Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Murat Yalçın’dan ‘Hafif Metro Günleri’ Metro(pol) günlüğü Murat Yalçın’ın romanı Hafif Metro Günleri, aslında büyük kent sıkıntısını dillendiren bir adamın durmaksızın akan iç sesi ve düşünmekten, incelmekten ve incelemekten, hayatı kıvırmaya çalışmaktan, insanları ve kendini oyalamaktan bıkan bir adamın romanı. Ë Müge KARAHAN afif Metro Günleri’nde, hiçbir şeyi içimize atmamamız bize bir kere daha hatırlatılıyor. Daha doğrusu anlatıcı, bu tembihin bir uyarı olarak anons edildiğini duymak istiyor: “Tanrı hepimizi korusun hoşgörüden! ‘Lütfen incelmeyin, içinize atmayın’ duyurusu yapılmalı, sirenler çalmalı kentlerde. Her sabah radyolar, televizyonlar, bilgisayarlar bu anonsla açılmalı, gazeteler birinci sayfalarının tepesine bu anons kutusunu koymalı artık: ‘Lütfen içinize atmayın!” Kitabın tamamı da sanki bu anonsla duyurulan uyarıya uyarcasına anlatıcının içindeki her şeyi, zihninin takıldığı her ayrıntıyı, düşünceyi dışa vuruyor. Anlatıcı, günlük metro yolculukları sırasında, çoğu zaman bildik insanlarla katettiği mesafe boyunca gördüklerini, yaşadıklarını ve en önemlisi de düşündüklerini ortaya döküyor. “Neden metroda açıldığı” sorusunu anlatıcı metnin içinde kendisi cevaplıyor: “Metroda hızlı düşünülüyor. Kısa, uzun, bir yerden bir yere gittin mi, aklın da yerinde durmuyor. Olur olmaz şeyler üstünde oyalanıyor, yorumluyor, birtakım düşünceleri kolaçan ediyor.” Ancak onun bu cevabı bir yanda dursun; metro, metropol yaşamını anlatan güçlü bir imge olmasıyla da bu büyük kentin yalnızlık destanı olan metne çok iyi uyum sağlar. Metro durakları, kapalı bir yerde bu kadar fazla ve farklı insanın bir araya geldiği kilit noktalar. Metronun yürüyen merdivenleri, istasyonlar farklı karşılaşma imkânı sağlayan yer. Daha kentli ve daha kozmopolit mekânlar bir bakıma. Bu nedenle metro günlükleri büyük kentin sıkışık yalnızlığını anlatması açısından oldukça manidar. Hayatı kıvıramadığından emin anlatıcı, pek çoğumuzun ortaklaştığı şu sözleri döktürür: “Ayakkabı boyacıları, yağmurlu günlerin sabahında diziliyor kentin düğüm noktalarına, fırçasını takırdatarak. Boyacılara göre sorunlu müşteri sayılırım. Bir kere ayağımı ayaklıkta tutmayı beceremem, her fırça darbesinde savrulur, boya sandığını deviririm. Nasıl da kuruluveriyorlar sandığın başına, ayakları milim kaymıyor. Sigaraları Murat Yalçın H nı tüttürüp boyacıyla havadan sudan konuşmalarına, koltuklarında taşıdıkları gazetelerin ilk, son sayfada bir çırpıda göz atışlarına bayılırım. Bu adamlar ustaca kıvırıyor yaşamı. Boyacıyla ne konuşulur, gazeteye nasıl göz atılır, biliyorlar. Ya ben? Fırtınaya tutulmuş bir kelebek gibi, savruluyorum bir fırça darbesiyle.” Yazarın bu cümleleri, onun sözcüklerle nasıl oynadığını, sözcükleri kaba metaforlar olarak harcamaktansa onları tüm açıklığıyla kullanıp özgün bir anlatım biçimi yakaladığını gösterir. Bir adamın hayatta tutunamayışı, boya sandığı üstünde duramayışıyla ve her şeye rağmen ayakkabı boyatmak zorunluluğuyla anlatılır bu satırlarda. Hayatta nasıl durulur, ayakta nasıl durulur bilemeyen bu adam, hayatı kıvıramayanlardan, bu oyunu beceremeyenlerdendir. Murat Yalçın, metro yolcusu bu adamın her biri üç noktayla yani başlangıcı olmadığı imasıyla başlayan kesik fragmanlarında sözcüklerin her harfiyle, her şeyiyle oynar. Anlatıcının günlüğü için isimler uydurur, benzerlikler yakalar, sözcükleri kesip biçer. Metro istasyonunda her gün karşılaşılan piyango bileti satıcısının adını Derman Kurtuluş koyar dâhice ve bir adamın metroda giderken tıpkı metronun kendisi gibi hızla akan, önü kesilemeyen, tedbirli gitmeyen düşüncelerini dışa vurur ustaca. Aslında bütün bu söz diziliminin nasıl savruk bir metne, kesintisiz içsesin, düşüncelerin nasıl dehaya ulaştığını romanda anlatıcının sesinden de duyarız: “Bütün gece sözcükler göçmen kuş sürüsü hızıyla küme küme boş kâğıtların üstüne kondu, cıvıldadı. Sabaha karşı başımı yastığıma koyabildiğimde, başım kum saatiydi, sağa sola dönüp durdum, kum taneleri düştü, pıt pıt, o kulaktan o kulağa.” Akıp giden zaman, kafamızın içinde de egemendir, sözcüklerse ancak buna aldırmadığında özgürdür fakat yine de sadece kuşlar kadar. Hafif Metro Günleri, düşünmekten, incelmekten ve incelemekten, hayatı kıvırmaya çalışmaktan, insanları ve kendini oyalamaktan bıkan bir adamın romanı. Ne münzevi, ne de aylak; o tam anlamıyla bıkkın ve de sıkkın adamdır. ? Hafif Metro Günleri/ Murat Yalçın/ Notos Kitap Yayınevi/ 96 s. SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1064