Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
John Burnside’dan ‘Şeytanın Ayak zleri’ Çırılçıplak bir adam Şeytanın Ayak İzleri’nde John Burnside, küçük bir kasabada eski aşkının intiharıyla hem geçmişine hem de bugününe dair bir iç hesaplaşmaya girişen Michael Gardiner’ın başından geçenleri anlatıyor. Kendine, yanındakilere ve yaşadığı kasabaya yabancılığının farkına varan bu karakter, sorgulamaları sayesinde bilmediği pek çok şeyle yüzleşiyor. Ë Ali BULUNMAZ skoçya, bir Avrupa ülkesi olmasına rağmen edebiyatta baskın sayılmaz. Alman, Fransız, İngiliz, İspanyol ve hatta Orta Avrupa’nın güçlü damarıyla karşılaştırıldığında İskoç edebiyatının biraz güdük kaldığı bile söylenebilir. Ancak hakkı teslim edilesi yazarlara da sahipler: Örneğin Walter Scott, Arthur Conan Doyle, Robert Louis Stevenson, A.J. Cronin, Val McDermid, Mark Miller, Irvine Welsh ve James Barrie ilk akla gelenlerden. Bu isimlerin bazı yapıtlarının Türkçeye çevrildiğini de hatırlatalım. O çeviri kervanına bir isim daha eklendi: John Burnside. Burnside yeni bir yazar aslında. 1955 doğumlu olmasına ve ilk kitabı The Hoop 1988’de yayımlanmasına karşın, 1994’ten bu yana tüm vaktini yazmaya ayırmaya başladı. Bu anlamda çaylak sayılabilir. Birkaç ödül de kazanan Burnside’ın Şeytanın Ayak İzleri adını taşıyan romanı Türkçede yayımlanan ilk eseri. KASABADA BİR YABANCI Romanın ana mekânı, İskoçya’nın doğusundaki Coldhaven kasabası. Burada büyümüş ve neredeyse Coldhaven’dan hiç çıkmamış Michael Gardiner’ın etrafında gelişen olaylar silsilesi de ana izlek konumunda. Romanın başlangıcı hızlı; belli ki Burnside, olayları kurgular ve açımlarken ritmik bir kitap oluşturmayı hedeflemiş, başarmış da. Moira Birnie adında bir kadın, iki oğlu ve kendisini öldürürken kimsenin anlam veremediği bu eylemde on dört yaşındaki kızı Hazel’ı hayatta bırakır. Bu arada gazetelerden olayı öğrenen Michael, Moira’yı tanıdığını fark eder; ilkgençlik yıllarının aşkı olduğunu anlar ve kısa ilişkisini, o sürede hızlı ama hep sak üstünde geçen günlerini hatırlar. Moira’nın iki çocuğunu öldürerek intihar ettiği günlerle eşzamanlı yürüyen ve Coldhaven sakinleri ile kendi hayatına dönük sorgulamaları Michael’ın çevresine ve hayatına ne kadar yabancı olduğunu gösterir. Aslında bu yabancılık duygusu ve Moira’nın ölümüne eklemlenen, eskiden kalma bir iz ya da bilinçaltına ittiği bir gerçek yeniden su yüzüne çıkar: Michael, Moira’nın ağabeyini ölüme terk etmiştir. İlişkinin Michael tarafındaki gerginliğin nedenlerinin başında gelir bu. SAYFA 8 7 NİSAN 2011 ya da örnek: “Hikâyenin çapraşık ama aynı zamanda da açık olmasını isteyen, evliliği paylaşılmış bilgilerden ve imkânlardan örülmüş bir kafes, hatta masallardaki aşklar gibi hayal eden gözü yaşlı takımından oluşumdu sorun. Evlilikle ilgili gerçek olaysa, tarafların birdenbire, eşlerinin bambaşka bir öyküye, anlatılmaz özel bir öyküye sahip olduğundan şüphelenmeye başladığı anın varlığıdır.” “Malcom Kennedy’i öldürdüğünden beri hiçbir şeyle ilgili tek başına karar vermediğini” söyleyen Michael, hemen her olay sonrası, sanki içinde kimseye anlatmayı başaramadığı ağır bir sıkıntıyla yol alıyor. Bu, özellikle eşi Amanda ile ilişkisinde su yüzüne çıkıyor; alabildiğine gerginlik, hem Michael’ı hem de Amanda’yı hızla tüketiyor. KENARDA KÖŞEDEKİ HAYAT Pek çok açmazla sürüklenen Michael, sonunda Hazel’la buluşur. Amanda’yla evliliğinin çatırdadığı günlere denk gelir buluşma. Havadan sudan sohbetler ve hemen ardından beraber çıkılan yolculukta Michael, kafasındaki soruların yanıtını bulmayı umar. İçi dolu hiçbir şey konuşmadan yolda ve otelde geçen günler birbirini izler. Bir sabah Michael, içinde Hazel’ın “babam değilsin” ifadesi de geçen notunu bulur yanı başında: Arabasını ve cüzdanını Hazel’a kaptırdığını anlar. Kısacası Coldhaven’dan kaçmak için Michael’a babası olduğunu duyumsatır, bir bakıma onu kullanır. Ama bu kaçış ve hırsızlık Michael’da büyük bir sarsıntı yaratmaz. Olan şey, günler boyu süren, Michael’ın kendini çırılçıplak hissettiği koşudur: Nereye gittiğini bilmeden ve neredeyse hiçbir şey yemeden koşmak. Sonrasında eve dönüş: “Gerçekten de kendi hayatıma en baştan başlıyordum; Amanda çıkageldiğinde kenara koyduğum, annemle babamın bana hediye ettiği ve en ufak bir zarar görmesine dahi kıyamayacağım kendi hayatım.” Bu dönüş, Michael’ın pek çok şeyin ayırdına varmasını sağlar: Amanda’yla oturduğu ama aslında anne ve babasına ait evin tek yuvası olduğu, eşiyle uyumsuzluğu ve Amanda’nın kendisini terk etmesi karşısındaki nötr ruh hali. Burnside’ın kahramanı Michael tuhaf bir adam. Cinayeti, evliliğini ve etrafındaki insanları umursamaz ve olup biten bir ordu şeye tepki vermezken tek ve neredeyse takıntılı biçimde merak ettiği şey, Hazel’ın kendi kızı olup olmadığı. Yoksa ortalık yıkılmış kime ne. Sorunun yanıtı belirdiğinde bile, içinde hatırı sayılır şüphe kırıntıları kalan bir adam. Aynı zamanda Michael’ın sağlıklı biri olduğunu da söylemek zor. Çünkü nereden bakılırsa bakılsın, kendi iç dünyasının büyük bir bölümüne karaltılar hâkim. Öyle kolay ilişki kurabildiği, kursa bile bunu uzun uzun sürdüremediği açık. Hatta konuştuğu, konuşmayı ya da dertleşmeyi sevdiği tek insan, evin hizmetçisi Bayan K. Buradan rahatlıkla anlayabiliyoruz ki Bayan K., Michael’ın yegâne arkadaşı, dert ortağı ve belli noktalarda akıl hocası. Bütün olan bitenin sonunda evine dönüp de ortalığı bomboş görünce fark ettiği ise sağında solunda birileri bulunsa da bulunmasa da, karanlık ve soğukla beraber daha keskin hale gelen yalnızlık… alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr http://bulunmazali81.blogspot.com Şeytanın Ayak İzleri/ John Burnside/ Çeviren: Tankut Aykut/ Yapı Kredi Yayınları/ 188 s. İ Moira ve çocuklarının ölümünü izleyen günlerde Michael, Hazel’ın peşine düşüyor, bununla da kalmıyor adeta soruşturmaya, hatta takıntılı biçimde iz sürmeye başlıyor: “Moira’nın kızı da bir uyurgezerdi, ben de bir uyurgezerdim, bu da o anlama gelmiyor muydu? Yani ortak bir noktamız olduğu anlamına. Kalıtımsal manada düşünmüyordum ya da öyle düşünmediğimi sanıyordum ama çoğu şeyi yapmaya fark etmeden başlarız ve bilinçli olarak kurgulamasam da parçaları birleştiriyor, hesap kitap yapıyordum.” Sonra işi bir adım daha öteye götürüyor: “Hesaplarımı nihayetlendirmek için Hazel Birnie’nin doğum gününü öğrenmeye ihtiyacım vardı, ancak onu öğrensem bile ihtimallerden bahsetmenin ötesine geçemeyecektim. Hazel Birnie’nin babasının Tom Birnie, ben ya da başkası oluşu neyi değiştirirdi ki?” AĞIR İÇ SIKINTISI Burnside, ana hikâyenin içine Coldhaven’da anlatılan; dilden dile, kulaktan kulağa dolaşan efsane ve öyküleri de serpiştirmiş. Bunları bir şekilde Michael’a, Moira’ya ve Michael’ın ailesine bağlamaya çalışmış. Hepsinin yanında parantezler açan yazar, adeta iki koldan yürüyen bir roman Romanın başlangıcı hızlı; belli ki Burnside, olayları kurgular ve açımlarken ritmik bir kitap oluşturmayı hedeflemiş, başarmış da. koyuyor önümüze: Bir tarafta MichaelMoira ve Hazel üçgeni, öte yanda Michael’ın ailesi ve okul günlerine ait kimi anılar; bunların en çarpıcısı işlediği cinayet, Malcom Kennedy’i öldürmesi: “Onun ölmesini istiyordum ama o sırada gerçek niyetim bu değildi. Sadece bana yaptıkları için onu cezalandırmak istiyordum (…) Okulda öldüğünü duyunca gerçekten şaşırmıştım. Ama suçlu hissetmedim. Kötü de. Ne de olsa benim için önemli değildi.” Romandaki geriye dönüşler bazen epey derine iniyor. Örneğin Michael ve ailesinin Coldhaven’a ilk geldiği günlere. Kendisi olmaya çabalayan, kasabaya alışmaya çalışan ve bocalayan bir aile görüntüsü. Kasabanın doğasına ait olmak isteyen ancak öbür taraftan ahaliyle uyuşamayan aile: “Gerçekten de annemle babam Coldhaven’a ait değildi. Onlar toprağa, göğe, ışığa ve belki de müdafaası daha ben doğmadan önce çoktan imkânsızlaşmış bir fikre aitti. Sanırım Coldhaven’a ilk geldiklerinde o fikirden toptan vazgeçmemişler; onun yeni bir şekil alıp kendini tekrar hissettireceği bir anın gelmesini beklemişlerdi.” Michael’ın çocukluk günlerinden gelgitli birkaç kesit bu. Michael, Coldhaven kasabasını ve orada yaşayanları tasvir eden bir dipnot da aktarır: “Coldhaven’da en önemli şey insanların ne kadar malı olduğuydu ama nasıl olup da o kadar mala sahip olduğu da, malın kendisi kadar önemliydi. Kimin ne kadar mülke sahip olduğu tam bilinemezdi, bilmek için bu işlerle ilgilenmeniz gerekirdi ama gerçekten merak ediyorsanız o mülklerin nasıl ele geçirildiğini ve etraflarında birikmiş skandalları da öğrenmek zahmetine katlanmalıydınız.” Bir yandan çocukluk yılları, annesinin kaza sonucu ölümü ve kasabaya alışma dönemini (buna hiçbir zaman alışamama da diyebiliriz) hatırlama, beri yandan Moira’nın (Michael’ın kendisinden olduğundan kuşkulandığı) kızı Hazel’a ulaşma gayretiyle karşımıza çıkıyor Michael. Kafasında binbir soru, şüphe ve çelişkiyle yabancılığın doruklarında geziniyor. Evliliği, “üzerine sürekli sayfa ve yeni maceralar konması gereken bir hikâyeye” benzeten Michael, kendi ağzıyla evliliği “epey idealistçe ele aldığını” da itiraf ediyor. Bu, onun hissettiği yabancılaşma CUMHURİYET KİTAP SAYI 1103 CUMH