25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ölümün Anayurdu, Sırpça orijinal dilinden İngilizceye Stanislava Lazarevic’in çevirisiyle basılmış, Dragojloviç’in en çok beğenilen ve dünya dillerine en çok çevrilmiş, antisavaş şiir kitabı. İçinde çoğunlukla kısa yazılmış 56 şiir bulunan kitapta, çeviri şiirlerin yanı başında İngilizce karşılıkları da yer alıyor. Ë Hilal KARAHAN ragan Dragojloviç, 1941’de Sırbistan’da doğmuş, 18 şiir kitabı olan, tüm dünyada tanınmış, eserleri tekrar tekrar basılmış ve birçok dile çevrilmiş, çok ödüllü bir şair. Belgrad Üniversitesi’nde Ekonomi alanında eğitim görmüş olsa da, hükümetin “Din Bakanı” ve “Avustralya Elçisi” gibi, geniş bir görev sahasında çalışmış, çok farklı coğrafyalarda yaşamış olan şairin, ayrıca çocuk kitapları, iki de romanı var. Dragojloviç’in kitabında yer alan İngilizce metin ve Türkçe çeviride duru, kolay anlaşılan, akıcı bir günlük konuşma dili hâkim. Kısa, kolay okunan, anlaşılır, lirik şiirler bunlar. Ancak bu şiirler, bittikleri yerde bitmiyor! Keskin bir sinema tekniği kullanılmış; sahneler o kadar canlı ki okuyan, doğrudan şiirin içine ve tabii Yugoslavya iç savaşının kan gölüne dalıyor, sersemliyor. İmgeler öyle gerçek ve öyle acı ki, şiir bittiği halde, imgelem zihinde uzun bir süre yol alıyor: Dragan Dragojloviç’ten Ölümün Anayurdu “Sıcak Temmuz, mahvedilen bir evin kapısından/ süpürerek geçiyor/ bir yerlerden giren hasatçıların şarkılarının/ ateş böceklerinin/ ikon lambaları gibi aydınlattığı/ boş sessizliğin üzerinden// burada, önceki yaşamımız/ ve şimdiki ölümümüzün olduğu yerde/ hiç kimse kalmadı” (Hiç Kimse Kalmadı, s. 15). Dragojloviç, şiir yazmıyor da sanki elinde bir kamerayla, bu insanlık ayıbını kameraya alıyor. Şiirlerde beş duyuya da hitap söz konusu. Okurken kurşunlardan parçalanmış gövdelere dokunuyor, çocukların çığlıklarını duyuyor, yanık kokan cesetleri kokluyor, kanın metalik tadını tadıyor ve en önemlisi, savaşın insanlığımızda açtığı o derin uçurumu görüyorsunuz. Bu savaş, Yugoslavya’da değil, avlumuzda, çocuğumuzun okulunda, her zaman gittiğimiz parkta oluyormuş denli bize yakın ve o denli içimizde gerçekleşiyor: “Köyde/ hiç ev yok/ ne ahır, ne de çit/ yalnızca kurum ve harabeler/ ve ölüler, çürüyor/ uyuşuk kış güneşinde// gün batımının keskinliği her şeyin üstünü örtmüştü çoktan/ ne yapacağımızı bilmiyorduk. Ama birisi mum yakınca/ hayretten konuşamaz olduk/ gerçeğin öte yakasından/ ölüler bize bakıyordu şaşkın/ sanki hiç var olmamışız gibi” (Kurum ve Harabeler, s. 27). Kokular kitapta çok önemli bir yer tutuyor. Sanki kitabın her bir sayfasından yanık kokuları yayılıyor, Dragojloviç’in iç savaş tablolarıyla ördüğü bu imge yüklü şiirlerden. Yanık kokusuna kan kokusu, yaraların irin kokusu, patlamış kanalizasyon kokuları, çürümüş bir insanlığın; iyiliğin çürümesinin kokusu ekleniyor: “Yanık kokusu/ hâlâ yayıyor/ keskin dumanını acılı bir dünyanın üzerine// özlüyorum kutlamayı/ Tanrı’nın uzak gelecekteki bir güne/ başlattığı şeyi/ oysa tüfek menzili içinde/ atışlar başlıyor tekrar” (Şafak Manzarası, s. 29). Dragojloviç’te renkler çok parlak, renklerin her tonu kullanılıyor şiirlerde. Bu şiirler sanki pastoral tabloları andırıyor. Ağaçlar, ırmaklar, orman hayvanları, gökyüzü, güneş, yani tüm doğa etkileniyor savaştan. Bu tablo o kadar vahim ki insanın nutku tutuluyor ancak doğa hep umutlu ve hep iyilikten, yeniden başlamaktan yana: “Hengâmenin ortasında, tozlar içinde/ kocaman, kanlı kuyruklu/ siyahsarı bir tilki/ bacakları/ birbirine dolaşıyor” (Viyana ve Almanya, s. 63). “Bu Ocak gününde/ böyle bir lütuf!/ böyle bir hediye Cennetten!/ sislerin arasından,/ dumanların ve silah atışlarının arasından/ buzlanmanın arasından/ parmakları metale yapıştıran/ güneş göründü/ muhteşem güneş/ çıplak ormanın üzerinden// toprağın yüzünden/ ölümün bütün izlerini silecek” (Çıplak Ormanın Üzerindeki Güneş, s. 45). Din Bakanlığı yapmış olmanın verdiği sorumluluk ve savaşa dinsel bir bakış açısıyla, zaman zaman Tanrı’yla konuşur; sevap, günah muhakemesi de yapar Dragojloviç. Ancak bu şiirlerdeki Tanrı, sert bir Ortodoks veya Katolik “Baba Tanrı” değil, daha çok, doğu öğretilerine yakın, hümanist, insancıl, yumuşak bir “Anne”dir; bir Tanrıça’dır! Bu şiirlerde cennet güneşin doğması ve cehennem de savaşın tam ortasıdır. Zaman zaman Tanrıça’nın naif elini şiirin saçını okşar bulduğumuz gibi, kötülüğün, merhametsizliğin, ilgisizliğin tanrılarını da buluruz. Sanki bu şiirler, din ve tanrı kavramını bir tür sorgulayış, inancı Ruh’ta sınayıştır: D “Şans bizimle olsun/ ve annenin duası/ ölümü kandırıncaya kadar” (Boşa Esen Rüzgâr, s. 79). “Kötülüğün tanrıları mı/ kör cellatları bulan/ hepimizin içinde?” (Kötülüğün Tanrıları, s. 75). “Bahsetmek şimdi/ tarihten ve adaletten/ ne kadar da anlamsız/ merhametsiz İlgi Tanrısı/ endişelendirip mutsuzluğa sürüklediği zaman/ dünyayı” (İlgi Tanrısı, s. 77). “Biliyordum kurşun ateşini/ ve alev alev yanan toprağı/ kesinlikle söyleyebilirim/ biliyorum cehennemin ne olduğunu” (Biliyorum Cehennemin Ne Olduğunu, s. 51).“Günahlarım vebalini ödemiş olabilir/ ve suskunluğum daha çok acıtıyor/ şiirimden” (Günahların Vebali Ödenmiş Olabilir, s. 33). Bilinir ki savaşlarda hiç kimse kazanmaz, hatta en kötü barış bile savaştan daha iyidir. Her savaşta olduğu gibi Yugoslavya da çok acı çekmiştir. Bu insanlık ayıbını, bu vahşeti Dragojloviç, o kadar naif, o kadar umut dolu sözcüklerle yazar ki... Öfkesiz, kinsiz, kendi iç savaşını yapar insanla ve Tanrı’yla. Ne olursa olsun, ne kadar acı çekerse çeksin, onun şiirinde hep umut kazanır. Umutlu bir doğadır onun şiirindeki, umutlu bir güneş, iyi niyetli bir evrendir. Kitabın kapağını yaralanmış bir kalple kapatsa da okuyan, insanlığa dair umudunu yitirmemiştir: Çünkü Dragojloviç’in şiirleri, uzak doğu bilgeliğiyle, yaşamı, kaderi, insanı, hatta Tanrı’yı; yani her şeyi ve herkesi affeder. Affediciliğine rağmen, yine de Dragojloviç, savaşı seyreden günlerin sonunda Tanrı’ya (Tanrı’nın nezdinde insanlığa ve kendine) sormadan edemez: “Tanrım/ niçin, farklı olamaz mıydı?” (Bir Ressamın Monologu, s. 41). “Alıştık/ ölmeye ve yaralanmaya/ ama bu kadar kederle/ ne yapacağız biz?” (Gün Bitecek, s. 43). Hakikaten, insan merak ediyor; bu kadar ayıpla, acıyla ve kederle ne yapacak acaba insanlık? Ölümün Anayurdu/ Dragan Dragojloviç/ Çeviren: Ayten Mutlu, Figun Dinçer/ Artshop Yayınclık/ 128 s. ş Kanu devri manl devir Şeraf Sulta Taht ni’nin larınd ralma doğru delele döne bakm Ë N Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Okay, Berna Moran, Fethi Naci, Ahmet Oktay ve Yıldız Ecevit gibi emektarların Türk romanı üzerine ufuk açıcı çalışmaları olmuştu. Son dönemde ise yapılan araştırmaların çeşitlilik kazandığını görebiliyoruz. Yeni nesil araştırmacılar Türk romanı üstüne kafa yormayı sürdürüyor. Türk Romanında Sosyal Meseleler kitabı da böylesi bir çabanın ürünü. Çalışmada, Türk siyasi ve sosyal hayatının romana nasıl yansıdığı incelenmiş. Ë Rıza OYLUM ürk romanı Tanzimat’taki doğumundan günümüze değin önemli değişimler yaşadı. Emekleme devrini aştıktan sonra sosyal hayatın nabzını tutmaya çalıştı. Edebiyat tarihimize baktığımızda sosyal ve siyasi bütün değişimlerin romanlarda vücut bulduğunu görüyoruz. Batılılaşmanın getirdiği sorunlarla başlayan ilk romanlar, Cumhuriyetle beraber modern hayat, şehirleşme, köycülük ve siyasi tercihler gibi konuları merkeze aldı. Bu gelişmeleri birçok farklı araştırmacı kendi bakış açılarıyla değerlendirdi. Genelde edebiyat incelemelerinin editörleri, ya edebiyat araştırmacıları ya da edebiyat bölümü akademisyenleSAYFA 18 22 EYLÜL 2011 Türk romanı üzerine inceleme Romanlarda meselelerimiz ri. Türk Romanında Sosyal Meseleler adlı incelemeyi hazırlayansa bir siyaset bilimci; Ensar Yılmaz. Kendisi önsözde “EkonomiPolitik konuların tartışılmasında Türk romanı bir platform olarak görülebilir” ifadelerini kullanmış. Türk romanına politik ve ekonomik açılardan bakan makalelerin bir araya gelmesiyle oluşan kitapta; yedi makale bulunuyor. Batılılaşma, kırdan kente göç, İslamcılık, eşkıyalık, tüketim alışkanlıkları, kalkınma, girişimcilik konuları ise kitapta karşımıza çıkan inceleme alanlarını oluşturuyor. Türk edebiyatının temel meselelerine kafa yoran akademisyenler, bu temaların Türk romanında nasıl temsil edildiğini okuyucuya sunmaya çalışmış. Yusuf Atılgan, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Orhan Pamuk, Ayfer Tunç ve Mehmet Efe romanları incelenen yazarlar. Romanlar belli bir kronolojiyle birbirine bağlanarak Türkiye’nin geçirdiği sosyopolitik değişimler değerlendirilmiş. Cumhuriyetin kurulmasıyla hızlanan modernleşme süreci Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli kitabıyla, köyden kente göçün varlığı Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları’yla, köyden kente gelen ailelerin çocuklarının yeni kimlikler edinmeleri ve bocalamaları Mehmet Efe’nin Mızraksız İlmihal kitabıyla incelenmiş. Siyasi otoritenin yarattığı boşlukları dolduran anti kahramanlar Kemal Tahir’in Rahmet Yolları Kesti ile verilmek istenmiş. Şehir hayatına alışan Türklerin sanayileşmeyle kurduğu bağlar ve girişimcilikle imtihanları Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları üzerinden incelenmiş. Sanayileşme ve modernleşme tüketim alışkanlıklarımızın değişmesine neden olmuştu. Bu değişim ise Ayfer Tunç’un Bir Maniniz Yoksa adlı yapıtı üzerinden incelenmiş. Kentlerde tüketim alışkanlıkları değişirken kırsal kesimde baraj yapmaktansa yağmur duasına çıkmayı tercih eden köylü zihniyetinin güçlü bir yapıda varlığını koruması ise Refik Erduran’ın Yağmur Duası kitabı üzerinden değerlendirilmiş. Türk Romanında Sosyal Meseleler, iki satırlık bilindik ifadeler içeren eleştiri yazılarıyla tatmin olmayıp, Türk romanı üstüne kafa yoranların edinmesi gereken derli toplu bir çalışma olmuş. Akademisyenlerin çalışmalarının edebiyat okumalarından uzak, içine kapalı bir seyirde devam ettiği her daim yapılan haklı bir eleştiri. Böylesi çalışmalarla beraber akademik dünya, geniş edebiyat okuyucularının ilgilendiği, tartıştığı yazar ve romanlar üstüne fikir beyan etmiş oluyor. Mehmet Efe’nin Mızraksız İlmihal romanı üzerinden İslamcılık akımının seyrini, Ayfer Tunç’un Bir Maniniz Yoksa kitabını izleyerek tüketim alışkanlıklarımızı inceleyen yazıları görmek istediğimiz bir birliktelik. Kemal Tahir ve eşkıyalık olgusu tartışması bilindik ve eski bir tartışma olmakla beraber, Orhan Pamuk romanları bağlamında Türk toplumunun girişimcilik ilişkisini takip etmek ilginç bir seçenek sunuyor. Türk Romanında Sosyal Meseleler/ Yayıma Hazırlayan: Ensar Yılmaz/ Başka Yerler Yayınları/ 160 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1127 d h “b ra o cağının doçentl Dil ve T arasında mi eklem lerle bu Metne i da bilim karşıya kulland nin kon sine çek Yazar ce yapıl yor. Bu nın değ rının da rin birç rüyoruz lı’ya, Pe kadar b Bu aynı sında ya minde t Turan Ş T CUMH Şerafettin Turan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle