN GELME PLANI TUTMADI emaatçilik bugün hem ülkenin hem de medyanın bir numaralı sorunu. Ülkenin bir numaralı sorunu, çünkü siyasal iktidar, her türlü demokratik ve laik, sosyal hukuk devleti kaygılarını bir yana bırakmış, tam bir cemaatçi yaklaşımla yönetiyor ülkeyi. Medyanın bir numaralı sorunu, çünkü hem birçok yayın organı hem de pek çok köşe yazarı, olaylara cemaatçi bir açıdan yaklaşıyor. ??? Cemaatçilik, hem bireysel hem de toplumsal aklı, kimliği, farklılıkları ve çıkarları bir yana bırakarak, ait olunan cemaatin birörnek kimliğini, çıkarlarını ve düşüncelerini savunmaktır. Bireyselliğe karşı olduğu kadar cemiyet halinde yaşayan insanların ortak kültürüne yani ulusal ya da toplumsal kimliğe ve çıkarlara da karşıdır. Cemaatçi kişi, sadece cemaatini düşünür ve kollar; bütün duygu ve düşünceleri cemaati tarafından yönlendirilir. Geçenlerde yine bu sütunda vurguladığım gibi, cemaat ve cemaatçilik, din tarım toplumlarının geride kalmış kavramlarıdır: Hem endüstrileşmenin getirdiği Aydınlanmayı, özgürleşmeyi, demokratikleşmeyi, ulus devleti reddeder, hem de tohumları endüstrileşme ile atılan ve bilgi toplumu ile pekişen bireyselliği. Hem kendi üstündeki toplumsal ve ulusal kavramlara, hem de kendini alttan oluşturan kişilerin, özgür ve bağımsız kimliklerine, bireysel varlıklarına karşıdır. ??? Başbakan’ın ve Meclis Başkanı’nın, bütün yasal ve anayasal yasaklara, uluslararası mahkeme kararlarına karşın, ‘‘türbanı’’ hâlâ kamu alanına sokmaya çalışmalarının başka açıklaması var mıdır? Bırakınız kadrolaşmaları, haremlikselamlık uygulamalarını, dindar olanlar olmayanlar biçimindeki ayrımcılıkları, laikliğe karşı olan her türlü yayını ve saldırıyı, sadece kamu alanındaki türban ısrarı bile iktidarın cemaatçiliğinin bir kanıtı değil midir? ??? Tabii bu durum, medyada da aynıyla gözlemleniyor: Genellikle dinci basın denilen medyadaki gazeteler cemaatçilik kıskacına yakalanmış durumda. Bunlardan birinin, Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni geçenlerde verdiği bir mülakatta, sorulan bir soruya karşılık olarak, gazetesinin cemaatçi olmadığını belirtmişti. Herhalde cemaatinden aldığı tepkiler sonucunda, sonradan bir yazı yazarak gazetesinin cemaatçi kimliğini kabul etti. ??? Küreselleşmenin yalanları ve çelişkileri zaman içinde birer birer ortaya çıkıyor: Dünyaya barış değil savaş getirdi. Terörü bitirmedi, yaygınlaştırdı. Demokrasiyi yaygınlaştırmadı, Amerikan hegemonyasını pekiştirdi. Refahı değil, yoksulzengin farkını derinleştirdi. İşte bir yandan özgürlüğü ve bireyselliği pekiştirdiği ve yaygınlaştırdığı iddiasıyla ortaya çıkarken, öte yandan Postmodern felsefe ile cemaatleri ve cemaatçiliği özendirmesi ve desteklemesi, zaman içinde iyice belirginleşen bir başka çelişki. ??? ‘‘Türban’’ gibi, kadını cemaat kuralları çerçevesine hapseden bir tesettür uygulamasının, bireysel özgürlük adına savunulabilmesi gibi bir çarpıklık, Küreselleşmenin bu çelişkisinden kaynaklanıyor. Küreselleşmenin dayattığı Postmodern felsefe, cemaatlerin, bireyi köleleştirme ‘‘özgürlüğünü!’’ savunmak gibi bir çarpıklığa kaynaklık edebiliyor. Böyle bir çelişkinin kapanında kıvranan Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü de, bu nedenle, cemaatçiliği bir reddediyor, bir kabul ediyor. ekongar@cumhuriyet.com.tr www.kongar.org Çete tezleri çürütüldü H ükümet üyeleri, Danıştay saldırısının ardından şu açıklamaları yapmışlardı: Erdoğan: Bunu başörtüsü konusuyla ilişkili hale getirmek çirkin bir yaklaşımdır. Arınç: Türban yüzünden yapmışsa, akli ehliyeti olmayabilir. Şahin: Gladyo tipi örgütlenmeler var. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay’a yönelik silahlı saldırıların faillerine ilişkin iddianame, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere kabine üyelerinin ve dinci basının ‘‘türbanı görmezden gelme’’ senaryolarını da çökertti. Hükümet üyelerinin saldırıyı ‘‘türban’’ dışında değerlendirme çabalarına karşılık iddianemede Alparslan Arslan’ın eylemini hem türban nedeniyle gerçekleştirdiği hem de ‘‘Allahüekber’’ diye bağırdığı yer aldı. ÇÖZÜLME BAŞLADI... Danıştay’a yönelik saldırıların ardından Erdoğan, TBMM Başkanı Bülent Arınç ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin şu açıklamaları yapmışlardı: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: Çözülme başladı. Halkalar teker teker ortaya çıkıyor. Susurluk, belki Küre ve Sauna bağlantıları ortaya çıkacak. Bazı ilintiler var. Bunu başörtüsü konusuyla ilişkili hale getirmek veya benim seçim öncesi kanaatlerimi bu noktada bununla ilişkili hale getirmek daha çirkin bir yaklaşımdır. Baykal sonra çıkıp ne diyor? Siyasete kan bulaşmıştır diyor. Nerede siyasete kan bulaşmış, kim bulaştırmış, böyle bir saldırıyla siyasetin ne alakası var, saldırıyı siyaset mi gerçekleştirmiş? İktidar başarılı gidiyor. Bunu nasıl başarısız çıkarırız diye uğraşıyorlar. Bu saldırının arkasından ihanet çetesi çıktı. Hedef istikrardır. TBMM Başkanı Bülent Arınç: Bu acı olay üzerinden kimse rant devşirmeye kalkmasın. Haince, provokatif bir eylem... O karardan (türban kararı) infial duymuşsa, muhalif üye Ayfer Hanım’ı vurmaması gerekirdi. Türban nedeniyle yapmışsa en ağır cezayı alır. Bu düşüncede birinin akli ve cezai ehliyetinden şüphe etmeli. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin: Bekleyin, çok kısa süre içinde, bunu kimlerin yaptığı ve arkasında kimlerin olduğu ortaya çıkacaktır. Hatta, birtakım sürprizlere de hazır olun. Hâlâ Türkiye’de gladyo türü örgütlenmelerin kalıntılarının var olduğunu düşünüyorum. Saldırının olduğu dönemde Danıştay Başkenvekili Tansel Çölaşan, Alparslan Arslan’ın eylemini gerçekleştirirken ‘‘Allahüekber’’ diye bağırdığını dile getirmişti. Bunun üzerine dinci basında Çölaşan’a yönelik saldırı kampanyaları başlatılmıştı. Saldırıya ilişkin iddianame Erdoğan’ın, hükümet üyelerinin, dinci basının açıklamalarını çürüttü. Alparslan Arslan’ın iddianamede yer alan anlatımları şöyle: ‘‘Türban kararı nedeniyle mahkeme başkanını vurmaya karar verdim. Odaya girdiğimde Allahüekber diye tekbir getirdim. Ayrıca, (kaçarken) polisle boğuştuğum sırada da tekbir getirmiş olabilirim.’’ İddianamede ayrıca, Arslan’ın polislerden kurtulmak amacıyla silahı ile bir el ateş ettiği, güvenlik odasına alındığı sırada da tekbir getirerek ‘‘Osmanlı torunuyum, Allah’ın askerleriyiz’’ diye bağırdığı yer aldı. İddianamede Alparslan Arslan’ın gazetemize bombayı ‘‘türbana sararak’’ attığını ifade ettiği de dile getirildi. DANIŞTAY’A SALDIRI DAVASI ‘Türban örgütü’ Ağustos’ta yargıç karşısında ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay 2. Dairesi’ne ve gazetemize yönelik saldırılarla ilgili 9 kişi hakkında ‘‘anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs’’ ve ‘‘silahlı örgüt kurma’’ suçlarını da kapsayan iddianame Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Saldırının faili tetikçi Alparslan Arslan ve 8 sanık 11 Ağustos’ta yargılanmaya başlanacak. İlk duruşmaya Danıştay 2. Daire Başkanı Mustafa Birden ve daire üyelerinin de çağrıldığı kaydedildi. “TÜRBANI KORUMAK” Edinilen bilgiye göre, terör ve organize suçlara bakmakla yetkili Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Arslan ve sanıkların, kuruluş amacı ‘‘türbanı korumak’’ olduğu belirtilen Danıştay saldırısı iddianamesini kabul ederek, tensip tutanağı hazırladı. Tensip tutanağında tutuklu sanıklar Arslan, avukat Süleyman Esen, Osman Yıldırım, İsmail Sağır, Tekin Irşi, Erhan Timuroğlu ve Aykut Metin Şükre’nin suçun vasıf ve mahiyeti, delil durumu ve suça öngörülen ceza miktarları göz önüne alınarak, tutukluluk hallerinin devamına karar verildi. Mahkeme, müştekiler Danıştay 2. Daire Başkanı Mustafa Birden ile üyeler Ayla Gönenç ve Ayfer Özdemir ile tetkik hâkim Ahmet Çobanoğlu’nun da davetiye ile çağrılmasına karar verdi. Mahkeme, duruşmanın 11 Ağustos Cuma günü saat 09.30’da yapılmasını da kararlaştırdı. İddianamede, Arslan ve sanıkların suçlarına ilişkin, ‘‘Türban olarak bilinen bir örtünün baskı, şiddet ve tehdit kullanılarak topluma hâkim kılınması amacıyla örgüt kurulması ve bu amaca uygun eylemler gerçekleştirilmesi, mevcut anayasal sisteme yönelik tehlike olduğu gibi anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, yerine başka bir düzen getirmeye ya da anayasal düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs olarak değerlendirilmiştir’’ deniliyor. İddianamede, Arslan için ayrı ayrı 4 kez, Esen ve Kurter hakkında da 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. S abah gazetesinin manşeti şöyleydi: ‘‘ABD elçisinin kıvırdığı an’’. İsrail’in sınır ötesi harekâtını haklı bulan elçi, Türkiye’nin sınır ötesi harekâtı söz konusu olunca, ‘‘İşte o olmaz’’ demişti. İster kıvırma deyin, ister ‘‘posta koyma’’ deyin, Amerika ve Avrupa’nın gözünde Türkiye’nin gördüğü muamele işte budur. Türkiye istemedikleri bir şey yapmaya kalktığı zaman, hemen karşısına dikilirler: ‘‘Yapamazsın.’’ ‘‘Yaparsam ne olur?’’ ‘‘Çok fena olur.’’ ‘‘Siz yapıyorsunuz ama?’’ ‘‘O başka.’’ Türkiye, yıllardır, hatta on yıllardır bu çarkın dişlileri arasında öğütülüyor. Her geri adım, her boyun eğiş, her alttan alış daha büyük sorunlara yol açtığı halde. Bir terör örgütünün koçbaşı olarak kullanıldığı, yirmi yıldır Türkiye’yi hedef alan bir büyük saldırının GENİŞ AÇI HİKMET BİLA Kıvıran Kıvırana oluşmasına kendi elleriyle yardım etti. Zamanın iktidarı ‘‘Presidan Buş’’a bu hizmeti gururla sundu. Amerika Irak’ı işgal ederken sadece seyretti. Oğul Bush yönetiminin orada yapmak istedikleri bilindiği halde. Türkiye devleti, kendi güvenliği için aynı anda sınırı geçip bir tampon bölge oluşturmayı bile başaramadı. Türk subaylarının baskınla rehin alınıp başlarına çuval geçirilmesini de seyretti. Bunu güvenliğine yönelik bir tehdit olarak kabul etmedi. Çuval olayının, kendi güvenliğini kendi sınırlarının bile gerisinde sağlamaya zorlanma anlamına geldiğini arkasında kimler olduğu bilindiği halde, kıvıra kıvıra bütün kozlar, bütün inisiyatif gücü kaybedildi. Ne yazık ki, bugün gelinen noktada saldırıları başlatma, saldırıları durdurma, saldırıları yeniden başlatma inisiyatifi, işte o güçlerin elindedir. Görülüyor ki, bırakınız Türkiye devletinin saldırı başlatma inisiyatifini, saldırılara karşı koyma inisiyatifi bile şu ya da bu elçinin ya da bilmem ne komisyon üyesinin ambargosu altındadır. Birinci Körfez Savaşı sırasında Türkiye bir figüran rolü oynadı. Hatta, Kuzey Irak’ta bir gün kendisini hedef alacak bir gücün değerlendiremedi. Gelinen nokta işte bütün bu beceriksizlik ve kıvırmaların sonucudur. Her gün kalkan şehit cenazeleri, Türkiye’nin dört bir yanına yayılan ağıtların yanı sıra, artık saldırının silahlı boyutu ile siyasal boyutunun el ele, baş başa gittiği de gizli değildir. Ve Kuzey Irak’ta kurulan devletin son hedefinin Bağdat değil, Ankara olduğu da artık bir sır değildir. İşgal güçlerinin koruması altında kurulan ve ağır silahlarla donatılan KYBKDP ordusunun ve hükümetinin gözünü Bağdat’a çevireceğini sanmak da en saf deyimiyle saflıktır. Türkiye, kurulduğundan beri sayısız güvenlik kriziyle karşılaştı. İkinci Dünya Savaşı dahil. Ama hiç bu kadar çaresiz, hiç bu kadar beceriksiz duruma düşmedi. hikmet.bila?ntv.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle