29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K öy Enstitüleri Yasası’nın kabul edildiği 17 Nisan 1940’ın üzerinden yetmiş yıl geçti. Bu, yazın tarihimiz açısından da büyük önem taşıyor. Çünkü köyden gelip enstitülerde yetişen bir kuşak, yazınımızda farklı bir damar yaratarak günümüze ulanan bir çığıra imza attı. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu vb. yazarların başı çektiği yazıncı grubu, 1950’lerden başlayarak yazınımızda farklı boyutta bir dönüşüm yaratmayı, kendilerine yer açmayı başardı… 1950 öykücü kuşağından bir adım önde yola çıkan bu yazıncılar grubunun etkisi tüm ülkede kitlesel tartışmalara da neden oldu aynı zamanda. Kuşak, büyük yankılar yaratan ilk büyük çıkışını Mahmut Makal’ın Bizim Köy (1950) anlatısı aracılığıyla ortaya koydu denebilir. Kitlesel yankılar yaratan ikinci büyük çıkış ise Fakir Baykurt’tan geldi: Yılanların Öcü (1958). Romanın Yunus Nadi Armağanı’nı kazanması, Metin Erksan’ın romandan çektiği aynı adlı filmin (1962) ilk gösterimde saldırıya uğraması, Köy Enstitülü kuşakça üretilen yazınsal verimin, görece bu iki yapıta göre ölçümlenip bu eşikler arasına kısılıp kalmasına neden oldu yazık ki. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Bir romancı olarak Talip Apaydın K Talip Apaydın’ın Sarı Traktör (1958) adlı romanı işte bu sıralarda yayımlandı, ancak yukarıda andığım doruk yapıtlara dönük tartışmalar sırasında görece sönük bir ilgiyle karşılandı. Yarbükü (1959) de bu sessizlikten payını aldı. Sonrasında pek çok kitap yayımladı yazar. Roman, öykü, oyun, şiir vb. toplamda otuzu aştı kitaplarının sayısı. Bugüne dek yazınsal verimi üzerinde hiç mi hiç duramadığım yazarımızdan biri de Talip Apaydın oldu. Köy Enstitüleri Yasası’nın kabulünün yetmişinci yıldönümüne gelen bu aydınlanma bayramında söz konusu eksikliği gidermeye girişmek doğrusu ya, mutlu ediyor beni. Talip Apaydın’ın Romancılığında Evreler… 193040’lar aydınlanma kavrayışına bağlı olarak okumanın kutsandığı bir dönemdi. Köy çocukları olağanüstü bir okuma eyleminin içinden geçti enstitülerde. Bugün pek çok yazarın belki de okuma fırsatı bulamadığı kitapların neredeyse tümünü okudu Köy Enstitülüler. HasanÂli Yücel döneminin çevirilerinden söz ediyorum. Evet, Köy Enstitüsü çıkışlı yazarlarımız tümden değilse de genelde köylümüzü yazdılar. Ancak kırsal alan kadar kentlerle de ilgilendiler, köylülerden işçilere, tarlalardan fabrikalara uzanmayı başardılar. Söz konusu yazar kuşağı kırsal alana yönelik ufkumuzu açmanın ötesinde yazınımızı zenginleştirip çeşitlendirdiler, kitlesel okuma eylemini alabildiğine yaydılar. Talip Apaydın’ı söz konusu kuşağın önemli bir üyesi olarak alırken masama yedi romanını seçtim onun: Sarı Traktör (Varlık, 1958), Yarbükü (Ararat, ikinci basım, 1968), Ortakçılar (İmece, 1964), Toz Duman İçinde (Hürriyet, ikinci basım, 1974), Vatan Dediler (Yalçın, 1981), Köylüler (Cem, 1991), Kente İndi İdris (Tekin, 1981). Gelin, bu romanlar arasında bir gezintiye çıkalım şimdi. Yedi romanın izlekçe, biçemce birbirinden doğmuş, sürgit birbirinin kopyası kitaplar olduğu düşünülmemeli kesinlikle. Bana göre ilk dönem romanları bağlamında alınabilecek Sarı Traktör, Yarbükü, Ortakçılar Apaydın’ın olgusal düzlemde ciddi dönüştürüm çabaları sergilediği, buradan hareketle kavramlaştırma yönünde adımlar attığı romanlar olarak alınabilir. 195060 yıllarındaki bu ilk evrenin ardından Kurtuluş Savaşımızı anlatmaya yöneldiği, serüven duygusu eşliğinde kolay okunurluğuyla dikkati çeken ikinci evre romanları geliyor üçleme halinde: Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler. Son evrede biçem denemelerine giriştiği romanı anılabilir sanıyorum: Kente İndi İdris. Talip Apaydın’ın romanlarından söz edilecekse eğer, ilk evre yapıtlarını örneklemek daha doğru geliyor bana. Talip Apaydın, tahıl, pancar üretiminin yanında, çeltik üretimini de köylü yaşamının temel uğraşlarından biri olarak alıyor romanlarında. Buna göre Sarı Traktör’de tahıl, pancar üretimi, Yarbükü’yle Ortakçılar’da çeltik üretimi köylülerin tarımsal etkinliği olarak öne çıkıyor. Bu çerçevede ezilen insanların gerek üretim sürecinde gerekse ekonomik değerin paylaşılmasında yaşadıkları sıkıntılar belirgin biçimde kendini duyuruyor. Ne var ki söz konusu romanlar yoksul insanların yaşadığı sıkıntıları, verdikleri yaşam savaşımını yansıttığı için önem taşıyor değil. Bu romanlar, dramatik olanın içkinleştirilip yapıtlara giydirilişi açısından önem taşıyor. Satırbaşlarıyla bunun üç romana dağılımını gözden geçirmeye çalışalım… DRAMATİK OLANIN ROMANA KAZANDIRDIĞI DEĞER... Sarı Traktör’de zaman Özeler Köyü’ndeki harman etkinlikleriyle açılır. On yedi, on sekiz yaşlarındaki Arif, buğday saplarını at arabasıyla harman yerine taşırken Yakubun Ali, yenice, ama borca edindiği traktörle bir çırpıda getirip yığar bunları. Traktör, Arif’in düşlerini süslüyordur. Bu arada sözlüsü sayılan dayısının kızı Emine’ye kur yapmasında da etkin rol üstlenir traktör. Bu arada erkini, erkeklik gücünü de simgeler. Diyeceğim bir kahramandır “sarı traktör”. Arif, babasının böyle bir traktör alması için kıvranıyordur. Eski muhtar olan baba İzzet Ağa ise buna karşıdır. “Köyde varlıklı, hatırlı bir evdi(r)ler. Traktörle mi gelmişlerdi(r) bu hale?” (10) Karısına söylenir: “Bu oğlan hepsinin altından girip üstünden çıkacak.” (13) Anne, kocasıyla oğlu arasında denge kurmaya çabalıyordur sanki: “Bir de onun dediğini yapıver bakalım…” (14) Arif’in yerini Yarbükü’nde Remzi alır. O da varlıklı bir babadan artakalan çeltik tarlasındaki verim için babası gibi güce gereksinim duymaktadır. Oysa hem çelimsizdir, hem de inceli kalınlı sesinden ötürü köylülerin durma alay ettiği biridir. Oğlunun bulunmayışı, dört kızlı oluşu bile alay konusudur. Üstüne üstlük en geniş çeltik tarlasına sahip olması nedeniyle Yapılı Köyü’nün geleneği uyarınca Yarbükü’nün “bük ağası”dır. Özellikle suyun kullanımı konusunda sözünü dinletmek zorundadır. Ancak bir türlü başaramaz, çünkü kimse ciddiye almaz Remzi’yi, kadınlar da. Ne ki kışkırtmaktan da geri durmazlar onu: “Malı olanın herkese gücü yeter.” (22) Bir başka bükte Kocaağa’nın “şımarık” (62) oğlunu vurduğu için hapis yatıp çıkan yoksul Haydar da Yarbükü’nde tarla komşusudur Remzi’nin. Haydar’ın gelişiyle bük ağalığı kadar iki erkeğin erkgüvenkorku odağında çatışması başlar. Ortakçılar’da Köy Enstitüsünün son sınıfına geçen Sefer, yaz tatili nedeniyle, mandoliniyle birlikte babası Durmuş’un, ortakçılık yaptığı Hasırlı Çiftliğine gelir. Durmuş, Sefer’i, annenin uzaktan akrabası olan, Sefer’e yakınlık gösteren çiftlik beyinin karısı Melahat Hanım’a, çocuklarına, yaşama biçimlerine yönelterek, oğlunun bu tür yüksek bir yaşama katılması isteğiyle bunun gerçekleşmesi için çabalar. Oysa Sefer, yoksullardan yana tutumla yaşlı babasının çeltikte çektiği sıkıntılar karşısında ona yardımcı olmaktan, bey ailesine sırt dönmekten yanadır. Öte yandan aile karşısında üstüne başına, davranışlarına bakarak hem eksiklik duygusuyla utanır, hem de ailenin kendi yaşıtı kızının rolüyle gizlice ilgi duyar bu yaşama. Yetişme çağındaki delikanlının sancıları, büyüme sorunları da eklenir böylece romana. Her üç roman da, çelişkiyi, doğayla insan çelişkisi zeminini bozmadan insanla insanın çelişkisine kaydırışı, bunları dramatik olanla temellendirişi, bu çerçevedeki dönüştürümüyle dikkati çekiyor denebilir. ROMANIMIZDA BİR DORUK YAPIT: “SARI TRAKTÖR” Talip Apaydın, üç romanda da dramatik olanı temele alırken karakterleri yapılandırmada çelişkilerden ustalıkla yararlandığını ortaya koyuyor. Kahramanların yaşadığı derin sıkıntıları, iç burkulmalarını, ruhsal karmaşaları daha işin başında onları tipleşmekten kurtarıp karaktere dönüştürmenin gereci olarak kullanıyor. Gerçekten de sayfalar ilerledikçe Arif, İzzet, Remzi, Haydar, Sefer, Durmuş vb. tam bir dolantı karakteri olup çıkıyor. Kahramanlar için kendi çelişkileri, birer yürek yarası, bu nedenle de kendi iç bukağıları. Gerçekten de yıkım bu onlar için. Aşağılama o boyuta varmıştır ki, kahramanlar kendilerini hep yaralı duyumsar, kendi kişiliklerini sergileyememenin sıkıntısını yaşar. Sürdürülen karmaşık ilişkiler göndergesiyle, bu bağlamda yaratılan yan anlam katmanlarıyla, arka alan örgüsüyle romanlarının önünü açıyor Talip Apaydın. Gerçekten de Apaydın’ın kahramanları, “güven” konusunda koygun, kapkara bir umutsuzluk yaşar. Apaydın’ın romanlarında önemli bir dinamizm öğesine dönüşür kahramanların bu ruhsal kar maşası. Bundan ötürü değişiklikten yana olanlarla koşulları sürdürmek isteyen gelenekçiler ciddi çatışma içine girer. Bütün bu nedenlerden ötürü Sarı Traktör, Yarbükü, Ortakçılar adlı yapıtların gerek Talip Apaydın romanları içinde gerekse yazınımızda ciddi değer taşıdığı savlanabilir. Anlatıyı söylenle, tapınım kültürüyle harmanlayan bir biçem bu. Arif’le İzzet, Sefer’le Durmuş baba oğul, Remzi’yle Haydar katillik paydasında tarla komşuları olarak aynı üvendireye koşulmuş karakterlerdir bir bakıma. Bu aynı zamanda birbirlerinin korkusu olmalarına da yol açar. Sırt sırta birbirine yapışmış görüntüler eşliğinde birbirinin yok edicisi, trajiği konumundadır çünkü hepsi. Romanda, köylülüğün işlenişinin geri bir biçem ya da yönseme olacağı sanılmamalı. Köylülüğün toplumbilimsel açıdan geri öğe oluşuyla bunu romana taşımak, konu edinmek farklı yaklaşımlar. Köylüden karakter yaratılamaz değil. Yeter ki gereğince yapılsın bu. Geçmişten günümüze Kafka’dan Faulkner’e Borges’e, Yakup Kadri’den Marquez’e, Yaşar Kemal’e köylüleri romanlarına taşımış geniş yelpazede bir yazar çoğunluğunun köylülükle ilgilenmesi yabana atılmamalı derim. Talip Apaydın, Sarı Traktör’le girdiği yazın dünyasında görece örtük kalan yazarımız oldu hep. Oysa yazınımızda nesnel gerçekliğin düz dönüştürümünde önemli bir işlevi yerine getirdi o. İlk evrede verimlediği romanlarında sorunsallardan hareketle bunları o günün koşullarında kavramsallaştırmaya dönük yaklaşım sergiledi. Bu bağlamda Sarı Traktör, öncü bir rol üstlendi aslında. Arif’in nesne tapınımı çerçevesinde alınabilecek “sarı traktör” imgesine yönelişinden yirmi yıl kadar sonra Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü’nde (1976) Bayram’a “sarı mersedes” imgesi yükleyişi romanın bu yöndeki öncülüğünü gösteriyor kanımca. Fethi Naci, Sarı Traktör’deki kahramanların çizgisellik yansıttığını söylese de yeniden okuduğumda kitabı, onun bu görüşüne katılamadım. Ayrıca Apaydın’ın özellikle Ortakçılar’da, Gogol’e, Çehov’a yatkın ince, kırılgan bir roman düzlemi üzerinde kaydığı söylenebilir. Yeniden kurmayı başardığı, duyarlık eşiği yüksek bir acıdır bu: “kahıracı” (19). Yazın çevrelerinden Köy Enstitülü yazarların tutumlarına, verimlerine yönelik pek çok eleştiri geldi bugüne dek. Ancak bir doğrunun altını çizmemiz gerekirse; bu eleştiriler yazınsal olmaktan çok, çıktıkları okullara, ötesinde köylülüklerine dönük “dedikodu” olarak yapıldı daha çok… Eklemeden geçmeyeyim. Köy Enstitülü yazıncılar kuşağının en büyük eksiği kendi içinden eleştirmen yetiştirmeyişi oldu bana göre. Bu nedenle Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol vb. Köy Enstitüsü dışından eleştirmenlerle yetinildi. Enstitülüler kuşağının yazınımızdaki başarıları, başarısızlıkları nesnel ölçütler içinde değerlendirilemedi bir türlü… Haftaya öteki dört romanı üzerinde duracağım Talip Apaydın’ın… Bakalım bu romanlarda neler karşılıyor bizi?… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1052 SAYFA 40
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle