27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 ARALIK 2006 CUMA müzik C Kartel Çözümleri OSMAN ÇUTSAY ıpkı selefi Osmanlı gibi. O da, malum, Avrupa’yı altüst eden ilk modern dünya savaşının “nesnesi” bir av hayvanı olmuştu. Şimdilerde Türkiye Avrupa Birliği’ni bölüyor. Sadece ABD ile AB’nin “çekişme nesnesi” olmakla kalmıyor, AB içinde de hükümetleri, çıkarları bir türlü örtüşmediği için, birbirine düşürüyor, onları bölmek zorunda kalıyor. Hatta, Almanya’daki Hıristiyan ve sosyal demokratlar arasındaki koalisyonu bile bölüyor. Kimileri, daha doğrusu elindeki son malı açık artırmaya çıkaran pazarcılar (“Hadi, batan geminin malları bunlar!”), bunu Türkiye’nin gücü olarak gösterebilir. Oysa, tersine; güçsüzlüğüdür. Parçalanmayı bekleyen bir av hayvanının gücünü abartmak ne kadar doğrudur? Türkiye’nin küçültülme süreci ve zamanlamasıyla ilgiliyiz. Bölünmeler bu yüzdendir. ??? İlan edilen şey, Berlin’in gücüdür. İstediği, oldu. Yani, adına ne denirse densin, Türkiye’nin AB treni, tam üyelik açısından, en azından bir süre için durdurulmuş bulunuyor. Hiçbir şeyin kazanılmadığı, hiçbir şeyin de yitirilmediği bir kaza bu. Tabii eğer kazaysa... Peki, şimdi, şu tabloyu, gümrük birliği denilen anlaşmayı da göz önünde tuttuğumuzda, acaba AB ile bir tür imtiyazlı ortaklık olarak adlandıramaz mıyız? Ne farkı olacak? İşin özüne bakıldığında, fark yok tabii ve bu geçici sonucu BerlinParis nüfuz ekseni kadar Ankara’nın da istediği ortaya çıkmış durumda. Belki Tayyip Erdoğan ve dincileri ile “muhalifleri”, AB’yle daha yakın bir işbirliği görüntüsü vermek istemiyor olabilirler. Ama bu işbirliğine mecburlar. Sonuçta Başbakan Angela Merkel veya SPD Genel Başkanı Kurt Beck ile Tayyip Erdoğan ya da muarızları arasında “politik ve ekonomik arayış” olarak herhangi bir fark bulunmuyor. ??? Almanya ve Merkel dedik: Türkiye, bunlar için gümrük birliği üzerinden zaten “çantada keklik”. Türkiye’nin reel ekonomisi ve finans sistemi de Almanya merkezli AB’nin himayesi altındadır. Ama uzlaşma sağlanamıyor. Dünya sisteminin büyükleri, kendi aralarında, tıpkı Rusya üzerinde olduğu gibi, Türkiye üzerinde de bir uzlaşma sağlayamıyor. İyi de, Avrupa, neden Türkiye üzerinde uzlaşamıyor? Rusya gibi dev enerji kaynakları da yok. Neden? Çünkü Türkiye, çoktan tasfiye edilmiş bir tarihsel konjonktürün, bir devrin, tüm “kırmızı çizgileri” tarih olmadıkça tasfiye edilemeyecek olan uzantısıdır. 1917’deki büyük altüst oluşun sonuçları iyice tırpanlandı. İsteyen Ortadoğu ve Doğu Avrupa’ya, isteyen Kafkasya’dan Orta Asya’ya uzanan geniş coğrafyaya, isteyen de Ortadoğu’ya bakabilir. Göreceği, tasfiyedir: Küçültülen siyasal birimler. Ancak Türkiye, öylece duruyor. Yönetici sınıfın tümüyle reddetmesine rağmen, genlerinde yatan bir 7 T Erdal Bayrakoğlu, Zifona albümünde Kazım Koyuncu’nun yolunda ilerliyor Karadeniz’den aryalar Hatice TUNCER Karadeniz müziğinde Kazım Koyuncu’nun açtığı yoldan ilerleyen Erdal Bayrakoğlu, ilk albümü Zifona’da güçlü sesi ve farklı yorumuyla dikkat çekiyor. Bayrakoğlu, Beyoğlu Metropol Müzik tarafından yayımlanan albümünde Karadeniz’in ağıtlarını, horonlarını ve aşklarının öyküsünü rock motiflerinden yararlanarak şan tekniğiyle anlatıyor. Ardeşenli olan Bayrakoğlu ailesi, Erdal henüz üç aylıkken sağlık sorunları ve babasının öğretmenliği nedeniyle İstanbul’a taşınmış. Babasının işi gereği bir süre de Almanya’da yaşayan Bayrakoğlu, ilkokulu Almanya’da bitirmiş ve bazı ameliyatlar geçirmiş. Bahçelievler Endüstri Meslek Lisesi mezunu olan Bayrakoğlu, üniversite eğitimi yerine yaşamını müzik üzerine kurmaya karar vermiş. Ağabeyi ve ablalarının etkisiyle halk müziğiyle ilgilen Bayrakoğlu, lisede kurulan Türk halk müziği korusunda solistlik yapmış: “O gün bugündür müzikle uğraşıyorum. Türk halk müziği, Anadolu rock yaptım, en son Karadeniz rock’a karar verdim. Lisedeki arkadaşlarla 19941995 yıllarında protest müzik yapıyorduk. Grup Yorum’un, Erdal Erzincan’ın, Arif Sağ’ın eserlerini söylüyorduk. Kendi şarkılarımız yoktu. Bunun yanı sıra meslek lisesi mezunu olduğum için 23 yıl da tornacılık yaptım ama sonra yalnızca müzikle uğraştım. Barlarda çalıştım, bu da bana yetmeyince şan dersleri aldım.” Rock müziğe yönelen Bayrakoğlu, arkadaşlarıyla oluşturduğu grupta Bakırköy’deki mekânlarda dönemin sevilen rock şarkılarını söyleyerek müzik yaşamını sürdürdü. Kazım Koyuncu ve Fuat Saka’nın müziğinden etkilenen Erdal Bayrakoğlu, çalışmalarında Karadeniz müziğine yönelmeye başladı: “Kazım Koyuncu’yla tanıştığımda Viya albümü daha çıkmamıştı. Konserlerine gittim, ona hayran olmaya başladım, Sahnede çok müthişti ve hayran olmamak elde değildi. Fuat Saka’nın da Karadeniz müziğini sevmemde etkisi var. Bir anda Karadeniz, Laz müziğine geçmedik, rock müziğe devam ettik. Hatta 2002 yılında bir albüm yapma hazırlığına giriştik. Ancak, grupta ‘Rock grupları popüler kültür içinde kayboluyor, buna direnebilecek miyiz’ diye tartışmalar çıktı. En sonunda rock albümü yapmaktan vazgeçtik, ben de zaten Karadeniz ve Laz müziği yapmaya karar vermiştim.” Bu yıl Barışarock’taki performansıyla rockseverlerin büyük beğenisiyle karşılaşan Bayrakoğlu, rock müziğine yalnızca gırtlağının uygunluğundan değil, dünya görüşü, hayata bakışı nedeniyle de yönelmiş: “Her yıl memlekete gider, denize girerdim. Bu yıl giremedim, çünkü Karadeniz Sahil Yolu yapımı nedeniyle denizimiz, plajımız kalmamış. Fırtına Vadisi’ne barajlar, ekolojik açıdan dünyanın en özel bölgelerinden birini yok edecek. Nükleer santrallar yaşamımızı tehdit ediyor. Karadeniz’deki kanser vakalarının, yetkililerin inkârına karşın Çernobil’den kaynaklandığına inanıyorum. Filistin’de, Lübnan’da insanlar katlediliyor. Bunlara karşı çıkmak, insan olmanın gerektirdiği bir şey. Yani insan olmak için insanı yok eden her şeye karşı çıkmak düşüncesini taşıyorum. Hayata böyle bakıyorum ve baktığım gibi de yaşıyorum.” IFONA YA DA DENİZDEN GELEN FIRTINA Faruk Altun’un yapımcılığını üstlendiği Zifona’nın müzik yönetmenliğini Bayrakoğlu’nun yıllardır birlikte çalıştığı Ercan Tanrıverdi, aranjelerini gitarları da çalan Mehmet Yöntem ve Özkan Tanrıverdi gerçekleştirmiş. Bas gitarda Volkan Doğan Kayıkçı, davulda Ömer Arslan gibi Bayrakoğlu’nun yıllardır birlikte bir grup gibi çalıştığı müzisyen arkadaş Z mail Bucaklişi, lazuri.com’daki yazısında “Laz Pavarotti” diye nitelendirince Bayrakoğlu, bu adla anılmaya başladı. Bayrakoğlu anneannesinden, dedesinden duyduğu, Tahsin Ocaklı’nın derlediği geleneksel bir Laz şarkısı olan İnimilki’de şan denemeleri yapıyor. Hüzünlü melodisiyle etkileyici bir şarkı olan “Bja do Tuta”da aryaları andıran yorumuyla Bayrakoğlu, sesinin gücünü ortaya koyuyor: “13 yıl sahnelerde kendimi geliştirmeye çalıştım. Zaten şan dersleri de bana böyle bir yorum kazandırdı. Sesim 3.5 oktav ve bana tenor diyorlar. Ama hem baslarım hem tizlerim kuvvetli. Ses aralığımın genişliği sahnelerdeki deneyimimden geliyor. Sesimin rengini ortaya çıkarmak için bu şarkıyı arya tarzında okumaya karar verdik.” Bayrakoğlu, Zifona’da Maçkalı Hasan Tunç’un “Türki Deyurum Sağa” ve “Yali Giderum Yali” adlı çok sevilen iki türküsünü tulum, kemençe ve elektrogitar eşliğinde okuyor: “Rock çalgıları, gitar, bu parçaya çok yakışıyor. Zaten yıllarca sahnelerde okurken aranjesini de yapmış olduk. Metropollerde yaşayan gençlere bu kültürü ulaştırmak istiyorum. Geleneksel okusam gençler belki dinlemeyeceklerdi. Yıllardır kulaklarında olan tınıları modernize ederek gençlere ulaşmayı hedefledim.” “ Kazım öncüydü. Bu op’ta u bir c n i n S u . y ı t o ş ı K ım açm itle yolu Kaz atik k e r k o m e bir d ün konserin örgütün m. Çoğunluğu çıkmıştı izliler Karaden uyordu. Dido oluşturmhep bir ağızdanı Nana’yı diler. Bu şarkıy rleten söyle ezbe ABLASI VOKAL YAPTI TRT repertuvarında bulunan Muzaffer Sarısözen’in notaya aldığı “Gemiler Giresune”yi balaban, kemençe ve perküsyon eşliğinde yorumlayan Bayrakoğlu’na, Hasan Helimişi’nin “Uça Biçi” şarkısında ablası da vokal yapmış: Zenis Vorti ise Hasan Helimişi’nin derlediği Sapanca ve Adapazarı’nda söylenen destan denilen ağıt tarzında bir türkü: “Hasan Helimişi’ye Lazların Pir Sultan’ı diyebiliriz. Kazım Koyuncu da Helimişi’nin eserlerini okurdu. Hopa’da 1907 yılında doğdu, acılı bir yaşam sürdü. Şiirleri, besteleri, derlemeleri vardır, ressamdır. Sanatın her dalıyla uğraşmıştır. Bu çalışmalarımla, unutulan değerleri bugünün gençlerine anımsatmayı amaç edindim.” “Gelin Oy”, Doğu Karadeniz’de bilinen horon havasında bir gelin çıkarma türküsü. Fuat Saka, çok sevilen Rapatma şarkısını okuma isteğini kırmamış ve Bayrakoğlu’na hiçbir karşılık istemeden izin vermiş. Bayrakoğlu yıllar önce Grup Munzur’un bir albümünde okuduğu, söz ve müziği kendisine ait olan Çona Şkimi’yi yeniden düzenlemiş. Albümün son parçası Melenkale de horon havasıyla destanın iç içe girdiği bir gelin çıkarma türküsü: “Albümü dinleyenler beni Kazım Koyuncu ile kıyaslamaya çalışıyor. Karadeniz müziğini bir yerlere taşımış bir sanatçıyla kıyaslanabilmek gurur veriyor ama kimsenin yerini almak için müzik yapmıyorum. Kazım Koyuncu bir öncüydü. Bu yolu Kazım açmıştı. Sinop’ta bir demokratik kitle örgütünün konserine çıkmıştım. Çoğunluğu Karadenizliler oluşturmuyordu. Dido Nana’yı hep bir ağızdan söylediler. Bu şarkıyı ezberleten Kazım Koyuncu’ydu. Bizim görevimiz de bayrağı daha ileri taşımaktır.” ları albüme katkıda bulunuyor. Tulumları ise İsmail Avcı İsmanaşi çalıyor. Erdal Bayrakoğlu, “denizde kopan fırtına” anlamındaki Zifona albümünün çalışmalarına 2 yıl önce başlamış. Laz kültürü üzerine araştırmalar yapan yazar İsmail Avcı Bucaklişi’nin derleme çalışmalarıyla Bayrakoğlu’na yardımcı olmuş. Albümün kayıt çalışmaları 8 ay sürmüş: “Rock motiflerinin yanı sıra Karadeniz ve Laz geleneksel müziğinden de yararlandık. Maçkalı Hasan Tunç’un, Hasan Helimişi’nin o güzel eserlerinin otantik yapısını bozmamalıydık. Bunun için çok sert rock yapmadık. Bazı şarkıları o yüzden sadece modernize edip, çok fazla otantizmini bozmadan günışığına çıkarmaya çalıştık. Şarkıların soundunun birbirinden çok kopuk olmamasına da gayret ettik.” şifre var. Aydınlanmacı, bağımsızlıkçı ve bu nedenle de solu içeren bir şifre bu. İşte bunun ortadan kaldırılması, halkın zihninden silinmesi gerekiyor. Batı, bu nedenle rahatsız. Türkiye, bu “sanal şifre” nedeniyle, yarın somut bir güç olarak sistemin tüm dikişlerini ve içinden patlatabilir. O nedenle, bir endişe kaynağıdır. Dolayısıyla, dünya sistemi içindeki ağırlığı her geçen gün ABD aleyhine artan AB’nin Türkiye’nin törpülenme süreciyle ilgili olarak kendi içinde herhangi bir uzlaşma sağlayamaması, “eşyanın naturası”na uygundur. Ancak, yanlış anlaşılmasın: Bugün Türkiye’nin çözülmesi, küçültülmesi ve kırmızı çizgilerinin törpülenip feshedilmesi üzerine Batı’da herhangi bir tartışma yok. Tartışma, bu çözülüş sürecinin hızı ve biçimiyle ilgili. Schröder’le Merkel’e bakıldığında bile görülebilir. ??? Sonuçta, Avrupa başka bir şey, AB başka bir şey. AB, bir dev şirketler karteli olarak tanımlanabilir. Kartel, kurgusal bir piyasa şiddetidir ve birbirinden bağımsız şirketlerin iktisadi etkinliklerini işbirliği içinde sürdürmesini sağlar. Bu işbirliğinin amacı ve etkisi, piyasayı denetlemek ve azami kâr elde etmektir. Burada, yeni ortaçağımızın bir sonucu olarak, devlet kavramı bir “bağımlı değişkene” dönüşmüştür. Devlete bir şirket olarak bakmak sadece Turgut Özal’ın günahı değildi. Bunların hepsi böyle. Ama, Türkiye’nin bu kartelde “soylu” bir ortak olarak yer alabileceğini düşünenler ne kadar yanıldıklarını yakında anlayacaklardır. Türkiye, adına gümrük birliği de denilen “sıfırlama anahtarı” sayesinde, zaten imtiyazlı ortak gibi bir şey. Peki, kazandığı ne? İsteyen, dış ticaret rakamlarına veya borçlara bir göz atabilir. Bu kartelin Türkiyeli âşıkları ne kadar bağırırsa bağırsın, AB, bu dev şirketler koalisyonu, kendi içinde her zaman kavgalıdır ve piyasayı rahatlatıp kendi büyüklerinin çıkarlarını realize edebilmek için Türkiye’yi çözmesi gerektiğini iyi biliyor. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin doğumuna yardımcı olan entelektüel güç kaynaklarını tamamen ortadan kaldırmak zorundadır: Aydınlanma ve sol. Türk veya Kürt satıcılara boş verin! Elbette, 60’ların sonunda ve 70’lerde, Türkiye sokaklarındaki gencecik solcuların o dönemde “Ortak Pazar” denilen bugünün AB’si için attıkları slogan (“Onlar ortak, biz pazar”), bugün de geçerlidir. AB karteli, 40 yıl sonra da bu doğruyu hatırlatıp duruyor. Sorun şu: Bazı büyük tarihsel olgular, diyelim 1917 Ekim Devrimi’nin doğrudan sonuçları (SSCB) tasfiye edilse bile, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı dolaylı sonuçları, aynı kolaylıkla ortadan kaldırılamıyor. Telaş, bundan. Araya konulan mesafeler, dondurulan müzakere başlıkları bundan. Ama, tarihin sürprizlerle dolu oluşu da bundan. cutsay?gmx.net LAZ PAVAROTTİ Sesinin gücü, yorumu ve kilosu nedeniyle yazar İs Âşık Reyhani yaşamını yitirdi BURSA (AA) Ünlü halk ozanı Âşık Reyhani (74), Bursa’nın merkez Yıldırım ilçesindeki evinde yaşamını yitirdi. 1990’lı yıllarda Erzurum’dan Bursa’ya göç eden, kalp rahatsızlığı bulunan, yaklaşık 3 yıl önce hipertansiyona bağlı felç geçirdikten sonra rahatsızlığı artan Reyhani, evinde yaşama veda etti. Ünlü ozanın gelini Emine Yılmaz, uzun süredir sağlık sorunları olan Reyhani’nin Ramazan Bayramı’ndan sonra yaklaşık 1 ay Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi’nde yattığını, 15 gün önce “Yapılacak bir şey yok” denilerek taburcu edilen kayınpederinin 3 gün önce durumunun daha da ciddileştiğini belirtti. Âşık Reyhani’nin cenazesi, evinin bulunduğu Değirmenönü Mahallesi’ndeki Merkez Camisi’nde kılınan ikindi namazının ardından Cumalıkızık Mezarlığı’na defnedildi. Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Alvar köyünde 1932’de doğan, asıl adı Yaşar Yılmaz olan Âşık Reyhani, okuma yazmayı okula gitmeden öğrendi. Âşık Reyhani, sonraki yıllarda ise dışarıdan sınava girerek diploma aldı. Küçük yaşlarda köyüne gelen âşıklardan etkilenen, eline geçen kitapları okuyarak birçok halk hikâyesini öğrenen Reyhani, 18 yaşında rüyasında gördüğü, âşık olduktan sonra da kaçırarak evlendiği kıza şiir yazarak âşıklığa adım attı. Birkaç ay geçmeden evliliği geçimsizliğe ve huzursuzluğa dönüşüp, eşinin ailesinin kızlarını alarak başka biriyle evlendirmeleri üzerine “Dertli” mahlasıyla türküler söylemeye başlayan Reyhani’ye Bayburtlu Âşık Hicrani tarafından “Reyhani” mahlası verildi. Konya Âşıklar Bayramı’na aralıksız katılan 7 âşıktan biri olan Reyhani, eski âşıkların dışında, yetiştiği Huzuri Baba, Nihani, Cevlani, Efkari, Murat Çobanoğlu’nun babası Gülistan Çobanoğlu gibi âşıklardan gelenek ve usul öğrendi. İran’dan Avrupa’ya birçok ülkede türkü söyleyen Âşık Reyhani, katıldığı yarışmalarda da birçoğu birincilik olmak üzere çeşitli ödüller aldı. 1980’li yılların başında Erzurum’da bulunan Doğu Ozanları Derneği’nin başkanlığına getirilen Âşık Reyhani, birçok ülkeye konser ve konferanslara katılmak üzere çağrıldı. Ayrıca ABD’nin Michigan Üniversitesi’nde katıldığı bir konferanstan sonra kendisine fahri öğretmenlik unvanı verildi. Şiirleri birçok gazete ve dergide yayımlanan, araştırmalara konu olan Reyhani’nin şiirlerinin bir bölümünü topladığı “Alvarlı Reyhani” (1962), “Böyle Bağlar” (1966), “Kervan” (1988) ve bazı düşünce ile şiirlerinden oluşan “Şu Tepenin Arkasında” adlı kitapları ve Dilaver Düzgün’ün hazırladığı “Âşık Yaşar Reyhani” (1997) adlı kitap bulunuyor. imdi de diyorlar mı bilemiyorum. Çocukluğumuzda büyüklerimiz kendilerini çok şaşırtan bir olayla karşılaştıklarında, şaşırdıklarını belirtmek için bu cümleyi yinelerlerdi. Belki de o zamanlar yıllar çok zor geçtiği için insana daha uzun gelirdi. İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Almanlar, Trakya sınırlarımıza yaklaştığı için karartma vardı. Yola çıkması gerekli olan otomobillerin farlarına mavi kitap kaplama kâğıtlarından yapıştırarak ışığın fark edilmemesine çalışılırdı. Evlerin pencereleri siyah kâğıtlarla kapatılmıştı. Ekmek karneyle veriliyordu. Pek sık olmasa da çalan sirenler bir hava saldırısı olasılığını duyurduğunda kaçıp saklanmak gerekiyordu. Yani günler geçmek bilmiyor, bu nedenle yıl da insana uzun geliyordu. Aile büyükleri içinde Birinci Dünya Savaşı’nda İstanbul’un işgal günlerini yaşamışlar da bulunduğu için, onların da üzücü anıları depreşiyordu. O sıkıntılı günler artık geride kaldığı için yıllar daha hızlı geçmeye baş Ş GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Bir Yaşıma Daha Girdim... alanında geçerliymiş. Kıbrıs Rum Kesimi’ne, Finlandiya’nın geniş çaplı önerisini sınırlamak amacını güttüğü söylenen birer hava ve deniz limanı açma girişimini gizlice gerçekleştirmenin yarattığı güven bunalımı sonuçlanmışa benzemiyor. Hükümetin tepesindeki üç kişinin bildiği anlaşılan öneri, iktidarın “devlet” anlayışını da pekiştirici bir biçimde ortaya koydu. Tartışılması daha günler alacak gibi gözüküyor. Tartışmanın tarafları umarız görüş birliğine varırlar. ??? Tartışmayı şimdilik bir kenara koyup, devlet ve dış politika konusunda eski köye yeni âdet getirerek ilgili alanların bilimlerinde yeni bir adım sayılması gereken değerlendirmeye dönelim. ladı gibi geliyor. Ama ne zamana kadar dersiniz? ??? Köksüzlük ve temelsizlik ağır basınca her gün yeni bir durumla karşılaşmak da kaçınılmaz oluyor. Öğrencilik yıllarımızda hocalarımız “Kâğıt kalem çıkarın! Yazılı yoklama yapacağım” dediklerinde, eğer hazırlıksızsak dizlerimizin bağı çözülürdü. Kimi girişken arkadaşlarımız, yazılıyı sözlüye çevirme numaralarına yatarlardı. Çünkü sözlü olursa kendilerine sıra gelmeden ders zilinin çalması olasılığı yüksekti. Bu nedenle yazılı ile sözlünün okul dönemlerinde kaldığını düşünenler yanıldıklarını birden anlayıverdiler. Meğerse yazılı ile sözlünün devlet kademeleri arasındaki ilişkilerde de önemli bir yeri varmış ve dış politika Şu yazılı ve sözlü meselesine... Başbakan, devlet erkânının televizyondan öğrendiği Kıbrıs Rum Kesimi’ne liman açma girişimini ve yöntemini eleştirenlere Afyonkarahisar’dan yanıt verdi. Yazılısözlü ayrımı da bu arada gündeme geldi: “Biz bu sözlü görüşmeler için de Çankaya’ya mı soracağız? Yahut da ilgili bazı kuruluşlara mı soracağız? Kusura bakmasınlar da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin başında olanların herhalde şu ana kadar oluşmuş olan altyapı ile ilgili olarak bazı birikimi var, bazı bilgileri var, onları biz sözlü olarak konuşuruz. Ama olay yazılı bir metne dönüşeceği zaman hay hay. O zaman tabii ki Çankaya’ya soracağız. O zaman ilgili kurum ve kuruluşlarımızla yazılı olarak görüşeceğiz, lütfen bunları birbirinden ayırt edelim.” ??? Geçmişin yaşlılarına öykünüp “Bir yaşıma daha girdim” derken haksız sayılır mıyım? Anlayışsızlığıma, kalın kafalılığıma verin lütfen... oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle