17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aybike KOCA TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Araştırmaları Masası [email protected] Ulus devletler yönetme yetisini yitiriyor… C S TRATEJİ 9 iddia ediyorlar. Bunların ortadan kalkması ise ulus devletlerin sonunu getirecek. Yani küreselleşmenin tam anlamıyla gerçekleştiği bir durumda şirketlerin piyasaya giriş ve çıkışlarının (kavramsal olarak) söz konusu olmayacağı bir düzeye gelinecek ki bu düzeyde çok uluslu şirketler daha zengin olarak tekelleşecek. üreselleşmeyi pek çok kalıba sokmak mümkün. Sözlük anlamına bakıldığında küreselleşmenin bir metanın, kültürün veya olayın dünyanın her yerine yayılması olduğu görülüyor. Ancak günümüze uygun olarak en doğru tanım; sanayileşmenin büyük güçler lehine gelişmesini ve bu yöndeki çıkarları gösteren süreç. Aslında sözlük anlamıyla oldukça adaletli bir süreç tanımlanıyor gibi. Buna karşın bugüne dek yaşanan küreselleşme deneyimleri gösteriyor ki, bu süreç sadece çok uluslu şirketlerin hakim olduğu sistemi yürüten ülkelere fayda sağlamış. Küreselleşme deyince akla ilk gelen hakim güç çok uluslu şirketler ve akla ilk gelen ülke ABD şüphesiz. Ancak günümüzde bu şekilde olsa da sistem geçmişten bu yana böyle tek egemen gücün gölgesinde değildi şüphesiz. Çok eskiye gitmeye gerek yok, yirminci yüzyılın başlarında ABDAvrupa arasında kurulan güç dengesi yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde oyuncu değişikliği ile sarsıldı. ABD sabit oyuncu olarak kalırken artık kutbun diğer tarafında Avrupa’dan çok daha "sert" bir duruş sergileyen Sovyetler Birliği vardı. Bu iki güç uzun yıllar diğer ülkeleri ve birbirlerini nükleer güçleriyle tehdit ettiler. Bu korkunun hakim olduğu ve adına "Soğuk" denilen savaştan yenilgiyle çıkan takım ise sahaya inişinden beri şaşkınlıkla izlenen Sovyetler Birliği oldu. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde artık ne Sovyetlerden ne de Birlikten bahsedilebilirdi. Dağılma süreci, Asya’nın ve genel olarak Avrasya’nın, küreselleşmenin tuzağına düşmesine etki etti. Birlikten kopan en büyük parça olan Rusya, ABD’nin zengin ve güçlü şirketleriyle baş edemediği için olsa gerek taraf olmak bir yana dursun yem olmaya başladı. Durumu kendi lehine çevirebilen ve bu sayede şimdi bile tek süper güç olan küreselleşme lideri ABD ise yeni hesaplar peşinde. K Küreselleşme ABD’nin aracı Sözlük anlamı masum bir içerik taşıyan küreselleşme, güçlünün faydalandığı bir sistem olarak ortaya çıkıyor. Küreselleşmeyi yönlendiren ABD, cari açık verdiği Çin’i dahi rakip olarak görmediği mesajını vermeye çalışıyor TÜRKİYE’NİN PAYINA DÜŞEN ‘PASTA MÜCADELESİ’ Ticaretin serbestleşmesi, küreselleşmenin etkisiyle uluslararası ticaret kurallarının tüm ülkelere uygulanması ve gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yön göstermek istemesi (!) sonucu literatüre yeni bir kavram girdi: Pastadan pay almak… Küreselleşmeyi ticaret koşullarının iyileşmesi ve kar sağlamak olarak algılayan sanayileşmiş ülkeler için ekonomik kazançların malzemelerinden oluşan pastayı tatmak isteyen ve bu uğurda çok uluslu şirketlerin kurduğu dengeye ayak uymak zorunda bırakılıyorlar. Aksi takdirde ellerindeki kaynaklardan da oluyorlar. Pastadan pay alma fikri bu kadar yaygın ve kabul görmüşken önemli olan bir noktanın atlanmaması gerekiyor. Ahmet Ulvi Türkbağ hocanın "Pasta Tarifleri Üzerine Bir İnceleme: Küreselleşme ve Adalet" isimli makalesinde yazdığı gibi, kapitalizmin doğumundan bu yana ona taraf olanlar ile karşı çıkanlar arasında bir pasta mücadelesi sürüp gitmektedir ve önemli olan pastanın büyüklüğü değil eşit (adil?) bir şekilde Küreselleşmeyi görev ve küresel imparatorluğu misyon olarak benimseyen maşa olarak da başta IMF ve Dünya Bankası gibi çok uluslu şirketleri kullanan ABD’de küreselleşmenin faydalı olduğunun ispatı neredeyse devlet politikası haline gelmiş. Buna karşın küreselleşmenin sadece güçlü olana fayda sağladığını gören araştırmacı sayısı hiç de az değil. Hatta Amerika’nın neden hep güçsüzlerle savaştığını ortaya çıkaran görüşler son yıllarda çok moda. Buna göre çok uluslu şirketlerin hakim olduğu ülkeler zaten birbirleriyle savaşmazlar. Aksine savaşmayıp ittifak kurarlar. Çünkü ekonomik sahipleri aynı olan iki ülkenin bölüşülmesidir. Gerçekten de 1990’lı yılların savaşması ekonomik çıkarların aynı olması sebebiyle başından bu yana tartışılmaya açılan konu bir anda pek olası değildir.(1) Buna karşın çok uluslu boyut değiştirmiş ve 20. yüzyılda ortaya çıkan tüm şirketlerin egemen olduğu ülkelerin yoksul ve düşünürler pastanın adil bölüşülmediğini ispata "bağımlı" ülkelere savaş ilan etmesi oldukça sık yönelik çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmaların çoğu karşılaşılan bir durum. günümüzde halen geçerliliğini koruyan ve bu işi Küreselleşmeye hizmet eden kuruluşların ve bu savunanlarca kalkan olarak kullanılan tezler halini kuruluşların hâkimiyetindeki ülkelerin 21. yüzyılda almıştır. Çok uluslu şirketlerin hakim olduğu, da kaynaklarını kullanamayan (!) ülkeleri sömürmeye liberalizm ile Marksizm arasında gidip gelen ve devam etmelerine ve bunu açık ya da gizli yollarla kapitalizmin tüm unsurlarını barındıran ekonomiler, yürütmelerine alışılmış gibi gözüküyor. Öyle ki pastanın en büyük payına sahip olmanın yanında söz bugün Afrika’nın açık şekilde sömürülmesine, serbest konusu ekonomilerin pastadan aldıkları payın her ticaret bağlamında ülke kaynaklarının yok edilmesine geçen gün arttığı gözlemlenmiş. Sonuç olarak ses çıkarılmıyor. Diğer yandan Türkiye gibi coğrafi küreselleşmenin, çok uluslu şirketlerin yön verdiği yönden stratejik bir konumda bulunan ülkelerin zengin ülkeleri daha zengin yaptığı buna karşın ulusal gizlice sömürülmesi fark edilmiyor bile. Zenginlerin politikalarla kalkınmaya çalışan yoksul ülkeleri daha paralarını korumayı ilke haline getirmiş olan çok da yoksullaştırdığı neredeyse genel kabul gören bir uluslu şirketlerin bu tekelci yapılarıyla sürdürülebilir gerçeklik halini almış. büyümeye katkı sağlamayacakları aksine büyümenin Küreselleşme karşıtlığı tezlerinden belki de en altyapısının oluşmasına dahi izin vermeyecekleri önemlisi olan A. Sundram ve J. Black’in kesin. Zira küreselleşmenin sadece gelişmiş ülkeler araştırmaları, Durmuş Özdemir hoca tarafından arasında kişi başına düşen gelir düzeyini kaleme alınan "Küreselleşme, Ekonomik Büyüme ve yakınlaştırdığı (yakınsamaconvergence) buna karşın Çok Uluslu Şirketler" isimli makalede anlatılıyor: yoksul ülkeleri ıraksama (divergence) eğilimine Küreselleşmenin, ülkenin çok değerlilik ile çok soktuğu pek çok teorisyen tarafından öne sürülüyor. kaynaklılık düzeylerinde düşürücü etki yaptığını Görüldüğü gibi küreselleşme ile birlikte artan söyleyen Sundram ve Black ikilisi, çok uluslu ticaretten kazançlı çıkan taraf hep ABD yani küresel şirketlerin yabancı aktivitelerinin piyasa imparator olmaya çalışan ve bunun için ülkeleri işgal yapılarındaki, uluslardaki, etnik yapılardaki, etmekten çekinmeyen ülke olurken, onun verdiği dillerdeki, gümrüklerdeki ve hukuki sistemlerdeki ticaret fazlasına eşit oranda açık veren ülkeler farklılıklar ortadan kalkıncaya kadar devam edeceğini kaybetmeye mahkum hale geldiler. IMF heyetinin Türkiye ziyaretinden... Bugün ticari açık verdiği Çin’i büyük bir rakip olarak görmediğini ispatlamaya çalışan, bu yolla bile küresel hakimiyet projesini ilerleten ABD, küreselleşmeyi kendi ellerinde tutuyor. 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da küreselleşmenin sözlükteki faydalarını gören tek ülke ABD olacak gibi görünüyor. Buna karşın küreselleşmenin diğer yüzü ile karşılaşan ülkeler dünya tarih sahnesinde sadece piyon olabilecekler. Belki o kadar bile değil… Çünkü gün geçtikçe çok uluslu şirketlerin gücü artıyor, paralel olarak ulusal ekonomilerin ulusal karar alabilme yetileri yok oluyor. Sonuç olarak da Türkiye’de olduğu gibi büyük petrol şirketlerinin baskısıyla kanunlar değişebiliyor… Dipnot: 1 Durmuş Özdemir,"Küreselleşme, Ekonomik Büyüme ve Çok Uluslu Şirketler", Doğu Batı Düşünce Dergisi, 2002, Sayı:18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle