18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K ibel Kocadere, Gökhan Turgut, Ümit Cingöz, Sima Özkan, Asena Doğan, Aclan Emin, Metin Öztürk, Ömer Abidinoğlu, İsa Mergen, Miyase Aytaç Yılmaz, Fırat Akova, Orçun Taşar, Mehtap Atila, Nesrin Eço Karakaş, Tuna Poyraz, Oğulcan Yazıcı, Erhan Mındız, Yunus Bektaşoğlu, Cennet Pişkin, Hilâl Tüzün, Müzeyyen Güler, Şahika Arık Çalışkan, Sefer İdman, Necdet Dümelli, Sevilcan Başak Ünal, Ali Sığa, Ferit Karaduman, Alp Can Konuk, Mehmet Ender, Seyhan Akıncı, Deniz Gönç, Mehmet Fatih Özbey… Kim mi bunlar? Sözcükler dergisinin “İlk Ürünler Özel Sayısı”nda (Sayı 33, EylülEkim 2011) ilk kez okur önüne çıkan otuz iki genç yazar adayı… Derginin bu sayıya özgü yönetmeni Burcu Yılmaz, “eşikte bekleyenleri gördük” deyip okura sesleniyor: “Haydi sofraya!” Kendi dillerinden yaşamöykülerine bakıldığında, bu adların, 1959–1994 arasında doğanlardan oluştuğu görülüyor. Demek ki doğum yıllarına göre aralarında en çok otuz beş yıllık bir zaman dilimi var yazar adaylarının. O halde adlarını sıraladığım yazarların tümü için “genç” nitelemesi getirmek doğru olmayacak. Yazarların kırk yaş eşiğine dek “genç”, sonrasında “erişkin” sayılabileceğini vurgulamıştım kimi yazılarımda. Bu adlardan biri de 1961 doğumlu. İkisini, gecikmeyle çiçek açan yazar adayları olarak erişkin grubuna aldığımızda, doğum yılı dağılımı 1971– 1994 arasına, zaman dilimi de yirmi üç yıla iniyor. Doğum tarihini belirtmeyen üç yazarla 1959–61 doğumlu iki yazarı dışta tutarsak geriye kalan yirmi yedi yazardan hareketle bir “genç yazar yaş ortalaması” çıkarılabilir mi bilmiyorum. Ama bunlardan 1971 doğumlu üç yazar adayı da önümüzdeki yıl kırk yaş eşiğine ulaşacağından geriye kalan yirmi dört yazarı dikkate alarak görece bir yaş ortalamasına ulaşabilirmişiz gibi geliyor bana. Bu yirmi dört gençten beşi 1970’li, on biri 1980’li, sekizi ise 1990’lı. Çoğunluk henüz 80’lilerde, ama 90 doğumluların birkaç yıl içinde başat konuma geçeceği anlaşılıyor. Bu çerçevede yirmi dört yazarın ortalama doğum tarihi olarak 1989,8 gibi bir tarih çıkıyor ki ortaya, kaba bir yuvarlamayla, ürünlerini ilk kez okuduğumuz yazar adaylarının ortalama 1990 doğumlu yirmi bir yaşında gençler olduğu anlaşılıyor. İlk ürün yayımlama olgusu kuşku yok ki bir “yazarlık” savı taşıyor, ama bu alanda gösterilecek kararlılığa, çabaya, verilecek emeğe, ulaşılacak düzeye bağlı olarak “genç yazar”a dönüşecektir kişi. YAZAR ADAYLARINDA NİCELNİTEL VERİ DAĞILIMI Sözcükler’in sürekli Yayın Yönetmeni Turgay Fişekçi, yargısını şöyle dillendiriyor: “Yayımlanan ürünlere bakıldığında öykü türünün SAYFA 20 22 EYLÜL itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Anıt yapıtlar mı yapıtlar ormanı mı?.. ezici bir üstünlüğü olduğu göze çarpıyor. Geleneksel türümüz şiirin güç yitiminin sürdüğü görülüyor…” “ 1980’li ve 90’lı yıllarda doğanlar, yani yirmi yaş çevresindekilerin nasıl bir hayat ve yaratı çevresinde bulunduklarını göstermesi de bu özel sayının bir başka ilginç yanı.” (Cumhuriyet, 31.8.2011) Gerçekten bu otuz iki yazar adayının verimlerinin yirmi üçü öykü, altısı şiir, ikisi ise eleştirideneme… Biri de yazarı tarafından roman bölümü olarak nitelenmiş, bunu da öykülere eklediğimizde verimlerin tür olarak yüzde yetmişinin öykü olduğu anlaşılıyor… Bunun beni şaşırttığını söyleyemem, ama kadın yazar adayı sayısının düşüklüğüne şaşırmadım dersem yalan olur. Yirmi üç öykücünün ancak sekizi kadın, bu da yüzde otuz beş gibi oran yapıyor ki, pek inandırıcı gelmedi bana. Ancak kadınerkek ayrımında, adlardan dolayı yanılabileceğimi de belirteyim. İzlenimlerim kadar, yaslandığım kimi veriler de kadın öykücü oranının genelde en azından yüzde kırkların üzerinde olduğu yönünde. Hatta önümüzdeki on yıl içinde kadın öykücülerimizin sayısının erkek öykücüleri aşacağına dönük kanımı da paylaşabilirim şuracıkta gönül rahatlığıyla. Ama altı şair adayından yalnızca birinin kadın oluşu, şairlerin günümüzdeki cinsiyet dağılımının bize şaşırtıcı gelmeyecek yansıması gibi kabul edilebilir pekâlâ. Dergide yer alan iki eleştirideneme yazısı ise kadınlara ait. Demek erkeklerden gelen ya tek düşünce yazısı olmadı ya da bunlar en azından belirli beğeni düzeyini aşmış değil. Sima Özkan ile çalışmasına bir “Kadın Zamanı” yazımda ayrıca değineceğim. İlk ürünleri yayımlanan yazar adaylarının toplumsal kökeni, öğrenimi, ekonomik durumu üzerinde duralım biraz da… Otuz iki kişinin büyük bölümü başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir üç büyük kente dağılmış durumda. Taşra doğumlular yok değil: Aydın, Çorum, Adana, Giresun, Manisa, Çankırı, Samsun, Bursa. Makedonya doğumlu da var, ama Doğulu, Güneydoğulu yazar adayı yok yazık ki. Adayların önemli bir dilimi gerek öğrenim düzeyi, gerekse ekonomik olanak bağlamında iyi bir konum çiziyor, ama bu arada yaşamlarını güçlüklerle geçirenlere, işsizlere, ötesinde karamsarlara da rastlanıyor. Yine yaşamöykülerinden yazar adaylarından ikisinin daha önceden yazı yayımladığı, bir ikisinin de yazmayla ilgili küçük deneyimler yaşadığı öğreniliyor. Ama bunların azımsanmayacak bölümü yazmayı yaşamlarının vazgeçilmez tutkusu gibi aldıklarını vurguluyor. Peki, yazmaya dönük davranışlarıyla yazınsal tutumları, verimlerindeki yönsemeler, bunların yansıması bağlamında aday yazarların genel yaklaşımı üzerine neler söylenebilir? YENİ ADLARIN YAZINSAL YÖNELİMİ, YÖNSEMESİ... Sözcükler’de okuduğum öyküler, öykücülüğümüzün ikindi vakti uzayan silik gölgesini andırıyor adeta. Bu görünümün siluet halinde izini sürüyor, yönsemelerin, örneklerin peşinde olduğunu gösteriyor. Bundan ötürü geleneksel anlatıma dayalı ya da düz değişmeceli, hatta gülmeceyle içli dışlı öyküler kadar soyutlayımı, dönüştürümürüyle dikkati çeken, yoğun eksiltimi, imgesel zenginliğiyle göz dolduran, yeni anlatım yolları bulabilmek için çabalayan öyküler de göze çarpıyor… Bunların yanında gündelik dile dayalı, tüketime dönük, kullanmalık metinler yok mu? Onlar da geliyor önümüze… İçe dönük, kendine kapanık 90’ların izini sürenler de… Verimleriyle ilk kez okur önüne çıkan bu yazar adaylarının yine de genelde göz doldurduklarını söylemekten çekinmeyeceğim. Sözgelimi öykü yazarlarının öykü kurma, öyküleme bilincine vardıkları, yaratı sorunsalını enikonu deneyledikleri, bu doğrultuda seçtikleri yazınsal türe yönelik verim alanları düzleminde kendilerine estetik yatak sermeye çabaladıkları görülebiliyor… Elbette yazar adaylarının ilk ağızda yeni bir anlatım kurmayı hemen başarıverdiklerini, özgün verimlerle karşımıza çıktıklarını, gelecekte kendilerini yazınsal temelde bütün bütüne yazar olarak göreceğimizi söylüyor değilim. Öyle ya, yepyeni anlatımlar kurmuş değiller henüz yazar adayları. Kaldı ki böylesi bir düzey yakalayabilmesi için herhangi yazarın, kim bilir nasıl bir emekle hangi sıratlardan geçmesi, birikime ulaşması, bunlardan kalkarak yepyeni yollar bulabilmek için de kaç yılını öğütmesi gerekiyor? Diyeceğim genç yazar adaylarını çıtayı çok yükseğe çıkararak karşılamaya kalkmak insafsızlık olur… Bunun yerine genel geçer kimi ölçütlere yoğunlaşmak daha doğru bir tutum sayılabilir… Adayın, imzasıyla ilk ürününü yayımlaması, onun yazar olduğu anlamına gelmiyor. Bunun, emekle doğru orantılı olacağı, bir yazarın o en genel hayatla alışverişi, kendi yaşamı içinde önüne çıkacak dönemeçleri aşması sürecinde bu çemberden ustalıkla sıyrılabilmesi de önemli rol oynuyor elbette. Sonra yayımlanan ilk imzalı ürünler, yazarında pişmanlığa yol açmamalı derim. Erken yaşta kaleme alınmış kimi yazılar bağışlanabilir belki bir ölçüde, ama yazınımızda seçkin yere sahip Sözcükler’de yer alıyorsa yazarın ilk ürünü, ileride buna dönük pişmanlık duyulması hakkına sahip olunduğunu sanmıyorum kendi payıma. Şunu eklemek de yerinde olacaktır ayrıca. Her yazmaya soyunan, yazar olamayabilir, ama alımlaması yüksek, bir açıdan profesyonel nitelikte okura dönüşebilir kolayca. Ancak yukarıdaki yazar adayları, aynı zamanda bütüncül yaklaşımları, gerçeklikle ilişkilenişleri bağlamında da önemli bir işlevsellik sergiliyor görebildiğimce… YAZINSAL AÇIDAN ALÜVYONAL TOPRAK YARATMAK... Turgay Fişekçi, andığım yazısında genç yazarı bekleyen tehlikelere değiniyor: “Bugün büyük yayıncılar bir yazarda ‘satış’ olasılığı gördükleri anda allayıp pullayıp televizyonlarda, gazetelerde, ekmek almaya gittiğiniz bakkala kadar her yerde karşınıza çıkarıyorlar. Onu alıp okumazsanız bir yeriniz eksik kalacakmış gibi gözünüzün içine mahzun mahzun bakıyorlar./ Günümüzün edebiyat dergileri de edebiyatla ticaret arasında şaşırmış durumdalar. Yazarkasaların, çeklerin görmezden gelinemeyecek gürültüsü yanında edebiyat ürünlerinin sessizliği ne kadar güçlü olabilir?” Gerçekten de yazınsal yapıtın gücü sessizliğinden, ama derinliğinden geliyor; bilimin gücü de yine bunun gibi yasalılığından… Güncel değerlerle göz kamaştırıcı hale gelmiş sanat da, bilimin şatafatlı, albenili dekoltesi teknoloji de bağırganlık yansıtıyor oysa. İlle görülmek, kutsanmak, yaygınlaşmak istiyor bunlar. Oysa sanatla bilim görünmese de, yaygınlık göstermese de değerinden yitirmiyor, çünkü onun değeri özbüyüsünden, saltık niteliğinden, sanatsal, bilimsel yapısından kaynaklanıyor. Bu nedenle tıpkı yavaşsakin kentler gibi yazınsal verimler de aceleye, hıza göz kırpmadan yoluna devam eden, gerçektenlik duygusunun alabildiğine yüksek tutulduğu “sakin” yapılar. Evrensel değer taşıyan sanat da, yasalılığıyla bilim yapıtları da buna karşıt bir dünya görüşünü zorunlu kılıyor… Bu doğrultuda yazı kaleme alabilmek için adayların gerçeklikle bağını koparmadan oyun olgusuna dalması sanatı oyunla kurarken bundaki amacını, işlevselliğini yitirmemesi gerekiyor… Yazınsal açıdan buna uygun alüvyonal ortamı var edebilmek için çok üretmenin, hangi yaşta olursa olsun yazı yayımlamanın sayılamayacak yararı var. Çünkü sanatlı, yazarlı bir toplum, böylesi ortamlardan beslenecektir. Anıtsal nitelikte birkaç yapıta sahip olmak o toplumu sanatlı, bilimli yapmaya, bunu kurumlaştırmaya yetmez! Örneğin çok güçlü bir şiirimiz varsa, sayılamayacak denli güçlü bir şair ormanımız olduğu için var… Bu yüzden birkaç anıt yapıt yerine yapıtlar ormanı kurmayı yeğlemeliyiz. Bereket Sözcükler’de okuduğum genç yazar adayları hem gerçeklikle kurdukları bağlar hem verimlerindeki inandırıcılıkla genelde olumlu izlenim bırakıyor üzerimizde. 1980 sonrasında, 12 Eylül’ün darmadağın ettiği bütün ortamların yanında kuşkusuz yazınımız da ağır yara almıştı. Bu çerçevede sanatsal gelişimimiz de kesintiye uğramıştı ister istemez. Özellikle 1980’lerin ikinci yarısıyla 90’ların ilkyarısında yaklaşık on yıl boyunca yoğun bir içe kapanma sonucu belirgin bir bunalım, iç dökme, suçluluk duygusu gibi sürtünmeli metinler, varoluşsal açıdan kendini bir türlü “kendisi” olarak ortaya koyamayan yazılar yaygınlık kazanmış, borsanın “kıymetli kâğıtları” gibi dolaşıma çıkmıştı. İşte aşağı yukarı o tarihte doğanlar, yani ortalama 1990’lılar, yirmi bir yaşındaki bu yazar adayı gençler, sanatın oyun temelinde yapılandırılabileceği olgusuna sırt dönmeksizin, ama bu arada gerçeklikle bağlarını koparmadan, ötesinde verimlerindeki yüksek gerçektenlik duygusuyla hani ne denir, “aşk olsun” dedirtiyor kendilerine… Gençlere umut aşılamayı görev sayanlardan değil misiniz? O halde bu genç yazar adaylarına bir şans tanıyın, çıtayı ille yüksek tutmanız gerekmiyor, ama göreceksiniz gönül eşiğinizden atlamayı hakkıyla başaracak tümü de… Öyleyse yolunuz açık olsun genç yazar adayları! Gelecekte ilk kitaplarınızla da görmek istiyoruz sizleri… S 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1127
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle