26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gazlı içecek içen gaza mı geliyor? Önder ŞENYAPILI nkara/Kızılay Meydanındaki Kızılay yapısını, 2002 yılında yayımlanan ‘Bir Dönem, Bir Çocuk’ başlıklı anılarında Altan Öymen şöyle tanımlar: "... altı dar üstü geniş, yani yer çekimiyle inatlaşır gibi görünen, ama koltuk değneği gibi bir sütuna dayanarak duran bence – acayip bir bina..." Daha önce, orada, bahçe içinde üç katlı, cephesinde büyük bir Kızılay amblemi bulunan bir yapının varolduğunu, aynı bahçede yer alan büfede ‘Afyonkarahisar Madensuyu’ satıldığını da anlatır aynı kitapta. Anlattığı üç katlı yapı, yanılmıyorsam, 1980’li yıllara girilmek üzereyken yıkıldı. Arsaya dönüşen bahçe bir süre otopark olarak kullanıldı. Büfe ise, galiba, yapı yıkılmadan önce kalkmıştı ortadan. Bizim kuşak, gençlik yıllarımızda otomobil sahibi değildik. Taksiyle gezebilecek denli yüksek harçlıklarımız da yoktu. Çok çok, dolmuşa binerdik. Gelgelelim, dolmuşlar da belirli hatlarda çalışırdı. Belediye otobüsü sayıca azdı. Seyrek geçerdi. Durakta uzun süreler beklemek gerekirdi. Ve gelen otobüs de tıklım tıklım dolu olurdu. Dolayısıyla, bir yerden bir yere, genelde, yaya giderdik. Bol bol yürürdük. Yürümeye alışık olduğumuzdan dolmuşa da pek binmezdik doğrusu. Kızılay bahçesi farklı yürüyüş güzergâhlarının orta noktasıydı bir bakıma. Ve de benim Ankara’ya geldiğim 50 yıl öncesinde kolalı içecekler, meyve suları, vb. üretilmiyordu Türkiye’de. Yerel gazozlar vardı; maden suyu ve maden suyu sodası vardı; ve de limonata... Kızılay bahçesi büfesinde, yanlış anımsamıyorsam, limonata da satılırdı. Ya da maden suyunun içine istek üzerine bir miktar limon suyu sıkardı satış görevlisi. Şimdinin çeşitli kokulu (aromalı) sodaları benzeri tatta bir içecek oluşurdu böylece. O zamanlar, daha büyük şişelerde ‘maden suyu’, daha küçük şişelerde ise ‘maden suyu sodası’ satılırdı. Kızılay büfesinde her ikisi de bulunurdu. Ama, ayrıca Amerikalıların ‘soda fountain’ı gibi bir de ‘soda pınarı’ vardı büfede. Genelde pınardan doldurulurdu bardağa soda. İsteyene şişelenmiş soda verilirdi. Bir not daha: O yıllarda ‘şişe suyu’ vardı ama, büfeler pek satmazlardı. Su isteyene büfenin kentsuyu çeşmesinden bir bardak doldurulup ikram edilirdi. Şişe suyu, genelde, lokantalar ve muhallebiciler ile pastahanelerde servis edilirdi. Yaygın olarak tüketilmezdi şişe suyu, özetle. Yaz tatillerini mokamplarda geçirdiğimiz yıllarda, tatil süresince ağzına su koymayanlar olurdu. Mokampların yabancı konukları ise, kendi ülkelerinden getirdikleri petsuları içerlerdi. Susuzluktan kavrulan yerliler imrenirlerdi. Petsu üretimi başladı, herkes rahatladı. Şimdi gidilen her yerde oturduğunuz kentte içtiğiniz ‘iyi su’yu bulmak olanağı var. Su, tarih boyunca önemli olmuş. Özellikle Orta Doğu’da, su kıt olduğu için, su sahibi olan, suyu denetleyen, yaygın deyişin anlattığı gibi, ‘suyun başını tutan’ yönetim gücünü de (erki de) eline geçirmiş. Tarihçiler, Mısır’ı, Asurlular’ı ve Saba (Arapçası Sebe) A Krallığını su dolayısıyla bulundukları bölgede gelişmiş egemenliklere örnek olarak sıralıyorlar. Nitekim, (daha çok Melikesi Belkıs ile tanınan/anımsanan) Saba, su sâyesinde çok gelişmiş yemyeşil bir ülkeyken, İ.Ö. 3. yüzyıl dolaylarında (kimi kaynaklar 5., kimileri 2. olarak veriyor.) başkent Ma’rib’teki yüksekliği 16 metre, genişliği 60 metre ve uzunluğu da 620 metre olan dev baraj yıkılınca tüm gücünü yitirmiş. Kuran’ın olayla ilgili olan ‘Sebe Ayeti’nde barajın yıkılmasından ‘Seylül Arim’ yani ‘Arim seli’ olarak söz ediliyor. (Bu anlatım, aynı zamanda bu selin meydana geliş şeklini de gösteriyormuş. Çünkü, ‘arim’ sözcüğü ‘set, baraj’ anlamına gelen ve Güney Arapçasında kullanılan ‘arimen’ sözcüğünden türetilmiş. Dolayısıyla, ‘Seylül Arim’, setin yıkılması sonucunda oluşan bir seli tanımlıyormuş.) Arim seli felaketinden sonra tarım alanları yok olmuş ve bölgede çölleşme başlamış. Sebe Krallığı belini doğrultamamış selden sonra. (Hisse şu: sodyum karbonat bulunan, köpüren su" diye tanımlıyor sözcüğü. Çamaşırın asitli kirlerini eriten sodyum karbonat ‘çamaşır sodası’ olarak bilinir. Fransızca ‘sodium’dan Türkçeye alınmış olan ‘sodyum’, deniz ve kaya tuzunda, doğada birleşik olarak yaygın bulunan, çözümlemeyle ayrıştırılamayan ya da bireşim yoluyla eldelenemeyen bir madde, ya da kısaca söylenirse, ‘element’dir. (1783 yılına değin su da bir ‘element’ olarak görülüyordu. O yıl Fransız bilimadamları suyu bileşenlerine {hidrojen ile oksijene} ayırdılar.) Gene Fransızca kökenli ‘carbonat/karbonat’, karbonik asidin bazlarla birleşerek oluşturduğu tuzların adıdır. Ve de ‘carbon/karbon’ sözcüğünden türemedir. Orta öğrenim yıllarından aklınızda kalmış olabilecek ‘Enerjinin sakımı’ yasasını koyan Fransız bilimadamı AntoineLaurent de Lavoisier (17431794) ‘carbon’ sözcüğünü Latince ‘carbonis’ten > ‘carbo’, yâni ‘yanan kömür’ (charcoal)den çıkışla ‘charbone’ olarak 1780’lerde ilk ortaya süren kişidir. Başkalarının buluşuna konduğu söylense de, ‘oksijen’in varlığını bilimsel olarak açıklayan da odur. İskoç kimyageri Joseph Black (17281799) 1756'da ‘sabit gaz’ dediği karbon dioksidi buluncayadek bilinen tek gaz havaymış. Daha sonra, İngiliz kimyacı Joseph Priestley (17331804) deneysel olarak on kadar yeni gaz keşfetmiş ki, aralarında nitrus oksit, yâni ‘gülme gazı’, karbon monoksit ve sülfür dioksit de var; birine de ‘yetkin gaz’ adını vermiş. (Bir ekleme daha: Priestley, kurşun kalem silgisinin, ‘silgi’nin de mucidi.) Lavoisier ise ‘yetkin gaz’ın adını ‘oksijen’e değiştirmiş. Bu arada, karbon dioksidin ilk adı da karbonik asit imiş. Dolayısıyla, karbonat (İng. carbonated) ‘karbon dioksit içeren’ demek oluyor. Gazlı içecek denilen de ‘karbon dioksitli içecek’ten başka bir şey değil. Soda, içine karbon dioksit gazı sıkılmış suyun adı. Ankara/Kızılay bahçesinde (ve yazının başında değindiğimiz yıllarda Türkiye’de) ‘maden suyu’ ayrı, (karbon dioksitli) ‘maden suyu sodası’ ayrı satılırdı. Şimdilerde hangi sodanın ‘doğal mineralli’ (yâni maden suyu sodası), hangisinin salt sıkıştırılmış (CO2) gaz eklenerek üretilmiş su olduğuna göz atan/kulak asan yok!. Hemen hemen bütün buluşlar ‘tesadüf’ sonucudur. Soda ve/ya da bikarbonatlı suyun bulunuşu da tesadüfen... Joseph Priestly, Leeds’teki yerel bir bira yapımevinde, biranın mayalandığı fıçıları saran ve içine giren farelerin sağ çıkamadığı bilinen ve o sıralar ‘sabit gaz’ diye adlandırılmış hava katmanına bir çanak içinde koyduğu suyun bir süre sonra farklı bir tat aldığına tanıklık etmiş. Yakınlarına serinletici içki olarak sunduğu bu suyu herkes beğenmiş. Priestly, 1772’de ‘Impregnating Water with Fixed Air/Suya Sabit Gaz Aşılamak’ başlıklı bir bildiri yayımlayarak, tebeşir üzerine damlatılan sülfirik asitin karbon dioksit gazı çıkmasına yol açtığını ve bu gazın da bir çanak suya karıştırıldığında çözüldüğünü anlatmış. Bugün yapılan sıkıştırılmış karbondioksit gazını suya karıştırmak. Sıkıştırma, gazın çözünürlüğünü artırıyor ve normal basınç altındakine göre daha çok karbon dioksitin çözülmesini sağlıyor. Soru şu: Acaba içenler ‘gaza geldikleri’ için mi gazlı içecek tüketimi gitgide artıyor? Su ‘âbad’ (mamur) da eder, ‘berbâd’ (viran) da !..) Baraj yapacak akarsu yakınında kurulmamış ülkeler, kentler ise, uzaklardan getirmişlerdir suyu. İstanbullular ‘Bozdoğan Kemeri’nin niçin yapıldığını bilirler. Birçok ören yerinde su kemerlerinin kalıntıları durmaktadır. Suyu uzak yörelerden yeraltı tünelleriyle getirmeyi ise, İ.Ö. 8. yüzyılda Urartular becermiş... Orta Çağ’da Sicilya’nın Kuzey Afrika’dan ithal ettiği bir bitkinin Arapça adı ‘suvvad’ imiş. Rengi ‘kara’, yâni Arapça ‘savad’ olduğu için türetilmiş bu ad. İtalyancaya ‘sida’ olarak girmiş ve sodaya dönüşmüş. Türkçeye İtalyancadan geçmiş. TDK Sözlük’ü: "Sindirimi kolaylaştırmak, susuzluğu gidermek, içkileri sulandırmak için kullanılan, içinde 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle