Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com İstanbul’un güzelliklerine kaçmakta bulur… “Günün her saati(nin), güneşin her açısı(nın) İstanbul’u değiştir(diğini)” gözler. (72) Derken İstanbul gerçekliğini kavrar: “İstanbul’un, bu büyülü kentin her mevsim, hatta her gün yeni bir yüzle karşıma çıkıp beni şaşırtabileceğini, mevsimlerine asla güvenilmeyeceğini, ‘taşralı’ olmanın insanı zenginleştirdiğini anlıyorum.” (74) Mario Levi, “Köprüler henüz hayatlarımıza girmemişti. Şehir bugünkü kadar büyümemiş, farklılıklarını yitirmemişti, denizine böyle küsmemişti” diye anlatısına giriyor, bu arada çok önemli bir ayrımın altını çiziyor: “İstanbul’da yaşamakla İstanbul’u yaşamak arasında bir fark vardır…” (128) Anılarını şu satırlarla noktalıyor Mario: “İstanbul bir göç şehridir, evet. Tarih bu gerçeği bize fazlasıyla göstermiştir. Şehir de bu yüzden hüzünlüdür aslında. Hele hele herkesin farklı göçünü yaşadığı sonbaharda…” (129, 130) Mehmet Zaman Saçlıoğlu ise öyküye, anıya boş verip Ahmet Rasim, Reşat Ekrem Koçu havasında anlatmaya girişiyor kış İstanbul’unu; şairliğini, İstanbul’un şairleri olduğunu da anımsatarak: “Şiir olmasaydı gün doğumunu serçeler, kediler gibi görürdük…” Öyleyse biraz da onun bakışıyla yaklaşalım İstanbul’a: “İstanbul olmak kolay iş değildir. Öyle bir kenttir ki bu, iki kıtayı birleştirir mi, ayırır mı; iki denizi birleştirir mi ayırır mı hemen anlaşılmaz. Zaten bunun bilgisi de doğada değil insandadır. Bu yüzden İstanbul her göze başka görünür.” (183) Nitekim “kalabalık bir caddeye benzer Boğazın suları.” (184) “Dünyada hiçbir kent bu kadar saldırıya uğrayıp her saldırıdan yeni bir özgünlük çıkaramaz sanırım. Bir insan ömrü içinde değişen, ama yüzyıllar içinde ruhu aynı kalan bir kent.” (184, 185) Sonra yargısını paylaşır Mehmet Zaman: “…İstanbul, tanımak için belki de en çok emek isteyen kenttir.” “İstanbul’da mevsimleri anlamak için şiir ne kadar gerekliyse, şiiri tanımlamak için de İstanbul öyle gereklidir. Farklı mevsimleriyle, renkleriyle, kokularıyla, rüzgârlarıyla İstanbul, insanı hülyalar içinde yaşatırken, hayatın şiirini de okur kulağına. Duymak için biraz kulak kesilmek gerekir belki, hepsi o kadar.” (188) Bu alıntılar ardından Doğan Kuban’ın sözlerini anımsamamak elde mi: “…İstanbul gibi ünlü kentler, insanların belleklerinde gerçek olgulardan çok, imgeler olarak yaşarlar.” (İstanbul Bir Kent Tarihi, Çev.: Zeynep Rona, İş Kültür, İkinci Basım, 2012, Xİ) YAZARLARIN İSTANBUL SOKAKLARI, SEMTLERİ... Yaşamına katılıp insanlarına karışarak da tanıyabilirsiniz İstanbul’u. Genç yaşta tüberkülozdan yitirdiğimiz Hagop Baronyan’ın İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti (Çev.: P.Hilda Teller Babek, Can, 2014), Dinçer Efetürk’ün Çok Yaşa İstanbul (Scala, 2014), Brendan FreelyJohn Freely’nin Galata, Pera, Beyoğlu: Bir Biyografi (Çev.: Yelda Türedi, YKY, 2014) adlı kitaplarıyla geziye çıkabilirsiniz... Edirne doğumlu, İstanbullu yazar, dergici Baronyan yaklaşık yüz elli yıl önceki biçemiyle dikkati çekiyor. Dıştan bakıldığında daha çok Hüseyin Rahmi C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I benzeri mizah algısı uyandıran Baronyan, alaysamaları arasına sıkıştırdığı yan anlam zenginliği, art alan derinliği, anlatıya yerleştirdiği bükümlenme, katman çeşitliliği ile alabildiğine canlı, farklı bir İstanbul yaşamı sunuyor. Dinçer Efetürk, Baronyan’dan yaklaşık seksen, doksan yıl sonra enikonu bozulmuş bir İstanbul’u anlatıyor bize: “İstanbul’da özellikle 67 Eylül olaylarından sonra, işinin erbabı, saygılı Rum garsonlar, Ermeni kuyumcular ve ustalar, Musevi esnaf İstanbul’u terk etti. Bu olaylar bir günde İstanbul’u bitirdi. İstanbul efendiliği, nezaketi, yaşam birlikteliği bu olaylarla sona erdi.” (9, 10) Efetürk, “görmek ve yaşamak” ayrı şeyler dedikten sonra düşüncesini şöyle paylaşıyor: “Bir şehirde yüz sene de otursanız, o şehri yaşamış sayılmazsınız. O şehri yaşamak için sokaklarında pabuç eskitmek gerekir. Yalnızca alışveriş merkezlerinde dolaşıp kafelerde oturarak bir şehri tanıyamazsınız.” (9, 8) John Freely’nin beş ciltlik Türkiye Uygarlıklar Kitabı (YKY, 2002) üzerinde durmuştum “Kitaplar Adası”nda. 1960’tan bu yana bir ayakları Türkiye’de olan Freely’ler, babaoğul çıkıyorlar okur önüne. Tarihsel bilgiler kadar tanıklık içeren bir temel başvuru kitabıyla. “Sonsöz” enikonu silkeleyici: “Beyoğlu, tarihin çoğunda, tıpkı Batı gibi, derinden burjuva ve paragözdür, ticaret ve bankacılık üzerine kurulmuştur ama her zaman anarşisttir ve özgürlük arayan, özgürlük için savaşanlara sığınak olmuştur./ (…) …çünkü karakterinin ve kimliğinin temel unsurlarından biri yeniyi kucaklama arzusu, hatta yeniyi kucaklamaya can atmasıdır.” (256) Evliya Çelebi doğmadan “1547 Mayısının on dördüncü gününde İstanbul’a var(mış)” olan (19) Monsieur D’aramon’un bakışıyla da gezinebilirsiniz kentte, maiyetindeki Jean Chesneau’nun kaleminden: D’aramon Seyahatnamesi. (Çev.: Işıl Elverdi, Ötüken, 2012) Ayrıca Ergün Yolcu’nun Reklamlarda İstanbul (2011) adlı kitabında reklamların İstanbul’una da göz atabilirsiniz şaşırtıcı kareler eşliğinde… İSTANBUL KİTAPLARINDAN İSTANBUL KİTAPLIĞINA... Bu yarımayda İstanbul için değindiğim kitap sayısı sekizon… Geçmişte sözünü ettiklerimle hadi kırkelli kadar kitap etsin… Oysa öteki adlarıyla birlikte İstanbul üzerine farklı dillerdeki kitap sayıca kaça varmıştır dersiniz? Bunlara her geçen gün yenileri de eklenirken… Kentinizle ilgili minicik olsun bir kitaplığınız var mı peki? Örneğin Nemika Tuğcu, andığım anlatısında okuru, İstanbul’daki sahaflara götürür… Siz kendi İstanbullarınızı seçedururken ben de, Nemika’nın satırlarını fısıldayayım kulağınıza: “…Sahaflar Çarşısı’yla tanışıyorum. Bundan böyle, bugün nereye gideyim, diye düşünmeyeceğim. Cronin, Balzac, Sait Faik, Istrati, Emile Zola, Cahit Külebi, Necati Cumalı, Turgenyef, Steinbeck, Camus, Dostoyevski… Abdülhak Şinasi Hisar, bana eski İstanbul’u anlatıyor. Tozlu raflardaki kitapları indiriyorum, seçiyorum, ayırıyorum…” (73) Ah, keşke kitapla zenginleşilebilse şu dünyada… “Erguvanlar Açarken”, gözlerimiz kitapları da seçebilse… n 1313 16 N İ S A N 2015 n S A Y F A 41