Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ni? Özellikle bu son iki kitap çevrilecek mi? Novella olmaları bakımından serüvenlerini merak ediyorum. Yurt dışındaki novella okuru/ilgisi nasıl? “Bizans Sultanı”nın 13 dilde yayın hakları satın alındı ama kitaplar özellikle AngloAmerikan ülkelerinde ses getirdi. Burada yine bir “rulet şansı”ndan bahsedebiliriz. 2014’te Amerikan NPR radyosunun İstanbul temsilcisi benimle bir söyleşi yapmak istedi. İyi bir konuşmacı olmadığımı düşünürüm ama Peter Kenyon’un sempatik duruşuna hayır diyemezdim. Meğer NPR, ABD’nin önde gelen liberal radyo istasyonuymuş, söyleşiden iki gün sonra Amazon.com’da kitabın satışı patladı. Stoklar tükenirken, elektronikkitap versiyonu kendi kategorisinde Agatha Christie, Ken Follett gibi yazarları sollayıp, çok satanlar listesinde altıncılığa kadar çıktı. “Bizans Sultanı” Çince ve Endonezya’ca da yayımlanacaksa aslan payı Kalem Ajans sahibi Nermin Mollaoğlu’na aittir. Aslında Nermin düzinelerce Türk yazarın yabancı dillere çevrilmesini sağlamıştır. Kültür Bakanlığı ve TÜYAP tarafından ödüllendirilmelidir. “Bizans Sultanı” kışın İtalya’da yayımlanacak, göreceği ilgiyi merak ediyorum. Sabine Adatepe Almancaya çevirdi, eminim Nermin ona da kısa zamanda yayıncı bulur. İki novellam, “Here It’s Windy, Here It’s Rainy” başlığıyla tek kitap halinde Prof. Cliff Endres ve Doç. Selhan Endres tarafından İngilizceye çevriliyor. Bu yetkin ikili daha önce iki kitabımı İngilizceye çevirmişlerdi. Novellaya yurt dışında daha bilinçli bir ilgi var. Bir de yeni yayımcı bulmamız elzem. Siz bir bibliyofilsiniz. Şu sıralarda neler okuyorsunuz? Ufukta yeni bir novella veya roman projesi var mı? Genellikle İngilizce okurum. Şu anda elimdekiler: (Paul Collins’ten “The Fever Called Living”, E.A. Poe’nun ıskalanmış yönlerine dair bir inceleme/ David Constantine’den “Elder”, şiir/ Louise Glück’ten “Proof and Theories”, şiire dair denemelerini yeniden okuyorum). Ancak bir bibliyofil için ne okuduğundan çok ne okuyacağı daha önemlidir. ABD’den dört gözle beklediğim, henüz yayımlanmamış kitaplar var (Bohumil Hrabal’dan “Mr.Kafka and Other Tales”, Umberto Eco’dan “Numero Zero”, Adam Sisman’dan “John le Carre, The Biography” vs.) Türkçede, küresel koleksiyoner ve sahaf İsmail Bayramoğlu’nun, Paris’te adıma Yüksel Arslan ustaya imzalattığı “Yüksel ArslanBir Dönem 19511961”e yumulmuş durumdayım. AngloAmerikan ülkelerde olduğu gibi, yayınevlerinin gelecek üç ayda çıkacak kitaplarını duyuran dergi veya internet sitemiz bulunmadığı için yeni yayınları, verilen ilânlardan veya kitabevi ziyaretlerinden karambol ortamında izleyebiliyoruz. “Ardıç Ağacının Altında” başlıklı bir roman projem var. Ne zaman başlayacağımı bilmiyorum. Ara sıra notlar alıyorum, Galata’nın ruh ikizi Cenova’ya ve Tirebolu’ya safarilere çıkmam gerek ve önemlisi açılış cümlesini bulmalıyım. n erdemoztop@gmail.com “Buraları Rüzgâr, Buraları Yağmur”/ Selçuk Altun/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 112 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Suçüstü bir anlam yakalama dedektifi r küçük İskender B aşlanılan şeyi bitirmek arzusu ve inadı toplumumuzda sorumluluk olarak adlandırılır. Oysa başlayan, başlamayı becerebilmiş hiçbir şey bitmez. Bitirilmesi de zaten Vandallıktır. Tamamlandığı için ortadan kaldırılanlar hafızaya bile alınmaz, hatıraya dönüşme hakları gasp edilir. İmhanın imtihanında kişisel tarihe yönelik tüm sorgulamalar, tüm aydınlanma olasılıkları doğal anaforu, o döne döne kendi çukurunu kazma kaderini liste dışı bırakır ve insan yaşasa da ömrü elinden çalınır. Dönüp bakabileceğiniz bir çukurdur çünkü geçmişiniz; doğduğunuz mezardır orası. İki mezar arasında hayatta kalmak ise başlı başına bir cesaret bonkörlüğü ister. Aklını kullanan her canlı başkasına göre mutlaka en az bir suç işleyecektir. Aşk bir suçtur mesela. Para kazanmak, roman yazmak, sevişmek, yolculuk suçtur. Hareket ve değişim, düşünce ve yönelim emre amade bir suçun ön koşullarıdır yeryüzünde. Diğerlerinin varlığı sizi günahkâr yapacak ve işlediğiniz her günahla kötülüğü alt ederek daha da iyi olacaksınızdır. Aklanmanız, yalnızlaşmadır; temizlenmek için daha fazla acımasız ve soğukkanlı olmanız gerekecektir. Kitaplar böyle diyor. olan anlam tam da budur. Selçuk Altun, sırf gözlemlerini, düş gücünü kurgulamaz yazarken; işe kendisi de karışır bir ucundan. Okurken hangisi kendisi yahut oradaki bir kahraman hayatında kim bilir kime karşılık geliyor diye düşünmekten kaçınamazsınız. Sizi de dedektif kisvesine büründürür ve hem romanı hem de Altun’un göndermelerini didiklemeye başlarsınız. Başlanılan şeyi bitirme arzunuz söner, inadınız kırılır ve döngüye katılırsınız. Bitmek, yok olmanın bilançosudur. Ama Selçuk Altun varken hiçbir şey bitmeyecektir. Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme adlı romanını bitti sanan okurlar, onun değil, belli ki bestseller fabrikatörlerinin okurlarıdır. Oysa kaldığı yerden devam eder yaşananlar, yaşanmış olanlar ve perde yeniden aralanır: Yeni sayfalarda Buraları Rüzgâr, Buraları Yağmur yazmaktadır. Hareket halindeki metin, bu kere önceki romanda bile bile atlanmış, hatta gizlenmiş noktalarına açıklık getirirken taze duraklamaları da beraberinde taşır. Duraklama tanımını son olarak algılamamak lazım; duraklama bir sıçrama tahtasıdır ve uzanacağı, kat edeceği mesafe kestirilemez. Her roman karakteri rüzgârın, yağmurun hoyratlığı ile meşguldür. Bu yıpranış ne hüzne bağımlıdır ne de romantizme; doğal akıştır. Hiçbir gerçek şaşırtıcı olamaz. Hiçbir gerçek insana kendisi kadar yabancı sayılmaz. YAZABİLDİĞİ KADAR YAŞAR İNSAN Romanı anlatmak yazarına, emeğine hakaret sayılır kanaatindeyim; ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim: Varlığını özel kitaplarla dengeleyen, terazisinin diğer kefesine, tam karşısına bu eşsiz sanat yapıtlarını koyan birinin özel hayatında denge aramak saflık olacaktır. Çünkü devasa bir fanusa giren roman kahramanları kendi oksijenlerini, kendi reflekslerini, kendi hayatta kalma uğraşlarını, kendi duygularını, kendi düşünce sistemlerini yaratırlar ve dışarıda kalan ne varsa patolojiktir artık. Roman, birilerini karantina altına almaktır. Selçuk Altun bu koruyucu kimliğini sürekli hissettiren bir yazar olarak Buraları Rüzgâr, Buraları Yağmur’da yoğun bakım ünitesine bağlı hassasiyetlerin nasıl da kırılgan ve ölümcül olduğunu çırılçıplak sahneye çıkartıyor. Ama meselesi hâlâ okura kitap sevgisini aşılamak, kitabın eşsiz değerini algılaması için onu kışkırtmak. Kıyamet Selçuk Altun için kitapsız bir dünyadan başka bir şey değil. Madem inen kitaplar var, yukarı çıkan kitaplar da olmalı, diyor adeta. Gönderilen kitaplar. Uzaya. Tarihe. Zamana. Yeryüzü insanın kâğıdı, hayatsa kalemidir. Bu kadar basitiz açıkçası. Yazabildiğimiz kadar yaşar, kâğıdımız tükendiğinde bitmez, acı içinde şekil değiştiririz. Bir harf oluruz gotik. Ve romanda da olduğu gibi bir mektuba eklenir, kendi yazarımızı aramak için postaya veriliriz. Ölmeden önce de yazarını bulabilir insan; bunun koşulu iyi bir okur olup kuvvetli bir yazara gönderilmektir. Selçuk Altun bu göreve yıllardır talip. Hem mektup olmaya hem de gelen mektupları okumaya. Oktay Rifat’ın mısraları, kimi edebiyatçıların aforizmalarıyla da şenlenen Buraları Rüzgâr, Buraları Yağmur cinayetlerden, entrikalardan, aile içi skandallardan geçip sizi tebessüm ettirecek bir ruh durumuna sokup çarpıcı bir finalle Foukault’a kadar getiriyor. Evet, farkındayım, bir k sorunu yaşansa da üstteki cümlede inanın ki onu c’ye döndürebilmeniz için bu kitabı okumanız ve mahkemeye sunacağınız bir anlam da sizin bulmanız şimdi artık kaçınılmaz. Selçuk Altun’u atlatmak elinizde. ‘Oyun, sonunu bilmediğiniz sürece oynamaya değer’ demişse bu büyük düşünür, vardır o zaman bu romanda bir hınzırlık, vardır elbet her skandalın bir kıymeti harbiyesi. n YENİ SUÇ VE GÜNAHLAR PEŞİNDE... Kendimizi kandırmayalım: Bütün kitaplar bir günah çıkartma kabinidir. Yazar orada günahlarını çıkartır, okur ise bir papaz edasıyla onu dinler ve affedildiği yalanını fısıldar. Oysa tüm sırları artık o da bilmekte, ihbar ile suç ortaklığı arasında tercihini yaparken ihanet olasılığını daima cebinde taşımaktadır. İyi bir bibliyofil aslında günah ve suç dosyaları arşivi kuruyordur göz göre. İnsanlığın, varoluşun karanlık tarafı o kütüphanelerdedir. Yeryüzü tanrının kâğıdı, insan ise kalemidir; yazılan bizce sadece kötülük diye okunacaktır. James Russell Lowell’a yolladığı mektupta Edgar Allan Poe, “Ölüm dediğimiz şey acılı bir başkalaşımdır” ifadesini kullanır. Ölü ile yani ölümle temas eden herkes günahlarının bir kısmını ona vermeye, suçlarının bazılarından kurtulmaya çalışır. Bu hafifleme, bu arınma, ama en acısı, hatıralarının bir miktarının başkasıyla gitmesine izin verme acı verecektir. İnsan cenazelerde bu yüzden üzgün ve bitkindir. Kitaplarda okuduklarını, kitaplarda biriktirdiklerini, yaşarken işlediklerini, vicdan azabını, nankörlüğünü ve vefasızlığını ölüyle birlikte gömer, yakar, suya atar. Velhasıl, yok ettiği duygusuna kapılır. Kütüphane ile mezarlık arasında benzerlik kurmamızı bu çetrefil engeller. Selçuk Altun başlanılan şeyi bitirmek arzusu ve inadını korusa da bunun bir zaaf olduğunu bilen, ironisinin bir yanını buraya yaslayan bir yazardır. O, suç ve günah toplamaktan çok yeni suç ve günahlar bulma çabasını önemser; araştırmalarını bu yönde sürdürür. Şiir demoniktir – tıpkı bir dedektif gibi çalışan Altun, şiiri tutuklamak için topladığı ipuçlarını roman haline getirir ve tüm kanıtları ifşa eder. Dünyanın her yerinde beş duyusunu dolaştırması aristokratlığına değil, tam tersine polisiye içgüdülerine dayanmaktadır. Ele geçirdiği her şey, inandıklarını ispatlamak için elzemdir çünkü. Tüm kitaplar, tüm mimari yapılar, tüm lisanlar ve kültürler onun laboratuarında özenle, dikkatle incelenir; suçüstü yakalanacak bir anlam bulunmaya çalışılır. İç içe geçmiş hayatların, zinciri oluşturan halkaların birbirinden farkı olmasa da ölümün / “Selçuk Altun başlanılan şeyi bitirmek arzusu ve ölümlerin bu olayı örtbas etmesine izin vermez. inadını korusa da bunun Her ne olursa olsun, nefes almanın kabahatle ilişbir zaaf olduğunu bilen, ironisinin bir yanını burakisi mahkemeye yalnızca tarafından sunulacak ve ya yaslayan bir yazardır. “ davanın seyri bir nebze de olsa onun girişimleriyle değişecektir. Gezegen herkesin yargılandığı bir mahkeme salonu değildir. Gezegen herkesin kainatı yargıladığı bir mahkeme salonudur. Selçuk Altun, sıradanlığı sevmediği gibi sıradanlığı olağanlaştıran koşullardan da uzak durur. Çünkü bunun samimiyetine inanmaz, doğruluğunu reddeder. Onun yazdıklarında hep şu iddia vardır: Yaşanılanlar sırdır, ancak duyulduklarında anlam kazanacaklardır. İşte, suçüstü yakalanacak 1 3 3 8 8 E K İ M 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7