27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Habib Bektaş’tan “Cennetin Arka Bahçesi” ‘Masanın altındaki devleti yazdım’ “Gölge Kokusu”nda 12 Eylül fırtınasının savurduğu, işkence gören, mülteci konumuna düşen, çıldıran insanları anlatmıştı şair, yazar Habib Bektaş. “Cennetin Arka Bahçesi”nde de benzer bir trajediden yola çıkıyor. Köyleri yakılan, memleketlerinden kaçmak zorunda kalan insanların yanı sıra tutunamayan, devletin öldürmekten beter ettiği insanların hikâyelerini buluşturuyor. Yazar, bu romanının güncesini de “Gâvur İmam’dan Çakır’ın Romanına” adıyla ayrı bir kitap olarak kaleme aldı. Günce, vatandaş Habib’le bir şeyleri kurmaya, yaratmaya çalışan yazar Habib’in birbirleriyle ve roman kişileriyle dertleştiği bir yol, yazım haritası niteliğinde. Bektaş’la “Cennetin Arka Bahçesi” ve “Gölge Kokusu” kitaplarını konuştuk. r Gamze AKDEMİR Romanın bir yerinde cennetin yavaş yavaş cehenneme dönüştüğünden söz edilir. Cennetteki hiçbir yolun sevgiye, huzura çıkmayacağını sezeriz. Yine de ama umuda tutunur insanlar, kaybedecek pek bir şeyi olmayan insanlar. Öykü ama bilir hiçbir çıkış yolu olmadığını. Evet, o bilir, kendini bırakışı, savruluşu ondan. Cennet’te acılardan arınmış tek bir insan yoktur. İsmet Bey bile cenneti terk edip kendi cehennemini aramak üzere İstanbul’a kaçar. Romanda cennet, sevgili editörüm Ayşegül Günaydın’ın da saptayıp söylediği gibi neredeyse bir karaktere dönüşür. Romanın sonunda Öykü’nün söyledikleri geliyor aklıma: “Cennet, Habil’den sonra da Cennet’tir. Belki bir başka Cennet, yaşanır!” Çakır ile Öykü’nünki nasıl bir yoldaşlık? Çakır’ın Öykü ablasına âşık olduğunu, zaman zaman ten temasını arzuladığını sezeriz. Çakır’ın Öykü ablası “güzel”, kendi annesine, halasına göre “bakımlı”, “şehirli”. O, arzu edilebilecek kadar “güzel”. İşin aslı şu ama: Başlangıçta, Çakır henüz Türkçe bilmezken elleriyle konuşuyorlardı, sesleriyle, bakışlarıyla: O zamanlar “Öykü Abla’sı güzel abla”ydı. Öykü konuşunca “güzel sesli abla” oldu. Öykü Abla’sının “sesi, su sesi gibi” oldu. Çakır’ın anasının “boynunun altındaki koku gibiydi”. Çakır ve Öykü olağanüstü bir sevgiyi büyüttü. Ortak yönleri, ikisinin de örselenmiş, acılar çekmiş olması ve birlikte roman yazması. Çakır anlatır, Öykü yazar. Şimdi burada Freud amca olsaydı, sanıyorum o da şöyle bir şeyler mırıldanırdı: Her oğlan çocuğunun yaşamında bir “öykü ablası” var. “ROMAN, KÜRT SORUNUNU POLİTİK VE İNSANİ AÇILARDAN İRDELİYOR” Gecekondularını yıktı belediye. Ocaklar yıkıldı. Haneler ve kaderler birleşti ve gâvura gitmek, o acı vatana gitmek daha bir şart oldu. Romanınız bu bağlamda nasıl bir “yol”a hazırlık öyküsü? Bence onlarınki bir yere gitmek değil. Şöyle desek daha doğru: Bir yerden gitmek, ayrılmak, eskiler “terki diyar etmek” derdi. Yangınlardan kaçıyorlardı, ölümlerden, açlıktan ve öldürülme korkusundan. Belki de o yüzden gitmeyi düşledikleri yerin adını hiçbir zaman anmazlar. Oraya sadece “gâvur” derler. O dönemde devlet yoktu. Devlet derinlerdeydi. Derinlerde çalışıyordu. Taner bir ara masanın altına düşen bir şeyi ararken ne aradığını soran Öykü’ye, “devleti arıyorum” diyecektir. Kapkara bir mizah. Gülerken insanın dudaklarını ve yüreğini acıtan. Şöyle diyelim: Çakır’ın, hayır hayır, o zaman Memo, Memo ve ailesinin evleri yakılmıştı. Tüm köy yakılmıştı. Bu masal değil ki! Yüzyıllardır yaşadıkları köy, mekân. ölge Kokusu’nda da Cennetin Arka Bahçesi’nde de yaşlısından gencine kişilerin beklentileri en önce huzur ve sevgi ortaklığında buluşuyor. Kimi felsefi bir derinlikle, kimi ise günlük yaşam içinde yalınca ulaşmaya çalışıyor buna. Gölge Kokusu’nda 12 Eylül fırtınasının savurduğu, yerinden yurdundan ettiği insanlar anlatılır. İşkence gören, kaçan, mülteci konumuna düşen, çıldıran insanlar... Cennetin Arka Bahçesi’nde de benzer bir trajedi var: Köyleri yakılan, memleketlerinden kaçmak zorunda kalan, adına “gâvur” dedikleri başka ülkeleri yurt etmenin hayaliyle ayakta kalmaya çalışan insanların yanı sıra tutunamayan, devletin öldürdüğü, öldürmekten beter ettiği insanların hikâyesi anlatılır. O durumdaki insanın ekmek, huzur ve sevgi arıyor olması doğal bence. Belki de sevmek, kederli, yalnız ve acı çeken insanın korunağıdır. Buna sevmeye hazır olmak da diyebiliriz. İnsanın yürek kapılarının açık olması. Romanda şöyle bir bölüm anımsıyorum. Burada doğaçlama söyleyeceğim: “Sevmek, severek öğrenilen!” Sevmenin okulu yok. Sevgi, yeter ki yeşerecek ortamı bulsun, maya olsun sevgilere, yenilesin, büyüsün, çoğalsın. G “CENNETTE ACILARDAN ARINMIŞ TEK BİR İNSAN YOK!” Farklı hatta bambaşka gibi görünen her kesimden insanların, geçim dertli ailelerin, yürek acılı insanların umut ve trajedilerini de şal gibi sarınıyor roman. Bu bağlamda geçmişlerinden kopup veya kaçıp geldikleri Cennet nasıl bir yola devam sunuyor onlara? Burada Çakır, hadi Memo diyelim; Memo ve Öykü’den söz etmemek olmaz. Roman yazmaya çalışan Öykü’den, en çok da Memo’dan bir masal dinleriz, bir ağıt, bir dengbejin destanını. O destanın acılardan, yangınlardan, ölümlerden oluştuğunu görürüz. Bunun anlatıldığı mekân cennettir, arka bahçesi bile olsa. S A Y F A 1 4 n 1 6 Fotoğraf: Müjgân TEKTAŞ “Romanım kuşkusuz politik bir roman. Koynunda bir de güncesi var. Günce okunduğunda görülecek; romancı olarak bir şeyleri yıkmak, yeniden kurmak, politika yapmak gibi bir derdim yoktu. Olanı yazdım, hayatın gerçeğini roman gerçeğiyle harmanlamaya çalıştım.” N İ S A N 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle