30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D ki yıla yakındır TRT 2’de sürdürdüğümüz “Önce Şiir Vardı” izlencesi sona mı erdi? TRT 2 “haber” kanalına dönüşünce kültür ağırlığını değiştirmek gerekebilir. TRT’nin yayın siyasetinden sorumlu olanlar kültüre yön vermek isteyebilir. Böyle bir izlenceye emek verenleri bilgilendirmek gereğini de duymayabilir. Şiirin tartışıldığı böyle bir izlencede görmeyi öğreten özellikler olduğuna inanan kimi yetkililer bunun nedenlerini araştırabilir. Bunlar artık bizim dışımızda kalan olaylar. Biz; Talat Sait Halman, Hilmi Yavuz, Mustafa Şerif Onaran neler yapmak istiyorduk, neler yapabildik? Şiirleri yorumlayan Rüştü Asyalı ile Berin Ötenel bu izlenceyle nasıl bir bütünlük sağladı? İleriye dönük olarak bu izlenceyi nasıl geliştirecektik? Bize yöneltilen başka sorular da var: “Artık ölü ozanlardan kurtulup genç ozanlara ne zaman sıra gelecek?” eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN ‘Ölü Ozanlar Derneği’ rumları, gerçek şiire meraklı olanlara sesleniyordu. Özellikle aruzun hakkını vererek divan şiirini yorumlamak, o şiirin açıklamasını şiirsel yükünü koruyarak dinleyenlerin ilgisine sunmak, bu gizli gömüyü daha iyi anlamayı kolaylaştıracaktı. “Önce Şiir Vardı” gecenin dinginliğine yakışan bir izlenceydi. Halk şiiri ile divan şiirinden günümüze doğru öyle zengin bir şiir geleneğimiz vardı ki, ölü ozanların etkisinden kurtulup günümüzün genç ozanlarına gelemedik. Bu yüzden bize “Ölü Ozanlar Derneği” gözüyle bakanlar da vardı. Oysa bu izlencenin sürmesine izin verilseydi, aramıza bir genç ozanı almak, çağdaş şiirimizin gelişen boyutlarını tartışmak anlamlı olacaktı. BİR SORUŞTURMA “Sincan İstasyonu”, ölü ozanların diri ozanları gölgelediğinden yakınarak yüksek sesle söylenemeyen şu sözü soruşturma konusu haline getirdi: “İki büyük gölge, biraz çekilse üstümden!” Onlar bu iki büyük gölgeyi Nâzım Hikmet ile “İkinci Yeni” olarak nitelemektedir. Dolayısıyla ölü ozanlardan diri ozanlara sıra gelmediğini anımsatarak, “Önce Şiir Vardı” izlencesine de dolaylı bir eleştiri getiriyorlardı. “İkinci Yeni”yi toplumcu şiirden kaçış olarak niteleyenlerin yanlışına değinerek, toplumcu anlayış ile gizemli anlayışın iki büyük gölgesi Nâzım Hikmet ile Necip Fazıl’ı düşünerek böyle bir soruşturmaya girişilebilirdi. Ama “Sincan İstasyonu” bu soruşturmayı şöyle açımlıyor: “Kastettiğimiz iki büyük gölgenin biri, “Putları yıkıyoruz” diyebilen Nâzım Nikmet, ikincisi ise “İkinci Yeni”dir bize göre. Bu iki büyük gölge altında serinlenmenin giderek yakıcı bir hale dönüşmesi yani. Şair gelenekle, kendinden önceki şairlerle hesaplaşarak, çarpışarak, bir bakıma silmeyi demiyelim de, geçmeyi göze alarak yazar” (Sincan İstasyonu, Nisan 2010). “Sincan İstasyonu”ndaki “Edebiyatımızdaki gölge sorunu” soruşturması önümüzdeki sayılarda da sürecek. Nisan sayısında 5 eleştirmenin yanıtı var: Turan Karataş, Sabit Kemal Bayıldıran, Kemal Gündüzalp, Celal Fedai, Fergun Özelli. Kimi ozanların gereğinden çok anıldığı, artık şiirlerinin işlevi kalmasa da, şiirle siyasetin buluştuğu yerde, toplumcu ya da gizemci anlayışların gölgesinde kalan bir ozanın hakkı yenmişliği tartışılabilir. Ama geçmişin değerleri her zaman olacaktır. Turan Karataş’ın yorumuna önem vermek gerekir: “Geçmişi aşmak, daha doğru deyişle sanattaki, özelde şiirdeki gelişim çizgisini sürdürmek ve yenileyip yola koyulmak, geleneği iyi tanımak ve onu özümsemekle mümkündür. Yok saymak çözüm değildir. Geçmişin büyük, aşılmaz değerleri var diye yeni değerlerden vazgeçilemez.” Sabit Kemal Bayıldıran, devletin putlaştırdığı ozanlara bakılırsa, Nâzım Hikmet’in devlete karşın en çok okunan ozan başarısına uluştığını belirtiyor. Kemal Gündüzalp bu gölgede kalışı, her dönemin yeterli şiir eleştirmeni olmayışına bağlıyor. Özellikle 70’li yıllardan bu yana döneminden sorumlu olan şiir eleştirmenlerinin etkili olmadıklarına değiniyor. Celal Fedai, 70’li yıllara doğru kimi ozanların “meydan okuyarak” kendilerine yer açtıklarını, daha sonra “karton şairler dönemi” başladığını öne sürüyor. Ece Ayhan’ın deyişiyle bu durumu “niteliksizler dayanışması” olarak değerlendiriyor. Fergun Özelli, Nâzım Hikmet ile “İkinci Yeni” ozanlarının birer put olmadığını, şiirin tıkalı yollarını açan, sonraki ozanların kendilerini geliştirebileceği yerlere hazırlayan ozanlar olduğunu düşünüyor. TELEVİZYON KÖŞESİNDE AÇAN BİR ÇİÇEK Bu soruşturma sürdükçe, yetmişlerden sonraki şiiri iki büyük gölgenin kararttığı yargısının geçerli olmadığını anlayacağız. Eskiyen, yıpranan, artık geçerliği kalmamış bir şiir varsa, o şiiri ille de yaşatmak isteyen bir anlayış içindeysek, gelişen yeni bir şiire gölge düşürmüş mü olacağız? “Önce Şiir Vardı” izlencesinde unutulan kimi ozanlara da yer verdik. “Onlar unutulmaması gereken ozanlardı” demeye getirdik. Eski bir ozanın bulduğu değişik bir imge, yeni bir ozanın yolunu açabilir. Yeni bir ozan o yolda gerçek kişiliğini bulabilir. Taşlıcalı Yahya’nın beyitindeki sevgilinin “şiir” olduğunu varsayalım: “Kâşki sevdiğimi sevse kamu halkı cihan İşimiz cümle heman kıssai canan olsa.” Biz üç arkadaş “Önce Şiir Vardı” izlencesinde şiiri yalnız “kıssai canan” olarak görmedik. Şiir üzerine söyleşmenin yeni yollar açacağına inandık. “Şiir Yıllıkları”na bakıldığı zaman yüzlerce yeni ozanın seçildiğini görüyoruz. Şiirimizin yarınları için bu bir umuttur. (“2009 Şiir Yıllıkları” üzerine hazırladığım bir yazıyla bu gelişen durumu ayrıca anlatmaya çalışacağım). Yazıya şöyle bir tümceyle başlamıştım: “İki yıla yakındır TRT 2’de sürdürdüğümüz “Önce Şiir Vardı” izlencesi sona mı erdi?” O kanal “TRT Haber” olunca, şiir izlencesi sona mı erecekti? Bu soruda böyle bir yazıklanma da var. Siyaset ortamının bulanıklığında şiir izlencesi aydınlığa açılan bir penceredir. Televizyonun köşesinde bir çiçek açmış gibidir. Siyaset dedikodusundan usananlara biraz soluk aldırabilir. Yüzlerce yeni ozan olduğu gibi, belki bir o kadar, şiire değişik bir yorumla bakmaya çalışan edebiyat insanı da var. Konuşmacıların yüzü de, sesi de çabuk eskir. Yeni bir yüze, yeni bir sese özlem duyulur. Belki de bu sözler kendini yenilemesini bilmeyen edebiyatçılar için geçerlidir. Oysa bir şiir yorumcusu gelişen yeni bir şiirden, genç ozanlardan güç alır. Tasarladığımız nice izlencenin boynu bükük kaldı. Şiiri tartışan biz üç arkadaş, şiire yeni bir derinlik kazandıran iki şiir okuyan, bu izlenceyi yaşatarak gerçek şiiri sevdirmek istemiştik. “Ölü Ozanlar Derneği” diye gülümsemeye çalışıyoruz ama iki yıl boyunca o ozanların ölmediğini anlatmaya çalıştık. Böyle bir izlenceyle yeni ozanlara da el uzatmak istediğimize inandık. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: İ Bu soruları yanıtlamaya çalışarak “Önce Şiir Vardı” izlencesini değerlendirmek, aramızdaki sataşmaları, değişik yorumlarla şiire bakışımızı anımsatmak yararlı olabilir. Köklü bir şiir geleneğimiz var. Abartılarak okunan manzumeler yerine, gerçek şiirlere yeni anlayışlarla bakmak, doğru bir yorumla okumak, insana görmeyi öğretebilir. NASIL BAŞLADI? Talat Sait Halman’la bana böyle bir şiir izlencesi önerildiği zaman, aramıza katılacak üçüncü kişinin değişik görüşte biri olması, böylece tartışma ortamının yararı üzerinde de duruldu. İkimiz de Hilmi Yavuz’u düşündük. Neden Hilmi Yavuz? Çağdaş Türk şiirinin en iyi ozanlarından biri olduğu için değil, nice şiir izlenceleri hazırlayan bir kültür insanı olarak da Hilmi Yavuz “Önce Şiir Vardı”da yer almalıydı. Böyle bir şiir izlencesi siyaset yapma yeri değildir. Gene de Hilmi Yavuz gibi siyaset anlayışında tutucu olan bir ozanın şiire bakışında değişik yönler olabilirdi. Ama tartışmalar hiç de düşündüğümüz gibi gelişmedi. Hilmi Yavuz her zaman şiirin yapısına öncelik tanıdı. Belki de kendi şiirinden gelen sıkıdüzeni geçerli görerek, aynı dönemin ozanları saydığı Yahya Kemal’le Mehmet Âkif’i karşılaştırdığı zaman Âkif’in şiirini önemsemedi. Oysaki böyle karşılaştırmalar insanı yanıltabilir. Mehmet Âkif’in şiirini ayrıca değerlendirmek gerekir. Onun şiir dilinin gelişmesine verdiği emek unutulmamalıdır. Değişik şiirleri birbiriyle karşılaştırmak doğru sonuç almamızı kolaylaştırmayabilir. Önemli olan böyle bir tartışmayı başlatabilmekti. Her üç arkadaş kendimize göre bir ön hazırlık yapsak bile izlencedeki tartışmalar doğaçlama oluyordu. Hece şiiri ozanlarından Ahmet Kutsi Tecer’e haksızlık yaptığımızı sanıyorum. İlle de bir ozanı başka ozanlarla karşılaştırmak mı gerekir? Dönemi içindeki şiir dilini ele alarak onu değerlendirmek daha doğru olmaz mıydı? Kimi zaman bir dize bir şiiri kurtarabilir. Ümit Yaşar Oğuzcan gibi okurların daha kolay benimsediği ozanların abartılmış duyarlıkları nasıl kullandığı da eleştirildi. Ama şiiri kurtaran böyle tek dizeler olduğu da anımsatıldı. Doğrusu birbirimize takılmalarımız da keyifliydi. Böylesi takılmaların en çok tadını çıkaran da Talat Sait Halman’dı. İZLENCENİN SINIRLARI Kimi zaman bir ozanı, kimi zaman bir konuyu ele alıyorduk. Alıştığımız bir masanın çevresinde yer değiştirsek bile, kimi zaman ortam değiştirmemiz de gerekiyordu. Örnekse Mehmet Âkif’i, “İstiklal Marşı”nın kabul edildiği I. Meclis’te, Divan Şiiri’ni Topkapı Sarayı’nda konuştuk. İyi ki Hasan Çakır gibi deneyimli bir yapımcımız vardı. Şiire yakışan ortamlar daha çekici olsa da biz alıştığımız ortamdan ayrılmak istemiyorduk. Her birimize ayrı ayrı mektuplar geliyordu. Hapishanede çile çeken izleyicilerimiz bile vardı. Daha önemlisi bilgisayar ortamında bizim için bir site oluşmuş. Yapımcımız Hasan Çakır buradaki bilgileri bizim için birer dosyada topluyordu. Şiir adına yapılan kimi izlencelerde, sıradan manzumeleri abartılmış bir biçimde okuyanlar da vardı. Ama “Önce Şiir Vardı”da Rüştü Asyalı ile Berin Ötenel’in yo Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1052 SAYFA 36
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle