27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 ARALIK 2006 CUMA bilim/vaziyet Çağdaş Safsata’nın Şövalyeleri Doğan KUBAN ünyanın bütün gelişmiş ya da gelişmemiş toplumlarında geçmişe dönmek isteyen azınlıklar, ileriye ve yeniye dönük yaşayan azınlıklar ve büyük çoğunluğu oluşturan günü gününe yaşayanlar vardır. Bu grupların düşüncelerini ifade eden toplumsal ve kültürel söylemlerden geçmişte daha iyi günler hayal edenlere ‘gerici’ (reactionnaire), yeni atılımlar peşinde olanlara ‘ilerici’ denir. Fakat en güçlü söylem günü gününe yaşayan ve ancak ertesi günü düşünebilen kalabalıkların günlük medyada yeralan, entelektüel içeriği boş, fakat yönlendirici söylemidir. Bu temel söylemlerin dışında sadece kendi şöhreti, ya da menfaati için her doğrultuda kılıç sallayan bir söylem türü daha vardır. Bunun ustalarına eski Yunanda Sofist denirdi. Sofizm’in Osmanlıcası safsata’dır. Safsata, doğruymuş gibi görünen eğri düşüncelere verilen addır. En büyük ustaları Protogoras olan sofistleri bize tanıtan, denemelerinde tanımlayan Eflatun’dur. Türkiye’de bu sonuncular postmodernist, liberal, cumhuriyetçi, demokratik kisve ya da maskeler ve hem akdan hem karadan yana söylemleriyle toplumun kafasını karıştırdıkları için bu sofizm’in hangi konuda yoğunlaştığını irdelemek yararlıdır. Yağmur Ekim C Sesar mik, Sosyal Araştırmalar ve Strateji Geliştirme Merkezi’ne ait. İslamcı iktidarın pek hoşuna gitmeyen bir merkez! Sesar, sansürlenen yazı için “Bu Başbakan’la özel ilişkilerimiz var diyen İsrailli Bakan’a, ifşasından ötürü buradan teşekkür gönderiyoruz” diyor. Sesar’ın internet sayfasında çarpıcı analizler, araştırma dosyaları, belgeler yayımlanıyor. Örneğin; son bin yılda Batı’nın başına gelen en iyi “şey”in Türkiye’deki AKP iktidarı olduğunu savunuyor Sesar: Ormanlar kralı aslan acı içinde inlerken kaplumbağa “Hayrola haşmetli kral ne oldu size” diye sormuş. Ormanların kralı “yaralandım” demiş. Kaplumbağa, “Sabah bizim çocuk ava çıktıydı, haşmetli kralımızı bizim zıpır yaralamış olmasın” demiş. Aslan öf 17 AB ile kimse tren kazası istemiyor. Treni o yüzden durdurdular! D mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak yüzelli yıl var ki (Viyana Bozgunu sonrası) birbirlerini izleyen kargaşalıklar ve çeşitli nedenlerle şanlı şeriat’e ve yüce yasalara uyulmadığından, evvelki kuvvet ve refah tam tersine zayıflik ve fakirliğe dönüştü. Oysa şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin varlığını sürdürebilmesinin imkansız olduğu ortadadır." Bunu izleyen paragrafta ise şeriat doğru uygulanacağı için 510 yılda kalkınılacağından, memurların rüşvet almayacağından söz edilir. Şeriat’ın yanı sıra bir kaç yasa da çıkarılacağından söz edilir. Fransız Devriminden 50 yıl sonra Osmanlı devleti dine kesin taviz vererek reform yapmağa girişir. Birşey değişmememiştir. Borçlar boğaza kadar çıkıp, rüşvet artmış, Düyunu Umumiye, yani yarı sömürge rejimi kurulmuştur. Osmanlı rejimi Sevr ile kendi ipini kendi çekmiştir. Savaşarak kendini bu politik enkazdan kurtaran Türk toplumunun kurduğu Cumhuriyet’in ilk yapacağı şey, din ve devleti ayırmak olacaktır. Bu sadece Fransa’nın değil bütün Türkiye’nin politik gündemi iki konu üzerinde yoğunlaşmakta: Laiklik ve Şeriat, Din ya da Bilim’in egemenliği. Diğer bütün önemli konulara getirilen yorumlar bu iki konudaki tutumlara bağlı yönlenmekte. Bu konular Osmanlı İmparatorluğu Türkiye Cumhuriyeti tarihi aksı üzerinde şekilleniyor. Örneğin Cumhuriyet, Osmanlı’ya göre daha gerici miydi, tartışması bu aks üzerinde. dernizmin insanın geleceğine ilişkin büyük umutlarının karşısına çıkan bir entelektüel tavırdır. Kant ya da Marx yerine Nietzsche’yi yeğler. Bu akım edebiyat ve sanata kendinde başlayan ve biten bir narsisizm, hiciv ve alaylı üslupla yansımıştır. Akıl yerine duyguyu yeğler. Nesnellik ortadan kalkmıştır. Lyotard’ın ‘Postmodern Koşullar’ adlı kitabında vurgulandığı gibi, bilimin saptayıcılığına karşı da çıkılır. Kuşkusuz bunu daha çok bilim adamları değil, edebiyatçı ve filozoflar üstlenir. Postmodernizm’de her şey göreceli ve kişiseldir. Bu, artık modası geçmiş akım, çağdaş Türk sofizmini teşvik eden nedenlerden biri olmakta devam ediyor. Batı karşısında ekonomik olarak iki büklüm, AB kapısında nöbetçi, global ekonomi oyunun at koşturduğu oldukça az okumuş bir ülkede, iktidarın işine yarayacak safsata üretmek ekonomik bir yatırımdır. Yeni sofizmin tersaydınlanmış temsilcileri çokluk köşe yazarları, sosyal bilimciler ya da teknologlar içinde yetişiyor. Gerçek bilim dünyası ile ilişkileri yok. Gerici söylemi destekleyen tezlerle ortaya çıkıyorlar. Batı emperyalizminin hortlamış eğilimleriyle çakışan yorumları var. Kıbrıs Rumlarının, Ermeni tezlerinin yollarına halı seriyor, Türkiye üzerindeki sevimsiz emelleri sırıtan yeni haçlı tezlerine de olumsuz bakmıyorlar. Bunlar ikinci Sevr’ci olmayabilirler, ama Cumhuriyet karşıtı bütün eğilimleri destekleyen ve örtüşen tavırlarlarıyla Damat Ferit Paşa, Ali Kemal, Hürriyet ve İtilaf gibi adları düşündürüyorlar. Bütün bunları eleştirel düşüncenin özgürlüğü için yapıyorlarmış. Bu yargılarda eleştiri olduğu kesin, ama düşünce olduğu o kadar açık değil. Eleştiriler Türkiye’nin gerçek sorunlarını mı ele alıyor, yoksa eleştirmek fırsatı yaratmak için özel konular mı seçiliyor? Herhalde kimse farkına varmadan Türkiye’de eğitim gelişti, bilim ve felsefe üretilmeğe başlandı, kavramsal düşünce yeni düzeylere ulaştı, tarih bilinci topluma mal oldu. Kuşkusuz buna paralel bir de eleştiri olacak. Ne var ki tarihçiler ve eleştirmenler nedense sadece Atatürk rejimini sorguluyorlar. Ne IMF’i, ne Avrupa Birliği’ni, ne dinci ayaklanmayı, ne ilk öğretimin zavallılığını, ne üniversitedevlet anlaşmazlığını, ne tarımı, ne kent topprağı soygununu, ne de imamdan vali yapma girişimlerini sorgulamıyorlar. Şeriat kavgası yapan bir iktidarın, bütün üyeleri laik olan bir topluluğa katılmak isteyen bir iktidarın neden şeriat kavgası yaptığını sorgulamıyorlar. Komprador ekonomisini sorgulamıyorlar. İktidarla bir modus vivendi içinde gül gibi geçiniyorlar. Bütün sorun 192338 arasında. Sorunlar orada, yanıtlar da bu sofistlerin köşe yazılarında. 19251945 arasında uygarlığın birçok özellikleri yokmuş. Kurtuluş Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında Osmanlı toplumu, bir banyoya sokulup birden bire uygar olacaktı anlaşılan. Herhalde bu hokus pokusu liberal ve postmodern sofistlerle çok sevişen AKP yaptı. ÜRK milleti adına karar vermeye yetkili TC Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesi hâkimi Tekman Savaş Nemli’nin 2006 / 1094 MÜT sayılı kararı: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11.08.2006 tarih ve 2006 / 1864 Basılı Soruşturma sayılı yazıları ile internet sayfalarına erişimin engellenmesi sebebi ile evrak mahkememize gelmekle, evrak incelendi. Gereği düşünüldü: Talebin kabulü ile ‘Siyonist Ağalar Mührü TayYeap’e, Padişahlığı Zapsu’ya bağışlayınca’ başlıklı yayının yer aldığı www.sesar.com.tr isimli internet sayfasının Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 162. maddesi gereğince Türkiye’den erişimin engellenmesine, evrakın gereği için, ikmali için Cumhuriyet Savcılığı’na iadesine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu itirazı kabil olmak üzere karar verildi.” Sözü edilen internet sayfası, kısa adı Sesar olan Siyasi, Ekono T keyle “Hayır, senin zıpır yaralamadı, ben bu yara yüzünden de ölmem ama senin sözün beni öldürür” diye cevap vermiş. ABD bugün tam “yaralı aslan”ın trajedisini yaşıyor. Aldığı yaralardan dolayı değil de seçtiği yanlış aktörler, uyguladığı hatalı stratejiler, tespit ettiği yanlış hedefler sebebiyle kaplumbağaların maskarası oldu. Batı, Türkiye’nin tam anlamıyla yok olmasını istiyor. Bunun için Batı’yı göklere çıkaran reaksiyonerlerle anlaşmayı çıkar yol görmüşlerdi. Bu yol tutmayınca para, makam, mevki, papaz ve haham aferini için Allah, peygamber, Kuran, vatan, millet ve devlet gibi tüm değerleri satabilecek ‘sahte İslamcılar’ sürüldü piyasaya. Sahte laiklerle, sahte Atatürkçüler ordu ile milletin, millet ile devletin arasını açacak, sonra sahte İslamcılarla olgunlaşan meyve düşürülecek; Türkiye tarihin tozlu sayfalarına postalanacak. Doğan Kapkıner: “Adalet Bakanı Cemil Çiçek ‘AB’den adaletli davranmasını bekliyoruz’ demiş. Merhamet dileniyorsanız kendi adınıza dilenin! Unutmayın ki Atatürk ‘Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksulluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir’ demişti.” Merhamet Golcü Nail Bezel: “Altın golü bekliyorlarmış. İki yanında magandalar; gel de arama bir Kemal Sunal filmini!” Bam Teli MAYIS’A şunun şurasında altı ay kaldı. Zaman su gibi akıp gidiyor; göz açıp kapayıncaya kadar takvim yaprağı 16 Mayıs 2007’yi gösterecek. Nedir bu tarih? 16 Mayıs 2007’de Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı sıfatıyla kimin oturacağı belli olacak. Bugünkü Meclis aritmetiğine göre, Çankaya Köşkü’ne kimin çıkacağına AKP karar verecek! Seçmenin dörtte birinin oyu ile Meclis’in üçte ikisini ele geçiren ve son kamuoyu yoklamalarına göre seçmenin dörtte birinin bile desteğini alamayan AKP’yi demokratik yollardan durdurmanın bir tek yolu var o da ana muhalefet partisi CHP’nin Meclis’i boşatması; sinei millete dönmesi. §Ne var ki CHP Genel Başkanı Deniz Baykal böyle bir düşüncede değil. Recep Tayyip Erdoğan’ı Siirt’te yenilenen seçimle milletvekili yapan Deniz Baykal, bu gidişin sonunda cumhurbaşkanı da yapabilir! Özetle, laik ve demokratik bir Türkiye özlemi çeken kitleler CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a fazla güvenmemeli. Bu arada AKP çok ince bir ÜNDEMİN KONULARI Türkiyenin politik gündemi iki konu üzerinde yoğunlaşmakta: Laiklik ve şeriat, Din ya da Bilim’in egemenliği. Diğer bütün önemli konulara getirilen yorumlar bu iki konudaki tutumlara bağlı olarak yönlenmektedir. Bu konular Osmanlı İmparatorluğu –Türkiye Cumhuriyeti tarihi aksı üzerinde şekilleniyor. Örneğin Cumhuriyet Osmanlı’ya göre daha gerici miydi, tartışması bu aks üzerindedir. Bu bağlamda ilk saptama, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti arasında, politik strüktür açısından varolan farklılaşmanın aynı toplumun kendi iç gelişmesi olduğunu anımsamaktır. Cumhuriyet rejimini kuranlar, Osmanlı imparatorluğunu yıkan Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusu komutanlarıdır. Ben Sarıkamış’ta Ruslara esir olmuş bir Osmanlı subayının oğluyum. Cumhuriyetin elinin henüz zor uzandığı Anadolu’nun ilkokullarında okudum. Ve bundan on yıl öncesine kadar tartışmayı düşünmediğim konuların Cumhuriyeti yıkmağa yönelik söylemlere konu olduğunu gördüğüm zaman, nedenlerini anlıyor olsam da, ciddi olarak irdelenmesi gereken yaygın entelektüel hastalıklar olduğu kanısındayım. G 16 Avrupanın kabul ettiği çağdaş politik rejimler ölçütüdür. Ve Matbaanın kabulü gibi, Avrupa’dan ikiyüz yıl sonra gerçekleşmektedir. SOFİST MANTIK Şimdi bu reddedemeyeceğimiz tarihi gerçekler üzerinde liberal düşündüğünü söyleyen bir adam "Atatürk rejimi Osmanlı’ya göre geridir" derse ne anlama gelir? Liberal ideoloji kişi üzerine kurulur. Bu kişinin devlete karşı haklarını, ifade ve davranış özgürlüğünü, dini ve diğer ideolojilerin baskılarından bağımsız olmasını öngörür. Solcular liberalleri serbest pazar ekonomisinin ajanları olarak görürler. Sağcılar ise kurumlara ve geleneklere saygısız olmakla suçlarlar. Cumhuriyetin Osmanlı’ya göre geri olduğunu savunmak Liberalizm’le açıklanamaz. Şeriat devletinde kişi nerede, özgürlük nerede? İşte bu ikilem (daha doğrusu açmaz) sofist mantık kuşkularını akla getirir. Yunanlılar bilge adama sofist diyorlardı. Bunlar halkı eğiten kişilerdi. Fakat sadece bir tartışmayı kazanmanın tekniklerini öğrettikleri ve bu işi para için yaptıkları için Eflatun bunlara şarlatan diyordu. Gerçi çağdaş felsefe tarihi sofist’lerin Sokrates’e yakın bir tutumla ve şüphecilikle çağın epistomoloji ve etik sorunlarının kaynaklarına inmeye çalışan düşünürler olduğunu ve daha demokratik bir akımı temsil ettiklerini savlarsa da, düşünce tarihinde önemli fikirleriyle değil, tartışmalarıyla tanınırlar. Gorgias Sokrates’e söylev sanatının ne olduğunu şöyle anlatır: "Mahkemelerde yargıçları, kurultayda üyeleri, halk toplantısında ya da buna benzer siyasi toplantılarda vatandaşı kandırmak için sözden büyük ne var? Sözün gücünü edindin mi, hekim de, beden eğiticisi de senin buyruğuna girer; zenginlikler topladığını söylediğin sarraf da o zenginlikleri kendi için değil, konuşmayı, kalabalığı kandırmayı bilen senin için toplamıştır." Eflatun Sofist adlı denemesinde bir sofisti şöyle tanımlar: "içtenliksiz, kendini beğenmiş bir taklitçilikten kaynaklanan karşıt yargı yapmak sanatı, sözcüklerle oynanan bir gölge oyunu." (B. Russell’den alıntı) taktikle yoluna devam ediyor. Taktiğin özeti Cumhurbaşkanlığı seçimini kamuoyunun gündeminden uzak tutmak; AKP’nin sivriliklerini olabildiğince saklamak. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin kamuoyu araştırmalarına bile tahammül edemiyorlar; yandaşlarını kontrol altında tutmaya çabalıyor ve halka olabildiğince şirin görünmeye özen gösteriyorlar. AKP’nin 16 Mayıs’a dek “bam teli” Cumhurbaşkanlığı konusu; başka bir şey değil. Geçenlerde izinli bir meydan gösterisi yapıldı. Meydana sandık kurulacak ve Çankaya’da nasıl bir Cumhurbaşkanı oturması gerektiğine dair sembolik bir oylama yapılacaktı. Polis, oylamaya izin vermedi. Polis’in gerekçesi “AKP’lileri rahatsız etmemek”ti! O halde sivil toplum kuruluşlarına, demokratik kitle örgütlerine önemli bir görev düşüyor. Salonda ya da meydanlarda düzenlenecek her toplantı için önceden bildirimde bulunup ortaya bir sandık yerleştirmek! Her fırsatta sembolik bir Çankaya oylaması yapmak. Halk bu iktidarın “bam teli”ne dokunmaya başladığında belki Deniz Baykal da bir şeylerin farkına varır! Destek Mustafa Bülent Alan: “Başbakan, THY’ye Airbus’tan birkaç yeni uçak alsın, belki Fransa ile Almanya’nın desteğini kazanır!” İtina Gülhan Elmas: “Hükümet Rumlara jest olarak liman açıyor. Üs, liman, gümrük fark etmez; ‘sıkmabaş’ haricinde her şey itinayla açılır!” Karakaş Tacettin Güleç: “Prof. Eser Karakaş’a öneri; ülkemiz 85 yıl önce işgal altındaydı; bir jest yaparak işgalcilere açsak ne değişir!” Zafiyet Nami Tepe: “O dedi ki; eşimin başını açmak mı, Allah göstermesin, siyasal kimlik zaafı olur. Ben de dedim ki; senin köşke çıkman mı, Allah göstermesin, Cumhuriyetin zaafı olur!” BELLEKTEKİ BİLGİLER Türk toplumu, daha Atatürk doğmadan önce, Rusların Yeşilköy’e zafer anıtı diktiklerini, sonra Bulgar ordusunun Çatalca’ya geldiğini, Birinci Dünya Savaşı’nda İstanbul’la birlikte Anadolu’nun bir çok yerinin işgal edildiğini ve İstanbul’daki Osmanlı hükümetine Sevr anlaşmasının imza ettirildiğini hatırlıyor. Osmanlı döneminde Anadolu’da dişe dokunan bir tek fabrika olmadığını, tek bir ana demiryolu olduğunu, okuma yazma oranının da Cumhuriyetten önce %7 olduğunu hatırlıyor. O günün 810 milyonluk Anadolusu ile bugünün 75 milyonluk Türkiye’sini karşılaştırmak olasılığı yok. Bu imparatorluğun cehaletten battığını anlatan pek çok tarihi belge arasında iki tanesini anımsatacağım. Fatih’in kendisine genç yaşta hoca seçtiği ve vezirliğe kadar yükselttiği çağının en parlak zekâlarından kabul edilen Sinan Paşa’nın Maarifname adlı kitabından Mertol Tolun’un aldığı bir pasaj : "Nesnelerin gerçeği ve varlığı üzerindeki yargılarda ayrıntılar iyi bilinmeli. Fakat dini kuralların ve şeriatın yolunu gözetmek gerek. Aklına uyup gitmeyeceksin. Gerçi akıl esastır. Ama onda hata eksik olmaz. Ondaki hayalleri değme adam açık olarak gerçekten ayıramaz. Şeriat yolunda öyle şeyler vardır ki akıl oraya ulaşamaz. Çünkü akıl dairesi dışındadır. Akıl o işe karışmaz. Şeriat ne derse akıl iman edip susar." (M. Tolun, Tazarruname, 7) Bu, onbeşinci yüzyıl. 350 yıl sonra Üçüncü Selim’in çaresizliğinden sarayda ağladığı ve öldürüldüğü, İkinci Mahmud’un katillerden zor kurtulup Vakai Hayriye’yi gerçekleştirdiği dönemden sonra, 1839’da Mustafa Reşit Paşa’nın okuduğu Gülhane Hattı Hümayun’un ilk paragrafı: "Herkesin bildiği gibi, devletimizin kuruluşundan beri Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tabasının Erdal Yücel: “AKP, Rumlara limanlarımızı açmaya karar verince Borsa yükselmiş. Türkiye’nin zararına olan her şey ödüllendiriliyor!” Borsa Tacettin Güleç: “Amerika’nın Buş’una her bilgiyi verdikleri için Türkiye’nin başına bilgi verme gereğini duymuyorlar!” Buşçu Mühendis Mektebi 43 yaşında ühendis Mektebi Âlisi'nde dün mektebin senei devriyesi (yıldönümü) tesid olunmuştur (kutlanmıştır). Bu münasebetle bir müsamere verilmiş, nutuklar irad edilmiş, temsiller yapılmıştır. Mühendis Mektebi Âlisi'nin 43. senei devriyesi dün, mektebin kıymetli talim heyeti ve eski mezunlarından mürekkep davetliler arasında samimi bir müsamere ile tesid edildi. Müsamereye saat 14'te talebe tarafından keman ve flütle çalınan İstiklâl Marşı ile başlandı. Bundan sonra dördüncü sınıf talebesinden Naşid Efendi, okuduğu bir nutukta mektebin ufak bir tarihçesini yaparak davetlilere teşekkür etti. Mühendis Osman Vehbi ve mektebin hendesei tersimiye ve buhar makineleri müderrisi (profesörü) Yusuf Razi beyler de birer nutuk söylediler. Osman Vehbi Bey de mektebin tarihinden bahsederek, evvela mektebin askeri bir mektep olmak üzere teşekkül ettiğini, M HANGİ DÜŞÜNCE? Bu çok Osmanlıcı’ların Türkiye için düşündürücü tutumlarının başında gerçek bilimsel düşünce ile ilgili olmamaları gelmektedir. Akıl’a karşılar. Nakil bir kez söylenir. Ve sonsuza kadar yinelenir. Türk toplumunun güncel sıkıntısı, cehaletin çürüttüğü çağdaş toplumsal söylemin üniversiteye kadar ulaşmış olmasıdır. Akıla dayalı bilimsel düşünce zamanı izleyen, yenilenen, hiçbir dogma’ya dönüşmeyen bir sürekli bilgilenmedir. Atatürk 1933’de "Benim gerçek mirasçcılarım akıl ve bilim peşinde olanlardır" dediği zaman, hiç donmayacak, hiç durmayacak bir yenilenmeden söz ediyordu. Liberallere ve postmodernist’lere de böyle bir yol gösterici daha uygun düşmez mi? Böylece komplo teorilerine de hedef olmazlar. POST MODERNİZM Belki Postmodernizm’in teşvik ettiği bir tavırdan da söz etmek gerekir. Postmodernizm sürekli gelişmeye, bilimsel bilginin gerçeği yansıttığı inancın, mo sonra Mülkiye Mühendis Mektebi’ne tahvil edildiğini (dönüştürüldüğünü) söyledi. Mektebin kısa bir zaman zarfında birçok defa oradan oraya nakledilmesinin, Mütareke senelerinde çekilen sıkıntıların, mektebin inkişafına (gelişimine) hayli mani teşkil ettiğini de ilave etti. Yusuf Razi Bey, nutkunun nihayetinde, hakikaten lâzım olan ve eskiden beri düşünülen Mühendis Mektebi Alisi mezunları cemiyetinin teşekkülünü samimiyetle temenni etti. Bundan sonra, çalınan alafranga muhtelif parçalar dinlendi. Dördüncü sınıf talebesinden Kâzım Efendi'nin söylediği monolog davetlileri epeyce güldürdü ve çok alkışlandı. Yine talebe tarafından temsil edilen Çürük Merdiven ismindeki bir perdelik komedi hemen hemen kusursuz oynandı. Mukbil, Kâzım, Lütfi ve Avni efendiler epey muvaffak oluyorlardı. Çalınan alaturka birkaç parçadan sonra talebeden Ziya Efendi çok muvaffakiyetli bir revü yaptı. Ziya Efendi bu revüsünde artistlerimizden Raşid Rıza, Ertuğrul Muhsin, Behzad beylerle Eliza Hanım’ı, aktör Burhaneddin Bey'i muhtelif rollerde o kadar güzel taklit etti ki, davetliler en coşkun alkışlarını kopardılar. Müsamereden sonra hazır bulunanlar çaylarını içmek için büfeye davet edildiler. Mühendis Mektebimize daimi bir inkişaf temenni ederiz. 14 Kasım 1926 Pazar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle