23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Avrupa’nın salonsuz kültür başkenti... olduğunu; bu durumun sadece bir bina sorunu olmaktan öte ülkemizde tiyatronun kurumsallaşmasının, tarih, kültür ve geleneğinin oluşmasının önündeki en büyük engel olageldiğini konuşuyorduk.” “Bu çalışmayla genel olarak, bugün mevcut olanlarla beraber, geçmişten günümüze İstanbul’un tüm tiyatro yapılarını belgeleyerek en azından kâğıt üzerinde kalıcı hale getirmeyi ve geleceğe bir kaynak olarak bırakmayı amaçladık.” Pekman, şöyle sürdürüyor: “…İstanbul’un tiyatro tarihini binalar üzerinden yeniden okumayı denedim.” “…Hem tiyatronun hem de şehir kültürünün geçmişine dair belli başlı konuları, yine binalar üzerinden anlatmaya gayret ettim.” “…İstanbul’da sadece tiyatro sanatına özel yapıların azlığı dikkatimi çeken en önemli nokta oldu. Tarih boyunca tiyatronun ihtiyaç duyduğu yerleşiklik dışında, bu sanata özgü fiziksel olanakların ve koşulların sağlanabileceği bir bilinçle yapılmış binalar yok denecek kadar azdı.” ŞU İSTANBUL’UN SALONLARI... Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları’nın farklı ciltlerini kaleme alan yazarlar, her ne kadar bir bütünün parçalarını tamamlıyor görünseler de birbirinden ayrılan verimlerle çıkıyorlar yine de okur önüne. Bu çerçevede Kerem Karaboğa, ilk ciltte “Suriçi İstanbul’u, Bakırköy ve Çevresi” üzerine odaklanıyor. Yaptığı işi, “samanlıkta iğne aramaya” benzeterek şu üç saptamasını getiriyor ilk önce: “Bugün bölge içinde tarihi cumhuriyet dönemi öncesine uzanan tek bir tiyatro mekânının bile, bırakın kendisine, izine ya da kalıntısına dahi rastlamak mümkün değil…” “…Bugün de varlığını sürdürenlerin en eskisi ise, 1938 tarihli Eminönü Halkevi…” “Bölgede tiyatro etkinliği için kullanılmış mekânların ortadan silinmesinde, onların mimari niteliklerinin zayıflığı da etkili olmuştu. Gedikpaşa Tiyatrosu sirkten dönüştürülmüştü ve saray emriyle yıkıldığı tarihlerde (1884) bakımsızlıktan harap vaziyetteydi…” “Suriçi sanırları dahilinde yekpare olarak sadece tiyatroya tahsis edilmiş tek bina, halen mevcut olan ve 1961 yılında inşa edilmiş bulunan İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Fatih Reşat Nuri Sahnesiydi.” Ardı sıra şunları aktarıyor Karaboğa: “Tanzimat’tan günümüze bölge dâhilinde devamlılık arzeden bir seyirci ve tiyatro geleneği oluşturulamadığı gibi, çeşitli dönemlerde burada tiyatro gösterisi sergilemiş topluluklar da kendi arşivlerini ve oynadıkları mekânlara dair bir aidiyet duygusunu geliştiremediler.” Oysa, “kentin Suriçi bölgesinin son derece renkli, olaylı ve tiyatro tarihimizin tüm sanatçılarının resmi geçidini andıran bir geçmişi olmuştu.” İkinci cildin yazarı Yavuz Pekman da sözlerine, “Bu çalışmanın belgelemek durumunda olduğu, geçmişten günümüze sahne faaliyeti görülen tiyatro yapıları, beş yüzün üzerindeydi” diyerek girip, “Çalışmaya başladığı(.) ilk dönemde bütün bu bölgede sahne faaliyetine rastladığı(.) 200’ün üzerinde tiyatro mekânı tespit etti(ğini)” söylüyor. “İstanbul’da ilk tiyatro binası(.) 1830’lu yılların başında” yapılıyor. Buna göre kentteki ilk tiyatro yapılarından pek iz kalmasa da eldeki belgelere göre iki yüz yıla yaklaşan bir geçmiş söz konusu bu alanda… Pekman, kitabında “Beyoğlu, Şişli, Beşiktaş ve Çevresi”ne odaklanırken üçüncü cildin yazarları Fakiye Özsoysal ile Metin Balay ise şu sınırlarla “Anadolu yakası”na yöneliyor: “…Coğrafi olarak iki eksen kullanılmıştır: Üsküdar ve Beykoz arasında kalan kuzeygüney yönündeki eksen ile Adalar da dâhil olmak üzere Kadıköy ve Tuzla arasında kalan doğubatı (.) eksen(i).” ÖzsoysalBalay ikilisi, üçüncü cilt için kaleme aldıkları “Önsöz”de çalışmalarının, “kentin unutulmaya yüz tutmuş sanatsal ve kültürel değerlerinin, tiyatro geleneğimizin yapıtaşları olan salon, tiyatro toplulukları ve tiyatro sanatçılarının tanıtılması, tiyatro sanatına karşı ilginin ve yapıcı bir bilincin artırılmasını amaçlayan bir ilk” olduğunu vurgulamaktan geri durmuyorlar. İkilinin vurgusuyla, “Tanzimat Fermanı’nın okunduğu 1839 yılı İstanbul’da tiyatro binalarının da yoğun olarak yapılmaya başlandığı yıldır. Başlangıçta yabancı elçiliklerde, sarayda ve başını Ermenilerin çektiği Müslüman olmayan halk arasında ve daha çok Türkçe dışındaki diğer dillerde yapılan tiyatro gösterimleri 1860’lara gelindiğinde, 1850’lerde başlayan tek tük Türkçe temsillerin de artmaya başlamasıyla ivme kazanmıştır.” Demek tiyatrolarımızda Türkçe temsillerin tarihi de tam anlamıyla yüz elli yıl öncesine geri gidiyor… SİZ İSTANBUL’UN HANGİ SALONUNA YAKINSINIZ? Fakiye ÖzsoysalMetin Balay, üçüncü ciltte Anadolu yakasındaki tiyatro yaşamını aktarırken salonları ayrıntılı olarak göstermekle kalmıyor, tiyatronun toplumumuzda taşıdığı işleve de genel anlamda değinmek gereği duyuyor. Kaldı ki yalnız 1830’lardaki başlangıç evresini değil, bunun yanında Cumhuriyetin tiyatro sanatından beklentisinin onu ne tür sıkıntılara soktuğu üzerinde de düşüncelerini paylaşıyorlar bizimle. Üstelik bu işlevi, geçmişten günümüze, değişen dönüşen toplumsal dokuyla birlikte aktarıyorlar. Şu alıntı, bu bağlamda kentteki tiyatro yapılarıyla buna bakışın, beklenen işlevin kentsel dönüşümdeki rolü üzerinde de ipucu kuşkusuz: “Tarihçilere göre modernleşmenin topluma mal edilmesinde iki önemli araç lokomotif görevine sahiptir: basın ve tiyatro. Modern toplumun ve modern insanın ne olduğunu topluma öğretecek olan bu ikisidir. Okuma yazma oranının düşük olduğu bir ülkede bu görev açısından, tiyatronun basının da önünde geleceği kolaylıkla düşünülebilir. ‘Toplumu dönüştürücü bir araç olarak tiyatro’ algısı, ele aldığımız döneme damgasını vuran bir algıdır.” Muhsin Ertuğrul’un tiyatro salonu isteyişini, bu sanatın toplumun harcını oluşturmadaki rolü bağlamında almak olası. Nitekim söz konusu yıllarda süregelen geleneksel ortaoyunumuz, “en parlak dönemi”ni geçiriyor. Tiyatronun toplumsal dönüşümlerdeki işlevi çok açık ortaya çıkıyor böylece. Bunca kısa süre içinde böylesine yoğun içerikli, emekli bir çalışmayı kotarıp kitaplaştırabilmek başlı başına önemli bir iş. Hele tiyatro tarihimiz düşünüldüğünde bu, çok daha derin anlamlarla buluşturuyor bizi. Dikmen Gürün öncülüğünde yazar Karaboğa, Pekman, Özsoysal, Balay dörtlüsünü, onların doktoralı, yüksek lisanslı yardımcılarını gönülden kutluyorum. Şimdi festival günleri ya, bir filmden ötekine koşuyor olmalısınız… Ama filmleri izlerken nerede olursanız olun, bir an için koltuğunuza gömülüp bulunduğunuz salonu düşünün. Koltuğunuzun kolçağına, oturmalığına dokunun… Sizden sonra İstanbul’da yaşayacak çocuklar, gençler için bu koltukların, salonların ne denli önemli olduğunu getirin gözünüzün önüne… Sonra Muhsin Ertuğrul’un “Bir salon istiyorum efendim!” diyen gür sesini yankılandırın kulaklarınızda. Katılın onun bu sesine, ama ses, ama ıslık, ama alkış katılın haykırışa… Yaşam soluğunuz olan sanatlı bir kültür başkentinde yaşamak üzere, bunu dile getiren haykırışınız hiçbir zaman dudaklarınızdan eksik olmasın efendim… stanbul Film Festivali, otuzluk delikanlı olarak bir kez daha yaşamımıza katılıyor… 217 Nisan tarihleri arasında salonda salona koşacağız yine… Ne dedim öyle; salondan salona mı koşacağız, böyle mi söyledim? Emek sinemasının kalp ağrıları dindi, ötekilerin acıları sona erdi de mi eteklerimiz zil çalarak Avrupamızın bu kültür başkentinde gerinip afur tafur dolaşacağız öyle? Şimdi diyebilirsiniz; kentin tiyatro, konser, sergi salonları var da mı sinema salonları olsun? Ama yine de koşacağız festival filmlerinin bahar dalları halinde açtığı saloncuklar ya da salonlar arasında… İ lığı altında üç cilt olarak hazırlanan Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları adlı yapıt, Dikmen Gürün’ün, “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmeni” olduğu dönemde (2008Mayıs 09) bir avuç arkadaşıyla birlikte başlatıp geliştirdiği, Gürün’den sonra ötekilerin “sevgiyle yürüttü”ğü projenin meyvesi. Geçmişten Günümüze İstanbul TiyatrolarıI’in yazarı Kerem Karaboğa, Geçmişten Günümüze İstanbul TiyatrolarıII’nin yazarı Yavuz Pekman, Geçmişten Günümüze İstanbul TiyatrolarıIII’ün yazarları ise Fakiye Özsoysal ile Metin Balay. Balay, Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden yazar tiyatrocu, bilimci. Ötekilerse İÜ. Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü öğretim üyeleri. Pekman aynı zamanda Semaver Kumpanya’nın da eylemli tiyatrocularından. İSTANBULLU “SALON” BİLİNCİNE SAHİP Mİ?.. Dikmen Gürün, proje amacının, “İstanbul’da mevcut eski ve yeni tiyatro mekânlarının belgelenmesi ve böylelikle, bir anlamda, İstanbul’un giderek azalan tiyatro mekânlarına yönelik bilincin oluşmasını sağlamak” olduğunu vurguluyor. Bu vurguyu şöyle gerekçelendiriyor Gürün: “İstanbul, salt Avrupa’nın değil, dünyanın kültür başkenti. XX. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak her anlamda yüzleşmek durumunda kaldığı onca hoyratlığa karşın yine zarif ve görkemli. Ne var ki, bu tabloya biraz daha yakından, özellikle de kentin sanat yaşamı çerçevesinde bakıldığında aynı büyüleyici ışığı yakalamak zor. Opera, bale, tiyatro gibi sahne sanatlarını gerektiğince kucaklamıyor İstanbul… Nüfusu her geçen gün adeta patlayan, plansız yapılaşmanın kök saldığı bir şehir olarak yatay ve dikey yayılıyortırmanıyor ama sanat mekânlarına alan açmıyor, sanat mekânları yaratmıyor, mevcutları korumuyor…” Demek soruna “bir salon bilincine sahip olmak” açısından yaklaşmak gerekiyor… Nitekim Yavuz Pekman, ikinci cilt için kaleme aldığı “Başlarken”de bu bilince dönük vurgu getiriyor: “Bu çalışmanın ilk tohumları 2008 yılının başlarında atıldı. O dönem, İstanbul’un iki merkez tiyatro binası olan Atatürk Kültür Merkezi ve Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun yıkılması kararı üzerine, geçmişte de benzerlerine çokça rastlanan tartışma ve eylemler yeniden alevlenmişti. …Öğretim elemanları olarak, bu iki binanın akıbeti ne olursa olsun, bina sorununun tarih boyunca tiyatro sanatımızın başat sorunlarından biri Bilmem, belki bir işe yarar, İstanbul’da salon arayışlarına çıkmak… İnsanları aynı hamurun içinde yoğurup birörnekleştirmeye yönelik kitlesel gösteri virüsü yayan futbol, dev konserler, medyatik gösteriler vb. için, yeşile bile kıyarak geniş alanlar bulan, kültür yaratmak veya üretmek sözünden ancak bunu anlayan bir kavrayışın daha öteye geçmesini beklemek safdillik değil de ne? Muhsin Ertuğrul, tam seksen yıl önce, 1 Kasım 1931’de Darülbedayi dergisinde yayımlanan yazısında şöyle diyor: “Bir Tiyatro binası lazım; bu İstanbul şehrine her şeyden önce bir tiyatro binası lazım… Bu bina her şeyden daha mühim, hatta mezbahadan, halden, köprüden, hastaneden, hatta okuldan daha önemli… Onun için bu şehre bir tiyatro istiyorum.” “İstanbul şehrinde, Türklerin İstanbul şehrinde, Amerikan, İtalyan, Alman, Fransız tiyatroları var da bir tek Türk tiyatrosu yok.” “Burası bizim memleket olmasaydı, biz burada ecnebiler gibi misafir bulunmasaydık bile bu gerilik affedilemezdi. Nerede kaldı ki biz buranın sahibiyiz ve misafirlerimizden daha geriyiz.” Muhsin Ertuğrul’un, “Bir Tiyatro İstiyorum Efendim!” başlıklı yazısının bütününü Yavuz Pekman’ın Geçmişten Günümüze İstanbul TiyatrolarıII kitabında bulabilirsiniz. “Geleceğe Perde Açan Gelenek” üst başSAYFA 24 7 NİSAN 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1103
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle