Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tarıma bütüncül plan gerek Doç. Dr. Yücel ÇAĞLAR H angi düzlemde ele alınırsa alınsın, "planlama", akılcıl davranabilmenin öncelikli koşullarından birisidir. Bireylerin ya da kurumların; dahası, devletin bu doğrultuda çeşitli çabalara girdiği de bilinen bir başka gerçeklik. Sözgelimi; 1961 Anayasası gibi 1982 Anayasasında da; "Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlama, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir." yaptırımına yer verilmiş ve kalkınma girişimlerinin planlara göre gerçekleştirilmesi zorunlu kılınmıştır. Dolayısıyla da, başta Devlet Planlama Teşkilatı olmak üzere çeşitli kurumsal düzenlemeler yapılmış ve bugüne değin de sekiz beş yıllık kalkınma planı hazırlanmıştır. Gerçekte, 1930’lı yıllardan beri gündemde olan planlama, ülkemizde de, yönetim kültürünün önemli bileşenlerinden birisi olmuş; çeşitli düzlemlerde çok sayıda planlama deneyimi yaşanmıştır. Üstelik, uzman yurttaşlarımız, planlama çalışmalarının çoğunluğuna tümüyle gönüllü olarak katılmıştır. Ne var ki, yine bilindiği gibi, başta beş yıllık ülkesel kalkınma planları olmak üzere hazırlanan planların tümüne yakın bir kısmı, "kağıt üzerinde kalmıştır." Ancak, ilginçtir, neden kağıt üzerinde kaldığı hemen hemen hiç sorgulanmamış; rastlantısal olarak yapılan sorgulamaların sonuçlarını dikkate alan düzenlemeler de yapılmamıştır. Sonuçta, Türkiye, bir de, deyiş yerindeyse, plan çöplüğüne dönüşmüştür. Öyle ki; Anayasa ve yasa gereği hazırlanan planların bile hedeflerini, politika ve önlemlerini çok kısa sürede anlamsızlaştıran ve geçersizleştiren uygulamalar kolaylıkla yapılabilmiştir. Yapılabilmiş ve yaptırılabilmiş; ancak, ne yapanlara ne de yaptıranlara herhangi bir yaptırım uygulanabilmiştir. Sonuçta, Türkiye, "planlı plansızlık" olarak nitelendirilebilecek sürece sokulmuş; planlama da önde gelen kültürel ve yönetsel kirlenme alanlarından birisi olup çıkmıştır: Ülkesel kalkınma, sektörel gelişme, bölgesel kalkınma, il gelişme, çevre düzeni, imar (nazım, mevzii, uygulama, vb), çeşitli sorun alanları özelinde eylem, stratejik, master planları, bu bağlamda akla ilk gelebilecek örnekler. Bunların onlarcası yapıldı, yapılıyor ülkemizde. Ne var ki, bu planların hemen hemen hiçbiri kapsamları, amaç ve hedefleri, politika ve stratejileri, ilkeleri, yöntem ve teknikleri, öncelikleri vb yönlerden birbirleriyle yatay ve dikey olarak tümleşik değildir. Öyle ki, uygulayıcıları ya da sorumluları arasında sayılan kuruluşların bile çoğunluğu bu planların varlığından habersizdir. Şimdilerde söz konusu olan, böylesine bir plan kargaşasıdır işte. AB üyeliği süreci ise bu kargaşaya yeni boyutlar kazandırmakta ve tarım da artık bu kargaşanın çok yönlü ve yoğun olarak yaşandığı kesimlerin başında gelmektedir. Bol planlı ve projeli tarıma geçiliyor… Bilindiği gibi tarım, ülkemizde, uzunca bir dönem doğal yazgısına bırakılmıştır: Önceleri, doğanın verebildiğiyle yetinilmiş; sonraları da doğanın alabildiğine sömürülmesine yönelik çabalara girilmiştir. Sömürüye zamanla öylesine boyutlar kazandırılmıştır ki, çoğu yörede tarım arazileri artık tarım yapılamayacak denli kirlenmiş ve/veya yüksek verimli topraklarını yitirmiş; kimi yörelerde tarım dışı amaçlı kullanıcılarca işgal edilmiş; dolayısıyla da ülkemiz kendi kendini gerektiğince besleyemez duruma düşmüştür. Ne var ki, bu gerçeklikler bile tarımsal üretimin gerçekleştirilme biçimine gereken önemin verilmesini sağlayamamıştır. Ancak, ne zaman ki AB üyeliği süreci kimi somut adımlara dönüşmüş, bu kapsamda tarım da düzenlenmesi gereken bir kesim olarak ele alınmaya başlanmıştır. Son İlerleme Raporu, bir bakıma, bu yönelimin dönüm noktası olmuş; AB’nin saptamaları ve önermeleri, ne pahasına olursa olsun uyulması gereken buyruklar olarak algılanmış; tarım kesiminin bu buyruklar doğrultusunda "yeniden düzenlenmesine" yönelik çabalar yoğunlaştırılmıştır. Yüksek Planlama Kurulu’nun 30 Kasım 2004 tarihinde benimseyip Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na gönderdiği "Tarım Stratejisi 20062010" adlı belge bu gerçeği de açıklıkla ortaya koymaktadır. Sözgelimi; "Avrupa Birliği Ortak Tarım ve Balıkçılık Politikalarına Uyum ve Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması esas alınacaktır." anılan bel genin temel ilkelerinden birisi olarak belirlenmiştir. Ayrıca, yine anılan belgede 2004 yılı sonuna değin çıkarılması öngörülen Tarım Kanunu’nun kamuoyuna açıklanan taslağı’nın 5. maddesinde sayılan "Tarım Politikalarının İlkeleri" arasında "uluslararası taahhütlere uyum" ilkesine hemen ikinci sırada yer verilmiştir. Bu yönelimin sonuçlarından birisi de planlama, programlama ve projelendirme alanında gündeme gelmiştir. Sözgelimi bir yandan DPT’de ülkesel düzlemde "Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi" belgesinin hazırlanırken bir yandan da bu belgeyle uzak yakın hiçbir ilişkisi bulunmayan "İl Tarım ve Kırsal Kalkınma Master Planları", "Bölgesel Tarım Master Planları" ve "Türkiye Tarım Master Planları"nın hazırlanması sürecine girilmiştir. Öyle ki, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından belirtildiğine göre, 2005 yılı sonuna değin bitirilmesi öngörülen "Bölgesel Tarım Master Planları"yla; i) bölgenin üstünlükleri ve kısıtları dikkate alınarak tarım kesiminde sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması, ii) yeni gelir getiren faaliyetler yaratarak ve işsizliği azaltarak bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılmasına yönelik stratejilerin belirlenmesi, iii) bölgeye uygun tarımsal program ve proje alanlarının saptanması, iv) tarımın çevre, sanayi, turizm gibi diğer sektörlerle ilişkilerinin belirlenmesi, doğal kaynakların ve çevrenin korunmasına ilişkin önlemlerin belirlenmesi amaçlanmaktadır. 2006 yılı sonuna değin tamamlanması öngörülen "Türkiye Tarım Master Planları" ise; Türkiye'nin genel olarak tarımsal gizilgücünün, kısıtlarının, fırsatları ile başka ülkelere göre tarımsal üretimdeki karşılaştırmalı üstünlüklerinin belirlenmesi; bunlara göre de geleceğe yönelik tarımsal stratejilerin oluşturulması planlanmaktadır. Oysa, daha önce de belirtildiği gibi, ülkemizde; "Tarım Stratejisi 20062010" belgesi hazırlanmıştır ve bir yandan da "tarım havzaları geliştirme" vb projeler ile çoğunluğu dış destekli yeni bölgesel "kırsal kalkınma" planı ve programlarının geliştirilmesi ve uygulanmasına yönelik çalışmalar yürütülmektedir. Ek olarak, aralarında, sözgelimi Doğu Anadolu (DAP), Doğu Karadeniz (DOKAP) ve Güneydoğu Anadolu (GAP) bölgesel kalkınma planlarının bulunduğu çok sayıda plan da yürürlüktedir. Tüm bu plan, program ve projelerin birbirleriyle nasıl tümleştirileceği; başka bir söyleyişle, plan, program, proje kargaşasından nasıl çıkılabileceği ise belirsizdir. Planlama gerekli, ama… Açıktır ki, ülkemizde tarım kesimindeki gelişmelerin de tüm boyutlarıyla planlanması gerekmektedir. Ancak, bu gereğin, sektörel olarak bütüncül; işlevsel ve yersel olarak da yatay ve dikey olarak tümleşik bir yaklaşımla yerine getirilmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Ülkemizin ekolojik koşulları ve tarımsal üretimin yapısal özellikleri bu önemi daha da artırmaktadır. Öte yandan, ülkemizde, söz konusu gereğin yerine getirilmesi için gerekli kurumsal ve hukuksal donanım ile bilgi ve deneyim birikimi yeterince vardır. Bu nedenle, gündemdeki öncelikli sorun, kafaların ve gönüllerin dışa bağımlılıktan kurtarılmasıdır. Görünüşe bakılırsa, siyasal iktidar böylesi bir bağımsızlaşmaya hiç de istekli değil. Peki ya bizler ? 29