02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş Ü nlü şair ve yazar, 1958 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Boris Leonidoviç Pasternak, 29 Ocak 1890’da Moskova’da aydın bir Yahudi ailesinde doğdu. Felsefe alanında kendini geliştirmek amacıyla Almanya’nın Marburg Üniversitesi’nde bir süre öğrenim gördü ve yine Moskova Üniversitesi’ne dönerek oradan mezun oldu. Bu yıllarda şiir yazmaya başladı. 1914’te ilk şiir kitabı Bulutlardaki İkiz yayımlandı. 1920’den sonra şair sosyal sorunlara çok daha büyük bir duyarlılık göstermeye başlayınca, sanat anlayışında da bazı köklü değişiklikler oldu. Genel olarak onun edebiyat çalışmaları da tür, konu, içerik ve işleniş bakımından büyük bir çeşitlilik gösterdi. Çünkü o, hem şiir yazdı, hem düzyazı yazdı, hem de çeviriler yaptı. Örneğin şiirlerine koşut olarak destanlar, düz romanlarla yan yana bir de manzum roman (Spektorskiy) kaleme aldı. Ve tüm bunları büyük bir sanatçı titizliğiyle gerçekleştirdi. 1933 yılında Doktor Jivago romanından dolayı Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Çeviri işine de çok önem veren şair, Goethe’nin Faust’u ve Shakespeare’in trajedilerinin yanında Orta Asya cumhuriyetleri ve başka ülkelerin şairlerinden mükemmel çeviriler yaptı. Boris Pasternak, 30 Mayıs 1960’ta Peredelkino’da kanser hastalığına yenik düştü. iir Atlası CEVAT ÇAPAN Boris PASTERNAK/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin ATASOY ‘Yakınlardan sakin bir ses duydunuz O, ölümsüz bedenimin sesiydi’ Kıyısında derenin. Oradaki dul kadın Acısını dökerken Onla yanıp, inanın, Onla ölmekteyim ben. Mat camdan hayal meyal Aynı şeydir gördüğüm: Bitecek o son mecal, Kaçınılmaz o son gün. Ecelce saçıp fır fır Yaprakları dört yana Kışın kastı çıkmaktır Ömrümün doruğuna. KIŞ GECESİ Sert tipi süpürürken karı Nefes almadan. Masada yanan bir mum vardı Masada yanan. Işığın etrafında dönen Pervanelerce, Savrulan iri kardı gökten Camlara ince. Hemencik varaklar yapardı Soğuk onlardan. Masada yanan bir mum vardı Masada yanan. Belli belirsiz aynasında Paslı tavanın Bir düğüm vardı arasında Kara bahtların. Düşüverirdi iki potin Halıya o an Ve parlardı giysi, kandilin Gözyaşlarından. Nesneler hep ağarırlardı Sisten ve kardan. Masada yanan bir mum vardı Masada yanan. Şevk vardı lambanın dalgalı, Hoş yalımında, Yansırken bir meleğin haçlı Kanatlarında. Şubat ayı yığardı karı Nefes almadan. Masada yanan bir mum vardı Masada yanan. RÜZGÂR Ben ölüyüm, yaşıyorsun oysa sen. Ağlamakta rüzgâr günlerden beri Titreterek ağaçları, evleri…. O, dalları birer birer seçmeden, Tüm ormanı sarsalıyor ve her yer Müthiş uğultudan titriyor tir tir – Sanki yaşlı deniz, sonsuz enginler Gergin yelken gibi inlemektedir. Rastlantısal degildir bu işkence Ölesiye çırpınışı bu biçim – Gamlı sözler arıyor o böylece Sana layık ninni söylemek için. AĞUSTOS Güneş doğruladı dediklerini Erken erken pencereden girerek İnce safran çizgilerle bezedi Her şeyi perdeden kanepeye dek. Altın ışıklara gark oldu sanki Yakındaki orman, ev çatıları, Karyolam, yastığım ve karşıdaki Duvarın boyunda kitap rafları. Yastığımın ıslaklığı bir anda Düşündürdü beni acaba niçin? Oysa düş görmüştüm: siz bir ormanda Koşmuştunuz bana son veda için. Ve ben anımsadım o günü hemen Yürürken sapsarı oluşunuzu, Altı Ağustos’muş meğer günlerden – Tanrının tecelli ediş yortusu. O gün Tavor Dağı mucize sunar Ve kendince yanar alev değmeden; En parlak renklerle yine sonbahar Bir şeyler sezdirir sanki gaipten O çamlar içinde yürüdün sonra Çaresiz, büzülmüş, sırsıklam çiyli… Ve kızıllık bu mezarlık ormana Kurabiye rengi vermiş gibiydi. Ağaçların sessiz tepeleriyle Yarenlik ederken göklerin prensi Konuşurmuş gibi birbiri ile Duyuldu binlerce horozun sesi. Ormanda, kadastro memuru gibi, Ölüm mezarların merkezindeydi, Bakıp bedenimi ölçtü ve sanki Ona göre mezar kazmak istedi. Yakınlardan sakin bir ses duydunuz O, ölümsüz bedenimin sesiydi, O ki, kutsallıkla ilgili rumuz, Ecel gücünün de yenemediği: “Elveda, ey tecelliler âlemi, Ve altın kubbesi İkinci Spas’ın Siz, bir kadın şefkatiyle derdimi Kalbimin içinden sökerek atın. Elveda, ey ölmezliğe bedel çağ, Elveda sana da, ey kadın, ki sen Zulmü boğdun kendi uçurumunda! Ben – cenk meydanınım senin bu yüzden. Elveda, ey uçuş için açılan İnadına hür ve cesur kanatlar, Ey dünya, şavkını sözcükten alan Ve ey sanat, var olan sonsuza kadar.” *** Ün, kolay şey değil asla. Sahibi olmazsın göğün Ne yüz yıl arşiv tutmakla, Ne şiir yazmakla her gün. Sanatçıysan yanacaksın, Şamata ve pozdan uzak; Yalan övgülerden sakın, Rezillik ordadır ancak. Kendini övmeden yaşa Çünkü gerçek yaşam odur; Aşkla yaklaş her sırdaşa, Sesini yarına duyur. Ömründe boşluklar olsun Ama ak kâğıtta, asla! İzlediğin hedef yolun Yönünü çiz hep ısrarla. Örtsün seni bilinmezlik İzlerin gizlensin orda. Tıpkı dağlar gibi dimdik Başı sis ve bulutlarda. Başkaları izlerini Paylaşsınlar hep peşinden; Ama koru benliğini 3 Hep ordaydı yıldızlardan çok önce, Bu canlı çitten de, mügelerden de. Yaşlı gözlerine ilahelerin Dalarak, dilini hemen yutuver, Dilsiz, etkisiyle kızgın göklerin, Tüm ormanı gökyüzüne haraç ver. Yatmış orda ve geçmişe bakarak Her şeyi diziyor kozalak gibi: Bir uğrak meyhane; soğuk bir şafak, Balık geveleyen o birileri. Yere yat, şöyle bir şarkı icat et: “Yaşlıydım, çekilmem gerekti yoldan. Dul asker eşine benziyordu kent, Kuğularca gözyaşında yıkanan. Aysız gecelerin pençelerinde Ambarıyla, dükkânıyla bire dek Sefil ışıklarda yüzen o kent de Belki benim gibi naçar ölecek.” Böyle şarkılarla inliyordum ben İnliyor, ölüyor ve doğuyordum. Bir bumerang gibi koşup yeniden Veda için ona sarılıyordum. *** Evde kimse olmayacak, Benden başka, şafak vakti. Sevimsiz bir gün doğacak Tıpkı ötekiler gibi. Boy boy ıslak beyaz toplar, Sarkaçtaki saf parlaklık, Her saçakta tertemiz kar Yalnız kar ve sonsuz aklık… Ve dallarda kırç olacak Ve o geçen kış örneği Gecem hüzünle dolacak, Fır fır döndürecek beni. Bir çığlık acılı, kırık, Dökecek tüm günahları Ve ağaçlaşmış bir açlık Sıkacak buzlu camları. Ama bir şey, tül perdeyi Titretecek hiç habersiz – Ve sen şirin yarın gibi Gireceksin sessiz sessiz. Bakacağım uzun zaman Elbisene, saf ve müthiş, Biçilmiş sırf beyaz kardan Ve beyaz kardan dikilmiş. ALDATICI TELAŞ Erken erken kap kacak Sabah koşturmacası, Akşamleyin ıpıslak Bir sessizlik havası. Hıçkırıyor karanlık Gözyaşları içinde Trenin attığı çığlık Gardan çekilişinde. Yiterken azar azar Avlu, bahçe ve harman; Hep dağınık şeyler var, Hepsi eylülden kalan. Gündüz güz yellerinde Bir ses uluyor derin Mezarlık üzerinde, Yengilerin yenmesinden. Kendinden bir milim bile Uzaklaşman sana zarar; Yaşamda var olman ile, Yaşa ta sonsuza kadar. *** Ta özüne her bir şeyin İnmeliyim ben Aramanın, sevinmenin Ve risk alırken. Özünü kavramalıyım Geçen günlerin Sırrını çözmeli aklım Her bir nedenin. Olay ve bahtları beynim Açtıkça kat kat, Yaşa ve sev, demeliyim, Kendini yarat! Keşke tevekkülden öte Atsam kendimi. Yazabilsem tek dörtlükte Heveslerimi. Anlaşılmış olsa suçlar Kaçışlar, gizler, Beklenmedik sert çıkışlar Dirsekler, dizler… Onlar için bir önerge Hazırlardım ben. Bahsederek ayrıntı ve Simgelerinden. Tav verirdim azar azar Her bir dizeye Boy boy körpe ıhlamurlar Yeşertsin diye. Damıtırdım gülsuyu ve Nane kokusu, Bozkır ve göl nefesiyle Yel uğultusu. Ova, bahçe, tepe denen Canlı tansığı Ölmez etütlere Şopen Böyle sığdırdı. Utkusu her yaşananın Hep tuhaf olur – O hem kirişidir yayın Hem de okudur. ÖZLENEN GÜNLER Belleğimde silinmeyen Onlar kalmış o kışlardan O günler – eşsiz bilinen Ve sürekli tekrarlanan. Yavaş yavaş eklenerek Günlerin silsilesine Upuzun bir gün gibi – yek, Zaman durdu dercesine. Anımsadığım bu işte: Yaklaşan kış ortasıdır, Yol sırsıklam, damlar pelte Güneş buzlarda ısınır. Âşıklar rüyalarında El ele ve göz gözedir Sığırcık yuvalarında Sükunet terlemektedir. İbrelerin tembelliği Sürter zaman kadranında Ve gün sanki yüzyıl gibi Sonsuzluğun kollarında. MART 2011 SAYFA 35 BUZ ÇÖZÜLMESİ Yokken henüz bahar belirtileri Henüz uykudayken tohum toprakta, O, siyah sırtıyla, günlerden beri Nehir boylarında kımıldamakta. Körfezin tenine vahşi bir hazla Batmakta şafağın okları derin, Gece çekilirken bataklıklara Uğursuzluk dolu kuzeyde engin. Ama o, gark olup gün ışığına Devindiriyor o hantal bedeni Sonra vurup hınçla buzun alnına Kemiriyor somonların etini. Yağmur çiseliyor öğleye kadar, Arkasından da buz kesiyor toprak Ve yüzüyor bölük bölük dev buzlar Keskin bıçaklarla dehşet saçarak. Ve kısa bir sükut. Sonra hırıltı Derken duyuluyor hançer sesleri. Depreme benzer bir ani çatırtı Ve ortada kesik buz cesetleri. *** Aşka koş, altında gürleyen göğün Ayakların acısa da, kahrı ez, Kirpiye korku ver, bil ki küstüğün Çobanüzümü hiç nankörlük etmez. Başına uzanan dala dek sıçra Ve aydınlığı çek nefes yerine, “Bu onun yankısı!” de ara sıra Ve öpücük gönder hayallerine. Dulavratotuyla süslen iyice Bil, bu güneş, alev saçan göklerde, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1098
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle