27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 ARALIK 2006 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 ‘Tete De Turc’ Olmaya Layık mı Türkiye? ransa’da yüzyıllardır panayır yerlerinde, bezden yapılmış, üstünde sarık olan bir kafaya top atarak devirmek oyunu vardır. Oyunun ve hedefin adı, “Tete de TurcTürk kafası”dır. Fransız, taa ortaçağdan kalan zihniyetle, Türk’ten hıncını böyle alır. Türk kafasını düşürmek bir keyif aracıdır. Zamanla, bez kafanın üstüne sarık kondurma zorunluluğu da kalmamıştır. Çıplak da olsa, artık onu herkes Türk kafası olarak algılamaktadır. Tete de Turc’ün mecazi karşılığı ise “şamar oğlanı”dır. Üzülerek itiraf etmek gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu yüz yıl kadar sürmüş olan çöküş dönemindeki hali pürmelali ile bu deyimi haklı kılmıştır. Avrupa’nın hasta adamı, aynı zamanda Avrupa’nın şamar oğlanı olmuş, savaştan savaşa yenilirken, dayak arsızı haline düşmüş, her baskıyı, her horlamayı, her istiskali sineye çekmiştir. Türkiye, cumhuriyet ile silkinmiş, bu konumdan çıkmıştır. Daha doğrusu çıkmıştı... “Şimdilerde durum nedir” diye soracak olursanız, “Tıpkı Osmanlı’nın son dönemi gibi” dersem herhalde bana kızmazsınız sanırım. ??? Tete de Turc, Fransa’nın panayır meydanlarından AB kulislerine taşındı. Bu taşınmanın mimarı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Artık 25 üyeli Avrupa Birliği’nin de, durmadan kafasına bir şeyler attığı bir şamar oğlanı var: Türkiye Cumhuriyeti. Her isteneni vermeye amade, her baskıya açık, her isteğe yatkın, iki kırıntı karşılığında on perende atmaya teşne bir ülkeyi şamar oğlanı olarak algılayanlara mı kızalım, yoksa Türkiye’yi bu hale getirene mi? Daha 17 Aralık 2004 günü söyledi İsveç Başbakanı, Türkiye’ye yapılan bu muameleyi ve önerilenleri içine sindiremediğini, sonra da ekledi: Ama Türkiye yeterince direnmeyince, biz de yardımcı olamadık. Söyleyin şimdi, kime kızalım? Avrupa Birliği görünür bir gelecekte, Türkiye’yi içine almaya hazır olmadığını açık açık belirtiyor. O kadar açık söylüyor ki, yalnızca 3 Ekim 2005’i bir zafer olarak gören ahmaklar dışında bu gerçeği herkes kavrıyor. Ama AB, buna karşın yine istekleri sıralıyor ve de istediklerini elde ediyor. Ne isterlerse, ama ne isterlerse alıyorlar. “Dua edelim ki İstanbul’u istemiyorlar” demeyin sakın. Ömrü olanlar, onun en işe yarar yerlerinin de, çaktırmadan, taksit taksit nasıl elden gittiğini yaşayıp görecekler. ??? Çevirin sokaktan bir lise 1 öğrencisini, AB ve Kıbrıs sorununu sorun, size vereceği yanıt açıktır: Yok be amca!.. Bunlar esasta bizi istemiyorlar, Kıbrıs bahane... Bu gerçeği herkes görüyor, ama AB yine de oyunu oynuyor. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan iktidarı, bu oyunda şamar oğlanı rolünü kabul etmiş; öbürleri ellerine geçen fırsatı neden tepsinler ki?.. Nitekim cafcaflı çıkışların ardından, Kıbrıs Rum Kesimi’ne, bir liman ile bir havaalanının açılması koşulu kabul edildi. Görünüşü kurtarmak için ise “Siz de Ercan üzerindeki ambargoyu kaldırın, orası da uluslararası ulaşıma açılsın” dendi. Papadopulos bunu kabul etmedi. AKP’li Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Mehmet Dülger bile, İyi ki Rumlar bu öneriyi reddetmişler, dedi. Recep Tayyip Erdoğan, bu ödünü ile AB konusunda bir adım bile ilerleme sağlayamayacak, verdiğini vermekle kalacaktır. Ama olsun, piyasa rahatladı ya! Türkiye her türlü baskıya hazır bir ülke görünümünü vermiştir. Karşı taraf mesajı çoktan almıştır. Bundan sonra baskılar daha da artacaktır. Yakında, dayak arsızlığı psikolojisi içinde, artık bu kadar tepki de doğmayacaktır, iktidar çevrelerinde. Türkiye AB’nin şamar oğlanı haline geldiğine göre, her şeye hazırlıklı olmalıyız. Tam bu noktada, “Türk halkı buna layık mı” sorusunu sormadan önce, durup bir düşünün! Unutmayın ki, bizi bu hale sokanlar, anayasal olarak bizi temsil hakkına sahip olanlardır. Hadi diyelim ki, tezgâh dışarıda hazırlanmıştır, peki ama onları kim seçip oraya getirdi?.. ‘Salı Sabaha Karşı...’ ayatın ölümle pazarlığı nedir? İnsan olmayı, özgürlüğü yaşam biçimi yapmak nedir? Öyküler bireyin varoluşudur sadece... Peki toplum bu varoluştan soyutlanabilir mi? Hüznün ve mutluluğun izdüşümü, bombalanan kentlerde çocukların çığlıklarıyla alev alev yanarken uygarlıktan, çağdaşlıktan, demokrasiden, özgürlüklerden söz edilebilir mi? Filistinli şair Mahmut Derviş’in dizelerini anımsadım Güray Öz’ün yeni kitabı “Salı Sabaha Karşı”yı (Günizi Yayıncılık) okurken... Öykünün iki kahramanı “Hayat ve Ölüm”ü düşündüm; Kâbil’de, Bağdat’ta, o alev alev yanan Lübnan’da, Filistin’de “kaderci umutlara” teslim olmuş insanları anımsadım... Şairler dizelerinde “Hayat ve Ölüm”ü anlatırlar kendi düşlerini kurarken... Nâzım Hikmet’ten Mahmut Derviş’e dek pek çok şair (Güray Öz de şairdir) “hayatın sayfaları”nda umudu şiirle yoğurmuşlardır... Ben de öyleyimdir, şair olmasam bile... Çünkü şiiri severim ve okurum içimde hüzün bulutları çoğaldığı zamanlarda... Güray Öz’ün “Salı Sabaha Karşı” kitabı, İlhan Selçuk’un önsözüyle çıkmış... İlhan Selçuk’un deyişiyle (ben de katılıyorum) Türkiye’de gazetecilik bu denli paçavralaşıp etikten, doğrudan saptı, yozlaştı, gerçeklerden uzaklaştı... İnsana insanca yaklaşabilen sayılı gazetecilerden biridir Güray Öz. Uzun yıllar yurtdışında sürgün kaldı. 12 Mart ve 12 Eylül faşizmini gördü. Son kitabı “Salı Sabaha Karşı” Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarından oluşuyor Güray’ın. İnsan sıcaklığı kokan, sevgiyi çoğaltan yaşamın fotoğraflarını yazıya dökmüş. Şiirsel bir tat, bir derinlik var tüm yazılarında. ??? Yitip giden yıllar, savaşlar, açlıklar, ölümler... Peki, New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ne, Washington’da ABD Savunma Bakanlığı’na saldıran, binlerce insan öldüren terör kimin hesabına yazıldı? Usame bin Ladin’in hesabına!.. Usame bin Ladin, ABD’de CIA kontrolünde yetiştirilmiş, Pakistan’da eğitilmiş bir insan değil miydi? ABD ve Pakistan’ın “mücahit delikanlısı”, Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinde Taliban’la birlikte savaşmamış mıydı? Üstelik çok zengindi Usame bin Ladin!.. Ve Taliban lideri Molla Ömer’in de akrabasıydı!.. Usame bin Ladin son yirmi yıl içinde ABD ve emperyalizmin düşmanı olmuştu... Dengeler değişmişti Ortadoğu’da... ABD tüm dünyanın yetkili ve etkili şefi olmuştu; BOP’u gerçekleştirmek için önce Afganistan’ı, ardından Saddam Hüseyin’in Irak’ını işgal etti... Güray Öz’le aynı kuşaktan sayılır, aynı ideolojiyi paylaşırız... ABD Ortadoğu’da bir oyunu sahneye koydu... Sovyetler yıkılmadan önce uyguladığı “yeşil kuşak projesi” komünizmin Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Afganistan gibi ülkelerde yayılmasını önlemek içindi... Irak, Suriye, Mısır gibi ülkeler “demokratik devrim süreci” içinde olup Sovyetler’le yakın ilişkileri vardı ve ABD bundan tedirgin oluyordu... Bugün geçmişe baktığımızda “yeşil kuşak” İran’da mollaları, Afganistan’da Taliban’ı iktidar yaptı, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in önünü açtı... Bilmem bunları neoliberal küreselleşmeyi savunan, ABD’nin Irak’ı işgalini “demokrasi ve özgürlük” sayan kimi aydınlarımız görebiliyor mu? ??? Güray Öz’ün “Salı Sabaha Karşı” kitabını, bence Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sevgili “Hasan Abisi” Hasan Cemal hemen okumalı... “Hasan Abi” bu konuda ne düşünür bilmem!.. Bildiğim, Hasan Cemal, İran Dışişleri Bakanı Menuçehr Muttaki’ye “İran İsrail’i tanısın” demiş. Ardından “Peki, Kerkük ne olacak” diye çıkışmış. Aslında Hasan Cemal uzmanı Ufuk Güldemir’dir, aradım ulaşamadım... Ruh halini soracaktım!.. İlhan (Selçuk) Ağabey de iyi tanır Hasan’ı. Özellikle ruh halini. On beş yıldır görmese de soracaktım, Hasan’ın durumunu... Sonunda Güray Öz’e sordum... Bakın ne yanıt verdi: “Savaşa karşı çıkmak erdemdir. Çünkü savaşta insanlar ve onlarla birlikte yaşadığımız dünya ölür...” Yazıma noktayı koydum. Mahmut Derviş’in dizelerini okumaya başladım: “Uçaklar uçacak ağaçlar cayır cayır yanacak Ve evler fırın gibi Şarkım bir sonun şarkısı veya son kurşunumun ey kızım Susuzdum uzatırsın... yoksa Uyu azıcık.. F H AFRİKA’DA AYDINLANMA’NIN GÖLGESİ.. Tarihi otele ziyaretçi akını Sibel BAHÇETEPE LOZAN Lozan Antlaşması’nın görüşmelerinin yapıldığı, Türk heyetinin ve İsmet İnönü’nün kaldığı otelin satış pazarlama müdürü Sibel Dasti, otelin Türkler için büyük bir önem taşıdığını ve oteli görmek için her yıl çeşitli turların düzenlendiğini söyledi. Türkiye’nin bağımsız ve eşit bir devlet olarak uluslararası toplumlarda kabul edilmesini sağlayan Lozan Antlaşması İsviçre’nin Lozan şehrinde 24 Temmuz 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, S.S.C.B, Yugoslavya temsilcileri arasında imzalandı. Palaris de Rumine denilen ve bugün Adliye Sarayı olan binada süren görüşmeler sonucu antlaşmayı imzalayan dönemin Dışişleri Bakanı İsmet İnönü ve Türk heyeti, BeauRivage Palace Oteli’nde kaldı. Bugün Lozan’daki BeauRivage Palace’ın Türk asıllı satış müdürü Sibel Dasti, otelin Türkler için büyük önem taşıdığını, her yıl çok sayıda Türk’ün çeşitli turlarla otele geldiğini söyledi. yine birçok uluslararası kongreye, organizasyona ev sahipliği yapan otelin satış müdürlüğü görevinde bulunan Türk asıllı Sibel Dasti ile İsviçre’nin Lozan kentinde görüştük. Eğitimini Lozan’da Turizm Otelcilik üzerine aldığını, ailesinin Ankara’da yaşadığını vurgulayan Dasti, otelin 1812’de inşa edildiğini söyledi. Otelin Türkler için büyük önem taşıdığını, her yıl çok sayıda Türk’ün çeşitli turlarla otele geldiğini belirten Dasti, “Geçen yıl da Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Recep Akdağ oteli ziyaret etmişti. Otel Türkler için bir müze niteliğinde olduğundan düzenlenen turlarda otel geziliyor” dedi. Otelin 19121923 yılları arasında birçok uluslararası antlaşmaya ev sahipliği yaptığını anımsatan Dasti, “Lozan ve diğer birçok antlaşma bu otelde yapılmış. Bir dönem Türk ve İtalyanlar arasında imzalanan çeşitli antlaşmalar bu otelde görüşülmüş” diye konuştu. Lozan Antlaşması’nda görüşmelere ev sahipliği yapan otellerin antlaşmanın yıldönümünde kapandığını belirten Dasti, “24 Temmuz günü ve öncesinde Türk, Kürt ve Ermeniler çeşitli eylemler yapabiliyor, olaylar çıkabiliyor. Bu nedenle 24 Temmuz’da otelleri kapamak zorunda kalıyoruz” diye konuştu. Dasti ayrıca Atatürk’ün son 300 gününün anlatıldığı Sarı Zeybek belgeselinin de Lozan Palace’ta çekildiğini anımsattı. Güneş Tiyatrosu etkinlikleri sürüyor “Kafa tamircisi Almanya’da” FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) – Çalışmalarını Frankfurt’ta sürdüren “Güneş Tiyatrosu” kolektifi, 16 Aralık cumartesi günü “Kafa Tamircisi Almanya’da” adlı oyunla seyirci karşısına çıkıyor. Frankfurt’un Gallus semtinde, Rebstöckerstr. 4153 adresinde sergilenecek olan oyun saat 20.30’da başlayacak. Güneş Tiyatrosu’ndan yapılan açıklamada, 1998 yılında Türkiye’de sahnelenen “Kafa Tamircisi” adlı oyunun bir kumpanyada yaşanan melodramatik olayları anlattığı hatırlatılarak, “Anadolu seyirlik geleneklerini ve bu gelenekleri oluşturan moral değerlerin nasıl değiştiğini, değişmek zorunda bırakıldığını anlatan ilk oyundan sonra ‘Kafa Tamircisi’ yepyeni bir anlayışla Avrupa’ya çıkarma yapıyor” denildi. Tiyatro seyircisinin aynı zamanda kumpanya gösterisinin seyircisi olarak yer alacağı oyunda, seyirci hem bir gösteri izleme şansı yakalıyor, hem de bir gösterim mutfağında neler yaşandığını ve sanatçıların göz önünde olmayan yaşantılarını gözlemleyebiliyor.Tür kiye ve Avrupa’da yaşayan insanlarımızın televizyon ve eğlence dünyasıyla ne gibi değişimlere uğradığını yer yer komik, yer yer de melodramatik bir tarzda anlatan oyunda Müjdat Albak, Tülay Yongacı, Cüneyt Sezer, Özkan Salman ve Aşkın Aykaç rol alıyor.(Tel.: 069770 76 997 veya 0162 262 32 15.) renkli ilan Yitirme çiçeğinin bedenini Var gücüyle vurdu mu? Bırak avucumu ve ayrıl bedenim yıkanırken Uyu azıcık...” hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle