27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 9 ay önce CocaCola International Başkanı olan Muhtar Kent, şirketin icradan sorumlu başkanı oldu C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 15 ARALIK 2006 CUMA Küresel devin yeni muhtarı: Kent Ekonomi Servisi Dünyanın en büyük alkolsüz içecekler şirketi CocaCola’nın İcra Başkanlığı görevine Muhtar Kent getirildi. Konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamada, yaklaşık 9 ay önce şirketin Kuzey Amerika dışındaki tüm faaliyetlerini yönetmek üzere CocaCola International Başkanı olarak atanan Kent’in, CocaCola Yönetim Kurulu’nun kararıyla İcradan Sorumlu Başkan unvanını aldığı kaydedildi. Kent’in, yeni görevi çerçevesinde CocaCola şirketinin büyüme stratejilerinin uygulanmasının yanı sıra, Kuzey Amerika dahil tüm dünyadaki faaliyetlerini doğrudan yöneteceği belirtilen açıklamada, Kent’in ayrıca CocaCola şirketinin 200’den fazla ülkedeki şişeleyici faaliyetleri, tedarik zincirleri ve stratejik müşterilerle ilişkileri yöneten birimlerinden de sorumlu olacağı bildirildi. Açıklamada, 28 yıl önce kariyerine başladığı CocaCola şirketine 2005’te Kuzey Asya, Avrasya ve Ortadoğu Grup Başkanlığı göreviyle geri dönen Kent’in, şirketin önemli uluslararası pazarlarda elde ettiği büyüme performansına liderlik ettiği vurgulandı. CocaCola Üst Yöneticisi (CEO) Neville Isdell, şirketin 2006 yılı içinde elde ettiği büyümenin yüzde 95’inin Kent’in yönettiği pazarlardan geldiğine dikkat çekerek şunları kaydetti: “Kent, hızlı sonuç alma, şişeleyici ortaklarımızla uyum içinde çalışma ve disiplin konularında tecrübeli ve başarılı bir yönetici. Bu nedenle, uzun dönemli büyümemiz ve stratejik kararlarımızı uygulamak üzere kendisinden yeni liderlik rolünü üstlenmesini istedik.’’ AZARLAMADAN ÜST YÖNETICILIĞE CocaCola şirketinde 1978’de Atlanta’da satış ve pazarlama departmanında göreve başlayan Kent, Hollanda ve İtalya’da çeşitli görevler üstlendikten sonra 1985’te Türkiye ve Orta Asya Bölgesi Genel Müdürlüğü, 1989’da Orta ve Doğu Avrupa Bölüm Başkanlığı görevlerine atandı. 1995’te Avrupa’daki 12 ülkede şişeleme faaliyetlerini yürüten CocaCola Amatil şirketinin başına geçen Kent, 19992005 yılları arasında Efes İçecek Grubu’nda başkanlık görevini üstlendi. Efes İçecek Grubu’nun yeni pazarlara yayılması ve Londra Borsası’nda halka açılarak 2.5 kat değer kazanmasıyla ilerleyen süreci yöneten Kent, aynı dönemde CocaCola İçecek şirketinin de yönetim kurulu üyeliğinde bulundu. Altın Vuruş(!) na erken duyulduğu kaygısı ile saklamaya çalışmalarını, gevelemelerini iç burukluğu ile kaydettim. Tabii ana muhalefetin bu konudaki en yetkin ismi, üstelik dönem dönem ülke yararı adına hükümet içinde bir elemanmış gibi hizmet de veren, Onur Öymen habersizdi. Hem hükümetin bu kadar yaşamsal bir ülke sorununda, Kıbrıs üzerinde, tek başına pazarlık yapması, kararlar vermesine sitem etti, hem de gelen ilk bilgilerin içeriği kadarı ile çok ciddi bir ödün verme niteliğini taşıdığını söyledi. Kıbrıs için bir bütünlük içinde sağlıklı çözüm arayışı, ülkenin tam desteğinde pazarlıkların ancak tek çözüm olduğunu söyledi. Parça parça ödün verilişin; her birinde hükümet olumlu savunma yapıp gerekçe yaratsa da; Kıbrıs gibi ulusal bir davanın sonuçta adım adım kaybedilmesi anlamına geldiğinin altını çizdi. AB görüşmelerini başlatılabilmesi uğruna hükümet adına atılan imzanın, bugünkü çıkmazı doğurmasını, haklı olan Türkiye’yi haksız konuma düşürüşünü, çamura yatmak isteyen ülkelere koz verilişini anımsattı. ??? Arkasından sıraya dizilen AB cephesi yorumcularının ortak görüş bileşkesi ise; en hafif yorumuyla, Erdoğan Hükümeti’nin nasıl usta bir manevra ile, altın vuruşla, topu karşı tarafa atmayı başardığı üzerine idi. Gerçi hiçbiri bu manevradan bir sonuç alınabileceğini söyleyemiyordu. Çünkü koşullu havaalanı, liman açma önerisinin karşı taraftan ret edilmesinin kesin olacağını kabul ediyorlardı. Yine de Türkiye’ye yönelik ceza niteliği kesin AB sonuç kararının haifletilmesine yarayacağını varsayıyorlardı. Türkiye’nin attığı imzanın gereğini yerine getirmeyen suçlu konumunun hafifleyeceğini, bu kez izolasyonların kalkması konusunda kendi ödevini yapmayan AB ve sürekli veto eden Rum cephesinin ayıplı konumlarının ortaya çıkmış olacağını savlıyorlardı. Uçan olumlu yorumlar, pompalama ile iyimserlik balonu şişirilmekteydi ki.. Hevesleri kursaklarda bırakan AB kaynaklı olumsuz haberler devreye girdi; Türkiye’nin daha önce söylediklerine eklenmiş yeni bir durum olmadığı AB kaynaklı yorumlara, Rumların alaycı ‘‘kabul edilemez’’ vurgulaması aradan saat bile geçmeden eklenmiş oldu... Sonrasında çelişkili haber ve yorumlar arasında, ben altın vuruşun hangi taraftan hangi tarafa atıldığını izleyemez oldum. Siz farkında mısınız, son altın vuruşu kim attı? Top kimin elinde kaldı? soner?cumhuriyet.com.tr P Sektördeki tersane sayısı 37’den 61’e çıktı, ama siparişler karşılanamıyor Gemi yapımına tersane yetişmiyor Hicran ÖZDAMAR İZMİR Türkiye’nin gemi yapım sektörünün son yıllarda yüzde 360 büyüdüğü belirtilirken, İzmir’de tersane yapılmasının Ege Bölgesi’ni cazibe merkezi haline getireceği vurgulandı. Ulaştırma Bakanlığı Denizcilik Müsteşar Yardımcısı Hasan Naiboğlu, dünya genelinde gemi yapım portföyünün yüzde 89 büyüme gösterdiğini, bu hızın Türkiye’de daha büyük oranda geliştiğini belirtti. 2002’de 34 gemi inşa edilmesine karşılık bu rakamın 2005’te 81’e yükseldiğini kaydeden Naiboğlu, tersanelerinin 2010 yılına kadar dolu olduğunu söyledi. Naiboğlu şu bilgileri verdi: “Türkiye’de 2002 yılında 37 tersane mevcutken, bugün tersane sayımız 61’e çıktı. 59 adet yeni tersanenin yatırım çalışmaları da devam ediyor. Bu yatırımlar tamamlandığında, Türkiye dünya gemi inşa sanayinde dünya dördüncüsü olacak. 2005’te gemi inşa sanayimizin ticaret hacmi 4 milyar doları buldu.” Denizcilik Müsteşarlığı Gemi İnşa ve Tersaneler Genel Müdürü Sami Kabaş da İzmir’deki yat üreticilerinin Aliağa’da yapılacak Çaltıdere yat imalat tersanesinde toplanacağını söyledi. 1129 dönümlük alanda 60 yat üretim merkezinin bulunacağı bir tersane tasarladıklarını bildiren Kabaş, “Burada dünyanın en önemli yat üretim merkezi kurulacak” dedi. Cari açık dünya rekoruna koşuyor Ekonomi Servisi Merkez Bankası, geçen yılın ekim ayında 896 milyon dolar olan cari açığın, bu yıl aynı ayda yüzde 76.3 artışla 1 milyar 580 milyon dolar olduğunu açıkladı. Ocakekim dönemi cari açığı ise yüzde 67.1 artışEkim ayında la 28 milyar 21 cari açık milyon doları yüzde 76 buldu. arttı. İlk 10 Merkez Bankası, aylık açık OcakEkim Dönemi Ödemeler da 28 Dengesi Gelişmilyar meleri Rapodoları aştı. ru’nu açıkladı. Buna göre ekimde cari açıktaki artışın başlıca sebepleri şöyle sıralandı: Dış ticaret açığının, ödemeler dengesi tablosunda yer aldığı şekliyle, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 45.4 oranında artarak 3 milyar 432 milyon dolara ulaşması, yatırım geliri dengesinin yüzde 15.5 artışla 372 milyon dolar açık vermesi. Hizmetler dengesindeki fazlanın da yüzde 29.7 azalarak 1 milyar 160 milyon dolara düşmesinin sayılabileceği belirtildi. Bunun sonucunda, 2005 yılı OcakEkim döneminde 16 milyar 767 milyon dolar olarak gerçekleşen cari işlemler açığı, 2006 yılının aynı döneminde yüzde 67.1 artışla 28 milyar 21 milyon dolara ulaştı. Cari açığın dünya rekoru kıracak seviyeye geldiğini söyleyen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da önlem alınmaması halinde önümüzdeki üç yılda 100 milyar dolar açık verileceği uyarısında bulundu. Hisarcıklıoğlu, cari açığın yabancı sermaye ile finanse edildiğini, ancak büyük bölümünün borçlanmayla kapatıldığını vurguladı. Yoksulluk sınırı bin YTL’yi aştı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye KamuSen’in araştırmasına göre, kasım ayında tek kişinin yoksulluk sınırı 1049 YTL’ye yükselirken, 4 kişilik bir ailenin asgari geçim haddi 2 bin 86 YTL olarak belirlendi. Türkiye KamuSen’in, Türkiye İstatistik Kurumu’nun resmi verilerinden yararlanarak yaptığı açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasının kasım ayı sonuçları açıklandı. Araştırmaya göre, çalışan tek kişinin yoksulluk sınırının 1049 YTL 52 YKr’ye yükseldiği, açlık sınırının ise 800 YTL 52 YKr olduğu belirtildi. 4 kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması 451 YTL 5 YKr olarak belirlenirken, gıda ve barınma harcamaları toplamı 790 YTL 93 YKr, ailenin asgari geçim haddi ise 2 bin 86 YTL 74 YKr olarak saptandı. ani AB’den birileri, görüşmeleri askıya alma anlamına gelen Komisyon kararını Türkiye’ye pazarlamak üzere, ‘‘Şimdi top Türkiye’de, umarız Türkiye altın vuruşunu yapar’’ demişti. Sonra da bizden birileri çıkıp çok ağır yaptırımlar karşısında, Türkiye ile alay edilmesi, mutlaka ödün beklenmesi anlamına gelen bu üsluba içerlemiş olarak ‘‘Altın vuruş bekliyorlarmış. Yani kendi kalemize gol atmamızı isteyebiliyorlar’’ sözleri ile isyan etmişti. Hükümetin yine parlamentodan, muhalefetten habersiz kapalı kapılar arkasında yaptığı görüşmeler sonunda, ‘‘Bire bir’’sloganı ile, koşullu liman ve havalanı açma kararı dış kaynaklı haber olarak, bomba gibi kamuoyunun gündemine düşünce; hükümet yandaşı bir yorumcu, iki sözcüğün kazanmış olduğu olumsuz anlam yüklemesini atlamış olarak heyecanla, ‘‘İşte beklenen altın vuruş’’ yorumunu getirmez mi? Güleriz ağlanacak halimize... Ben en çok dış kaynaklı Türkiye gündemine düşen haber sonrası, AKP ve AB için olumlu sonuçlar çıkarmak üzere çırpınan medya yıldızları, borsa yupilerinin ağlanacak hallerine güldüm... Henüz Komisyon kararı sonrası, görüşmelerin askıya alınması içeriğindeki kararın ne kadar Türkiye lehine, aslında durmuş görüşmeleri yürütme içeriğinde bir uzmanlar taktiği olduğunu anlatma, bizleri de buna inandırma çırpınışları sürmekteydi ki... ??? AB’den siyasi liderlerin zehir zemberek açıklamaları peş peşe geldi. AlmanyaFransa AB merkez ittifak cephesi, Komisyon raporunun sadece başlangıç metni olacağını, masaya oturmanın yeniden pazarlık konusu yapılacağı, aslında üyelik görüşmeleri masasından kalktıktan sonra, Türkiye’nin durumunun sil baştan değerlendirilmesi gerektiği vuruşları ile bizi alabora ettiler. Bizim kadrolu AB’ciler bu kez onların açıklamalarının da fazla karamsar yorumlandığı, aslında zaten her aşamada bir durum değerlendirmesinin AB müktesebatı gereği olduğu, dolayısıyla işler iyi gitmese de paniğe kapılacak bir durum olmadığını, Başbakan Erdoğan’ın serinkanlı duruşunun, artık verilecek ödün olmadığı çıkışının çok doğru olduğunu kamuoyumuza anlatmaya çalışıyorlardı ki.. Dış kaynaklı ajans haberi, bizim hükümetin limanhavalanı açma önerisi, bu türden tartışmaların, yorumların içine damdan düşer gibi indi... Tepkilerini dikkatle izledim; kimi meslektaşlarımın aslında olayı bildikleri, ancak hükümet adı H GAP’ta umut organik tarımda Dünyada 11 milyar dolar ticaret hacmine ulaşan organik tarımın Türkiye’deki hacmi sadece 70 milyon dolar. Gelişmiş ülkelerde organik tarıma devlet desteği söz konusu. Şehriban KIRAÇ ŞANLIURFA GAP İdaresi Başkanı Muammer Yaşar Özgül, GAP bölgesinin organik tarım açısından çok büyük bir potansiyele sahip olmasına karşın, Türkiye organik tarımının ve bu ürünlerin ihracatındaki yerinin istenilen boyutta olamadığını söyledi. GAP Girişimci Destekleme Merkezleri (GİDEM) tarafından Şanlıurfa’da düzenlenen “Organik Tarım Konferansı”nda konuşan Özgül, Fırat ve Karacadağ Havzasında Ekolojik Tarım ve Kırsal Kalkınma Projesi hazırlıklarına katkıda bulunularak 100 bin Avro hibe desteği sağlandığını ifade etti. ürün deseni geliştirmemiz lazım. Bir pamukla, mercimekle kalmamamız gerekiyor. Mardin, Urfa ve Şırnak bölgesinde mayınlı arazilerin organik tarıma kazandırılması için çaba gösteriyoruz ama hâlâ somut bir adım atılamadı. Komşumuz Suriye bu işi yaptı ama bizim birinci sınıf tarım arazimiz 60 senedir boş yatıyor” dedi. Şanlıurfa Sanayi ve Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi İbrahim Ethem Yetkin ise dünyada 11 milyar dolar ticaret hacmine ulaşan organik tarımın Türkiye’deki boyutunun sadece 70 milyon dolar olduğunu söyledi. Gelişmiş ülkelerde organik tarımın devlet desteği ile geliştiğini vurgulayan Yetkin, “Gelişmiş ülkerde organik tarımın konvansiyonel tarıma oranı yüzde 1 ile 15 arasındadır. Maalesef ülkemizde bu oran binde 3 civarında. Bu rakamı çok daha yukarılara çekmememiz gerekiyor” dedi. AB ile yapılan ve Türkiye’yi bir sömürge durumuna düşüren, “iktisadi, siyasi, hukuki, tek yanlı anlaşmalar yüzünden” AB’ye karşıyım. Çünkü bu anlaşmalar demokratik, uygar ve egemenliğin millette olduğu bir devletin değil, “ancak bir sömürge toprağının işbirlikçi yönetimlerinin yapabileceği anlaşmalardır”. 2) AB ile kurulan tek yanlı düzenin, Türkiye’yi yıllardır sömürmekte oluşuna karşıyım. Bu tek yanlı düzen yüzünden yerli sanayi çöküyor; çiftçi bir uydu durumuna sokuluyor; bankalar, iletişim, ulaştırma, doğal kaynaklar yabancı tekellerin eline geçiyor. Bu durumu yaratan AB’ye karşıyım. 3) AB ile kurulan ilişkilerin, “Türkiye’nin tüm dünya ülkeleri ile olan ticari ilişkilerini sınırladığı ve ipotek altına aldığı için” AB’ye karşıyım. 4) AB’nin Türkiye’yi “sıfır maliyetle kendisine bağlayıp”, bekleme odasında iğfal ettiği için ona karşıyım. 5) Türkiye’yi tam üye yapıyormuş gibi kandırarak, “adım adım özel statüye doğru götürmesine karşıyım” 6) Kürdistan, Ermenistan ve Patrikhane projeleri ile Türkiye’yi yavaş yavaş bölme politikalarını izlediği için AB’ye karşıyım. PKK ve Öcalan’a sistemli verdiği destek; hukuk skan 1) BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Avrupa Birliği’nin Nesine Karşıyım? 13) AB’ye, işçilerimi işsiz bırakan bir sömürge düzeni yaratmaya çalıştığı için karşıyım. 14) AB’nin “işbirlikçi İslamcı siyasilerle birlikte çalışarak” Lozan’ı ve Atatürkçü değerleri yıkmak istemesine karşıyım. 15) “TSK’yi bir düşman gibi görerek, İslamcı ve diğer işbirlikçilerle ona saldırmalarına karşıyım.” (*) Ben, AB ile ilişkilerimizde bütün bu anormalliklere karşıyım. Sonuçta, AB’nin Türkiye’yi yeniden sömürgeleştirmek istemesine karşıyım. Avrupa Parlamentosu’nun 1994’ten itibaren Türkiye’ye ilişkin kararları alt alta konulup okunduğunda; 17 Aralık 2004 ve 6 Ekim 2005 belgelerinin yanına Gümrük Birliği yükümlülüğünü getiren 6 Mart 1995 belgesi konulduğunda; 6 Mart 1995’ten bugüne kadar geçen sürede TürkiyeAB ilişkilerinin olumsuz sonuçları iktisadi, siyasi, hukuki ve dalları ile mahkemelerinin aldıkları kararlar, “Türkiye’yi adeta bir düşman gibi ilan etmelerine yol açtı”. Bunun için AB’ye karşıyım. 7) İşçi haklarının, memura grev hakkının yerine sadece bölücü ve bireyci haklara yöneldiği için AB’ye karşıyım. 8) İktisadi, hukuki, siyasi ve dini sorunlarda, “AB’nin sürekli olarak çifte standart uygulamasına karşıyım”. 9) AB’nin Atatürk ve Atatürkçü düşünceye karşı olmasına karşıyım. 10) AB’nin içine kapanarak,”onlar ve ben diye ayrım politikaları izlemesine karşıyım”. 11) “Türkiye’de milletin egemenliği yerine, piyasanın egemenliğini dayatmak istemesine ve sosyal devleti ortadan kaldırmasına” karşıyım. 12) Türkiye’de, “emperyalizmin maşaları olan işbirlikçilere destek vermesine” karşıyım. kültürel boyutlarıyla net olarak görülmüş olur. Bu gerçeği aklı başında olan hiç kimse yadsıyamaz. Ben AB’ye neden karşı olduğumu tek tek saydım. Bunları yıllardır söyledim ve yazdım. Aıtık bıçak kemiğe dayandı; halk görüyor, kimi iş çevreleri artık konuşuyor. Sağduyu sahibi yazarlar köşelerinde yazıyor. Meclis’tekilerin söyleyemediklerini asker söylemek zorunda kalıyor. İşçi, AB yüzünden işsiz kaldığını; köylü, Batı tekellerinin dayatmalarının kendisini zora soktuğunu artık anladı. Tekstil, ilaç, demirçelik, mobilya ve daha birçok sektör “yaşadıkları haksız rekabete” isyan etmeye başladılar. AB ile imzalanan tek yanlı anlaşmaların sonuçları ile yüzleşmeye başladılar. Soru şu; halkın büyük çoğunluğunun gördüğü ve yaşadığını Meclis, hükümet ve siyasal partiler ne zaman görecek? Ne zaman kendi milletinin Meclisi, hükümeti ve partisi olacaklar? Ya da ulus, “göstermenin yolunu ve yönetimi” öyle ya da böyle bulacak… (*) Avrupa’nın Askerle Kavgası, Truva Yay. 2006 www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali HARİTA ÇIKARILDI Seminerde bir konuşma yapan Şanlıurfa Ziraat Odası Başkanı Halil Dolap da GAP’ta herkese görev düştüğünü belirterek “Bir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle