24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayşe Ece’yle ‘Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde’ ‘Çevirmen görünür okurdur’ On beş yıldır edebiyat çevirisi alanında çevirmen, editör ve çeviri eğitimcisi olarak çalışan Ayşe Ece’nin Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde adlı kitabı, Truman Capote’nin “My Side of the Matter” başlıklı öyküsünün, Türkçede farklı zamanlarda kavuştuğu yeni yaşamlarını incelerken, edebi çeviri olgusunu ve edebi çeviriye kuramsal yaklaşımları bir uzmanın gözünden değerlendiriyor Ë Elif BEREKETLİ u, hem elli yıllık bir zaman diliminde farklılık gösteren çeviri davranışları üzerine düşünmemizi sağlayan hem de edebiyat çevirisine ve çevirmenine yönelik bakış açımızın genişlemesine katkıda bulunan bir inceleme. Nasıl bir sürecin sonunda kendinizi bu çalışmanın içinde buldunuz? Bir alanın uygulamasında çalışırken o alanla ilgili kuramsal yaklaşımlardan uzak kalmak kuşkusuz pek mümkün değil. Ben de doğal olarak bu süreçte uygulama alanında farklı yazarların metinlerinin çevirisi ve redaksiyonu üzerine çalışırken, kuramsal alanda da farklı kuramcıların yaklaşımlarını izliyordum. Yıllar içinde edebiyat çevirisi alanında en çok “çevirmen”in izini sürmek istediğime karar verdim, çünkü özgün bir metnin çeviri bir metne dönüşmesi hep büyülü bir süreç olmuştu benim için. Bambaşka bir kültürde ve dilde, o kültür ve dilin gelenekleri içinde üretilmiş bir metnin çok farklı bir kültür ve dilde hayat bulma süreci, özgün metinlerin çeviri metinlere dönüşmesi benim için her zaman ilginç bir düşünme alanı oldu. Böylelikle bu çalışmanın içine girdim. “ÇEVİRİ YAPAN ÖZNELER” Çalışmanızda niçin aynı edebi metnin, bir dile, birden farklı şekilde aktarılması anlamına gelen “yeniden çeviri olgusu”nu ele almak istediniz ve elbette bunu Truman Capote’nin “My Side of the Matter” öyküsünün üzerinden yaptınız? Neydi bu metni bu çalışmaya uygun kılan? İlk neden, bu “yeniden çeviri olgusu”nun günümüzde yayın dünyamızda varlığını sürdürüyor olması. Şöyle ki daha çok yeni çıkmış kitapların sergilendiği kitapçı raflarında bile Capote’nin bu öyküsünün iki farklı çevirisinin yer aldığı kitapları görmek mümkün. Türk okurlara bu öykü günümüzde iki farklı çeviri metin olarak sunuluyor. Çalışmamda özellikle günümüzde yaşanan bir çeviri olgusunu incelemek istememden dolayı bu iki çevirinin yayın dünyamızda birlikte ve aynı dönemde var olması benim için çok önemliydi. İkinci neden ise kuşkusuz bu iki farklı çevirinin çevirmenleri. Capote’nin bu öyküsünü ilk kez 1954’de Memet Fuat çevirmiş ve bu çeviri bugün Murathan Mungan’ın hazırladığı Erkeklerin Hikâyeleri adlı kitapta yer alıyor. Aynı öykü bu kez Püren Özgören’in çevirisiyle Capote’nin 2007’de yayımlanan Gümüş Damacana adlı öykü kitabında da yer alıyor. Memet Fuat yazar, eleştirmen, SAYFA 16 B yayıncı ve çevirmen kimlikleriyle kültür dünyamızın önemli isimlerinden biri. Püren Özgören ise uzun yıllardır yayın dünyamızı farklı yazarlardan yaptığı çevirilerle zenginleştiren bir edebiyat çevirmeni. Son derece saygın ve deneyimli bu iki edebiyat çevirmeninin “çeviri yapan özneler” olarak bu öykü çevirisine bıraktıkları kişisel izlerini araştırmak benim için çok ilginç ve öğretici bir süreç oldu. Üçüncü neden ise “yeniden çeviri olgusu” ya da çevirmenlerle ilgili değil, özgün metnin kendisiyle ilgili, çok kişisel bir neden: Truman Capote’nin kitaplarını bir okur olarak uzun zamandır seviyorum ve In Cold Blood adlı romanını da Soğukkanlılıkla adıyla 2004’te Türkçeye çevirdim. Edebiyat metinlerini okumak için geliştirilmiş, Aristoteles’ten Derrida’ya uzanan zengin bir edebiyat eleştirisi kuramının olduğunu, eleştirmenlerin bu kuramdan yararlandığını ancak aynı durumun edebiyat çevirisi metinleri için söz konusu olmadığına değiniyorsunuz. Çeviri, edebiyatın böylesine ayrılmaz bir parçasıyken, sizce bu nasıl mümkün oldu? Evet, çeviri her kültürde edebiyatın ayrılmaz bir parçası. Her edebiyat çeviri metinlerle zenginleşiyor, gelişiyor ve değişiyor. Edebiyat metinlerini okumak, ğunlukta yararlandıklarını söylemek mümkün değil. Çeviri kuramlarının da edebiyat eleştirisi kuramları kadar en azından tarihsel açıdan zengin bir geleneği var. Ancak çeviri metinleri okumak üzerine geliştirilmiş yaklaşımlar, edebiyat metinlerini okumak üzere geliştirilmiş yaklaşımlar kadar sıklıkla uygulanmış, değiştirilmiş ve geliştirilmiş değil. Tabii bu noktada çeviri eleştirisi yazılarının, edebiyat eleştirisi yazılarıyla aynı yoğunlukta üretilmemesinin de bir payı var. Yalnızca ülkemizde değil, dünyada da çeviri metinler daha çok yazarlarının adıyla anılıyor, çevirmenlerin, o metinleri özgün dilinden başka bir dilde yeniden yazdığı ve tam da bu nedenle, en az özgün metnin yazarınınki kadar yaratıcı ve zorlu bir süreç yaşadığı göz ardı ediliyor. Çeviri kitaplar üzerine yazılan tanıtım yazılarının bile çok azında çevirmenin varlığı anımsanıyor, ondan “çevirmen akıcı bir dille çevirmiş” gibi ifadelerle söz etmenin yeterli olduğu düşünülüyor. Çeviri metnin yazara ait olduğu yanılsamasına yalnızca okurlar değil, eleştirmenler de sıklıkla kapılıyor. “ÇEVİRMEN, METNİ BAŞKA DİLDE YENİDEN YAZAR” “Aynı edebiyat metninin farklı çevirmenlerce bir dile aktarılması, bireysel çeviri stratejilerinin yanı sıra dönemin egemen çeviri normlarına da ışık tutar” diyorsunuz. Dönemin egemen çeviri normları hangi faktörlerin etkisiyle ortaya çıkar? Çeviri etkinliği içinde yalnızca çevirmenin rol aldığı bir etkinlik değil. Farklı bileşenlerden oluşan, karmaşık bir etkinlik. Bu, bir özgün metnin çevrilmeye karar verilmesinden çeviri kitabın okurlar tarafından alımlanmasına uzanan bir süreç içinde gerçekleşir. Süreç ne kadar çevirmenin bireyselliğinin izlerini taşısa da toplumsal boyutları olan bir süreçtir. Her şeyden önce çevirmen, belli bir toplumsal ve kültürel çevrede yaşayan ve çeviri sürecini belirleyen okur ile eleştirmen kimliğini bu çevrenin normları doğrultusunda oluşturmuş biri. Çeviri etkinliğinde önemli bir rol üstlenen çeviri editörü, ayrıca çeviri okurları için de aynı durum söz konusu. Editörlerin ve okurların çeviri metinlerden beklentileri, zaman içinde farklılaşan kültürel, tarihsel ve toplumsal koşullarla birlikte değişir. Geçmişte ilgiyle karşılanan “uyarlama çeviriler” bir süre sonra hiç üretilmez olur, hatta ikinci dilden yapılan çeviriler bile zaman içinde yerlerini, kitap kapaklarında gördüğümüz “İtalyanca aslından çevi Ayşe Ece, çalışmasında ‘yeniden çeviri olgusunu ele alıyor. onlar üzerine “üstmetin” olarak da adlandırdığımız eleştiri metinleri yazmak istediğimizde son derece zengin bir eleştiri kuramları geleneğiyle karşılaşıyoruz. “Genetik eleştiri”den “yapıbozucu eleştiri”ye uzanan bu gelenek içinde yer alan kuramsal yaklaşımlardan edebiyat eleştirmenleri kendi beklentileri ve amaçları doğrultusunda yararlanıyor. Ancak bir edebiyat metni üzerine değil de, bir çeviri edebiyat metni üzerine bir üstmetin yazmak isteyen eleştirmenlerin çeviri kuramlarından benzer bir yo ren” ifadeleriyle vurgulanan metnin özgün dilinden yapılan çevirilere bırakır. Örneğin, Türk okurları uzun bir dönem boyunca Italo Calvino’yu İngilizce çevirilerden yapılan Türkçe çevirileriyle okudu. Şimdi ise Calvino’nun kitapları özgün dilinden yapılan çevirilerle yayın dünyamızda yer alıyor. Tabii bu örnekler daha çok edebiyat çevirisinin toplumsal bir kurum olarak varlığıyla ilgili. Çevirmenlerin bireysel çeviri stratejileri de bu toplumsal kurumun etkisiyle değişiyor. Mesela, geçmiş dönemlerdeki çevirilerde gözlemlenen, “yerlileştirme” adını verdiğimiz yabancı kültüre özgü öğeleri Türk kültüründen öğelerle karşılama stratejisi, çevirmenler tarafından günümüzde aynı sıklıkta benimsenen ve uygulanan bir strateji değil. Bu tür değişimlerde kuşkusuz teknoloji alanında yaşanan ilerlemelerin ve dünyanın küreselleşmesinin etkisiyle kültürlerin birbirlerine eskisi kadar “uzak” olmamasının da bir payı var. Kitabınızda, “Farklı çevirmenler aynı metni başka bir dilde edebiyat çevirisi metnine dönüştürdüğünde o metne okur, eleştirmen ve çevirmen kimliklerinin ve çeviri anlayışlarının belirlediği somut bir yanıt vermiş olurlar” cümlesini kullanıyorsunuz. Edebiyat çevirisini nasıl bir bakış açısıyla “çevirmenin metne verdiği yanıt” olarak görebiliriz? Özgün metinle karşı karşıya kalan çevirmen öncelikle onu okur, alımlar, anlar, yorumlar ve eleştirir. Özgün metinle edebiyat okuru ve eleştirmeni kimlikleriyle kurduğu bu yakınlık ilişkisini, asıl çeviri edimini gerçekleştirirken, yani özgün metni anadilinde yeniden yazarken yazar kimliğiyle de sürdürür. Sonuç olarak ortaya çıkan çeviri metin de çevirmenin okur, eleştirmen ve yazar kimlikleriyle özgün metne verdiği bir “yanıt” olarak görülebilir. Çeviri metni özgün metin ile birlikte okuduğumuzda çevirmenin özgün metni nasıl alımladığına dair ipuçlarına ulaşabiliriz. Bu bağlamda, çevirmenleri “görünür okur” olarak da düşünebiliriz; çünkü onlar, okur olarak alımladığını, başka bir dilde yeniden yazdıkları çeviri metinlerde sergiler. “Sıradan okur” edebiyat metinlerini okurken zihninde yeniden yazmakla yetinirken çevirmenler, onlardan farklı olarak, edebiyat metinlerini başka bir dilde de yeniden yazar ve böylece de metinleri nasıl yorumladığını açığa çıkarmış olur. ? Edebiyat Çevirisinin ve Çevirmeninin İzinde/ Ayşe Ece/ Sel Yayıncılık/ 190 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1064
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle