Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YAZARLAR DEĞERLENDİRİYOR Edebiyat ortamları... “Artık kimsenin İstanbul’daki edebiyat ortamlarını düşlemesi gerekmiyor. Ayrıca Anadolu’nun çeşitli kentlerinde binbir güçlükle çıkarılan edebiyat dergileri edebiyat sevdalılarını kendi çevrelerinde topluyordur. Dilerim vardır o ortamlar ve dilerim sürdürülür.” FEYZA HEPÇİLİNGİRLER T ürkiye’deki kitap fuarlarının sayısı kaça ulaştı, bilmiyorum ama yakında fuarı olmayan il ve ilçe kalmayacak. Balon gibi, içi boş bir doluluk görüntüsü. Ne yayınevleri memnun durumdan ne yazarlar. Okurlar deseniz... Asıl sıkıntımız o zaten! Okur yok. Olan okur fuarı beklemiyor, okumak istediği kitabı varsa yaşadığı yerdeki kitapçıdan alıp o kitapçının yaşamasına, ayakta kalmasına yardımcı oluyor; yoksa internetten ediniyor. Fuar vesilesiyle yazarlar arasında bir edebiyat ortamı oluşuyor mu? Bu yazının konusu asıl o. İnsanların oturup edebiyat konuştuğu, tartıştığı, söyleştiği yerleri kastediyorum edebiyat ortamı derken. Eskiden vardı öyle yerler. Yahya Kemal’lerin, Faruk Nafiz’lerin buluştuğu; Sait Faik’lerin, Orhan Veli’lerin karşılaştığı, birbirilerine laf attığı, nükteler yaptığı, dedikoduların havada uçuştuğu Pera Palas Oteli, Nisuaz Pastanesi, Krepen Pasajı gibi yerler... ‘BİZİM KUŞAK DA BİLİR TOPLANMA MEKÂNLARINI’ Onların zamanındaki aheste beste hayata yetişemesek de bizim kuşak da bilir birtakım toplanma mekânlarını. Sözgelimi 70’lerin Ankara’sındaki edebiyat ortamını, Zafer Çarşısını, Remzi İnanç’ın Toplum Kitabevini duyardık. O zamanlar İzmir’de yaşayanlar Ankara’ya değil, İstanbul’a özenirdik daha çok. Yalnız İzmirliler değil, İstanbul dışında yaşayan, taşrayı mesken tutmuş edebiyat heveslilerinin tümü, şiir, öykü yazanlar kendilerini İstanbul’a kabul ettirme çabası içinde olurlardı. Nasıl olmasınlar ki... Dergiler İstanbul’da yayımlanırdı, kitaplar İstanbul’da basılırdı, edebiyatın nabzı İstanbul’da atardı. Sanırım bu yüzden, İstanbul’da yazarların, şairlerin sık sık bir araya geldiğini, her boyutuyla sanatı, edebiyatı konuştuklarını sanırdık. En azından ben öyle sanırdım. Her ne kadar Sennur Sezer Adnan Özyalçıner çiftine o zamanlar bu sanımı söylediğimde birbirlerinin yüzüne bakıp “Yok öyle bir şey!” deyip gülüşmüşlerse de tam olarak yanılmadığımı biliyordum, daha sonra da gördüm. 80’lerde Nişantaşı’nda Hadi Olca’nın Akademi Kitabevi’nde Mehmed Kemal’le rin, Emil Galip Sandalcı’ların özellikle imza günlerinde nasıl toplaştığına, söyleştiğine ben de tanık oldum. Aziz Nesin’in laf atmak, Demirtaş Ceyhun’un bir şey sormak için uğradığı ama söyleşmeyi bırakıp ayrılamadığı sohbetler gecelere de sarkardı. Gazeteciler Cemiyetinin Cağaloğlu’ndaki lokali de bir edebiyat ortamıydı. Cemal Süreya ve Muzaffer Buyrukçu ile görüşmek isteyenler ikisini de bir akşamüstü orada bulacağını bilirdi. Bencileyin acemi çaylaklar ağzı açık dinlerlerdik atışmaları, laf yarıştırmaları. EDEBİYAT MAHFELİ! İstanbul’a yerleştiğim 90’larda da vardı edebiyat ortamları. Epey azalmıştı ya da ben artık ödül almaya gelmiş konuk yazar konumundan çıkıp yerlileşmeye başladığım için, sürdüğünü bilsem de oralarda olamıyordum ama ulaşabildiklerim bana yetiyordu. Sözgelimi, Tomris Uyar’ın Lamartine Caddesindeki evi bir “edebiyat mahfeli” gibiydi. Herhangi bir akşamüstü tanışmaya can attığınız bir şairle, yazarla, çevirmenle orada karşılaşma olasılığınız daima vardı. Adnan Benk’in evindeki bir akşam yemeği, tüm boyutlarıyla edebiyat sohbeti, edebiyat dedikodusu demekti. Hatta Nahit Hanım bi le hayattaydı o sırada. Çekingenliğimi yensem onun evindeki toplantılardan birine pekâlâ katılabilir, belki Orhan Veli’yi onun ağzından dinleme şansına bile ulaşırdım. TÜYAP Kitap Fuarı’nın Tepebaşı’nda olduğu yıllarda fuar mekânı, belli stantlar, örneğin Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) standı tam bir edebiyat ortamına dönüşürdü. İmza günleri, paneller, söyleşiler fuarın kapanmasıyla bitmez; genellikle Asmalı Mescit’te, ya Refik’te ya Yakup’ta noktalanırdı. TYS’nin yönetiminde olduğum yıllarda, yalnızca adını duyduğum pek çok yazarı yakından tanıma fırsatı buldum. Birçoğunun beni düş kırıklığına uğrattığını saklayacak değilim. Uzaktan dev görünenlerin yakından bakıldığında nasıl cüceleştiğini de gördüm; az önce övgülerle şımartılan bir şairin, arkasını döner dönmez nasıl çekiştirildiğine de tanık oldum. Ama edebiyat ortamı diye anlattığım yerler böyleydi zaten. Akademik tartışmalardan çok dedikoduların yapıldığı, yaşam canlılığıyla dolu mekânlar... DERİNDEN BİR ‘AH’! Bugün nedir durum? Belki yine bir araya gelmeler, söyleşmeler, atışmalar, tartışmalar sürüyordur bir yerlerde ama yaşamın iyice farklılaştığı da ortada. Öyle bir hız tutkusu ve zorunluluğu içinde yaşıyoruz ki Gülten Akın’ın yıllar önce söylediği gibi, “Kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya”. Bilindiği gibi, başında da bir “Ah,” var bu dizenin. O “Ah” çok önemli! Yukarıda değindiğim bütün o söyleşme ortamlarına, edebiyatın konuşulduğu buluşmalara kavuşma olanağı bulunabilir mi yeniden? Onlara şöyle derinden bir “Ah!” çeksek yakışık almaz mı? Ne Nahit Hanım kaldı ne Tomris Uyar yaşıyor ne Adnan Benk’in evinde kurulan sohbet sofralarından eser var. Cemal Süreya, Muzaffer Buyrukçu, Mehmed Kemal, Emil Galip Sandalcı, Hadi Olca, Aziz Nesin, Demirtaş Ceyhun, deminden beri anılarıyla anımsatmaya çalıştığım o güzel insanların ardından da şöyle derinden bir “Ah!” çekebiliriz. Peki, ne yapacağız şimdi? Yitirdiğimiz ve yeniden kurulmasının olanaksız olduğunu bildiğimiz edebiyat ortamları için ah’lanıp duracak mıyız? ‘HERKESİN KİTABI VAR. PARAYI BASTIRAN YAYIMLIYOR’ İyi tarafından da bakalım biraz. Bugün kimse yazı makinesine kâğıt yerleştirmekle, makinenin şeridini değiştirmekle uğraşmıyor. Dergiye, gazeteye faksladığımız yazının nasıl olup da hâlâ elimizde durduğuna çocukça şaşmalarımız gülümsenerek anımsanmak üzere çoktan rafa kaldırıldı. Türkiye’nin, hatta dünyanın en uzak köşesinde yaşayanlar için bile yayın dünyasına uzaklık, kendi eliyle bilgisayar tuşu arasındaki mesafe kadar. Görüşlerini, düşüncesini, eleştirisini paylaşmak isteyenin kimseye beğendirmesi gerekmiyor. Sosyal medya denen bir alan var. İsteyen her türlü görüşünü, düşüncesini paylaşıyor orada. Yayınlarının ille de ele gelmesini isteyenlerin işi de hiç zor değil. Parasını bastıran kolayca yayımlıyor kitabını. Herkesin kitabı var. Bu çokluk ürkütücü gelmiyor değil ama sel gider kum kalır, diye düşünmek gerek. Bir gün biter bu karmaşa, her şey durulur, sakinleşir. Artık kimsenin İstanbul’daki edebiyat ortamlarını düşlemesi, İstanbul’da yaşamaya özenmesi gerekmiyor. Ayrıca Anadolu’nun çeşitli kentlerinde binbir güçlükle çıkarılan edebiyat dergileri, yarattıkları çekim gücüyle edebiyat sevdalılarını kendi çevrelerinde topluyordur. Bu dergilerin çevresindeki şiir, öykü, deneme tutkunları da kendi edebiyat ortamlarını çoktan oluşturmuşlardır. Benim anımsadığım gibi, onlar da şimdi yaşadıkları canlı edebiyat ortamlarını yıllar sonra özlemle anımsayacaklar. Dilerim vardır o ortamlar ve dilerim sürdürülür. 72 31 Ekim 2019