Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ş ‘Yalnızca umut büzülüp iir Atlası CEVAT ÇAPAN irminci yüzyılın önemli Avusturyalı şairlerinden Ingeborg Bachman 1926’da Klagenfurt’ta doğdu. 19451950 yılları arasında Insbruck, Graz ve Viyana üniversitelerinde felsefe, psikoloji ve Alman Edebiyatı örgenimi gördü. Heidegger ve Wittgenstein üzerinde uzmanlaştı ve Heidegger’le ilgili doktora yaptı. İlk şiirlerini 1948/49 yıllarında yayımlayan Bachman 1959/60 yıllarında Frankfurt Üniversitesi’nde şiir konusunda dersler verdi. 1964’te Georg Büchner Ödülü’nü aldı. 1965’ten sonra Roma’da yaşamaya başladı ve birçok yabancı ülkeye yolculuklar yaptı. Şiir dışında roman, öykü deneme ve oyun türlerinde de eserler verdi. 1973’te Roma’daki evinde çıkan bir yangında ağır yaralanarak öldü. Ingeborg BACHMAN/ Şiirler/ Çeviren: Danyal NACARLI oturuyor ışıkta kör olmuş’ karlarla doldurmuş yüzünü kara köpükleri karanlığın. Ve sana ait olamam artık ben. Feryatlar ediyoruz ikimiz de şimdi. Ama Orfe gibi, bilirim de ölümün tarafında durduğunu hayatın, ve çivitleştirip durur beni sonsuzluğa kadar yumuk gözün. Beyaza Bürünmüş Günler Bu günlerde huşağaçlarıyla uyanıyorum ve tarıyorum başak sarısı saçlarımı yana, açıyorum alnımı karşısında buzdan bir aynanın. İçine soluğum akınca topaklanıyor süt. Çok kolay köpürüyor o, sabahın bu erken saatinde. Hohladığım her yerinde camın beliriyor yine bir çocuk parmağının çizdiği bunca zaman sonra senin adların: safla arılık! Bu günlerde sızlatmıyor şu yüreğimi unutma özgürlüğüm ve yükümlülüğü anımsamanın. Seviyorum çünkü ben. Çıldırmışçasına seviyorum ve şükrediyorum Meryem selamlarıyla. Havada, uçarken öğrenip ezberledim onları. Bu günlerde hep o albatrosu düşünüyorum, sırtında yükselip buraya, anlatılmamış ülkeye onunla indiğim. Hissediyorum ufukta, batarken parıl parıl olağanüstü kıtamı, orada, beni salıveren, bürülmüş bir kefene. Ama ben yaşıyorum ve duyuyorum onun kuğular ağıdını uzaktan. Sisler Ülkesi Kış olursa benim sevgilim hayvanların arasında olur ormanın. Sabah olmadan dönmeye mecbur olduğumu bildiği için güler o dişi tilki. Nasıl da sarsılır bulutlar! Ve düşer kardan yakama hep bir kat kırılgan buz. Kış olursa benim sevgilim bir ağaç olur ağaçların arasında ve davet eder bahtın terk ettiği kargaları güzel dallarının arasına. Bilir o, karanlık çökerken rüzgârın kırağı düşmüş kaskatı gece elbisesini az kaldırıp beni eve kovacağını. Kış olursa benim sevgilim aralarında olur balıkların ve onlar gibi dilsiz. Kul köleyim ben, kanatların çizerek içer’den oynattığı sulara, kıyıda durup seyrederim onun suya batıp döndüğünü, kovalayana kadar beni buz kütleleri. Ve bana yeniden çarpınca tepemde kanatlarını geren kuşun saldırı çığlığı yıkılırım düzlükte: tüylerini yolar sevgilim tavukların ve atar bana beyaz bir köprücük kemiğini. Onu alıp asarım boynuma ve uzaklaşırım oralardan, acılar dolu tüylerin arasından. Bir vefasızdır sevgilim, bilirim, süzülür o bazen yüksek tabanlarla şehre doğru, öper barlarda, kamışları içinde bardakları sımsıkı, ağızlarından, ve aklına sözcükler gelir her bir şey için. Ama ben bilmem o dili. Gördüm sisler ülkesini. Yedim sisli yüreklerden. Her gün Artık savaş ilan edilmiyor, sadece sürdürülüyor. O akıl almaz olağan olmuş. Kahramanlar uzak duruyor savaşçılardan. Güçsüz olan itilmiş ateş hattına. Sabırdır günümüzün üniforması, madalyasıysa sefil yıldızı yüreğin üstünde duran umudun. Veriliyor o şimdi gerçekleşmezse artık hiçbir şey, susarsa yaylım ateşleri, görünmez olmuşsa düşman ve ebedi zırhın gölgesi kaplarsa gökyüzünü. Veriliyor o şimdi ordudan firar etmelere, dostun karşısında gösterilen cesarete, ifşa edilmesine uygunsuz sırların ve hiçe saymasına bütün emirlerin. Vadesi Uzatılmış Zaman Daha zor günler bekliyor seni. Vadesi bir kez daha uzatılan zaman görünüyor artık yavaş yavaş ufukta. Yakında giyip bağlamalısın ayakkabılarını ve kovmalısın köpekleri geldikleri sulak çiftliklere. Soğumuş çünkü balıkların bağırsakları rüzgârlarda. Perperişan yanıyor acı baklaların ışığı. İzler arıyor bakışın sislerde: Vadesi bir kez daha uzatılan zaman artık görünüyor yavaş yavaş ufukta. Karşıda batıp kayboluyor kumun içinde sevgilin, adam kadının dalgalanan saçlarına basmadan geçiyor, adam kadının sözünü kesiyor, adam ona susmasını emrediyor, adam onu pek ölümcül buluyor, öyle de razı ki ayrılmalara, her sarılmadan sonra. Dönüp bakma arkana. Bağla ayakkabılarını. Kovala geldikleri yere köpekleri. At balıkları denize. Söndür acı baklaları. Daha zor günler bekliyor seni. Gölgeler Güller Gölgeler Yâd bir gökyüzünün altında Gölgeler güller Gölgeler Yâd ellerin üzerinde Arasında güllerle gölgelerin Yâd bir suyun içinde Gölgem Yabancılaşma Artık ağaç diye göremiyorum bir tek ağacı. Yok dalların rüzgâra uzattıkları yapraklar. Meyveleri tatlı, ama sevgisiz. Doyurmuyorlar bile insanı. Ya ne olacak şimdi? Kaçıyor gözümün önünden orman, kapatıyor kulağımın dibinde ağızlarını kuşlar, olmayacak bana yatak hiçbir çimen. Doysam da vakitsiz hâlâ açım zamana. Ya ne olacak şimdi? Yanacak yine geceleri doruklarda ateşler. Koyulsam mı yola, yeniden yanaşmak için her şeye. Artık yol diye görmüyorum bir tek yolu. ? SAYFA 23 Y Erken Öğle Sessiz sessiz yeşeriyor açılışı yapılmış yazda ıhlamur, ışıldıyor şehirlerden çok uzaklara itilmiş donuk parlayan gündüzayı. Olmuş çoktan öğle, çoktan kımıldıyor kuyuda şua, çoktan doğruluyor kırık parçaların arasında masalkuşunun mazlum kanadı ve attığı her taşla çirkinleşen el düşüyor uyanan ekinlerin içine. Nerede karartıyorsa Almanya’nın gökyüzü dünyayı orada nefret için bir mezar yeri arıyor boynu vurulmuş meleği ve uzatıyor sana yüreklerin anahtarlarını. Dağılıp kayboluyor tepenin üstünde bir avuç dolusu acı. Yedi yıl sonra gene aklına geliyor dururken şehir kapısındaki çeşmenin önünde, çok derinine bakma öyle dolar yoksa gözlerin. Yedi yıl sonra ölü evinde boşaltıyor dünün cellatları altın kadehi. Çökerdi gözlerin... Öğle olmuş çoktan, küllerde bükülüyor demir, dikenin üzerinden çekilmiş bayrak, ve kayasında çok eski düşlerin durur bundan böyle çekiçle dövülmüş kartal. Yalnızca umut büzülüp oturuyor ışıkta kör olmuş. Çöz bukağısını, tut elinden götür onu yığından aşağı, koy elini gözünün üstüne umudun, yakmasın diye onu hiçbir gölge! Nerede karartıyorsa Almanya’nın gökyüzü dünyayı orada söyleyecek bir söz arıyor bulut ve dolduruyor dağağzını sessizlikle daha işitmeden onu seyrek yağmurda yaz. Dolaşıyor ülkeyi o anlatılamaz, alçak sesle söylenmiş: Öğle olmuş çoktan. Muğlak Şeyler Söylemek Orfe gibi çalarım hayatın tellerinde ölümü ve dünyayla gözlerinin güzelliklerine, o, gökyüzünü yönetenlere yok muğlaktan başka bir söyleyeceğim. Unutma, senin de, ansızın, işte o sabah, ıslakken hâlâ çiyle yatağın ve uykudayken yüreğinin karanfili, unutma gördüğünü önünden akıp geçen o karanlık nehrin suyunu. Gerilmiş suskunluğun teli bir dalga kanın üzerine, kavradım, tuttum çınlayan yüreğini. Dönüştürülmüş alnındaki o kıvrım gölgeli saçlarına gecenin, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1064 Ingeborg Bachman