02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazar Filiz Aygündüz, Kaç Zil Kaldı Örtmenim? adlı yapıtında, Güneydoğu’daki terörün getirdiği baskıları, acıları anlatırken, yöre insanının geleneklerini, yaşayış biçimlerini ve yaşama tutunma özlemlerini yansıtırken insanlar arasında ayrım yapıldıkça sorunların nasıl açmaza girdiğini de gösteriyor. Ë Hasan AKARSU Filiz Aygündüz Filiz Aygündüz’den bir anıanlatı Kaç Zil Kaldı Örtmenim? otuz iki Kürt öğrenciye okumayazma öğretme çabası içine girer, deneyimi yoktur. Müdür ve müdür yardımcıları yol göstericidir. Üç kadın öğretmen ev kiralayıp yerleşir. Öğretmenler, PKK ve Hizbullah’ın hedefindedir. Bir beden eğitimi öğretmeni öldürülür ve kadınların giysilerine karışılır. Kulp’ta öğretmenken iki arkadaşının yanında öldürülüşüne tanık olan Meheme’nin aklını yitirip Silvan’da kendi halinde yaşayışı terörün içyüzünü göstermek bakımından önemlidir. Her esnaf terörden çektiklerini anlatırken, boşaltılan, yıkılıp yakılan köyler göz önündedir. Yapıt adını, Kürt öğrencilerin ilk günlerde derslerde sıkıldıkları için zilin bir an önce çalmasını istediklerini belirten sorularından alır. Zil çalsa da bir an önce evlerine gitseler diye çırpınırlar: “Kaç zil kaldı örtmenim?” Sınıfta yirmi öğrenci okuma bilmez. Onlar okula gidene değin Kürt, okulda Türk olan çocuklardır. İki dilde eğitimin güçlüğü yaşanır. Resim dersinde öğrencilerin her yeri kırmızıya boyamaları gördükleri kanlardandır. Gittikçe okumayazma öğrenir, öğretmenlerini sever ve ondan ayrılmak istemezler. Öğretmenleri onları anne gibi bağrına basar. Cumhuriyet Bayramı sevincini yaşarlar. Müjgan öğretmen, Silvanlı okul müdürü Mehmet Bey’e karşı sıcaklık duyar. Mehmet Bey, bayan öğretmenlerin güvencesidir bir bakıma. Birlikte, Nemrut’a çıkıp güneşin doğuşunu izlerler. Gezi sırasında evliliklerini tartışırlar ama bir çözümsüzlük içindedirler. Kürt ile Türk evlenecektir. Doğacak çocuklara iki dil de öğretilecektir. Müjgan öğretmen, çocuğunun Kürtçe anne demesini düşleyip yadırgar. Silvan’da sekiz ay öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul’a döndüğünde Mehmet’le evlilik düşünü bırakır. Mehmet de lisans yapma ve İstanbul’da üniversite okuma isteğindedir ama Müjgan’ın evliliğe “hayır” demesinden sonra Silvan’a döner ve bu düşü aklından siler. Müjgan öğretmen, Silvan’da kendini sevdirmeyi başarır. Kütüphane açılması için çalışır, yöre kültürünü özümseyip bir oyun yazarak sahnelenmesini sağlar. Oyun beğeniyle izlenir. İlçede, kadın öğretmenler arasında gece gezmelerine katılarak vakit geçirir. Mehmet’in ailesiyle tanışır, annesinden ve Mehmet’ten yörenin söylencelerini dinler. Zembilfroş, Urfa Balıklıgöl ve Akdamar söylenceleri bunlardan birkaçıdır. 23 Nisan’da bir öğrenci dışında hepsi okumayazmayı sökmüştür. Öğrencilerden Ayşe’nin babası Diyarbakır’da öldürülür. Ölü evinde ağıtlar yakılır. Öğretmen, öğrencisini korumaya alır: “Babasız kız susuz dağ gibidir” sözü kulaklarında çınlar. Babasının telefondaki sesini duyunca “Su sesiydi babam” der. Yaz tatilinde İstanbul’a döndüğünde, öğretmenlikten istifa etme kararını veren Müjgan, okullar açıldığında Silvan’dan, öğrencilerinden ayrılmakta zorlanır. Çok sevdirmiştir kendisini. On beş yıl sonra neler olduğunu, İstanbul’da buluştuğu öğrencisinden öğrenir. Öğrencilerinin çoğu iyi bir meslek sahibi olmuştur. Mehmet Bey evlenmiş ve bir oğlu, bir kızı olmuştur. Müjgan ise evlenip ayrılmış, bir kızı olmuş ve kızına Zilan adını vermiştir. Fizik doçenti olarak görevini sürdürür. Kaç Zil Kaldı Örtmenim?/ Filiz Aygündüz/ Doğan Kitap/ 208 s. toplumsal vicdanın yansıdığı bir karakter olarak benimsenmeli diye düşünüyorum. Darbecilerin yargılanması tartışması ya da talebi, bu kadar geniş kesimlerde kabul görmeden önce Ölümün Efendileri’nde dile gelmiş oldu. Şimdi Dava’da iyice derinleşiyor... Bu tartışmayı öngördünüz mü? Belki yeni kuşaklar pek bilmez ama, bir zamanlar “sanat yaşam için midir, yaşam sanat için midir” gibi son derece basmakalıp bir tartışma geyiği vardı. Bunun için ne devrimci çözümlemeler yapılır, ne büyük sözler üretilirdi. Neyse ki, artık yaşam ile sanat ilişkisini böyle münazara zeminlerinde ele alan kimseler kalmadı. Bu konuda da, edebiyatın can alıcı tartışmalara katkısının, yaşam ile ilişkisinin derinliğine bağlı olduğunu düşünüyorum. Edebiyatın da, Türkiye’nin ya da benzer sorunlar içinde boğuşan diğer ülkelerin en ağır travmalarının çözümüne, en az resim kadar, heykel kadar, müzik, sinema kadar katkısı olabileceğine inanıyorum. Bu benim tezim değil; bu tez, Victor Jara’yı katletme yönteminin mucidi, bizimkilerin esin kaynağı Pinochet’nindir. Ölümün Efendileri’yle başlayan ve Dava’yla devam eden üçlemenin son kitabıyla ilgili ipuçları verebilir misiniz? Üçlemenin son kitabının diğerlerinden en önemli farkının, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin derinliklerinden, geleceğe kadar geniş bir zamanı kapsaması olduğunu söyleyebilirim. Yine, Erol Üyepazarcı’nın “Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes” kitabında da tanımladığı şekliyle “politik polisiye” bolca olacak. DavaThemis’e Havale/ Osman Şenkul/ Scala Yayıncılık/ 454 s. azar Filiz Aygündüz 1971 İstanbul doğumlu. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra dergiciliğe yöneliyor. Milliyet Sanat dergisinin ve Milliyet Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini yapan yazar, Kaç Zil Kaldı Örtmenim? adlı anlatıanı yapıtında, Güneydoğu’da, terör ve eğitim sorunlarını sergiliyor. Anlatıcı Müjgan, fizik öğretmeniyken Diyarbakır’ın Silvan ilçesine 1995’te sınıf öğretmeni olarak atanır. İstanbul’un gözde semtlerinde yaşamış olan yirmi üç yaşındaki kızın Silvan’da öğretmen olarak tutunmasının öyküsü hüzün verici. Müjgan, ilkokul ikinci sınıfta okuyan Y şamı ken a da ku hirle meye mın b anlat Ë D Ë Fatma KOŞAR aatleri, günleri, ayları soğuk rakamlarla ifade eden takvimlere göre sadece 30 yıl geçti üzerinden. İşkence tezgâhlarında kanı akıtılanlar, yaşamdan kopartılanlar ise ruhları ve bedenlerindeki büyük yaranın ağırlığını yüzyıllardır taşımakta gibidirler. Yaralı sevdikleriyle konuşanlar bilirler; onlara göre 12 Eylül 1980 Cuma gününün üzerinden yüzyıllar geçmiş olmalı. Acının bu kadar büyük olmasının, bu kadar derin olmasının başka ne açıklaması olabilir ki? 2 Eylül’ü, darbecileri, darbeleri yargılamak, geniş kesimlerin gündemine dün, önceki gün oturmuş olsa da, o dönemi iliklerine kadar yaşamış olanların akıllarında hep vardı; Kimileri, 11 Eylül 1980 gününde yaşıyorcasına dikenlerin üzerine yürüyerek aştı yolları, kimileri bu kavgaya gelecekten omuz vererek karıştı aralarına. Gazeteciyazar Osman Şenkul, Ölümün Efendileri adlı ilk kitabının devamı niteliğindeki yeni kitabı Dava Themis’e Havale’de, Kuzey Irak’tan başlayan bir yolculukla, 80’li yılların öncesini ve sonrasını “yaşamış” bir gazetecinin darbecilere karşı planlarını taşıyor gündemimize. Darbecileri yargılamanın, hesap sormanın binbir türlüsünü, planlarını, girişimlerini gözler önüne seriyor. Şenkul’un bir darbeciyle hesaplaşma üzerine kurulu bu yeni romanı, darbecilerin yargılanma talebi ve ‘gizli darbe’ tartışmasında geniş ufuklar açabilecek nitelikte. ‘Gizlice’ ya da ‘açık ilan’ ile yapılan darbeler üzerine düşünmeye davet eden Dava, 12 Eylül’ün yıldönümünden hemen sonra Scala Yayıncılık tarafından yayımlandı. Şenkul, farklı karakterleri bir araya getirmeyi gereklilik S Osman Şenkul’dan ‘DavaThemis’e Havale’ Darbeciyle hesaplaşma peşinde Gazeteciyazar Osman Şenkul, 12 Eylül üçlemesinin ikinci romanı Dava Themis’e Havale’de siyasi atmosferi gerilim ve polisiye öğeleri katarak anlatırken darbe tartışmasında yeni pencereler açıyor. olarak gördüğünü söylüyor. Gerekçe açık; yeryüzü yalnızca devrimcilerin yaşadığı bir mekân olmadığı gibi, bu insanların çok farklı platformlarda, her kesimden insanlarla da ilişkileri var ve hayatı yazınca onlar da koşarak geliyor... Ölümün Efendileri’nde de Dava’da da siyasi atmosferi, polisiye öğeler ve gerilimi kullanarak aktarıyorsunuz. Bu Türk romanında pek az rastlanan bir durumdur? Evet, polisiye denildiğinde, işin içinde mafyatik unsurlar ve polisin örgünün kanatlarını oluşturduğu olaylar dizgesi geliyor akla. Polis suçlunun peşinde, hatta ensesindedir; suçlu ise her zaman polisi atlatma yollarını aramakta, sayısız zekice çözümler üretmektedir. Devletin yürürlükteki yasaları uygulamak için kolluk güçleri eliyle yürüttüğü işler çerçevesinde dönen dolapların edebiyattaki yansıması gibi bir tanım da getirmek olanaklı sanırım. Ama aynı devletin asli görevi, mevcut düzeni ayakta tutmaktır. Bu nedenle, mevcut düzeni yıkmaya çalışanlarla, onu korumaya çalışanlar arasındaki ilişki her zaman polisiye unsurlar içerir. Dolayısıyla mevcut yaşam, tarafların şu ya da bu yolla birbirlerini ortadan kaldırma savaşımıdır ve bir tanesi yok olana kadar da bu polisiye sürecektir. Romanların başkahramanı Zafer, darbeci Devran İspilli’nin yargılanmasından çok ortadan kaldırılmasını istiyor. Başkahramanın bu talebi, sizin tercihlerinizle mi ilgili? Darbecilerin toplumun farklı kesimlerinde açtıkları yaraların boyutları da oldukça farklı oluyor; hatta, darbeden nemalandıklarını düşünenler dahi aslında çok ciddi yaralar alıyorlar. Aslında buna darbecilerin kendilerini de eklemek gerekir. Onlar da yaptıkları darbeden şu ya da bu şekilde olumsuz etkilenirler. Kenan Evren ya da diğerlerinin darbe sonrası rahat ettiklerini, psikolojik olarak etkilenmediklerini sanmıyorum. Zaten, Evren’in, “yargılanmaktansa intihar ederim” sözleri de onun bu travmasını gösteriyor. Buradan hareketle, darbeci başının kendisinin, kendisinin ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyor olması, bize Zafer’in amacıyla ilgili önemli ipuçları veriyor. Zafer’in hedefi ilk bakışta oldukça radikal bir yaklaşım gibi görünse de, ayn lou yev gü rı i yımlan Avus boyuna önemli okuyan tabı ok rım kal Joyce’u B 1 D ödü fotoğr vermek SAYFA 30 3 MART 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1098 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle