18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

rın ornde cidunu er aldım, ün helle a İnsan klamaya yaratılış n Tanlarına Tselem a’ anlae insan yor” (s. öncelikuslarhakları n çaba rumualtına saptaOna nemli nlar sı stanTürkisürdürılımları di. nin bimında paketleli göstarafu oldurme ılık, innleme de, tta çokotarıle ulusEn ı çerçeleyişle ndemirde Fason u tartışlet kavrının, Özgürdevleti ıl Sağun slağına incisi, ini şu ara deyır kuan bir n bir Özbu, tabiat nları üm devıkarıp, şlığı al yoksulmakta ik kavbiçim TİK bi indurulsan e almış için uyarlı r nokgörevi a eşanç¥ 1127 ¥ bkz. B. Çotuksöken, İnsan Hakları ve Felsefe, Papatya Yayıncılık, İstanbul, 2010). Harun Tepe, insan hakları eğitiminin temelini felsefi etik eğitimde buluyor: “(…) insan hakları eğitimi (…), a) belgeleri öğreten hukuk eğitiminden etik eğitimine, b) yalnızca bilinç ya da isteme kazandırmaya yönelik bir eğitimden doğru değerlendirme ve etik eylemde bulunma bilgisi de teorik ve pratik bilgi kazandırmaya yönelik eğitime, c) insan hakları ihlallerini yalnız maruz kalınan şeyler olarak değil, aynı zamanda yapılan şeyler olarak gören eğitime dönüştürmekle gerçekleşebilir” (ss. 156157). Sosyal politikalarla daha çok uğraşan bir sosyal bilimci olarak kendisini tanımlayan Ayşe Buğra ise sosyal hak kavramının adeta üstünün örtüldüğüne, Türkiye’de hak temelli bir sosyal politikanın olmadığına işaret ediyor (s. 199). Gülriz Uygur John Rawls’un “reflektif dengeleme” kavramından yola çıkarak ve insan haklarıhukuketik bağlantısı üzerinde durarak, hukuku insan hakları temelinde kurmanın önemine dikkati çekiyor. Uluslararası ilişkiler bağlamındaki deneyimleriyle de öne çıkan yazarlar olarak Numan Hazar, Ömür Orhun ve siyasetle bağlantılı olarak Ertuğrul Yalçınbayır sırasıyla, konunun ayrıntılarına, hem güncel olanı, yaşananları hem de tarihsel olanı dikkate alarak yer veriyorlar. Ayırımcılığa vurgu yapan Ö. Orhun “(…) ayrımcı uygulamaların özellikle genç nesillerin dışlanmasına ve kendilerini dışlamalarına yol açarak, özsaygı ve sosyal entegrasyon açısından belirgin olumsuz sonuçlar doğurabileceğine” (s. 225) dikkati çekmektedir. Gerçekten de bu saptamalar, dünyanın farklı kesimlerinde hatta sözde gelişmiş bölgelerinde bile sürekli olarak yaşanan olaylarla, ne yazık ki kanıtlanmaktadır. E. Yalçınbayır, İnsani Gelişme Endeksi’ni de dikkate alarak ve aynı zamanda insan hakları bağlamında bir SWOT analizi yaparak güçlü ve zayıf yanlarımızı, fırsatlarımızı, tehditkâr olanı ortaya koymaya çalışıyor. Hiç hatırımızdan çıkarmamamız gereken bir şey var: Tüm kavramlarımız bunalımlı durumlarda sınanır. O nedenle insan hakları kavramını da ne ölçüde içselleştirdiğimiz, eylemlerimizi ne ölçüde bu kavramla ilgisi içinde yaşama dünyasına geçirdiğimiz, ancak bunalımlı durumlarda anlaşılır. Öyleyse, örneğin hukuku oluştururken, özellikle de en temel hukuk metnini, anayasayı oluştururken felsefeetikinsan hakları ne ölçüde yol göstericimiz olacak? Yanıtı verilmesi gereken temel bir soru olarak karşımıza çıkıyor bu soru. 2009 yılında Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’yle, UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü’nün ortaklaşa düzenlediği “Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar” başlıklı yine uluslararası katılımlı çalışma, aynı başlıkla yayımlanan ikinci kitabın içeriğini oluşturuyor. Söz konusu kitapta en çok altı çizilen, vaktiyle çok da dikkate alınmayan ama artık gündemdeki yerini almaya başlayan etikle hukuk arasındaki olması gereken ilişkidir. İoanna Kuçuradi’nin de işaret ettiği gibi bu bağlamda, kavramsal ayırımlar, felsefi bilgi eşliğinde dikkatli bir biçimde yapılmalı, etikahlak, değerdeğer yargıları arasındaki ayrımlar üzerinde ve hukuk felsefesinin sorun alanının ne olduğu üzerinde düşünülmelidir (s. 13). Yeni anayasa gereksiniminin her zamankinden daha çok önem taşıdığı şu günlerde Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar başlıklı kitapta yer alan yazılar son derece zihin açıcıdır. İbrahim Ö. Kaboğlu’nun dediği gibi “(…) yeni anayasa gereksinimi açıktır; ancak yenileme güçlüğü daha fazladır. Bu nedenle, yeni bir anayasa arayışı, zaman, mekân ve içerik bakımından somutlaştırılmak gerekir” (s. 37). Özellikle 11 Eylül’den beri terorizmle savaşım kapsamında insanların “İnsan hakları mı güvenlik mi?” ikilemiyle karşı karşıya bırakılması, yasal düzenlemeleri de belirgin bir biçimde etkilemektedir. Oysa hukuka bilgiyle, özellikle de felsefe bilgisiyle, hukukun ontolojisi ve epistemolojisiyle ve etikle bakabilenler, bu ikilemi aşmanın insanca yollarını göstermektedirler. Bu çerçevede yapılacak yöntemsel çalışmalarda örneğin, Ece Göztepe, eklektik olmayı önermektedir (s. 55). Bu bağlamda Hayrettin Ökçesiz’in çağrısı son derece önemli: “Hukuka yeniden bir felsefe düşünüldüğü bir dönemdeyiz. Hukuka yeni bir felsefe arayışı içindeyiz. Bu gayretin aslında, süregiden felsefenin doğal akışında kendi mütevazı yerini almak durumunda olduğunu biliyoruz. Nihayet, kendisinden bunca uzak düştüğümüzü gördüğümüz bu yerde hukuk felsefesini yardıma çağırmamız gerektiğini bilgeler bize ısrarla söylüyor” (s. 57). Oktay Uygun’un çağımızda insan onuruna yönelik tehditler karşısında insan haklarının ne denli önemli olduğuna ilişkin kapsamlı belirlemeleri, yirmi birinci yüzyılda hukuk düzenlemesi yapanların sorumluluklarını yine insanca yerine getirmesi bakımından gerçekten öğretici, uyarıcı nitelikte. Hukukun etiğe, Gülriz Uygur’un değişiyle ahlakiliğe dayalı olması ve bu çerçevede literatürde yer alan çalışmalara da dayanarak konuyu işlemesi çok önemli. Yeri gelmişken belirtmekte yarar var: Türkçede özellikle etik bağlamında üretilen felsefi söylemde, etiğin hukuku öncelediğine dikkati çeken yazarlar da var. Bu bağlamda bu yazarları da (ilk akla gelen adlar: İoanna Kuçuradi, Doğan Özlem) dikkate almak gerekiyor. Gülriz Uygur’un haklı olarak dile getirdiği gibi “Hukukun temelindeki değer ve ilke de etik dayanağı oluşturmaktadır” (s. 109). Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin anayasa oluşturma çalışmalarının temelleriyle ilgili sunumların da içinde yer aldığı yapıtta Bertil Emrah Oder, “Ayna içinde ayna” metaforuyla Türkiye’de “temel hakların yargısallaşmasındaki kuramsal sorunlar”a dikkati çekmektedir. Oder’e göre “Anayasanın tarihsel bağlamı ve sözel metni, görünüşteki büyük aynayı oluştururken, derin bir bakış ve gözlem, içindeki diğer aynaları da görür. Yargısal yorum ve siyasal uygulama, kimi zaman bağımsız kimi zaman karşılıklı etkileşim ile, büyük aynada birbirinin içine geçen, birbiriyle yarışan aynalar oluşturur. Büyük ayna aynı kalsa da, yargısal yorum ve uygulama ile oluşan aynalar değişebilir. Büyük aynanın çerçevesi korunur, ama yansıttığı hep aynı kalmayabilir” (s. 143). Ancak bizim toplum olarak aynalarla başımız pek hoş değil, evlerimizde bir kültür mirası olarak sakladığımız ters çevrilmiş “berber aynaları” toplumsal dokumuzun aynalara neredeyse hiç bakmayan tavrını ortaya koymuyor mu? Evet ayna içindeki aynayı görme, okuma zamanı geldi çattı artık; hepimiz aynaya bakmayı öğrenmeliyiz, büyük aynanın içindekileri görmeliyiz ve gördüklerimizi doğru okumalıyız. İoanna Kuçuradi’nin her iki kitabı da hepimize ayna tutuyor; zaman geçirmeden bu aynalara bakalım ve felsefeetikinsan hakları hukuk çerçeveli en büyük aynayı doğru yorumlamalıyız. İnsan Hakları. Evrensel Bildirgenin 60. Yılında İnsan Hakları/ Yayıma Hazırlayan: İoanna Kuçuradi/ Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Yayınları/ 244 s. Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar/ Yayıma Hazırlayan: İoanna Kuçuradi/ Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Yayınları/ 168 s. 22 EYLÜL 2011 SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1127
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle